Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

29 Haziran 2011 Çarşamba

Gidiyorum




Sabah kalkınca bu manzaraya bakmaya


Gece balkondan bu manzaraya bakarak oturmaya

Buradan denize girmeye

Sabahları bu yürüyüş parkurunda yürümeye(ayıptır söylemesi evin karşısı burası)
Yürüyüşten yorulunca bu bankta oturmaya
Bu iki kayanın arasından çocukluğumdaki gibi yüzerek geçmeye
Köye giderken pazara uğrayıp , alışveriş yapmaya, arabada bizi bekleyen dayımın hadi hadi diye bağıran sesine aldırmadan , bir de pıoz verip resim çekmeye
Bu yoldan koşa koşa harmana çıkmaya
Boztepe'ye çıkıp çay içerek Ordu'ya bakmaya gidiyorum.
Yolculuk yarın akşam ama sanırım artık Ordu'dan yazarım size. Bu kez ki gidiş; biraz buruk, hüzünlü ve biraz hasta.Ama gidiş nedenlerinin en başında geleni mutlu bir olaya tanıklık etmek. Yeğenim yani kardeşim Metin'in kızı Burcu -Cucu- nişanlanıyor. Hem de benim çocukluk arkadaşımın oğluyla:))İkisi de okullarını bitirdiler, Anıl, vatani görevini yaptı ve yıllar süren arkadaşlık dönemi artık nişanlılık dönemine geçiyor.

Artık Ordu'dan görüşmek üzere hepinize keyifli bir yaz diliyorum...

28 Haziran 2011 Salı

İki üç gecedir yatarken, inşalah uyurum, sabah daha iyi kalkarım diye yatıyorum. Dün gece parça bölük de olsa biraz uyudum ama sabah yine kazan kafa, acıyan boğaz, tıkalı burun ile kalktım hatta kalkamadım. Perşembeye kadar iyi olmam lazım. hatta hemen iyi olmam lazım. Dondurucuya , Naziş ve kocamın elinin altında bulunması için yemek koymam, bavul hazırlamam, birazcık alışveriş yapmam gerek.Keyfimin gelmesi gerek hemen , acilen ...

Var mı? bildiğiniz formül

27 Haziran 2011 Pazartesi

ve hayat


Tv izliyorum... Türkmax da Jess ve ekibi bir başlık açtılar ve seyirci bağlantısı alıyorlar. Bu günkü başlık- Şeytan diyor ki.... boşluk doldurulacak. Bir seyirci bağlandı iki lafının biri şeytan diyor ki- git,bir tepsi su böreği ye...Yani, ye de rahatla be kadın dedim, ye...Kendini diyet konusunda fazla sıkmış belli garibim.

Dün gece bir film izledim. Filmin adı ; Örnek Aile.... Baş kadın oyuncu Demi Moore olunca ilgimi çekti. Çağın tüketim alışkanlıkları ile ilgiliydi. Göürnüşte zenngin mahallesine yeni taşınan bir aile gibi görünüyor, Demi Moore ve ailesi. Ama onlar bir pazarlama şirketinin , çalışanları. Kullandıkları eşyaların hepsini pazarlıyorlar. Bu arada herkesi ama herkesi kullanıyorlar. Mesela Demi Moore kuaföre gidiyor. Kuaförde telefonu çalıyor. Telefonu pazarlıyor orada aslında... Kuaföre gel maskeni bizim komşulara v emüşterilerine tanıt derken evdeki her şeyi pazarlıyor o arada, klozet kapağına varana kadar. Yani insanlarda farketmeden bunların pazarlama ağlarına takılıyor. Evin oğlu evde parti verip bir içeceği pazarlıyor öreneğin gibi gibi örnekler var. Ama daha sonra evin babası rolündeki eleman bizim Demi'ye aşık oluyor.Zaten bu rolü oynayan altıncı kocasıymış .Ve film burada biraz değişmeye başlıyor. Gerisini anlatmayayımda izlemek isteyenler olabilir.Filmi dün gece Kanal D'de izledim. Ve galiba hepimiz birer pazarlama elemanıyız diye de düşünmeden edemedim.Ama o kadar kaçınılmaz ki. Gittiğim güzel bir yerden orada yediğim yemekten söz ederken, okuduğum kitabı anlatırken ya da izlediğim filmi...ben size yaşadığım şeyi paylaştığımı sanırken aslında biraz da onların pazarlamasını yapmış oluyormuşum:)) Neyse işte , ama bunları yapmadan da olmaz ki...

Bu arada feci hastayım. Kışın olmadım olmadım ama soğuk algınlığı mı? yaz gribi mi? beni pençesine aldı. Burnum tıkalı, nefes alamamaktan gece uyuyamadım sanki göğsümde bir aslan oturdu. Sabaha kadar hiiç ama hiç uyuyamadım. Eksik olmasınlar aile fertlerinin şunu yapayım bunu yapayım tekliflerine sadece beni rahat bırakmalarını söyleyerek asabi cevaplar verdim. Kocam tutturdu . niye uyuyamıyorsun, aklına bir şeyler mi geliyor, bir şey mi takıldı kafana ... o öyle dedikçe hastalık yetmez gibi nerede abuk subuk düşünce varsa kafama üşüştü.Anlayacağınız berbat hatta berbat ötesi bir geceydi. Dilerim perşembeye kadar iyileşirim. İyileşmezsem Gamse gelmeyecekmiş, benimle uğraşamazmış:)))
Hastayız netekim...

not...Arayan, mesaj gönderen, yorum bırakan, mail atan ve böylece acımızı paylaşan tüm arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Bize güç verdiniz, yanımızda oldunuz. İyiki varsınız...

26 Haziran 2011 Pazar

Bazen de hüzünler böler hayatı

Eniştem bu gün üç yıldır çok özlediği, azcık kendine geldiği zamanlarda hadi gidelim dediği Ordu'suna kavuştu... Ordu toprağı Anneme ve Dayıma yaptığı gibi; O'nu da bağrına bastı. Artık daima bizi Ordu girişinde karşılayacak...

Ben gidemedim Ordu'ya, perşembe günü gidiyorum. yapılacak duaya yetişeceğim. Gamze'yi beklemek zorunda kaldım. Akşam Fato ile konuştum., kabri yol kenarındaymış, otobüsle önünden geçeceğiz dedi.

Artık hayata karışma zamanı... Dünya kanunu biizm için de işleyecek, zaman geçecek, rüzgar esecek, yağmurlar yağacak, güneş açacak ve Eniştem hep anılarımızda en güzel en yakışıklı , en neşeli haliyle ; biz yaşadığımız sürece yaşayacak...

25 Haziran 2011 Cumartesi



Biz bir kaç saat sonra Eniştem'i uğurlayacağız...Üç yıldır verdiği ,yaşam mücadelesine dün akşam saat sekizde son verdi...

Artık kimse Ordu girişinde otobüsümü durdurup, burada in diyemeyecek.... Kimse - bu teyzen , kendi yeğenleri gelince ta, gözlerinin içi gülüyor diyemeyecek...

O taa ilkokulda ben Ayşe ile evleneceğim deyip, askerden gelirgelmez de bana ; Ayşe'yi isteyin dediği , 53 yıl aynı yastığa baş koyduğu Ayşe'sini bırakıp gitti.

Gittiği yerdekileri uyarıyorum, çok komik bir adam geliyor yanınıza. Kendine özgü esprileriyle,enerjisinin hiç tükenmeyeceğin isandığımız Necmettin Kalafat o çok sevdiği Cikangir- Sıra Selviler yolundan son kez geçip başka bir sevdasına Ordu'suna gidiyor...

Gülegüle Enişte yaşamımın tamamnına tanıklık etmiş koca adam güle güle....

23 Haziran 2011 Perşembe

UYUŞUKKK

Bugünün programında sadece mel mel bakma vardı... Nasıl uyuşuk bir gündü, anlatamam. Halbuki şu çamaşırı toplasam, katlasam , ütüye ayırsam, hatta ütü yapsam. Ama yok , oturdum Elle izledim, e2'de. Konuk Antonio Banderas'tı. Akşam yemeği için ise, geçen gün fazlaca menemen hazırlamış sonra da yemek planı değişince dondurucuya atmıştım.Onu gündeme getirdim. Yanına makarna haşlayacağım. Kızlar seminer dönemindeler. Okul çıkışı arkadaşlarıyla birlikte program yapıyorlar, o yüzden de yemek yapma şevkim kırılıyor.

Dün gece Muhteşem Yüzyıl sezon finali yaptı. "Acep şimdi acaba Kanuni ölecek mi, Hürrem zehirlenecek mi?" diye düşünenler varmıdır? Korkmayın Kanuni tam 46 yık padişahlık yaptı. Hürrem ise tamıtamamına 43 yıl Hürrem Sultan olarak yaşadı.Pargalı'nın ölümünü ise Hürrem hazırladı.Hürrem'den sonra Kanuni çok yaşayamamış, üç yıl sonra ölmüş. Hürrem valide sultanlığı görememiş yani...Hürrem ilk nikahlı padişah karısı. Kanuni ona üç gün üç gece süren şahane bir düğün yapmış ve tüm Avrupa ellerinde aylarca konuşulmuş bu düğün. Ay hadi yeter bu kadar Hürrem Sultan bilgisi:)

Kitapta maalesef hala New Yor"k Üçlemesi'ndeyim. İkinci bölüm olan Hayaletler'deyim. Kocamın bile dikaktini çekmiş. Bu ara az okuyorsun" diyor. Yaz rehavetimidir bilemedim.

