Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Eylül 2013 Pazartesi

HUSH!

Hayat,insana garip oyunlar oynuyor.Hiç ummadığın zamanda,hiç ummadığın bir şeyle karşına çıkıyor.Bundan iki yıl önce Nazlı'nın  yıl sonu gösterisine gittiğimde; Türkiyenin en önemli kurumlarından birinin başında olan birinin  bando takımından arkadaşım olduğunu  görmüştüm. Gerçi o beni tanımış ben onu tanıyamamış mahcup olmuştum ama o da-üzülmeyin ben lisedeyken çok silik bir tiptim demişti:)Yine de çok güzel bir  raslantıydı,tanıdıklardan konuşmak çok hoş olmuştu.

 Nazlı,beni yine çok hoş bir raslantının kucağına attı ve bu kez çocukluk anılarımı canlandırdı,o eski günleri yeniden yaşamama neden oldu.

Ordu'da benim yaşadığım mahalle şimdilerde moda deyimle bir azınlık mahallesiydi... Ermeni komşularımızla birlikte yaşardık. Ama sonraki yıllarda  her gidişte ,artık birinin orada olmadığını görüyordum. İstanbul'da olanlarla görüşmemiz çok uzun yıllar sürdü ama sonraları onlar da gittiler.
Geçen gün Nazlı; elinde bir cd ile çıkageldi...

Berke Baş; Nazlı'nın bir öğrencisinin velisiymiş. Ordu'da yaşan Ermenilerle ilgili bir belgesel çekmiş. Hush-Nahide'nin Türküsü... Belgeselde adı geçen Nahide Hanım; Berke Baş'ın anneannesi...Ben çok başka bir gözle ve duyguyla izledim... Nasıl duygulanmayayım, sözü edilenler benim çocukluk mahallem ,bayram hatıralarım arasında en önemli yer tutan lacivert kadife jilemi diken Zıvart Abla,annemlerin çok sevdiği Eşbe Teyze...Babamın av arkadaşı Süren Amca'nın eşi Kuvar teyze... İlk dişim çıktığında; dişimi evinin damına attığım Dikran Amca..., Gelenekler gereğince çocuklar ilk çıkan dişlerini okumuş,mevki sahibi birinin damına atarlardı ki biz hepimiz  Dr Dikran Amca'nın damına  atardık. Ne de olsa aynı evde yaşan kız kardeşi de eczacıydı... Biz atarken,annesi de cama çıkar,yan taraftan atın ,oranın damı daha alçak derdi:)... Harut Amca ile yapılan röportajda artık göz yaşlarımı tutamadım. Kızı  Suna ile aynı okuldaydık. Ben mezun olunca bıraktığım bando takımının majörlüğünü o üstlenmişti..
Yıllar sonra,evliliğimizin ilk yıllarında kocam ile Ordu'ya gitmiştik. Çarşıda dolaşırken-Aaa bizim kızmış diye bir ses duydum. Dönüp ,baktığımda Harut Amca ve eşi Lidya Teyze olduğunu gördüm. Kucaklaştık, Harut Amca 'nın bakırcı dükkanında oturup çay içip,sohbet ettik...



Bu belgeseli izleme olağını bulup bulamayacağınızı bilmiyorum o yüzden Nahide Hanım'dan söz etmek isterim. Nahide Hanım,ailesi göç sırasında giderken geride kalan ermeni çocuklardan. Bir müslüman aile tarafından büyütülmüş ve bir müslümanla evlenmiş. Ermeniyim ama müslümanım dermiş hep. Hiç çocuğu olmamış ve eşinin ikinci evliliğinden olan oğlunu kendi çocuğu gibi büyütmüş. Henüz beş yaşındayken onu okula yazdırmış ve geri kalmasın diye hergün sırtında derse  götürüp getirmiş. Belgeselde  bu çocuğun şimdi mimar olduğunu görüyoruz. Komşularıyla yapılan röportajda en çok ilgimi çeken,bir kadının sözleriydi. O bize örnek oldu,çocuklarımızı onu örnek alarak hep okuttuk.
Belgeseli izlerken,Harut Amca'nın bana''Bizim Kız '' diye seslenmesi geldi aklıma...Sanırım -biz- demeyi bıraktığımız gün   yitirdik bu güzellikleri...
Ben Berke Baş'a kendi adıma çok teşekkür ediyorum.Çok kişiye ulaşmasını çok isterim bu belgeselin...

