Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

21 Haziran 2018 Perşembe

Dracula'nın pesinde🙃

İlk kez bizim evde bayram telaşı olmadı.Çünkü; biz bayramı evde, pilavlı , dolmalı  bayram yemekleriyle ve kalabalık bayram ziyaretleriyle geçirmeyi severiz. Hatta bizim sülale boyu bayram fotoğraflarımız meşhurdur. Ama bu kez bir geziye çıktık.




Katıldığımız gezi Bulgaristan- Romanya- Transilvanya turu idi... Kızların okuldaki arkadaşlarıyla birlikte tam 10 kişiydik ve turu baya bi şenlendirdik. Zaten bu tür gezilerde bir gün sonra tüm tura katılanlarla inanılmaz bir arkadaşlık, yardımlaşma başlıyor. Mesela ben dönüş yolunda şarj aletimi bavula koyunca ve bizden 10 kişinin de şarj aleti benim telefona uymayınca bize kulak misafiri olan bir hanım hemen şarj aletini bana verdi. Bu gezilerin en büyük özelliği de kulak misafirliğidir zaten😇Anam ne hayatlar var, dudağım uçukladı😍😻😎
Neyse, bizim grup pikniğe gider gibi pastalı, börekli çörekli hatta elektrikli kahve cezveli olarak tur otobüsüne bindi😍O cezve her molada ortaya çıktı hemen bir priz bulundu ve kahveler pişti. Hatta kaldıgımız otelde kahve, odada pişip asansörle aşağı indirilip otel bahçesinde servis edilip, içildi.




Şimdi gelelim geziye.
Gezimize Hamzabeyli sınır kapısından çıkış yaparak başladık. Çünkü tur rehberimizi arkadaşları arayarak Kapıkule'nin çok kalabalık oldugunu söyledi. Rehberimizde bizden onay isteyerek turu oraya yönlendirdi.
Gece yolculugu yaptık ve gözümüzü Bulgaristan'ın bizim Karadenizi beş kez sollayan yeşilliği içinde açtık. Sabah kahvaltı molasını Bulgaristan'da bir tesiste verdik. Tesis derken bizim Anadolu'daki tesisler bunun yanında beş yıldızı hak eder. Ama bir ıhlamur ormanı içindeydi. Ihlamur kokusu dan mest olduk. Hatta Naziş ile dayanamayıp ormana daldık. 


Kızlar hemen kahve cezvesi ve nevaleleri açtılar. Ben tesisin tavuk çorbasından içtim. Öyle güzeldi ki dönüşteki molada yeniden içtim. Türk usulü çay bulduğumuz nadir yerlerden biriydi.
 Daha sonra Tuna Nehri'ni geçerek Romanya'ya girdik.

 İki gün boyunca Bükreş'de konaklayacaktık.Bükreş'e ilk girdiğimizde bizi karşılayan bir varoş kentti. Kominizm zamanından kalan eski ve bakımsız apartmanlar, şehre sıcak su taşıyan devasa borular bize ne yani Balkanların Paris'i dedikleri yer burası mı dedirtti.  Ama şehir merkezine geldiğimizde gördüğümüz heykeller,anıtlar ve hepsi tarihi eser niteliğindeki binalar muhteşemdi.
Bükreş'de ilk ziyaretimizi Çavuşevski'nin kendisi için yaptırdığı ve bu uğurda yüzbinlerce kişiyi evsiz bıraktığı onlarca kiliseyi yıktırdığı şimdilerde ise parlamento binası olarak kullanılan saraya gittik. 
Sonra Bükreş sokaklarına dağıldık😍










Hava sıcaktı, rehberimizin önerdiği Türk dönerci için yav  burada da mı döner yiyeceğiz diyerek  restoranların önlerinde sizi içeri davet eden güzel kızlara baka baka bir yer begenip oturduk. Şunu baştan söyleyeyim Romanya esnafını hiç beğenmedik hiç sevmedik. Anam yüzleri bi gülmüyo...Üstelik paramız neredeyse birebirken yine de kazık yemekten kurtulamıyorsunuz. Mesela Gamsegamse'nin makarnasına peynir  serptiler 9,5 Ley,Bir başkasının hamburgerine ketcap için 3 Ley almaları gibi. Ayrıca hesaba 5 er Leva hizmet bedeli ekliyorlar. Allah'tan ki yemekleri lezzetliydi🙃
Biz Romanya Köy yaşamı ile ilgili bir tur vardı onu almamıştık. Katılanlar kan ter içinde gelip bizi tebrik ettiler. 20 euroya değmezdi dediler. Biz onun yerine kiliseleri ve Bükreş sokaklarını gezmeyi tercih etmiştik.  