Bu günlük bu kadar olsun mu?

BEŞİKTAŞ GÜNÜ


Bu günü tamamen Zuz'la , kardeş kardeş geçirdik. Önce buluşup göz doktoruna gittik. Sonra motora atlayıp püfür püfür deniz havası ala ala Beşiktaş'a geçtik.Beşiktaş'a geçince önce bir şeyler yiyelim dedik. Zuz burada bir yerde döneri çok iyi olan bir yer vardı oraya gidelim dedi.Gittik ki, etrafındaki her yer tenha bura tıklım tıklım.Dışarda hiç yer yok ama biz dşlarıda oturmak istiyoruz..Bir kaç dakika oyalandık neyse ki bir masa boşaldı, oturduk. Dürüm dönerini, ayranını ve limonatasını gerçekten de beğendim. balıkçılar çarşısı içinde Define Büfe....Alkım Kitapevinin sokağından girerseniz , biraz yürüyünce ; önüne çıkıyorsunuz.Yemekten sonra bir önceki yazımda bahsettiğim mağazaya gittik ve hiç bir şey beğenmedik. Bir kaç mağazada da aynı şeyle karşılaşınca hadi Kadıköy'e kendi bildiğimiz yerlere bakalım derken Beşiktaş Büyük Çarşı^ya girdik. Burada tam benim tarzımda iki dükkan keşfettim ki, sanırım artık sadece buralardan bile giyinebilirim. İlk dükkanın adı; Oscar... Biraz abiyemsi ya da spor şıklık isteyenler için süper bir mağaza... Buradan bir elbise aldım, sahibi ile Zuz dalış ve yelken üzerine sohbet ettiler ben giyip çıkarırken ve iyi bir indirimle sevdiğim bir elbise aldım. Hatta elbiseye uygun bir takıyı da yine hediye ettiler.Çıkışta hadi bir yerde oturup çay kahve molası verelim dedik. Zuz yine, buralarda ağaçlar altında bir yer vardı, oraya gidelim dedi . Orayı bulamadık ama tam Büyük Çarşı çıkışında yeni bir dükkan daha keşfettik. Tamimiyle tasarım kıyafetler satan , çok hoş iki bayanın işlettiği bir dükkandı; Willy.Nilly... Bu dükkand ki her elbiseyi, bluzu , eteği , pantolonu çok çok beğendim. yani tombiğiz diye eski jenerasyon babaanneler gibi mi? giyineceğiz yani... Her şeyi beğendim ama sonunda en beğendiğim elbiseyi aldım. İlk aldığım Zuz'un doğum günü hediyesiydi zaten... Zuz, tabi bu arada boş durmadı. Dolaşırken o da alışveriş etmekten geri kalmadı. Hatta son giydiği elbiseyi çıkarmadı bile:))
( Sağda gördüğünüz resim, Büyük çarşının tuvaletinde çekildi... tuvalet olduğunu anlamadık önce , girişte kanepeler, tv, çiçekler ve bu anı defteri:)))

Alışveriş bitince Beşiktaş sahine indik. Orası mı? burası mı? derken, Bahçeşehir Üniv önündeki cafeye konuşlandık. Nasıl güzel geldi orası bize , onca yorgunluktan sonra anlatamam. Ihlamur ağaçları altında , filbahri kokuları içinde çaylarımızı içtik, sohbet ederken saati unutmuşuz . Akşam yedi buçuk olmuş haberimiz yok. Kızlar aradı tek tek de hadi kalkalım dedik. İskelede ayrıldık ben Üsküdar motoruna o Kadıköy vapuruna yöneldik...
Ve iyi bir haber aldım Nike'dan...Bir kaç ay önce aldığım ayakkabı her giyişten bir saat sonra falan hayatımı kabusa çeviriyordu. Sıkmaya başlıyor, ayaklarımı mahvediyordu. Götürdüm aldığım mağazaya, derdimi anlattım. Aldılar, fabrikaya incelemeye gönderdiler ve dün gelip yeni bir ayakkabı almamı , ayakkabının hatalı bulunduğunu söylediler... Yaşasın diyorum ve üğerttikleri malın hatasıyla sevabıyla arkasında durdukları için de onları kutluyorum...hay Allah ya, Gamse üniversitedeyken Nike ile ilgili bvir sunum yapmıştı , niye acaba...şimdi geldi aklıma...ama yarın sorabilirim ancak:)
Sonrası akşam yemeği, Muhteşem Yüzyıl falan filan işte...

22 Haziran 2011 Çarşamba

Seher vakti sen tarlaya gelende:))

Sabahın beş buçuğunda gözlerimi açtım... Sanırsınız tarlaya gideceğim...Kendi evimde neyse de, bir yerde misafir olunca zor. Kuzenimde kalırken , tabi ben zırt diye uyanıyorum , Gamse'de gidince onlar uyanana kadar üç dört saat kendi kendime tv izle, Salih'in kitaplığını karıştır, yeşil çay ayap, kahve yap, kahvaltıya kadar az bir şey atıştır gibi etkinliklerle oyaladım kendimi. Allah var, Fato her seferinde beni de uyandır dedi ama olmuyor tabi...Sırf bu yüzden tatillerde otelde kalamayız biz, hep ev tutarız. Çünkü ben sabahın köründe pörtleyip , çayımı , kahvemi içip , evden çıkar , bir sabah turu yaparım... Herkes kalkana kadar , oranın yerel pazarı varsa dolaşırpazarda satılan bazlamadır, gözlemedir, duttur, böğürtlendir alır, sabah yüzüşü yapar öyle dönerim, döneriz. Çünkü aslan koca da bana katılır genelde...Katılmadığı kısım sabah yüzüşüdür. Yürüyüş değil yalnız yüzüş:)) Yalnız bu yaz tatilinde, kızların isteği üzerine değişik bir konsept yaptık. Ben yine bir yer keşfetme peşindeyken onlar Bodrum'u özlediklerini söylediler.Geçen yılki Amasra tatilinin tadı damağımızdayken , yine yeni bir yer keşfi heyecanı içinde ne alternatifler sundum halbuki:)Bodrum'da yaşayan kuzenimin de telkinleriyle bu yaz tatil adresimiz Bodrum ama öncesinde Ordu var.Yeğenimin nişanı var...İlkokul arkadaşaları ile yapılmış bir program var. Dün akşam Ayşegül aradı, geliş tarihimi sordu...

Dün akşam ; Ali Kaptan beni zıvanadan çıkarttı yine... Ay bıktım bu;''' ya benimsin ya toğrağın'' edebiyatından... İnci Hoca'nın ölümünü çok fazla ajite etmemelerini ise takdirle karşıladım... Mete'nin şarkısına bayılıyorum zaten. Necati ile dost olmaları, birlikte şarkı söylemeleri çok iyi bir mesaj olmuş aynı zamanda. Ama en komiği, Aylin'in deniz kıyısında bulduğu yani güya buılduğu çakma deniz yıldızı...Ayol onları nikah şekeri falan yapıyorlar. Bi de misler gibi gıcır gıcır. Sanki çok zordu bir denizyıldızı bulmak. Cunda'da bir liraya satıyorlar. Aslına bakarsanız da satışı yasak.Ama lazım olursa bir daha . ben bizim evde ki denizyıldızını ve hatta denizatını onlara kiralarım.Sanata bir katkımız olsun hesabı...

Dün gece dizimizi izledikten sonra Gamse ile biraz eski resimleri tarama işlemi yaptık. Sonra cozuttuk, çerçevelerdeki resimlere de aynı işlemi yaptık. Şimdi resimleri tekrar çerçevelere koymak var , nasıl üşeniyorum nasıl...(Kareli elbiseli benim..Elimi belime koyuşumdan , karakterimin ip uçlarını vermişim , ta o zamanlar... Elbisem taftadır haberiniz olsun:)) Ortada oturan tombik; bizim Zız... diğer ufaklık da erkek kardeşim Metin) O ^Ordu'da yaşıyor. Arada çaktırmadan yorumlar atar buraya.

Bu gün Zuz gelecek ...göz doktoruna gideceğiz. O'nun henüz haberi yok ama benim O''nunla bir Beşiktaş planım var:))Bir dükkan keşfettim , oraya gitmek istiyorum.Bir elbise bakmam lazım kendime. .Hem biraz Beşiktaş çarşısını gezeriz. Eskiden Beşiktaş pazarına giderdik monunla, cebizmizde bir yol parası kalana kadar alışveriş yapardık.Bir kaç bir şey almak istiyorum. Malum Ordu'ya gideceğiz, arkadaş buluşmaları falan yapacağız.Ay biraz dikkat edeyim, bir kilo bile versem kar diyorum. Sabah sabah, pideverlerin dikkatine diye mail gelmiş. Yuh yani dedim.Hemen sildim

Şimdi bir çay yapayım kendime, biraz da okuma seansı yapayım...