28 Eylül 2013 Cumartesi

Hafta sonu önerileri

Bu hafta sonu için size süper önerilerim var...İlki İstanbul'un gidilmesi gereken en güzel yerleri arasında ilk ona giren; Aşiyan...Farsça kuş yuvası anlamına gelen  Aşiyan'ın en önemli özelliği   Tevfik Fikret'in evinin burada olmasıdır. Ölümünden sonra müzeye çevrilen bu evi,görmeden ölmeyin anacım. Müze ev içinde Şair Nigar Hanım ve Abdülhak Hamit'e ait odalar da var. Müzeye gitmek için  eğer yaya olarak gidecekseniz mutlaka Bebek^ten taksiye binin ki yokuşun bu kısmını bari onunla çıkın. Taksiden ünlü Aşiyan yolu başında inip müzeye kadar ağaçlı ve hayli bir dik yokuşu tırmanmanız gerekiyor. Ama yukarı çıktığınızda binlerce kez,milyonlarca kez değer diyeceksiniz.Önünüzde uzanan Boğaz manzarası,karşı kıyılar,yalılar  anlatılamaz bir manzara...
Biz bugün buradaydık anladığınız gibi:)

 
 
 
Ünlü ''SİS ''Şiirinden esinlenerek Abdül Mecit Efendi'nin yaptığı Sis tablosu...Tabloyu incelerken bir taraftanda  Tevfik Fikret'in SİS şiirini dinledik...













Müzeye giriş ücretsiz, son derece güzel bir rehberlik hizmeti var... Bize dijital rehberlik aracı verdiler.Çok temiz ve detaylı anlatımla tüm odaları gezdik. Anlatım metni o kadar samimiydi ki, sanırsınız bir arkadaşımızla gezdik...haydi şimdi pencereye yaklaşalım, karşı kıyılara bakalım derken bizde tıpış tıpış yürüdük pencereye ve baktık karşı kıyılara....,Tavfik Fikret de tam karşı kıyıdaki Göksu Deresinden bakmış buraya ve bu evi yapmaya karar vermiş....

Tevfik Fikret'in ölüm maskı son uykusunu uyuduğu yatağının başındaydı...Koyu bir Fikret hayranı olan Atatürk'ün yazdığı;Tevfik Fikret'e hayranlığını belirten sözlerin  de bulunduğu anı defteri, Şair Nigar Hanım odasında hakkında ne kadar az şey bildiğim için duyduğum utanç,Yemek odasındaki yemek masasının zerafeti,sizi girişte karşılayan balmumundan yapılmış heykeli yani anlat anlat bitmez...Müze çalışanlarının gerçek birer müzeci oluşu, her an yardıma koşması,güler yüzleri,yine gelin, dostlarınızla da gelin, kitaplarınızı alın gelin...bahçede okuyun sözleriyle uğurlamaları...Çıkışta  hediye edilen kitap ayraçları günden bize kalanlardı... Dışarı çıkınca müzenin kafeteryasında bir çay molası verin. Ne içerseniz için 1 lira:)...Hadi acıktınız,müzenin arka tarafından ağaçlık toldan yürüyerek Boğaziçi Üniversitesine geçin,hatta yemeğinizi orada öğrencilerle birlikte yiyin...Biz öyle yaptık mesela:)

Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü merdivenleri  ve  binalarından biri...

 Akşam yürüyüşümüzü de  Bebek sahilde yaptık evimize döndük...

Valla cumartesi bunları yapın pazar günü de yatın yuvarlanın evinizde çünkü çok yorucu:)Belki bir sinema olabilir ama henüz filmlere bakamadım...

Not: Bir de merak ediyorum, yıllardır tam yedi yıldır ocakta sekiz olcak inşallah maşallah, buradan böyle öneriler yazarım. Şimdi merak ettim, bu sayfada okudum da şuraya gittim diyen var mı?))) E merak işte kediyi bile öldüren merak:))

26 Eylül 2013 Perşembe

Sonbaharla

Çok güzel bir sonbahar yaşıyoruz...kısa kısa yağmurlar,üşütmeyen serinlikler  yakmayan ama pasparlak bir güneş...

Hiç merak buyurmayın tadını bir güzel çıkartmaktayım:)) Yağmurlu havalara yakışan film ,kitap,çay ,kahve...açık havalara yakışan yürüyüşler, açık alanlarda yapılan yeme içme fasılları , hemen önüme düşen at kestanelerini kapma fasılları ve bu arada devam eden kış hazırlıkları furyası...
Taze fasulyeler, etli ,zeytinyağlı ve dible olarak pişmek üzere hazırlanıp dondurucuya kalktı... Domatesleri bu yıl sadece kavanoz olarak hazırladım. Onları da  sadece domates, kapya biberli domates ve menemenlik olarak hazırladım...Bu kapya yani şu közlediğimiz kırmızı biberlerle hazırladıklarımdan şahane domates çorbası ve makarna sosu oluyor. Bu yıl bu işi iyice pratikleştirdim. Domatesleri yıkıyorum,sonra tencereye koyup,üzerini geçecek kadar da su koyup bi tık kaynatıyorum. Ondan sonra kabukları zar gibi iki hamlede çıkıyor. Biberleri de temizleyip  doğruyorum...Tencerenin altına bu biberler,üste de kabuğu yolulan domatesleri ikiye ,üçe bölüp koyuyorum...Ağzını kapatıp bırakıyorum kaynamaya...İyice yumşayınca; el blendırını sokuyorum içine bzııt bzıııt  tamaaammm...rendeye mendeye hiç gerek yok... Sonra istediğiniz kıvama kadar kaynatın...Kilo başına bir çay kaşığı da tuz atıyorum...Eğer menemen yapmak istiyorsanız yeşil biberleri doğrayın,biraz yağda evirin,çevirin ve  bzıııttan sonra atın sosun içine ....