Akşam saat sekiz gibi otele vardığımızda çok yorgunduk ama  bizim en genç kesim Bükreş gecelerine aktı. Gittikleri İtalyan restoranından çok memnun kalmışlardı. 

Ertesi sabah 6.30 da uyandırıldik ve kahvaltıya indik. Kahvaltı bizim damak tadımıza uygundu.  Kahvaltımızı yaptıktan sonra bu gezinin asıl amacı olan Transilvanya'ya dogru yola çıktık.
Yol güzergahımız çok keyifliydi.Karpat Dağlarının eteklerinde süren yolculuk boyunca geçtiğimiz kasabalar köyler hem mimari olarak hem çiçekler içindeki  halleriyle bizi büyüledi desem inanın ... Yol boyunca ellerinde frambuaz, böğürtlen ve kiraz satan çocuklar bize çok tanıdık geldi. 
İllk duragımız Peleş Satosu'nun olduğu Sinaia kentiydi.Şato ve bahçesi muhteşemdi ama içini senelerce anlatsam yetmez. Her yer ayrıntı, her yer ince oyma işcilik.Şatoda yaşayanların bile hiç görmedikleri ayrıntılar vardır, eminim.İçerce fotoğraf çekmek yasaktı.










Şato gezisi bitip de buluşma yerimize doğru çıkarken artık dayanamadım ve meyve satanlardan bir küçük sepet aldım. Mix yap deyince bana, ahududu,kiraz ve böğürtlenden bir küçük sepet yaptı.Çok lezzetli ve o dakika dalından kopmuş gibiydi.


Tekrar otobüslere bindik ve bu kez ünlü Dracula Şatosu'nun olduğu kente doğru yol aldık. Dağlara  doğru yolculuk yapmak bana inanılmaz bir huzur verdi. Dracula'nın kentine geldiğimizde serbest saatimiz üç buçuk saatti.  Önce yemek yedik. Çok güzel sokak lokantaları vardı ama malesef her şey domuz etinden ya da ağır hamur işlerindendi . Bir restorana oturduk sonunda ama yavaş servisi ile bizi çatlattı. Yemekten sonra hemen şatoyu gezmeye gittik. Şato, tam da filmlerde gördüğümüz gibi şato kelimesinin hakkını veren konumda ve yapıda.. İçi de yine Dracula Şatosu dedin mi aklına gelebilecek her şeyi karşılıyor. Bir inasan sıgacak darlıktaki merdivenler, labirentler, binalardan binalara geçen daracık yollar. ..Bir an belki giremem diye düşündüm ama Gamsegamse, Anne buraya bunun için gelmedin mi gel ben seni götürücem dedi ve önümde iki üç kişilik boşluk bırakarak benimle konuşarak, az kaldı önümüz aydınlık diye diye beni o labirentlerden indirdi çıkardı... 







Şato çıkışı biraz hatıralık eşyalara bakalım diye kent merkezine daldık. Ben her gittiğim yerden oranın suluboya resimlerini almaya çalışırım. Begendiğim resim 50 ley idi. Gamsegamse pazalıl yaptı güya 40 Leye anlaştılar. Ama yüz Ley verince 50 ley aldı😍😎🙃😬 Bir an geri bırakmak geldi aklıma ama çok beğenmiştim o yüzden bağrıma taş bastım. İçimden de tüm Romanya esnafına saydırdım.