,

21 Haziran 2011 Salı

eve dönüş

Dün akşam itibariyle evdeyiz...Üç gün boyunce ben gezdim tozdum, kuzenlerle... Gamsegamse daha önce de yazdığım gibi , sabah Bilgi Üniversitesinin yolunu tuttu alşam geldi bize katıldı...
Üçüncü gün - Anne sen beni bekleme eve git, ben de okuldan çıkar çıkmaz eve gelirim dedi. Sabah O gittikten sonra Fato ile kahvaltı ettik , öğle saatlerine doğru da ben eve geldim. Çok sıcaktı ama Üsküdar'da motordan inince sanki başka kente gelmiş gibi oldum. Püfür püfür rüzgar, deniz havası...özlemişim köyümü:) Eve gelir gelmez önce bir ferahladım, kendime bi kahve yaptım . Sonra da sıvadım kolları birer tencere etli taze fasulye ve pilav pişirdim. Ev şinanay nanaydı ama hiiç o işe girişmedim. Naziş okuldan geldi sohbet edip, ne yaptık ne eetik diye anlatırken; Gamse arad, Taksimde düştüğünü ve bacağının hemen mosmor olduğunu, ayağının altının uyuşuk gibi olduğunu söyledi. Başımızdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. Hemenbir taksiye bin dedim, gelene kadarda yüz kez konuştuk, panikledik . gelir gelmez doktora gittik, filmler çekildi. Neyse kırık yok ama kuvvetli bir darbe olduğu için ağrı sızı fazlaymış. Buz kompresi ve ağrı kesicilerle çözülecek bir olaymış.

Akşam Survivor izledik. Nihat bize bir insana hırsın neler yaptırabileceğinin örneklerini verdi ve aslına bakarsak faydalı oldu. Yani böyle birini görünce bir km uzağa kaçmamız gerektiğni anlattı aslında. Kendisine çok şey borçluyuz bu anlamda. yalnız bu adam seçim propogandaları sırasında burada yoktu da nasıl aynen Başbakanı gibi konuştu helalleşti. yoksa bir format mı? bu...


Kitapta; Paul Auster'in Newyork Üçlemesinin Hayaletler bölümündeyim.Biraz yavaş gittim okuma olayında...

Şimdilik bu kadar bizden haberler...

19 Haziran 2011 Pazar

@ Kurtuluş

İki gündür evde yokuz... Gamzegamse'nin kariyer palnlamasındaki önemli adımlardan birini attığı bu günlerde nyanında yürüyorum... Bilgi Üniversitesine en yakın kuzene konuşlandık:)). O sabah erkenden oraya gidip akşam geliyor. Ben bu fırsattan istifade kuzenlerle birlikte oluyorum... Öğleden sonraları evinde kaldığımız Fato ile Cihangir'e geçiyoruz. Gamse okul çıkışı yanımıza geliyor. Gece geç saatte eve dönüyoruz. Eve dönünce topa Alperen ve Berk'de giriyor. Dün akşam koca salonda beşimiz aynı kanepeye sığışıp resimlere bakmaya çalıştık... sonra garip hallerimizi belgeleme resimleri çektik.
Fato'nun kocası Salih, çok eski sahaf..artık bu işi yapmasa da evde 12 bin ciltlik bir özel kütüphanesi var... Biraz oraya daldım... Bulamadığım kitapları bana da bulması için sipariş verdim. Çok yakında bunları daha düzenli bir hale getirmek için bir yer düzenleyecek. O zaman daha iyi görebğileceğim bu hazineyi...Şu anda düzenleme çalışmaları yaptığı için biraz karışık durumdalar.
Sabah Gamse gittikten sonra , tabi herkes benim gibi erkenci değil uyuyoronlar kalkana kadar kitap okudum, kendime yeşil çay yaptım... Tulum peynirine galete batıra batıra yedim:)) Bu gece de buradayız, yarın akşam işallah maşallah evimize dönüyoruz. Sabahın köründe kocamı aradık Babalar gününü kutladık... Bizim arkamızdan Naziş'de tüymüş evden gece de Zuz'da kalmış. Neyse yerel kutlamaları evde yaparız artık.

Biraz önce Fato bana , sulu köfte yapma işini kakaladı... kendisi de evi topladı... Birazdan Güllü yani Gülden ile buluşmak üzere Taksim'e gideceğiz. Kahvelerimizi içmedik ki, onunla birlikte içelim diye...

17 Haziran 2011 Cuma

akşamlardan cuma

Bu gün ev ev ev dedim ya... Sözümde durdum hatta balıklama daldım eve... Biraz ince iş yaptım... Hani sizden başka hiç kimse asla yapamaz ya öyle işlerden işte... Kocamın giymediği ve atmalara vermelere kıyamadığı yağmurluğunu dıştan görünmeyecek şekillde paketleyip yolladım. Adamda bir depoculuk bir arşivcilik ruhu var şaşrsınız. Geçen yıl bu eskileri atmazssan , eskinin olumsuzluklarını da hep taşırmışsın yaşamında diye bir beylik söz edip, evrak dolabını temizletmiştim: Çıkan kağıtları görseniz şaşrsınız. Bu yılda eskiler çıkamalı ki, yeniler gelmeli sloganıyla yürüyorum üzerine...

Kızlar karneleri verip eve geldiler ve gittiler. Biu akşam ki programım önce TRT1 de oynayan Başrol'de Aşk'ı izlemek sonrası kitaptır, filmdir, çaydır , kahvedir şeklinde olacaktır. Filmimi seçtim. Haziran ayında Moviemeks' Festival'de Ferzan Özpetek filmleri oynuyor onları izliyorum. Bu geceki BİR ÖMÜR YETMEZ. Cahil Periler, Harem Suare ve Serseri Mayınlar bu haftanın filmleriydi. İzlemiştim ama yine zevkle izledim.

Cancan'ı çok özledim. Kaş'da tatildeler. Telefon açıyoruz. Şimdi başkalarına bakıyorum, şimdi makarna yiyorum gibi mazeretlerle telefonda bizi başından savıyor.Geldiklerinde de biz gidiyor olacağız... Bakalım bir görüşme ayarlayabilecekmiyiz o arada...

Akşam yazısı bıurada sona erdi... sonra belki yine uğrarım...

bu gün bu sabah dün

Sadece İstanbul değil, Türkiye'nin her tarafında geç kalan bahar yağmurlarını yaşıyoruz...Bence sakıncası yok... Denize gitmeyecek , güneşlenmeyeceksek sıcak olmasın...gezelim serin serin.... Bu süre giden nemli havanın en güzel etkisi çiçeklere özellikle de sardunyalara oldu. Eskiden Türkiye'de görmediğimiz aşağı doğru sarkarak büyüyen sardunyalar bize Sardunya adasındaymışız gibi bir hava verdi... Gözlerim evlerin balkonlarında , pencerelerinde dolaşıyorum bu nedenle ...öyle güzel ve renkliler ki...

Sürpriz doğum gününün gecesi Zuz'da kaldım... Ertesi gün zaten O'nunla caddede bana elbise bakacaktık. Gece geç saate kadar oturunca , sabah geç kalktık.Bir ara Zuz'un ev işlerini halleden Emine gelince uyandım... balkona çıkıp yeşil çay içtim...gözlüğüm yanımda olmadığı için kitap okuyamadığım için biraz daha uzanayım dedim uyumuşum... Sonra Zuz'la başbaşa kahvaltı ettik ve dışarı çıktık. Malesef benim beğendiğim elbiseleri beni beğenmedi, beni beğenenleri ise ben beğenmedim. Yağmurda başlayınca daha vakit var deyip vaz geçtik.Benim bir tek elbse alacağım günler kendimi kilolu bulmam onun dışında da hiiiç aldırmamam dolayısıyle bu elbise işi biraz uğraştıracak. Çünkü özel bir şey arıyorum. Çünkü yeğenimin nişanında giyeceğim çünkü nişan havuz başında ben olayım yar yar şeklinde olacak, çünkü benim yeğenim benim eski bir arkadaşımın oğluyla nişanlanıyor o yüzden bi sürü eski okul, mahalle arkadaşımız gelecek v.s v.s. Size anlatmayı unuttuğum bir şey var. Naziş'in yıl sonu gösterisine gittiğimde Naziş; anne gel seni bir velimle tanıştıracağım, seninle yaşıt ve Ordu'lu...Tanıştırdığı kişi ile aynı ilk okulda okumuşuz , sınıflarımız karşılıklı... O erkek basket takımında oynamış , ben tab iki kız takımında... ikimizde bando takımındaymışız....Biz erkek basketçilerle birlikte yemek yerdik, çoğu çalışmaları birlikte yürütürdük... Tanıştığım veli, şu anda Türkiye'nin en önemli kurumunun başkanı... Pınar senin mesleğinin adli kısmının başkanı:))) ama ben onu tanımadım heheheh o beni çok iyi tanıdı.... Kafamda öyle bir resim yoktu, zorladım... tüm takımı gözümün önüğne getirdim. Bir sürü ortak arkadaştan konuştuk ama yok , hatırlamadım.... Babasıyla dedemde sıkı arkadaşmış hatta... neyse işte böyle ...ipin ucu kaçtı ben neden bu konuya girmiştim. hah eski arkadaşlardan ....ay ben büyürken onlar yerinde saymamıştır ya :)))Ama gitmeden önce biraz albüm bakarım....

Zuz'dan ayrılıp eve geldiğimde ,haliyle evde kimse yoktu... Canım yemek yapmak istemedi... makarnamız vardı bir de kayısı kompostomuz.... menemen yaptım koca bir tava dolusu.... ama kocam eve gelirken kızarmış tavuk almış ...onu o yüzeden dolaba koydum ...iyiki de yumurtasını kırmmaışım...