Yeni bir dizi başladı,bilmem izliyor musunuz...Uğur Yücel ve Binnur Kaya'nın baş rollerini oynadıkları ''Aramızda Kalsın''...Çok hoş bir tesadüfle filmdeki aile bizimle aynı soyadı taşıyor:)) Celepoğlu Ailesinin bu komik macerasını biz  ayrıca bu nedenden dolayı da daha bir keyifle izledik.Biz de tesadüfler bitmez ya,Geçen  cumartesi bizim kızlar çil yavrusu giiiiiiiiiibi evden dağılınca,Kocam- hadi,Beykoz'a doğru gidelim,yemeği de orada yeriz demişti... Beykoza gittiğimizde arabadan iner inmez ben- anah dedim:) Kocam da doğal olarak- yine noooldu dedi...Tam indiğimiz yerde kocaman bir tabela gördüm''  Celepoğlu Lokantası'' :))) Meğer dizinin platosu Beykoz'daymış... Bir çok oyuncu da oradaydı... Koşturup duruyorlardı...

 





Ve gerçek bir Celepoğlu:))..Kocamın da bi resmini çektim tabiii anı olsun niyetine...


Beykoz demişken,oranın sonbaharı da bir başkadır... Biz her zamanki  gibi yine acıkmıştık ,önce yemeğimizi yedik sonra da deniz kıyısına serildik...Koca gazetelerini okudu ben biraz resim çektim,tabletle oynadım...Sağı solu izledim...Garson durmadan çay taşıdı...Akşam oldu...
 
Manzaramız da kıyaktı yani...

 Dönüşte Gamse- Ben Fatma'nın yanındayım,Fatma buraya uğrasınlar,kahve -tatlı molası  teklif ediyor dedi...Beylerbeyi'ne yolunuz düşerse ''Beylerbeyi Profiterol'' uğrayın ve Fatma'nın beyaz eklerlerinin tadına bi bakın...Selamımı söylemeyi unutmayın...
Uğradık tabi, kahvemizi de içtik,tatlımızı da yedik ve eve döndük...


 


Bu günlerde sabah yürüyüşlerimizi hurma ağacı altındaki çayhanede sonlandırıyoruz...Buradan çok söz ettim size...Meydanın ortasında kocaman bir hurma ağacı,etrafı çaycılar...Öyle şılık falan arıyorsanız hiiiç önünden bile geçmeyin...75 kuruşa  süper çay...karşısında simitevinden alınan simit ve börekler... İstiyorsanız oranın müdavimi ev yapımı kurabiyecisi var,sürekli tur atıyor...Üçer bardak çay içiyoruz... Ama nasıl kalabalık...Gülbin Abla seni içerde bekleteyim sonra dışarı boşalınca geçersin, Ahmet abi geliyorum ,herkese ismiyle hitap ediliyor neredeyse.... Çünkü oraya gelen herkes müdavim. Öğle saatlerinde  iş yerlerinden yemeğe çıkanlar da burada çay molası verdikleri için  yer bulmak biraz zor oluyor... Ama benim bir kanepem var,hayatta kaptırmam...Oturan olursa taciz bile ederim:)


İki akşamdır kitap okuyamadım...Gözlerimde bir ağrı anlatamam... İki gecedir önce çayı içiyorum sonra poşetleri gözüme...Çok tasarrufluyuzdur hiç bişi ziyan etmeyiz... Ama çok iyi geldi... Bu sabah yeniden doğmuş gibi kalktım...

Bugün kitaplardan ve filmlerden konuşmadık ama  bu konuda  anlatacak çok şey var...Başka yazıya kalsın...Ama Emrah Serbes ve Hakan Günday'dan yeni romanlar geliyor ve de Lizbon'a gece Treni yazarı Pascal Mercier'in yeni kitabı ekimde raflarda olacak...
İşte öle...


20 Eylül 2013 Cuma

Hafta sonu önerileri

Bu hafta sonu için size önereceğim film; Afgan sinemasından ''Sabır Taşı''...Severseniz aynı yönetmenin ''Yeryüzü ve Küller'' adlı bir filmi daha var...Afgan yazar Atiq Rahimi'nin Fransızca olarak yazdığı Sabır Taşı romanından uyarlanmış...Roman Fransa'nın en prestijli ödülü olarak gösterilen Goncourt  edebiyat  ödülünü almış.''Uçurtma Avcısı '' ve ''Bin Muhteşem Güneş'' tadında diyebilirim...Onları sevdinizsse bu film tam size göre...



