Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

15 Kasım 2007 Perşembe

HADİ BU DA HAFTANIN ORTASINDAN OLSUN bi de REÇELLİ KEK VAR

Ortasından dedim ama aslında sonuna doğru gelmekteyiz. Ha benim için ne farkeder acep, başı sonu. Deliye her gün bayram misali. Ama bizde az tüfek çatmadık ha!, birileri bacak çatarken. Bu iş devir daim. Az mı? anlattım burada sizlere o günleri. Yok kolleksiyon dönemleri yok ihracat çalışmaları , gecenin üçlerine kadar. Çocukları iki üç gün görmediğim olurdu. Onlar uyurken gidip, uyurken gelirken.
Hiç unutmam bir gün Gamze telefon açıp , patrona senden nefret ediyorum demiş. Artık yıllardır birlikte çalışmanın verdiği alışkanlıkla .Zaten aile gibi olmuştuk, bi de baktım; bizim patron gülerek bana geldi. Ben gidip Gamzeyi alıp geleyim , dedi. Gidip kızları alıp iş yerine getirmişti. Sonrada mesaileri biraz hafiflettik. Evli olanlar daha az mesai yapsın kararı aldık.
Bu günlerde pek bi domestik takılıyorum. Evci çıktım evciiii. Hani yatılı okullarda vardır ya, gündüzlü, leyli. Leyli yatılılar. Benim kocam leyli okumuş , üniversiteye kadar. Dinleriz arada bir yatakhane maceralarını. Hah! işte bizim askerlik anılarına ek bi de yatılı okul maceralarımız var. Bazıları gerçek olmayacak kadar uçuk ama hadi neyse. Ama en masumanesi hepsinin gündüzden çikolatalar alıp , gece transistörlü radyolarını dinleyerek yaptıkları keyifler. Şimdi nerden çıktı yaw kocanın yatılı okul anıları töbe töbeeee.
Kombimiz yapıldı haberini vereyim. Önemli bi şeyi yokmuş. Ucuz kurtardık. Pek mektuplaşırız kendisiyle. Hiç çenesi durmaz. Sıcak su musluğu açık kalmış kapat der. Su istenen sıcaklığa geldi havalandır der. işte der de der. Aman servis çağırın demesinde bu kış günü neme lazım. Bu kış Türkiye , en soğuk kışı yaşayacakmış. Üle en sıcak yazı yaşadıkta ne oldu. Yazın kavrulmak , kışın donmak mı düştü sonunda bizim payımıza bu ülkede. Hani dört mevsim yaşanan en nadide ülkeydik. Kala kala bi yaz, bi de kış kaldı bize. Atalardan miras.
Biraz da yemek muhabbeti takılalım. Kombi için servis beklediğim gün, canım sıkıldı. Biraz orayı burayı karıştırıken baktım dolabın en ücra köşesinde, küçük bir reçel kavanozu. Ne reçeli olduğu belli değil. Şekerlenmiş, taş gibi donmuş. Belli geçen yılın mahsulü. Ne yapayım bunu kaynatsam yeniden yenirmi acep recep derken dedim ki -kızım lale , kendim olurum bizzat. Arada karşılıklı konuşuruz. Birimiz içerden birimiz dışardan. Ha işte dedim ki ; sen bunu kek yap. Şeker yerine kullan yani. aynen de yaptım. Bütün kek malzemelerini koydum , ama şeker yerine de bu donmuş ve şekerlenmiş reçeli koydum. Bi güzel çırptım çırptım karıştırdım saaaanaaaa keek yaptııım. Ay pardon bu Nil Karaibrahimgilin şarkısıydı. Neyse işte sonra attım fırına. Pişerken ki kokudan da anladım ki şeftali reçeliymiş. Ha bi de evde sadece ekmeklik un kalmıştı. Onla yaptım. Ortaya bir karış kabarmış nefis , bir dilimiyle insanı doyuran yani Semsanın deyimiyle öksüz doyuran bir kek çıktı.
Geçen gün de İlmiyemle ekmek dilimlerine pizza yaptık. Kaşar rendesi serptik üstüne, haşlanmış mısır taneleri kırmızı ve yeşil biberler, yine kırmızı ve yeşil zeytinler koyduk. Biraz pastırma dilimleri de ekledik. Ekmek dilimleri de kocamandı ama. Hani şu koca Trabzon ekmekleri var ya onların dilimi. Bi kişi doydu yani.
Bu kadar ev muhabbeti yeter , yarın yolcudur Abbas bağlasan durmaz. Anladınız siz onu.