Akşam aile boyu Fatmagül izledik... Kerim'in Suçu Ne? olarak sezon finali yaptı... Yatarken biraz kitap okudum... Ebrucuk'un hediyesi ; Evrenden Torpilim Var...95.baskısını yapmış. Bu kitabı Ebru ile çok konuşmuştuk aramızda ama ben bir türlü okuyamamıştım...Çok keyifli başladı...Yoksa ben bireysel gelişim kitaplarını sevmem ama bu çok farklı....Okudukça , konuşuruz hakkında...
Gamse dün akşam çok güzel bir haberle geldi.... Bunu sonraki günlerde paylaşacağım.
Bu günkü programım ev ev ev...

16 Haziran 2011 Perşembe

Sürpriz Doğum Günü partisi

Dün öğleden sonra, Gamze okuldana aradı ve - Anne, arkadaşımın sinema Rex de yapılacak film galasına bileti varmış ama işleri çıkmış ille siz gidin dedi, biletleri bana verdi, dedi.Ama Muhteşem Yüzyıl var dedim ben... Ben bu filmi çok görmek istiyorum hem oyuncular falan da orada olacakmış, ille gidelim deyince peki dedim. Naziş'de hastaydı okula gidememişti, o gelemez diye Teyzemi çağırdım dedi bir de...
Neyse akşam geldi, bana güzel giyin ha, şık bir Gala olacak falan diyo... Akşam skize doğru evden çıktık , Kadıköy'e gittik... Zuz sizi Hümeyra'da oturdum bekliyorum , sinema saatine kadar bir şeyler içeriz demiş. Biz Hümeyra'ya girdik. Zuz oturuyor ama kalabalık bir grupla--aa arkadaşlarına rastlamış galiba dedim ama bir de ne göreyim... Zeya, Ece, Magissa, Ebrucuk bana gülüyorlar ben şaşkın şaşkın -siz de mi galaya gidiyorsunuz diyorum onlar daha çok gülüyor falan. Ben aval aval bakıyorum... Meğer bana sürpriz doğum günü partisi hazırlamışlar... Sonradan Meral' de katıldı bize ve şahane bir gece geçirdik. Muhabbetin ayarı , dozu yoktu doğrusu... Süper süper bir gece oldu... En unutulmaz doğum günlerimden biri oldu...İyiki doğmuşum ve iyi ki sizleri tanımışım... ne büyük bir renk eksik olurdu hayatımdan sizsiz...

Çook ama çok teşekkür ederim hepinize...

15 Haziran 2011 Çarşamba

İLK 10 KİTABIM

SERROSE; Geçenlerde bana ilk 10 kitabımı merak ettiğini söyledi... Ben de tamam bunu blogda yazarım demiştim. Araya bir sürü şey girince biraz uzadı.10 kitap dedim ama ben şin ucunu kaçırınca 16 olmuş;))

İlk 10 kitabımı yazarken anladım ki, böyle bir liste yapmak benim için çok ama çok zor…Bu listeyi yaparken bir çok kitaba haksızlık yaptığımı düşündüm. Mesela Ruhlar Evi, mesela Bir Genç Kız Yetişiyor…Mesela tasvirler içinde boğulduğum Balzac’ın Vadideki Zambak’ı.,Zaide Smith’in İnci Gibi Dişleri, tüm HARUKİ Murakami kitapları ve de özellikle Sahilde Kafka mesela gizli kaçak okuduğum aşkı bilmeden aşk için ağladığım , Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin Berkant kitapları. Ah ne kızarlardı bu tür kitaplar okuduğum için dayılarım . Şimdi o kitplar tek tek dizi yaılıyor ve yana yıkıla izliyorlar. Ama ben kesekağıdından tutunda deterjan kutularının üstelerindeki yazıları bile okuyan biri olduğum için ; gıcık kapardım onlara… Ama iyi ki öyle yapmışım. Seçiciliğe böyle ulaştım. Bu yazıyı yazarken sevinerek gördüğüm bir şey de okuma yelpazemin genişliği oldu. Siyaset de okumuşum, mizahta, aşk romanı da afferim bana..SANIRIM İYİ YOLDAYIMJ)
İşte ilk derken ilk 16 olan kitaplarım

1- Sevgili Arsız Ölüm- Latife Tekin’in ilk kitabı…Bu kitabın benim için hikayesi çok uzun… Bir tek, Banu’ya anlatmıştım . Hatta bu kitap sayesinde tanıştık onunla… Kaç kişiye hediye ettiğimi dahi unuttum .Kendimi, Dimitri gibi hissettiğim bir gün geldi bu kitap bana… Denizi olmayan yerde yaşıyordum… İnternet henüz icat bile edilmemiştir belki de… Canım Aysel, bana gönderdiği kitapların içine bir de bunu koymuştu…O gün elime aldım. Ocaktaki yemeğimi karıştırırken , çalan kapıyı açarken bile elimden bırakmadan okudum… Hep Marquez etkisiyle yazıldığı söylendi. falan filan ama ben çok ama çok sevdim…

2-Semerkant… Hayyam’dan , Alamut Kalesine, Hassan Sabbah’a ve Titanik’e kadar uzanan bir hikaye… Bir kitabı iki kez okumam olası değildir ama bunu iki kez okudum. İkinci iki kez okuduğum kitap ise ; Sevgili Arsız Ölümdür…Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk Bölümde Ömer Hayyam’ın , Semerkand’a gelişi ve Rubai’yi yazması…İkinci Bölümde ide ise; Benjamin Omer adındaki bir Ömer Hayyam hayranı bu şaheseri bulmak için birçok zorlu yoldan geçer ve macera kitabın Titanic gemisinde kaybolmasıyla son bulur Bu arada Hasan Sabbah’ın Alamut kalesi ve ilk terör örgütlerinin kurulmasına da tanık olunur. Bu kitabı okumamak bence kayıptır.

3- Divan…Irving Yalom- hasta Psikiyatriste gider peki psikiyatrist nereye…sevgi, hakikat, teori, otorite, benlik, doğruluk, para, statü, kibir, hınç... ve yalan üzerine düşünün de düşünün…Kocasına; ikebena ile derdini anlatmaya çalışan kadına bayılmıştım ben bu kitapta…Bu listeyi yaparken aynı yazarın Nitzche Ağladığında ve Divan arasında karar verememiştim. Sonra Divan dedim….

4-Puslu Kıtalar Atlası…İhsan Oktay Anar benim için çok özel bir yazar .Kitap bir nehir roman tarzında…İçine alıp sizi sürükleyip götürüyor…Kitapta zaman :Osmanlı’nın en parlak dönemleri… mekanlar ise benim en sevdiğim mekanlar. Yazar mekan olarak Osmanlı döneminin en önemli kenti Konstantiniye'yi seçmiş, Galata Kulesi, Fener ve Galata Meyhaneleri Haliç gibi yerlerde dolaşıyorsunuz.Kitabı okuduktan sonra…Düşünürsem varsın…düşünmezsem yoksun lafına benim gibi fazla takılmamanızı öneririm… Bu konuya biraz takılmıştım sonradan da…

5-Bir Düğün Gecesi-Adalet Ağaoğlunun’’ DAR ZAMANLAR’’ Üçlemesinin ikinci ve en başarılı kitabı… Türk edebiyatında Sazlı damın kızı Aysel , Bataklık kızı Aysel den sonra burada bir profösöre Aysel adı vermesiyle bi gündem yapmıştı. İlk yayınlandığında… Bu kitabı okumadan önce Ölmeye Yatmak’ı okursanız… Tanıdıklar arasında hissederseniz kendinizi…Hoşnutsuzlukların, yabancılaşmaların kitabı… O zamanki Türkiye panoraması… Kitaptaki kahramanlardan birinin adını Tezel koyarak ve kitabın başında ölmeyeceksek içelim dedirterek ,Tezer Özlüye de ufak bir gönderme yapmıştır yazar…zengin bir işadamının kızı ve bir generalin oğlunun düğün gecesinde -ki alenen 12Mart'ı çağrıştırmaktadır- cereyan eden olayları,tartışmaları, iç ve dış hesaplaşmalar düğün boyunca sürer gider.…

6-Yüzyıllık Yalnızlık..Gabriel Garcia Marquez… Latin Amerika’da yaşayanlar bu kitabı İncil gibi kabul ederlermiş…Okurken , önceleri dönüp dönüp soy ağacına baktım. Çünkü her doğan çocuğa babasının adı veriliyor:))Ne kadar çabalarsanız çabalayın iisimleri karıştırmamanız mümkün değil. O yüzden bu olaya pek takılmadan okuyun. Okurken ara vermeyin yoksa hiç çıkamazsınız içinden…''dünya daha öylesine çiçegi burnundaydı ki, birçok şeyin adı yoktu ve onlardan bahsederken parmakla göstermek gerekiyordu diye başlar kitap.. özellikle uykusuzluk hastalığına yakalandıklarında eşyaların isimlerini ve ne işe yaradıklarını hatırlamak için eşyaların üzerlerine yapıştırdıkları notlar çok yaratıcı ve dolayısıyla komikti.