İsteği dışında bir mücahit ile evlendirilen kadın,kocasının çatışmada yaralanıp onun bitkisel hayata girmesiyle ona bakmaya başlıyor...Bu arada kocasına sürekli anlatıyor,günlük yaşamında anlatamayacağı ne varsa anlatır kocasına...Örneğin banyo yaparken kayınbiraderlerinin onu izlediğini gibi... Peki inanışa göre kendine anlatılanı emip emip sonunda  çatlayan sabır taşı ,çatlayacak mı? E bu kadar ip ucu yeter...

Kitap ise ben bu hafta sonu Haruki Murakami'nin tek okumadığım kitabı özenle sakladığım ''Yaban Koyununun İzinde''...Geçen gün  başlayacaktım ama bir türlü olmadı...






 Bir çay saati önerisi de elmalı turta ile olsun...Benim elmalı turta anılarım vardır bir dolu....Çokça anlattım burada...Bi daha yazmayayım şimdi...Çok üşengecim bugün,resim bile eski yazımdan...Tabak annemden hatıradır...Hatta  ve hatta tarifi de o yazımdan kopyaladım:))Pazar günü şöyle bir film bir kitap keyfinin yanına çok yakışır.




Yemek önerim ise...E havalar serinledi. Bir kuru fasulye bir pilav yakışmaz mı bu hafta sonuna?...Ben yanına pazardan  küçük küçük tatlı kırmızı soğanlar da aldım...Pzarcı bağırıyordu,balığın yanına ,balığın yanına diye...Sen ver bakim ordan bana bi kilo dedim. Neyin yanında yiyeceğimi ben senden iyi bilirim:)

Bir öneride bu mis gibi el yapımı,doğal sabunlar...''Mine Flora '' dan...Biz artık duş jeli yerine bunları kullanıyoruz...Güllü,kahveli, mürverli,ısırganlı ve de kekikli bizimkiler. Ama  siz çok daha farklı çeşitte sabunları buradan görebilir ve sipariş verebilirsiniz... Mine Flora




Elmalı pasta tarif:Bu tarif ta benim çocukluğumdan...Teyzem ne zaman benim  Bursa'ya geleceğimi duysa ilk iş bunu yapardı...hem yapar,hem saklar ,yapmadım yapmadım bu sefer fırsat bulamadım diye beni kızdırır,evin her tarafını aratırdı. Bu pastayı ararken sandalye içine geçmişliğim vardır:))

 Bir paket istediğiniz tür yağ, tereyağ da olabilir. ben zeytinyağlı becel kullandım. Bir su bardağı şeker, biryumurta ve 10 çorba kaşığı süt. Hemen hemen bir çay bardağı gibi. Kabartma tozu ve vanilya. Yağı ertmeyin. Birlikte yoğurun. Ammaaaa bu yoğurma işlemine geçmeden içini pişirelimki o arada soğusun. Dört elmayı soyun rendeleyin. Yarım su bardağı şeker ile pişirin, altını kapatınca iki tatlı kaiığı kadar tarçın ilave edin. İsterseniz biraz fındık veya ceviz de koyabilirsiniz ama ben koymadım. Teyzem koyardı. Hamuru ikiye bölün , tepsiniz büyüklüğünde birinci parçayı merdane ile açıp, tepsiye yerleştirin. Ben hamuru direk yağlanmış tepsiye koyup elimle tepsiye yayıyorum:)). Üstüne hazırladığınız malzemeyi yayın. Şimdi asıl konuya geliyoruz. teyzem ikinci parçayı da merdane ile açıp üstüne yerleştirip fırında çok pembeleşmeden pişirip üstüne pudra şekerini eleyerek dökerdi. Bendeniz ise Linzer Turtadan esinlenerek bu ikinci parçayı merdane ile incelterek ama çok inceltmeden, kurabiye kalıpları ile kesiyorum. Çiçekler kalpler. Bunları malzemenin üstüne yerleştiriyorum. hafif aralıklar kalmasında bir sakınca yok , o pişerkende biraz kapanıyor zaten. Serviste aynen yine üstüne pudra şekeri serperek servis yapıyorum.

Güzel olsun hafta sonunuz...

