Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

11 Mart 2015 Çarşamba

yaza yaza yaz gelse çarşıya kiraz gelse :)

Böyle uzun aralar verince yazmaya, nereden başlayacağımı bilemiyorum benim canımın ta içi okuyucu... Eğer hala buralardaysan :) Halbuki bu blog tüm sosyal hesaplarımın içinde benim gözümün bebeği...Ama neden böyle oldu bilmiyorum. Eskisi gibi hergün yazmayı inanın çok ama çok istiyorum.

Önce bir Kadıköy dolusu Fenerli ile  birlikte izlediğim Galatasaray- Fenerbahçe maçından söz edeyim. Gündüz yine her pazar olduğu gibi  kocamın yeğenleri ve eşleri ile Çamlıca DSİ Sosyal Tesislerinde toplandık...Yedik içtik, okey oynadık derken Fatih hadi maçı da birlikte izleyelim deyince  ben kendimi bir Fenerliler denizi içinde buldum...Yalnız Kadıköy olsa neyse, masadaki tek Galatasaraylı bile bendim. Daha masaya oturur oturmaz kocam beni, Galatasaray ile ilgili hiç bir tezahüratta en ufak bir sevinç gösterisinde bulunmamam konusunda uyardı... Zaten maç izleyeceğimiz yere gelene kadar defalarca kavgaya şahit olduk.  Yanımızda Fenerbahçe atkısı ile yürüyen ezelden fanatik  Fatma Abla'nın önüne atılarak yapılan, helal annemmmm, ellerinden öperim annemmm, bu can sana kurban annemmmm tezahüratları arasında Mercan Restauranta vasıl olduk...Biz Banu, Meral, Fatma Abla kitapçıları dolaşırken, benim kocamito, Fatih ve Ercü gidip en güzel masayı kapmışlardı. Ben de hırsımı midye dolmalardan aldım :)
Meral ise  futboldan çok hoşlanmadığı için arada yeni aldığımız kitaplarına bakıp, çıkarıp okusam mı ki diye beni pek eğlendirdi :)



İstanbul'da mart ayı  sert geçiyor. Bahar gelse artık. Pencereyi açtığımda hanımeli kokuları dolsun odaya hatta razıyım yav komşunun çamaşırlarının yumuşatıcı kokusu bile dolsun. Yeter ki  bahar rüzgarı havalandırsın tülleri, kahve bardağıma girsin :)

Kitap yine bir e-kitap bir basılı kitap şeklinde okuyorum... Geceleri yatakta hafif, eğlenceli e-kitaplar tercih ediyorum... İki akşam önce ''Aşk Tanrıçasının Yemek Okulu/Melissa Senate ''ye başladım... Eğlenceli yemek tarifleri var içinde... Her tarife yalnız bir anı katmak gerekiyor, bu bazen bir tutam hüzünlü anı olabiliyor...


Diğer kitabım Paul Auster'in radyo programında okuduğu  hikayelerden oluşan bir kitap. Siz sever misiniz bilmem ama benim hoşuma gitti... Bir sobanın arkasına kıvrılıp, eline kahveni alıp okumalık bir kitap. Sobada yanan fındık kabuklarının çıtırtısı gelse,üstünde çay kaynasa, bir de portakal kabukları atılmış olsa sobanın üstüne...onun kokusu yayılsa falan düşünüyorum okurken. Belki de hikayelerden birinin çook eskilere döndürmesinden oluştu bu duygular. Televizyonların siyah beyaz olduğu yıllarda bir film izlemiştim.


Rosabud....Bir filmde adam ölürken son sözü olur ve film başlar. Çok sonra anlarız bunun ne demek olduğunu...çocukluğundaki kızağının adıdır...Kızağının üstünde bu sözcük yazılıdır.
Filmin adını unuttum, o sözü de...Ama o sahne gözümün önünden gitmedi...
Şimdi Paul Auster'in Babamın Tanrı Olduğunu Sandım kitabını okurken Salıncaklı Sandalyem adlı hikayede rastladım...Yurttaş Kane den bir sahneymiş...Kitapları okurken kendimize doğru yolculuklar da yapıyoruz zaman zaman...

İki de filmim var sözünü edeceğim ikisini de tavsiye filmlerim arasına koyabilir, izleme listelerine alabilirsiniz.
İlki yerli bir film. İlhami Algör'ün kitabından  sinemaya uyarlanan ''Fakat Müzeyyen Derin Bir Tutku Bu'' ...

.
İkincisi ise;Türkçe adı Asabiyim Ben adlı film...Oldukça ilginç bir senaryo...OSCAR‘a aday olarak gösterildi. Cannes adaylığı da olan ve 20 ödül kazanan bir film...
Öfkenin ve intikam duygusunun insanlar üzarindeki etkisini çok güzel anlatıyor..





E eee gerisi iyilik sağlık işte :) Hadi  bana müsade...

son olarak daaaa müsaitim müsaitsin müsait...