7-Loksandra…Bu kitabı bana Magissa hediye etmişti… Loksandra, çok eski İstanbul’lu Çok ortak yönlerimiz vardı… İkimiz de İstanbul’a aşıktık… Loksandra’nın bir sözü nerden ilk on kitabım arasına girdiğini açıklar.’’Mutluluk mu? Hiç aramam, o gelir beni, bulur’’

8-Boyalı Kuş…Boyalı Kuşla aramızda büyülü bir şey oldu… Onu kaybettim ve yıllar sonra bir sahafta karşıma çıktı… Onu gördüm elimi uzattım ve içinde kendi el yazımla , yazdığım notu gördüm…Etkileyici, korkutucu , endişe verici, kışkıtıcı, rahatsız edici bir kitap Boyalı Kuş. Farklı olmayı anlatır. Mesela kitabın adını aldığı bölüm bu hatta… Kuş avcısı, yakaladığı kargayı renk renk boyar… Sarıya kırmızıya, maviye… ve serbest bırakır. Zavallı karga , diğer kargaalrın yanına gittiğinde , kendini onlardan olduğuna inandıramaz ve parçalarlar onu… Yazarı da kitabı kadar marjinal biridir. Kafasına naylon torba geçirerek hayatına son vermiştir.

9-Doğunun Limanları…Okuduğum ilk Amin Maaouluf kitabıydı… Okurken hikayenin güzelliğine çarpıldım… Ve en sevdiğim ilk on kitap arasına girer bu kitap diye ta o zaman söyledim…“Doğunun Limanları” kelime anlamı olarak “Doğunun Merdivenleri” olup, bazı Akdeniz limanlarına Fransızların taktığı isimdir.

10-Hayatım…Kazım Karabekir Paşanın kendi ağzından anlattığı hayat hikayesi… Okurken anladım ki devlet adamı olmak için ne kadar eğitim alırsan al bir de devlet adamı olarak doğmak gerekiyor. Bir de hayat dersi aldım ve hiç unutmadım. Hangi ortamda nerede olursan ol, kendine için ufacık bir zaman yarat… Çünkü o zaman sen , sen oluyorsun…

11Her gece Josephine: J.Susann… Bir mizah kitabı… Beni okurken çok güldürmüştü … Josephine bir köpeğin adı… Sahipleri olan karıkocanın ona nasıl esir olduklarını, tüm hayatlarını ona göre düzenlemelerinin komik hikayesi. Bu kitabı ancak sahaflarda ve gittigidiyor.com da bulabilirsiniz. Hatta baktım var mı diye… Orta halli durumda ve üç liraya satılıyor:).. ve bir tane varJ) Bir de Nadir Kitap’a bakmanızı öneririm…

Katilini seveceksin… Bayıldığım bir kitaptı… İsrailli yazar Eprahim Kishon’un kitabıdır. Bir ara baş ucumda dururdu. Canım sıkıldıkça, açar bir hikaye okurdum. Gönlünüzü şen edecek bir kitaptır.

12-Bir Pulsıuz Dilekçe…Uğur Mumcu’nun okuduğum ilk kitabıdır. Bu kitabı okuduktam sonra tüm Mumcu külliyatını okumuştum Pulsuz Dilekçede de 12 Mart döneminin ardından gelen ve aslinda onun devamı i olmaya çabalayan Milliyetçi Cephe Rejimnin suçluları ve güçlüleriyle isim isim , tek tek uğraştığı kitap. O zamanın koşullarında okumak çok çok farklıydı…

13-Bir çalgıcın seyehati. Bu kitap hakkında söylenecek o kadar çok şey var ki… Maalesef artık basılmıyor. Yılllar önce Zuz’a doğum günü hediyesi olarak almak için sahaf sahaf bu kitabı aramıştık ve sonunda Aslan koca bulmuştu… Kitap biz üç kardeşin tüm çocukluğuna eşlik etti. Yazlığa taşınırken bavula konan ilk şeydi. Nereye gitsek bizimle gitti geldi ama sonunda Kumburgazda ki yazlık ev giderken o da gitti…Orada kaldığını anladığımızda hepimiz artık çok uzaklardaydık.

Okurken gülmekten öldüğümüz bir kitaptı. Adeta ezberlemiştik. Okumak istediğimizde herhangi bir yerinden açar okurduk. Alfred Mullerin ve Friedrich Şuller'in maceralarinı…Alman edebiyatına ait, anonim bir eserdi. Ama çok yıllar sonra öğrendim ki; Orhan Kemal bir konuşma sırasında bu kitap için şöyle demiş; kitabın ikinci ve üçüncü baskılarını yapmış olan ikbal kütüphanesi sahibi Hüseyin Kitapçı idi. 1933 yılında kendisiyle bir konuşmamız sırasında, o da bana bu kitabın aslı yoktur. o zamanlar yabancı dilden çevrilen romanlara rağbet fazla olduğu için Mehmet Tevfik Bey bu eseri tercüme imiş gibi yazmıştır demişti.

14-Umut parkı.. Vaz geçilmez klasik yazarım Jane Austen’in bir kitabı. Filmi de kitabı kadar güzeldi. Hiç klasik okumadıysanız ve azcık romantik bir şey okuma isterseniz bu kitabı mutlaka okumalısınız. Ben , Umut Parkını okumadım diyebilen bir gerçek kitap okuyucusu düşünemiyorum bile…

15-Kumral Ada Mavi Tuna…Buket Uzuner ile bu kitapla tanışmıştım. Çok ama çok sevdim. Kitap tavsiyesi isteyenlere hiç çekinmeden önerdim ve çok kişiye hediye ettim. Kitabı okurken her kahraman için – aaa ben bunu tanıyorum diyeceksiniz…

Kitapta ben de en iz bırakan cümleler...

sen hiç kimsenin olamayacağı kadar çok şeyimsin benim... yüreğimde sana ayrılan yer herkesinkinden büyük. yalnızca bir arkadaş, bir kan kardeş, bir sırdaş, bir çok yakın dost değil, bir büyük sevgisin sen... yanında sonsuz şımarabileceğim ve hala kaybetmekten kormayacağım tek kişi... yani biraz annem, biraz babam, hatta hiç görmediğim dedem, belki hiç doğmayacak oğlum... sonra daimi hayranım ve tabi dokunulmamış sevgilim... sen benim masumiyetimsin tuna... benim en yakınımsın! aslında belki öbür yarımsın? bütün bunlar ne demek anlıyor musun? hı?

Bu kitap okunduktan yıllar sonra bile akla gelen bir kitap...

16-Fürüzan Parasız Yatılı… Çocuk kitaplarından ilk kez Füruzanla çıktım… Bir hikaye kitabı… Hala tüm hikayeleri aklımda…Hem parasız olmak hem yatılı olmak duygusu…küçük bir kızın dilinden anlatmıştı Fürüzan… İçindeki göçmen hikayeleri, eski evler , eski yaşantılar… Hala bir Fürüzan kitabı okumadıysanız şaşılacak bir durumdur benim için

Not:Yazımı tekrar okurken , katilini seveceksin'in araya karıştığını görünce çok şaşırdım...Kitap sayısı 17 olmuşmuş meğer:)



14 Haziran 2011 Salı

Doom günü yazısı olamayan yazı

Bu gün doğum günü yazımı yazacaktım. Ama baskın basanındır hesabı, Gamsegamse benden önce davranıp hem yazı koymuş hem de benim pastamla kendi resmini koymuş:))
Dün yeni bir yaş daha ayak bastım. Dilerim güzel, keyifli sağlıklı bir yaş olur... Beklentilerime cevap verir, yüzümü kara çıkarmaz.
Her zamanki gibi Zuz'un da katılımıyla bir aile yemeği yedik. Sonra da geleneksel doğum günü pastası merasimini yaptık. Yaşım konusundaki tüm imaları duymazdan görmezden geldim, espri olarak kabul ettim...

Dün gece Doom günü tantanası bitip Zuz evine gittikten sonra Cahil Perileri izledim...Serra Yılmaz'ı tekrar tekrar izlemekten bıkmıyorum.

Sabah karıkoca karşıya geçtik. Bir kaç işimiz vardı onları halletikten sonra ; hadi buralara kadar gelmişken öğle yemeğimizi Kadınlar Pazarındaki; Siirt Şeref Büryan salonunda yiyelim dedik. İMÇ yi geçmiştik ki foşşş yağmur boşaldı. Ne yapalım derken baktık ki oracıkta yarı kapalı bir cafemsi bir yer var. Cafemsiydi ama yanımızdaki masadakiler çorba içiyordu mesela.... Biz de çay molası vermiş olduk. Çayımızı içtik, oralara konmuş yemleri yemeye gelen kargaları izledik. Konuyorlar, direk kaptan almıyorlar yemi, önce kendilerine çekiyorlar kabı öyle yem yiyorlar sonra hemen su kaplarına koşturuyorlar. En son gelen direk gagasıyla kabı tutup ters çevirdi, yere döküp öyle yedi... Kargaları izlerken yağmur dindi. Hemen ışıklardan karşıya geçip, S.S.K nın yan sokağından Kadınlar pazarının olduğu alana girdik. Büryanlar yeni çengellere asılmıştı... hemen siparişlerimizi verdik. yemeğimizi yedik. Geçende burası ve büryan kebabıyla ilgili yazı yazmıştım. tekrar söylemeye gerek yok. Burada onlarca restoran var ama benim tavsiyem her zaman yediğim yer olan Siirt Şeref Büryan salonu. Fiyat olarak hepsinden biraz daha pahalı ama mekan olarak da lezzet olarak da çok farklı...
Yemek yerken Yağmur yeniden bastı. Garsona taksi çağırtıp; Eminönüne geldik, Vapura bindik. Bu günün programını yağmur nedeniyle kısa kesip eve geldik.
Tarih:13.06.2011 Pasta:Bana ait değil
Sevgili Annem,
Yazıma başlamadan önce bu yazıyı yazmaya nasıl karar verdiğimi arkadaşların ile paylaşmak istiyorum.