19 Eylül 2013 Perşembe

Bir film bir kitap




Önce Kitap...Jose Saramago'nun körlüğü bir metafor olarak kullandığı ''Körlük'' adlı kitabını okurken;  İşte şimdiki halimiz diye mırıldanmamak elde değildi...  Tepkisizlik... aydınların suskunluğu...suçu görmezden gelmek...asıl suçun görmezden,gelmek olduğunu anlayamamak...sorunu çözmek yerine ,bastırmaya çalışmak...Her şey normalmiş gibi davranınca gerçekten de normal olduğunu sanmak gibi bir sürü   şey düşündüren, kendini sorgulatan bir kitaptı Körlük...Bilinmeyen bir ülkede,bilinmeyen bir zamanda geçmesi insana hah! tam da burası dedirtebiliyor. İlkokul Türkçe kitaplarında ''Bakmak Görmek'' başlıklı bir okuma parçası vardı...Öğretmenimiz bakmak ile görmek arasındaki o ince çizgiyi örneklerle anlatmıştı bize...Umarım hala vardır,kitaplarda...Ne de olsa bakmakla görmek arasındaki farkı anlamayan bir körler ülkesi burası da...Kitap filme de alınmış ama iyiki ilk tercihimi kitaptan yana kullanmışım. Çünkü önce filmi izleseydim, kitabı okuyacak gücü bulamayabilirdim kendimde...
Şimdi bu kadar söz edip de kitabın konusu hakkında bir şey söylememek olmaz.


 

Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşiyor. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlâki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.

Film ise daha önce kitabını okuyup çok beğendiğim: Acı Çikolata




Aile geleneğine göre annesi ölmeden evlenmesi yasak olan Tita'nın  yemeklerle,şuruplarla,koca karı ilaçlarıyla  ,aşkla dolu hikayesi...Yemek yapmayı aşkının iletişim aracı olarak kullanan Tita'nın hikayesini ben romanda da çok sevmiştim. Eğer kitabı okumadıysanız önerim önce kitap sonra film...




18 Eylül 2013 Çarşamba

Erken bayram

Sabahtan yataktan sürüne sürüne kalktım. Dizim bir garipti...İlginç olan her zaman yakındığım hasta olan diz de değil...Resmen sürüye sürüye  koridorda salona doğru yürürken; benden daha önce uyanmış,salonda olan kocam bile bu sürüme sesine ayağa fırladı,noluyo diye...Dün  gece yatarken,biraz belim ağrıyordu,sabah öyle uyandım. Neyse bir bardak çay,bir tost yeyip bir kas gevşetci aldım ve şu an çok daha iyi...

Dün ani gelişen,endişe verici bir olay yaşadık,sanırım kendimi çok sıktım ondan bi sinir sıkışması oldu...Neyseki sonu güzel geldi... Görümcemin kızı, Nur Banu acilen bir ameliyata girmek zorunda kaldı. Çok kapsamlı ve uzun süren bir ameliyattı. Biz sabahın köründe sülale boyu hastane kafeteryasına kamp kurduk,birbirimizin endişelerini dağıttık, aklımıza olumsuz hiç birşey getirmemeye çalıştık. Büyüklerde evden dualarla destek oldu. Saatler sonra ,ameliyathane kapısında  nöbette olan Nurdan koşarak ve ağlayarak aynı zamanda da müjde müjde diye bağırark geldi... Ameliyattan çıkan dr , herşeyin çok yolunda olduğunu, çok başarılı olduğunu ve korkulacak hiç birşey olmadığını söylemiş. Birden  bayram yerine döndü ortalık. Ağlaya ağlaya  kucaklaştık hepimiz birbirimizle...Biz bayramı erken yaptık anlayacağınız.Allah hiç kimseyi korktuğu yerlere uğratmasın ve sevdiklerinin acısı ile imtihan etmesin.

16 Eylül 2013 Pazartesi

Zeyrek'te Zaman

Yeni eğitim-öğretim yılı bugün itibariyle resmen başladı. Bizim örtmenler de en az öğrenciler kadar heyecanlı ve tatile doymamış biçimde gittiler.

Ben de şimdi sanki her işim bitmiş de oooh kebap valla  imajı veriyor olabilirim ama   evin imajı -bir an önce ayıl artık durumlarında...
Şimdiii ben nasılsa  genel temizlik yakın o yüzden şöle üstten üstten geçip, gidip deniz kıyısında ayaklarımı uzatıp kitap okuyabilirim. Bugün pazarımız ,gelirken de evin alışverişini yapabilir, kış hazırlıklarına bir es verebilirim. Nasılsa daha ekim sonuna kadar sürer bu domates furyası...20 kavanoz kadar da yaptım zaten. Akşam yemeğimiz için dünden biraz bir şeyler yapmıştım, yanına da bir  domatesli spagetti sallayabilirim.Ya da balık pazarına uğrar akşam yemeğini balığa döndürebilirim

Ya daaaa evimi bi güzeeel toplar, pazarıma çıkar, alışverişimi yapar, kış hazırlıklarına devam  ederim.Kavanozlarımın karşısına geçer, üle ne becerikliyim diye kendi kendimle övünürüm.Akşama doğru da sinemaya  gider,haftasonu bir türlü gidip de izleyemediğim filmi izler,kızlar okuldan gelene kadar da eve dönerim. Sinemaya bir taş atımlık mesefade olduğumu  söyleyeyim de, oooo ne zaman gidicen de ne zaman gelicen demeyin...Tabi hala böyle oturmaya devam edersem bunların hiç birini gerçekleştiremem.