Biz Gamsegamse ile resim peşindeyken meğer tüm tur otobüse yerleşmiş şöfor de bizi aramaya çıkmışmış. Nazlı'da o sıra bizi arayınca biz yeldiryepelek koştuk.😍

Otobüse yerleştik ve gördüğüm en romantik kent olan Braşov'a doğru yol aldık. Braşov diye Google'ye arama yaptığınızda karşınıza iki fotoğraf çıkıyor.Tepedeki Braşov yazısı ve Kara Kilise...
Braşov; Dağların eteğinde Orta Çağ Alman eococo tarzında yapılmış evleriyle, başta da dediğim gibi son derece romantik görünümlü bir şehir. Gittiğimizde şansımıza meydanda Moldovalıların şarap tadım festivali vardı. Meydanda bir folklorik grup eşliğinde yerel giysiler giymiş bir kadın çok güzel halk şarkıları söylüyordu.









Kara Kilise adını 1689 da çıkan yangında duvarlarını kaplayan is nedeniyle bu adı almış. İçinde çok büyük bir Osmanlı halı koleksiyonu var.
 Şehri ve kiliseyi gezdikten sonra herkes bir yere dağıldı, Naziş ve Gamsegamse oranın kitapçısına girip kolleksiyonları için, o dilde Küçük Prens baktılar ben meydanda oturup şarkıları dinledim ve panayırı  gezdim. Transilvanya bölgesinin en güzel şehri Braşov'a biz doyamadık. Bir kez daha gelmeyi kesinlikle hak ediyor. Baraşov'a İstanbul'dan her gün kalkan tren ve otobüs varmış.



Braşov gezisinden sonra artık dönüşe geçtik. Yol güzergahımızdaki manzaralara doyamadım. Akşam dokuz gibi Bükreş'e geldik. Gençlik yine Bükreş gecelerine aktı😍Ama ertesi sabah da yataktan kazıdık onları😍😇🌷 Dönüşte artık ertesi günü Romanya'dan çıkacağımız için elimizde kalan Leyleri tüketmek için oranın ünlü marketlerinden birine  gittik. Bizim BİM gibi😍 Ben portakallı çay ve bal aldım. 

Akşam yine asansörle bahçeye inen kahvemizle kahve keyfi yaptık ve  odalarımıza çıktık otelde kalan ekibin devamıyla...
Sabah erken saatte uyanıp kahvaltı sonrası Bulgaristan'a doğru yola cıktık.


Bulgaristan'da yine ıhlamur ormanı yanındaki tesiste mola verdik. Artık malumunuz hemen cezve çıktı meydana😍 Ben yine tavuklu çorbadan içtim.
 Artık sırada gezinin son durağı olan  Bulgaristan'ın Osmanlılar gelene kadar ki başkenti olan Veliko Tarnova vardı.









Bir nehir ile bir şehrin böyle güzel kaynaştığı görülmemiştir. Yantra nehri zarifce kıvrılarak akarken şehirde bu kıvrımların yamaçlarına doğru kurulmuş.


 Şehirde Bulgaristan'ın ikinci büyük üniversitesi var . Şehire girince  ilk gözünüze çarpan tüm heybetiyle yükselen kalesi ve  her yerdeki anıtlar, heykeller.
Biz hemen gözümüze yeşil kubbeleri ile çarpan kiliseyi gezdik. Çarşısında gül suyu ve güllü sabun alış verişi yaptık. Ben yine bir resim galerisinden oranın suluboya bir resmini aldım. Ressamı da oradaydı Çok tatlı bir kadındı.Daha sonra da neredeyse bütün tur aynı cafede toplandık. Yediğim elmalı studrel çok güzeldi ve dondurma ile servis ettiler.

E artık dönüyoruz😍 Sınır kapısından baya bi bekledik ama o sırada herkes  bütün otobüs birbirine  yaşadıklarını ve Romn taksicilerden yedikleri kazıkları  anlattı, çok keyifliydi. Biz kazık yemedik Allah'tan ki.

Türkiye'ye girdiğimizde  gecenin onikisinde rehberimiz Babaeski'deki restoranı aradı ve 30 kişilik ciger siparişi verdi. :) :) 
 Gece iki gibiydi İstanbul'daydık Anam ne özlemişim evimi ocağımı. Yağa batırsalar, bala batırsalar ille de evim...
Nurşen,Nesrin,bi Nesrin daha:),Semiha,Arif Bey,Burcu,Gülşen,Naziş ve Gamsegamse hepinize bin teşekkür yol arkadaslığınız için.

İşte böle böle