Karar: 00:28 sularında ben facebookta gezinir ve bir yandan da müzik dinlerken telefonum çaldı. Acaba Tuğçe mi diye düşünerekten telefona uzandım, telefonu elime aldım. Arayan "Annecim" . Şaşkınlık içerisinde telefonumu açtım:

G:Efendim?
A:Kızım yatsana artık.
G:Sen çılgınsın.
A:Uyu artık,git odana.
A: (Kahkaha)
G:(Şok+Kahkaha)

İşte bu sebep ile sana buradan seslenmeye karar verdim. Sen benden daha çılgın olamazsın anne! =)

Seni çoook Seviiyoruuuum.İyi ki iyi ki iyi ki doğmuşsuuun.İyi ki benim annem olmuşsun.Başkasının annesi olsan kıskançlıktan ölürdüm,genç yaşımda,belki de bebekken orasını bilemiyorum artık.

hım dipnot: Bugün annem nihayet 41. yaşına girdi.Ailecek kutladık.Mutlu ve gururluyuz.
2.dipnot: Ablam 28 yaşında ben 23. Annem ablamı 12 yaşında doğurmadı... =)

Sevgili annem kim daha çılgın?

Seni çooooooooooooooooooooooooook seviyoruuuuuuuuuuuuuuuuuum!!!

Gamze

11 Haziran 2011 Cumartesi

Cumartesi güzeli



Bu sabah yağmur var İstanbul'da...Kim ne derse desin seviyorum bu serin serin esen rüzgarı, ıslak kaldırımları....
Sabah erken kalktım, biraz tv izledim... Oylum Talu'nun konuğu Master Chef'in Batuhan Şefiydi... Adamın annesi İtalyan...uzun yıllara zaten İtalya'da yaşamış. Oylum Talu ona bi güzel Floransa'yı anlattı... Ne yapsın Batuhancık dinledi... Her horoz kendi çöplüğünde öter atasözünü hatırladı zaar...Arada çok doğru bir bilgi diye onayladı...Sonra yeniden uyudum...Çok hüzünlü bir rüya gördüm, baş kişi Annemdi... yazmayayım ki unutayım....

Naziş akşam Zuz'^da kaldı... O yüzden kahvaltımızı üç kişi yaptık. Üniversite arkadaşlarıyla programı olan Gamse'nin programı ertelendi , oh bu gün oturur karneleri yazarım dedi...Beş dakika sonra hem gündüze hem geceye ayrı iki program yaptı... Teklifler dışarıdan geldi ama O da hiç ıııh demedi yani...

Kahvaltı sonrası , çalan kapı ; günümü daha bir güzel yaptı... duygulandırdı bir sürü iyikiler dedirtti... Leylaklar gibiydi, misler gibi lavanta kokuluydu... her detay o kadar inceydi ki, hangisine bakacağımı şaşırdım.... Kutunun altına ve üstüne döşenen leylaklı ve laleli peçeteler mi, kutunun içine serpilmiş sarı laleler mi? benim arayıp arayıp bulamadığım baskıdan artık kalkmış olan kitap mı? ... ve sayamadığım daha bir sürü güzellik. Gönderen kişi benim Bacıkuşummm... Ya tanımasaydım deyip , tüylerimin diken diken olduğu biri... İki yıldır hayatımda ama sanki doğduğumdan beri birlikteymişiz gibi arkadaşmışız gibi.... Bir tek o fişgeneleri olmasa:))

Bu gün evde film kitap günü yapacağım... Kızların ikisi de akşam yemeğinde yok. Bizim yemeğimiz de karıkoca bize yeter de artar bile...

Bu gün kararlarımızı yeniden gözden geçirme günü... Yarın köprüden önce son çıkışı kaçırmamak için...

Kuzguncuk' da akşam

Bu akşam şaane bir programım var demiştim ama bu kadar da şaaaaane olacağını düşünmemiştim.
Zeya ve Oyuncak Evin sahibesi Peren ile bir Kuzguncuk akşamı yaptık. Hayat Kahvesinde yedik içtik, sohbetin dibine vurduk. Bize eşlik eden tek ses, Kuzguncuk'un sessizliği ve havaya karışan hanımeli ve yasemin kokularıydı... O koku inanılmaz...Arada denizden esen rüzgarla gelip etrafınızda dolanıyor sanki...Hayat Kahvesi kapanış saati gelince biz geceyi noktalamak istemedik tabiki :) Bu kez benim deniz balkonum dediğim ; İsmet Baba^nın yanındaki parka gidip Türk kahvelerimizi içtik. İstanbul'un gecesini seyrettik. Boğaz Köprüsü renkten renge girdi. Martlar uçtu...Işıklar içinde motorlar geçti.... Sonra Zeya , hadi Dilim Pastanesinden dondurma yiyelim dedi. Ben de hadi Paşa Limanına yürüyüp orada yiyelim deim. Yalılar boyunca yine hanımeli kokuları arasında yürüdük. Paşalimanına geldiğimizde , kapanıyoruz dediler. Biz hiiç üzülmedik, hiiiç gocunmadık. ne güzel bir yürüyüş oldu dedik. Dönüp geldik yine Kuzguncuk'a...Dilim Pastanesinden dondurmalarımızı aldık. Kuzguncuk'un ara sokaklarında dolaşa dolaşa yedik... Arabaları park ettiğimiz yere gelince yoldan geçen bir kıza resim çektirdik:)))O da hiç üşenmedi, çektiği resimleri kendi beğenene kadar defalarca çekti:)) Peren'i arabasına bindirdik. Zeya ile biz yine yanlış yokuştan çıktık.:)) Olsun hangi yokuştan çıkarsan çık çıkacağımız yer bizim mahalle:))
Ha bi de Zeya^nın yeni imajını herkesten önce biz gördük. hatta ailesinden bile önce... Çok beğendik çoook...

Bu gece kızların ikisi de dışarıda... Gamse rock konserrinde....Naziş eski çalıştığı okuldaki arkadaşlarıyla .... Ev pek sessiz o yüzden... yazım bitince kitap okuyup, okurken sızmayı planlıyorum...

10 Haziran 2011 Cuma

dün gün bu sabah çay keyfi falan işte

Baharı görmeden, yaz geldi İstanbul'a. dün yandık yıkıldık, geceyi klima altında geçirdik derken ; bu gün şükür serinledik...Öğleden sonra yağmur bekleniyormuş.yani ben bir günde pes ettim.

Dün sabah erkenden Kadıköy'e gittik, karı koca...Bazı resmi dairelerde işlerimiz vardı. Sabah kalkınca inşalah bana gel demez diye, sanki uyanamıyormuş numaraları çektim ama olmadı. Neyse gittik.İşlerimiz umduğumuzdan çok daha kısa sürdü. O yüzden çok kalmadık Kadıköy'de.Yalnız Çaykur Çay Evinde , çay molası verdik.Yolunuz Kadıköy'e düşerse buraya uğrayıp bir çay molası verin. Dışarıda da bir kaç masası var.İki katlı güzel bir yer. Çayı enfes, su börekleri ve poğaçaları da var, çaya eşlik edebilecek. Benim öğleden sonra programım olduğu için sadece çay içtik.Çaylar demleme ve isterseniz çay da satın alabiliyorsunuz.Açılışını Çaykur genel başkanı bizzat yapmış ve Marmara Bölgesinde 50 tane açılacakmış. 50 farklı çay çeşidi sunuluyormuş. Yeri Kadıköy meydanda...Seyhan Kitapevi ile aynı sırada...

Öğleden sonra okey grubumla buluşup yiyip içip, okey oynadık.Şansım eh işteydi. İlk turda silkelendim, ikincide silkelenip kendime geldim.

Tatil rotamız dün akşam itibariyle belirlendi...

Dün gece Fatmagül izledim. Çok güzel bir bölümdü. nedir abi bu balıkçıların durumu...Öyle Bir Geçer Zaman ki de ki balıkçı filozof oldu. Fatmagül' de ki balıkçı Mustafa ise playboy...Fatmagül2den sonra üsküdar'a Giderken'i izlerken uyumuşum. Yani dün gece hiç kitap okuyamadım. Bir ara uyandığımda çok sıcaklamış olduğumu farkettim. Salona kaçıp klimayı açtım.Tv açtım, klimayı da bir saat sonra kapansın olarak ayarladım. Uyuyamadım onu iki saat yaptım. Sonra sızmışım.Gamze giderken bir ara bişey konuştuk ama hatırlamıyorum.

Bu gün büyük bir olasılıkla evdeyim ama akşama şaane bir planım var...

Yağmur başladı şu an... ben yağmurda çay keyfi yapayım şimdi...

8 Haziran 2011 Çarşamba

Dün keyifliydi aslında...Kuzenlerle Beyoğlu günüydü...Yedik içtik, sohbetler ettik...Sonrası Eniştem... Ne kadar çaba harcansa , iyi bakılsa da ; uzun süre yatakta yatmanın arazlarını yaşıyor. Bu sabah Ecem bu konuda beni iyi bir aydınlattı. Önceleri yanına gidince tanıdığını belli eder el sallardı... Dün gözlerini kapattı hiç açmadı...