Şimdi gelelim hafta sonu ne yaptık ne ettik. Cumartesi günü  kocam, Naziş ve  ben Zeyrek'teydik. Çünküm Gamse  iki haftadır hafta sonunu Büyük Ada'da geçiriyor. Biz önce Fatih Kadınlar Pazarı içindeki ''Siirt Şeref Büryan Kebap Salonu'' na gittik. İnanmazsınız ben burayı üyesi olduğum yabancı bir yemek sitesi vasıtasıyla keşfettim.  Ülen Allahın gavuru gelmiş yemiş de ben niye bilmiyom burayı falan demedim. Gayet nazik nazik-hayatım ,bak ne kadar güzel bir yer, yemekleri de çok nezihmiş...Ecnebi bir site çok methediyor. Bak onlar bile nasıl beğenmişler kalk gidelim,demiştim ve gitmiştik. Üç yıl falan önceydi... Hatta oraya gidince önce ne var ne yok herşeyin tadına bakmış, sonra o pazarı gezip, pazar deyince meydan karşılıklı Büryan kebapçılarla dolu, daha aşağılarda da yerel yiyecekler satan dükkanlar var. Otlu peynirler, çeşit çeşit ahayatımda görmediğim,tadını bilmediğim baharatlar ve daha aşağılara doğruda kasaplar. İlgisini çekenler için hemen Bozdoğan Kemerinin altında olduğunu söyleyeyim. İsteyene daha detaylı adres de verebilirim.Neyse ,işte biz büryanları,mumbar dolmalarını , kepçe kepçe ayranları löp löp götürdük.Sonra daldık Zeyrek sokaklarına...Tarihi evler arasında dolaştık, Koç Vakfının Zeyrek Camii karşısındaki şahane  manzaralı Kafesinde bir mola verdik. Camii çok güzel ama tadilatta olduğu için ancak namaz saatlerinde açılıyormuş.Ama dışından bile bakmak  insana kendini bir tuhaf hissettiriyor. Asırlardır böyle ayakta duran bir yapı onun yanında ise en ufak bir sallantıda püf diye gidiveren modern binalar... Zeyrek sokaklarında dolaşa dolaşa Balat'a indik. Öyle bir yorulmuşuz ki ev ev diye inledik. Vapura attık kendimizi, denizin köpüklerini izleye izleye çaylarımızı içe içe attık kendimizi Üsküdar iskeleye... Sonrası Home sweet home...


















Dün yani pazar günü kızlar; son rötuşları yapmak üzere okula gittiler. Ben ha şimdi ha birazdan sinemaya gidicem derken evde öylece kalakaldım. Geçen hafta pazarda bizim oraların kabağından bulmuştuk, ondan kaygana yaptım,çayımızı da demledik oooh miss uzattım ayaklarımı Vatankitapın  10.yıl özel sayısını okudum. Hamdi Koç, Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli gibi bir sürü ünlü yazar kendilerini etkileyen kitapları yazmışlar. Zülfü Livaneli ve Gülten Dayıoğlu'nun yazıları özellikle çok hoşuma gitti.

Hadi şimdi bi de kaygana tarifi verelim ve ben gideyim artık.




 


 





Hayde gittim ben...İyi bir hafta olsun.





14 Eylül 2013 Cumartesi

Hafta sonu önerileri

 Sonbahar geldiyse;Bugün geldi,İstanbul'a...Biz hala pencereler açık uyuyoruz,gece başlamış yağmur neyseki kocam duymuş da kalkmış ,kapatmış. Okuma odasında pencere önünde duran kitaplar çok hafif ıslanmış.

Çoktandır hafta sonu önerileri yapmamıştım...

Bir kitap önerisi önce...Hatta öyle bir öneriki kendime bile tavsiye ettim...Deyin ki niye... Uzun zamandır beni takip edenler belki farkına varmıştır. Ben, bilim kurgu, fantastik kurgu tarzı kitaplar okumam...Burada bir çelişki gördünüz di mi?)) Peki ,Murakami nasıl okuyorsun diyeceksiniz. Çünkü Murakami arada yere iner, gerçekle gerçeküstü arasında insanı yerden yere çalar...Şimdi artık sadede gelelim. Önereceğim kitap fantastik dünyanın da bilim kurgu dünyasının da ana kraliçesi Ursula K. Le Kuin'in yazdığı ''Mülksüzler''...Bu kitabı bari e-kitap olarak okuyayım dedim,tabletime yükledim.Ama bu e-kitap işi beni sarmadı.Kitap okur gibi hissetmedim kendimi,bir türlü konsantre olamadım.Halbuki ilk zamanlar,yatakta ve dışarda  bu tür okuma çok rahat olur diye düşünmüştüm. Şimdi Salman Rüşdi'nin bir kitabını e-kitap olarak okumaya çalışıyorum.Kısaca Mülksüzler bu haftasonun kitabı olsun...