Akşam Öyle Bir Geçer Zaman ki de; Mete İnci Hoca için artık yapılacak bir şey kalmadığını öğrenince, hastane merdivenlerine oturup ağladı... Gittim yanına oturdum. Çünkü Annemi kaybettiğimiz de aynı onun gibi, Marmara Hastanesinin merdivenlerine oturup ağlamıştım.

Velhasılı keyifli gibi başlamıştı gün ama sonra çok keyifli gitmedi. Gece uyku tutmadı. Ne kadar abuk subuk program varsa hepsini izledim. Bilmediğim bir sürü yarışma varmış. Nur Yerlitaş'ın jüri olduğu bir programı izledim. O tatlı , bayıldığım Nur Yerlitaş bir canavara dönüşmüştü. Bir kızın elbisesini, bir kızında uzun saçlarını oracıkta podyumda kestirdi. Hem de öyle gelişigüzel makas atıyorlar. Gözlerim pörtleye pörtleye izledim.

Tatil planlarını yaptığımız şu günlerde bu günkü kaza tüylerimi diken diken etti. İstanbul-Rize seferini yapan bir otobüs,, düz yolda bir trafik levhasını çarpıp devrildi ve yandı. Tam dokuz kişi yanarak öldü. Yeşilköye inmek üzereyken bir uçağa, sahte iniş izni verilip az kaldı düşmesine neden olacaklardı...

Velhasılı kerem durum budur...

6 Haziran 2011 Pazartesi

Hafta sonundan

Hepimiz için hızlı geçen bir hafta sonunun ardından, pazarcıların sesleri ile uyandım...Evin arka sokağına köylü pazarı kuruluyor. Kafamı uzatıp bakıyorum bakalım ne getirmişler diye... Bu pazarda Beykoz'un köylerinde yaşayanların getirdikleri ürünler satılıyor. Ormanlardan topladıkları, otlar, kestaneler, koca yemişler falan filan...Mevsime göre değişiyor.Karadeniz kısmı olduğu için genelde benim tanıdığım otlar var. Kaldirik, melocan,hoşseven, tirmit gibi... Aslına bakarsanız ,Karedeniz otları da en az Ege otları kadar lezzetlidir.Mesela hoşseveni, haşlayıp, sarımsaklı yoğurt ve üstüne kızdırılmış treyağı ile servis ederseniz tadına doyamazssınız....

Bu cumartesi Naziş'in okulunda havuzbaşı mangal partisine katıldık ve öğrencilerin yıl boyunca yaptıkları çalışmaları gördük.Yaptıkları yıl sonu gösterilerini izledik. Yayıldık minderlere keyifle izledik... sunucu öğretmen hadi anneleriniz babalarınıza el sallayın dedi; öğrencilere... onlar anne ve babalarına,anne ve babalar da çocuklarına el sallarken biz de kendi kızımıza el salladık:)))Gamsegamse'lerin bölümü geçen hafta yapmışlardı yıl sonu şenliklerini , o yüzden hep birlikte Burgazada'ya gidip yorgunluk attılar Gece de orada kaldılar çok eğlenmişler, ertesi gün de Büyükada'ya geçmişler. Eve geldiğinde yorgunluktan konuşamayacak haldeydi.Biraz önce telefonla aradı okuldan, bu günü huzur günü ilan etmiş:)

Pazar gününü Cancan'la geçirdik. Koruda oynadık , zıpladık. Trombolinde zıplamak yerine zıplayan çocukları düşürme çalışmaları yaptı... Öğle yemeğinimizi Dilruba'nın bahçe kısmında yedik.Sonra korudaki tüm parklarda kaya , sallana Paşalimanına kadar indik. Koruda bu kadar park olduğunu valla bilmiyordum. Cancan bıkmadan yorulmadan hepsininde kaydıraktan kaydı, sallandı, uçurun diye bağırdı... Onlardan indi scuuter'sinine binip koşturdu.Çiçekler topladı, bize verdi...Resimler var ama henüz atamadık bilgisayara... Bu enerji nasıl bir enerjidir ağzım beş karış açık kaldı. Sonra ; deniz kıyısında Paşalimanı Cafe'de çaylarımızı içtik ve oradan bir takisye atlayıp eve döndük. Kimsenin o koru yokuşunu tırmanmaya gücü kalmamıştı...Paşalimaanı Cafe ; adından da anlaşılabileceği gibi, Üsküdar-Pşalimanında... Demleme çayınızı içip, dondurmanızı yiyebileceğiniz gibi...her çeşit yemeğnizi yiyebileceğiniz bir yer... Balığınızı yerken burnunuzun dibinden geçen vapurlara da bakabilirsinzi, üstünize pilke yapan martılara ekmek de atabilirsiniz. Oldukça büyük bir yer fakat deniz tarafında yer bulmak oldukça zordur.

Akşam Survivor izledik. Sonra kitap okudum. Tumba uyku sonrası...
Ha bir de filmim var... Adı ...Daha yakınFilmin afişine baktığınız da dört tane birbirinden ünlü oyuncu... Asla kötü olamaz diyorsunuz... Kötü de değil zaten ama iyimiydi bilemiyorum. Konu tamamiyle aldatma üzerine ...Filmde bu dört kişi arasında geçiyor tamamen...başka oyuncu yan rol falan yok...İzlediğime pişman değilim...Ama ille de izleyin , ne olur izleyin, izlemezseniz küserim kategorilerimden birine ait değil...
Şimdi hafta sonundan kalan ev ile başbaşayım...o bana meydan okuyor ben ona...

3 Haziran 2011 Cuma

Akşamçağı

Bu akşam her birimiz bir yere dağıldık. Koca kişisi Belçika-Türkiye maçını izleme programı yaptı... Naziş , yarın ki yıl sonu şenliği nedeniyle hem çok geç hem yorgun gelip , odasına çekildi. Gamsegamse bu geceyi arkadaşlarıyla Burgaz Ada'da geçiriyor... Kaldıkları yer öyle güzelmiş ki, mutlaka birlikte de gelip bir kaç gün kalalım dedi... Ben de doğru yatak odama geçtim... çayımı, telefonlarımı, laptopumu ve de kitabımı
aldım. Paul Auster ; Vermeer'in Asker ve Gülümseyen Kız tablosu dedi, açtım ona baktım...Haydn: Begli occhi vezzosi (Il mondo della luna dinliyorum dedi, benim başım kel mi? ben de açtım dinledim. Sonra dizim başladı TRT de , Başrolde Aşk onu izledim hatta hala izliyorum... Şimdi reklam arası.



Yarın Naziş'in öğrencilerini izleyeceğiz ve okulun şenliğine katılacağız... Hem de özel davet aldık...çok memnun olduk...Müdürleri Selma Hanım özel mail atıp davet etti...Gitmezmiyiz, koşa koşa gideriz...
Bu gün çocukluk yazımı yazarken , oturduğumuz mahallenin resmini aradım. Meğer bizim çocukluk mahallesinde oturanların kurduğu bir facebook grubu varmış. Hem mahalledaşımı hem okuldaşımı buldum... Bizim bu yaz tatile gideceğimiz yerde oturuyormuş, mutlaka görüşeceğiz...
Akşamçağı yazısı sona erdi... Benim anneannem akşamla ilgili bir zaman belirtirken Akşamçağı derdi...

Ben eskiden eskiden

Asuman beni, çocukluğumu anlatmam konusunda mimlemiş... Benim çocukluğum İstanbul'da başlayıp, Ordu'da devam etti....Üsküdar'da başlayan çocukluk hayatım, yetişkinliğimde temelini atmış meğer...Yıllar yıllar sonra çocukluğumun geçtiği yerde çocuklarımın çocukluğu geçti... Kocamın çocukluğunun da burada geçmesi nedeniyle bir sürü ortak sokağımız caddemiz oldu.Gelelim benim asıl çocukluk hatıralarımın geçtiği yere yani Ordu'ya...( bu sahil yolu benim çocukluğumdan beri böyle... Deniz doldurularak yapılmış... Annemlerin çocukluğunda deniz bizim mahalleye çıkan yokuşun dibine kadar gelirmiş)
Benim çocukluğum;teyzelerin henüz gençkız, dayıların benden ancak bir kaç yaş büyük olduğu yıllar...Dedeli, anneanneli , dayılı teyzeli kocaman bir apartmanda otururduk o yıllarda... Cep telefonu icat edilmemiş, aya yeni gidilmiş...
Teyzemler bizi çağırmak için duvara vururlardı...Kar yağdı mı? belimize çıkar...Okul çıkışlarında yokuşun dibindeki eve ulaşmak daha da basitleşirdi böyle havalarda...Öyle ya çantayı ters çevir, bin üstüne ışık hızıyla evdesin... Arkadaşlarla iletişim sağlama aracımız ıslıktı.Ben love story çalardım ıslıkla.... ordan tanınırdım...Okuduğum ilkokul ve müdürümüz başlıbaşına bir yazı konusudur. Daha önce bir yazımda da anlatmıştım hatta...Okulumuz hayvanat bahçesi gibiydi... Bir sınıfın duvarı akvaryumdu mesela...Her sınıf sırayla hayvanlara yiyecek götürürdü. Bir patates, iki lahana yaprağı, bir mısır mesela...
Şimdi yazacağım satırlar daha önceki yazılarımdan birinden alıntıdır.Biz küçükken boğazımız ağrıdığında ne kadar ilaç bile alıyor olsak. Ne kadar Dikran Amca (mahallemizin doktoruydu) ilaçlar verse , iğneler yapsa da ille de annem taflan yapraklarını boğazımıza sarardı. Bu konudan daha önce söz etmiştim. Yaprakları kauçuk yapraklarına , meyvesi de kirazımsı ama yendiğinde ağızda burukluk bırakır. Yani boğazı şişen çocuk hemen Mualla'lara gider. Ayten Teyze den ağaçlarında ki yapraklardan istenirdi. Dr Dikran Amca ile de ilgili bir şey anlatmam gerek. Dikran Amca , Dr, kızkardeşi eczacıydı. Ordu'da ki bir inanışa göre dişi çıkan çocuk dişini , yüksek mevkili , okumuş birinin evinin damına atarsa O da öyle biri olur. Yani hemen her gün bi kaç diş atılırdı evlerinin damlarına. Annesi pek eğlenirdi bu durumla, şu taraf daha alçak o taraftan atın diye taktik bile verirdi. Bu doğru olsaydı bizim mahallenin tüm çocuklarının dr ya da eczacı olması gerekirdi. Yani bu tez çürüdü :))

O kadar yazdım ki büyüdüğüm mahalleyi, artık hepiniz biliyorsunuz... Ermeni komşularımızı, arkadaşlarımı... Bu azınlık mahallesinde yaşadığımız renkli günleri...paskalyaları, bizim bayramları hep birlikte kutlamalarımızı...
Yaz günleri sahilde yapılan yürüyüşler, deniz kıyılarında elinde elma gibi ısıra ısra yediğim zeytinyağlı dolmalar...Görünmez olana kadar açılıp anneyi delirtmeler sonra bu kocayı delirtme şekline dönüştü...Çünkü denize girer girmez beni açıklar çeker. Bu benim içimde yaşadığım açıklanamaz bir duygudur. Her tatil öncesi, kendi içimden yeminler ederim, eskisi gibi değil dayanıklılığın, herkes korkuyo derim derim denize girince unuturum. Bumdan bir kaç yıl önce Bodrum'da şöyle bir olay yaşadık. Ben denizden çıkarken iskelede bir kadınla lafa daldım, iskelenin dip tarafındayım, aşağıda... Yani kumsaldan görünmüyorum. Bu sohbet uzamış farkında değilim. İskeleye bir çıktım bizimkiler deli gibi...Beni gözüyle takip eden koca gözden kaybetmiş, ve iskeleye doğru geldiğimi görememiş. Elinde de küçük dürbünü:)Her şey bitti dedim dedi. Ben onları öyle görünce yemin ettim , bir daha açılmayacağım dedim. Geçen yıl Amasra'da bi kere azcık açıldım , pişman olup hemen geri döndüm.
Çocukluktan nereye geldik yahuı... Neyse işte...Yazın sahillerde, denizlerde, ağustos ayının 20 günü fındık zamanı yani, köyde harmanlarda geçti Ordu çocukluğum... Kedi Mustafa, garajın üstüne çıkıp atlamalar, anneannemin mandalina bahçesini arkadaşlarla talan etme, dut ağaçları , incir ağaçları...Kışın yarı yıl tatillerinde trenle gittiğimiz Turhal günleri...Halamların evinin önündeki arsaya inen leylek sürüleri...Haziran ayı İstanbul seyehatleri... Aysel'le mektuplaşmalarımız... Okulun bando takımında majör oluşum... İlk kez kız majör gören Orduluların yol kenarlarında dizilip beni izlemeleri... benim de çalım çalım elimdeki asayı sallamam... Hatta böyle bir resmim Ordu ansiklopedisinde yer almıştı.çalım çalım çalım :)) Sonra Ordu'da ilk kız basketbol takımı kurulması...Aştan çıkmaz kara nohut benimde takımda yer almam ve o yıl Karadeniz şampiyonu olmamız... Dedemin ABD'den getirdiği film makinesiyle ve Şarlo ile tanışmamız... Ayşecik ve Ömercik filmleri...Tommiksler Teksaslar... Pal Sokağı Çocukları... Kırmızı Bisiklet...İki Sene Mektep Tatili...Kız Robenson...Tina...Ayşegül...Nimet...Meral... ulu ulu manolya ağaçları... her evin kapısından , balkonundan sarkan mor salkımlar....


Aaa büyümüşüm hatta çok büyümüşüm...ne çabuk büyümüşüm...

2 Haziran 2011 Perşembe

uyuşuk



Hala iyi insanlar varmış demek , dedi Hülya Koçyiğit ; Kartal Tibet'e ...Sarmaşık Güllerini izliyorum...Defalarca izlemiştim daha önce de...İlk kez Annemle izlemiştim, Ordu Millet Sinemasında... Bican Amca işletirdi. İki katlı kocaman bir sinemaydı...Artık mobilya mağazası olmuş...Arada izliyorum, eski Yeşilçam filmlerini, garip ediyorlar beni... Sanki film içinde film izliyorum...Koşuyorum Zaferi Milli Mahallesindeki yokuştan aşağı ...Fidangöre iniyorum.Arkamda Annem ve kardeşlerim-Metin ve Zuz-...Sinema zaten yokuşun dibinde... Bican Amca hep kapıda...Biz hep ikinci katta izliyoruz filmleri... Neşeli Günler Müzikalini ve Love Story'i burada merdivenlerde oturarak izlemiştim. Her yer tıklım tıklım doluydu ve merdivenler bile koltuk fiyatına satılmıştı...

Yeni kitabım Paul Auster'in New York Üçlemesi.... yeni başladım, o yüzden söyleyecek bir sözüm yok ama Paul Auster sevdiğim yazarlardan... En sevdiğim kitabı;'' Yanılsamalar Kitabı''dır..Çok yıllar önce okumuştum ama bazı yerleri aklıma kazaınmıştır sanki.

Bu günlerde nasıl bir tembelim anlatamam. Mesela salı günü yıkanan çamaşırları , katlayıp biraz ütü yapmam gerekti ama ben ne yaptım ? çamaşırları kucakladım , gidip yatağımın üstüne attım. Görümcelerimi çağırıp okey oynadım. Bu gün de ütü ve yemek yapılması gerekiyor ama ben bunları yapmamak için , önce şu kitap bitsin dedim, sonra biraz uyuklayayım dedim . Hadi bir kahve içip kendime geleyim dedim ve hiç birini yapmadım. yemek işini şöyle çözdüm. Makarna haşlayacağım, bir de kıymalı, domatesli biberli bir sos hazırladım. Sarımsaklı yoğurt da hazırladım . Sarımsaklı yoğurt alta yayılacak, üstüne makarna en üste vde sos dökülecek. Manzara süper oluyor. Dün akşamdan kalan kızarmış tavuklada allengirli bir şey uydururum olur biter. Bu arada film izlemeye devam ediyorum. Kartal Tibet'e , hala iyi insanlar varmış demek sözünü söyleyen Hülya Koçyiğit , sözünü geri aldı. Bu arada Suzan Avcı'da elinden geleni ardına koymayan üvey anne rolünde...Kartal Tibet'de hem Hülya'ya yanık hem de Kanuni gibi üvey kardeşe yumulmakta pardon yamulmakta...Filmde romancı, romana malzeme topluyo aynı zamanda:)

Şimdilik gittim ben...Hepinizin kandili kutlu olsun

1 Haziran 2011 Çarşamba

Bir Haliç gezisi yaptık bu gün... Vapurda dışarıda oturduk. Hafif rüzgarlı,ılık bir hava vardı... Güneş tutulması nedeniyle birazcık pusluydu ama tadına doyamadım. Çayımı yudumlaya yudumlaya keyfini çıkardım bu atmosferin.

Daha sonra , ayın biri olduğunu hatırlayıp, Ayın Biri Kilisesine gittik. Oldukça kalabalıktı. Helin Avşar garibim geç kalmıştı. Sonra gelelim bari dedi...Şarkıcı Jale en ön sırayı kapmıştı. Buraya ne zaman gitsem , mutlaka bir kaç ünlüye rastlarım zaten.Burası aslında Arnavut asıllı bir Ortodoks'un bahçesiymiş. Bu Ortodoksun kızı olan Maria bir gece rüyasında Hz. Meryem'i görürür ve burasının ayazma olmasını ve kilise kurulmasını ister. Gerçektende su bulununca aile kendi imkanlarıle ile küçük bir kilise kurar ve Hz. Meryem'e ithaf ederler. 1700'li yıllarda.
Ayazma; Ortodokslar tarafından şifalı kabul edilen su kaynakların üzerine inşa edilen binalar. Bu binalar daha sonra Aziz veya Azizelere ithaf ediliyor. Halk da Aziz ve Azizelerin göşyaşı olduğunu düşündükleri bu suları şifa amaçlı kullanılıyor ve Aziz ve Azizelere dilekte bulunuyorlar.Kilise iki katlı. Aşağıda ayazma var.Bu suyun şifalı olduğuna inanılıyor.

Kılıçdaroğlu ve RTE'nin kapışması beni sıktı. Bir an önce seçim olsa bitse...Bir tane oyum var, o da ezel ebed gideceği yer aynıdır. değişmez.... O yüzden bu propagandalarla hiç mi? hiç ilgilenmiyorum.Dün akşam; Dayımla telefonda biraz seçim kritiği yaptık. Ordu'yu sordum. Harmanda fındık çok da , dene yok dedi. Dene fındığın içi:))

Hopalılar hepimiz eşkiyayız diye pankart açtılar.Devletin polisi , halkına biber gazı sıktı...

Bu kadar işte...