Film önerisi...Bu film de uzun zamandır beklediğim bir film. Neva/Ilgın Olut'un kitabı sinemaya uyarlandı ve dün vizyona girdi... Ilgın Olut bu projede bizzat çalıştığı,tüm cast seçimlerini kendisi yaptığı için,iyi olacağını umuyorum. Bizim Büyük Çaresizliğimiz/ Barış Bıçakçı filme alınmıştı, bir heves bir heves gittik,kitabı okuyanlarla birlikte ve şaştık şaştık şaş kaldık. Kitabı okumayan iki arkadaşı gay sanabilirdi ve zaten konudan da hiç bir şey anlamazdı...Sanırım da öyle olmuştur.
Ben bugün gideceğim filmi izlemeye...Her zamanki sinemada her zamanki koltuklarda, en arka sıra en ortadaki koltuk...Böyle   beklediğim filmleri yalnız izlemeye bayılıyorum ve bugün de öyle olacak.




Yemek Önerisi...Yemek önerisi,mekan önerisi ile birlikte gelsin. Balık sezonu açıldı artık, şöyle balığı balık gibi yemek ister misiniz? O zaman arkadaş, o löküs balık lokantalarını bırakacaksınız.Dooruuu Üsküdar-Balık Çarşısı içindeki ''Derya&Deniz  Balık'' a...Önde balık tezgahları arkada da balık lokantası,üst katları da var...En ekonomik ve en lezzetli balığı yiyeceğiniz yer...  Ama içki servisi yok. Şöyle yanına bi buz gibi bira içeyim yok:( Kola neyin için artık...Ya da pişirtin orada sıcak sıcak götürün evinize yapın salatanızı yani alternatif çok.


(ayıptır sölemesi bu Nermin ile benim  masamdı,birer porsiyon istavrit tavayı ve ortaya aldığımız hamsi tavayı bir hamlede götürmüştük)

Yemeğinizi yediniz, şöyle bi sahilden Kuzguncuk'a yürüyün kahvenizi de orada için... Dilim pastanesinin mücehverci dükkanına benzeyen vitrininden akşam çayınıza bir şeyler seçin...

Benden bu ka arkadaş,gerisi size kalmış...

Düzenleme:) Bizim hafta sonu planına başka bir plan daha eklendi...Zeyrek'de tarihi evler arasında gezmek ve  yemek molasını Bozdoğan Kemeri altındaki büryancıda vermek...

12 Eylül 2013 Perşembe

Öle işte

Bugün günlerden ne olduğunu biliyorum çok sevgili okuyucum. O. 12 Eylül sabahında, sabahın  beşinde kapıyı çalan yine sütçü değildi.

Olimpiyatlara katılamadığımız için üzgün olmadığımdan da utanmıyorum,İstanbul bir kıyımdan kurtuldu belki de, belki de sporcuların şu dopin işi artık iyice ele alınır. Homini gırtlak altınların üstüne yat dopingli oldukları ortaya çıkınca da sadece madalyayı ver kurtul...Var mı böyle bir  kıyak,dünyanın hiç bir yerinde?Hem bizi bile taşıyamayan trafik nasıl taşıyacaktı onca insanı...Biz zaten tv den ancak izleyebilecektik yine tv den izleriz.Bizim gençler nasılsa her dalda yarışıyor, her akşam...

Dün, Ece ve Çiğdem ve de Çiğdemin Elif'iyle bir Kadıköy günü yaptık. Tüm sahaflara,girdik çıktık, her dükkanın önündeki tezgahı inceledik, her yorulduğumuzda kahve molası verdik ve tabiki de bira-balık yaptık, her zamanki mekanımız '''Hamsi Pub''da... Kızların okuluna uğradık,henüz öğrenciler gelmemişken bahçenin tadını önce biz çıkardık:))) Ve altın vuruşu Ecem ile birlikte zencefilli limonatayla yapıp ayrıldık.
(Dün iki kitap aldım Körlük/Jose Saramago ve  Yaban Koyununun İzinde/Murakami)

Murakami'nin bu kitabını  özellikle sakladım kendimden, böyle de garip huylarım vardır. Bir gün yazmassa okurum diye... Mesela keşke Fürüzan'ın böyle bir kitabını saklasaymışım,şimdi okurdum. Niye yazmaz ki...


Akşamları kızlar o kadar yorgun geliyorlar ki  fazla patırtı yapamıyorlar, erkenden de sızıyorlar.


Öle işte




10 Eylül 2013 Salı

9 Eylül 2013 Pazartesi

Mutfak Kedisi

Daha uygun bir başlık bulamadım.Eylül ayı gelince pürmealim budur.Malum kış hazırlıkları...Hem keyifle yapıyorum,hem çok ama çok yoruluyorum. Yorulmamın asıl nedeni eskiden beri her şeyi bir anda yapmaya kalkışmam...Diyelim domates sosu yapıcam,menemenlik falan. O arada közlenecek biberleri ve patlıcanları da fırına atıyorum, ona bak, pişen biberi patlıcanı çevir, onları soy, dolmalık biberleri oy,onları da paketle at ...domatesleri kavanozla, pişen patlıcan biberi soy,paketle dondurucuya at... Hadi bi de akşam yemeği yoksa düşünün siz hengameyi.Ha bu arada altı kg taze fasulyeyi de aradan çıkardım. Akşam olunca da artık benden hiçbir şey beklemeyin,çay yapın,çayımın yanına şu karakız kekinden getirin,çatalım nerde,çayım bitti, bu salak yarışmayı kim açtı...Yani anlayacağınız gündüzün yorgunluğu gece dilime vurdu:)Bu işi ekim ayı gelene kadar her pazartesi yapıyorum.Benim pazartesi sendromum da bu yani:)



Fakaaat  bu çalışmanın sonucunda bunları her sıkıştığında can kurtaran gibi ortaya çıkarmak var ya,ah işte bizim evdekilerin çilesi de o zaman başlıyor. Her böyle bişi pişirmede ,ay ne kadar becerikliyim,ne kadar pratiğim, ne kadar akıllıyımmmm bakınnn bu palamutları zamanında attım dolaba,şimdi birden canınız balık isteyince nasıl çıkardım hemen,kızım bak pazar günü dışarıda kar yağarken yaz tazeliğinde menemen yiyorsun kahvaltıda gibi:))))))

Kitabımdan bir önceki yazımda söz etmiştim biraz. ''Keşke Gerçek Olsa/Marc Levy''nin devamı olan ''Sizi Tekrar Görmek''...İkinci kitaptaki herkes tanıdık haliyle:) İlk kitabın filminden söz etmiştim ,hatta kitabı okumaya başlayınca filmi hatırladım zaten.Acaba ikincisi de çekildi mi?
Bu ara bir arayış içindeyim...Dişim kamaşıyor,dişime göre bir kitap bulamıyorum. Şöyle sarssın, beni benden etsin, işimi bitirip  ya da dışardaysam eve koşup kitabımı okuma isteği uyandırsın. Tek umudum Salinger'in basılmamış kitaplarının keşfedildiği ve basıma hazırlandığı haberi... Salinger hakkında bir belgesel çekilirken farkına varılmış.Bu arada ''Çavdar Tarlasında Çocuklar''ı okumayan varsa; çocukluk hakkında ,bir çocuğun gözünden ve dilinden çalakalem yazılmış bu romanı  okumanızı şiddetle tavsiye ederim...

Bu ara çok film yazmıyorum,biliyorum ama çok da izleyemiyorum. Tam izleyecekken,ay çok güzel birlikte izleyelim diyorum. Ama çok da alıştırmak istemiyorum. O sabah sessizliğindeki tek başıma yaptığım film keyiflerinde asla taviz vermem...
 .

Ha bu da Gamse'nin hafta sonu kaçamağı yaptığı Büyük Ada'dan gelirken bize getirdiği palmiye kurabiyeler...



Bugünlük de bu kadar be canım okuyucularım,bünye yorgun,bünye hassas şimdi azcık tv takılsın, az biraz kitap okusun,sonra uyusun...Uyusun ki, yarın  temizlenip dondurucuya atılacak bamyası var, bebek patlıcanları var, karnıyarıklık olarak hazırlanacak..

6 Eylül 2013 Cuma

Hafta sonuna ramak kala

Kızların biri Ada'da biri Moda'da...Kafiye olsun diye değil gerçekten de öyle...Bizim ev,alışık değildir bu tür sessizliklere  sanırım duvarlar bile kafa dinliyordur:)

Koca maç izliyor ,ben de kulaklarımı taktım film izledim. Oynadığı sıralarda izleme fırsatı bulamadığım ''Lal Gece'' yi izledim.  Küçük gelinlere dikkat çekmek için çekilmiş bir film ama yeterince vurucu değil....Mesela bir ''Berdel'' gibi acıtmıyor. Yönetmen sanırım, herkes  açısından bakmak istemiş...Kadının da  erkeğin de töre kurbanı olduğunu vurgulamak istemiş...Filmde yer,mekan,zaman yok...Yumşak dokunuşlarla,tek bir mekanda çekilen bu film belgesel tadında...İzlemediyseniz izlemenizi öneririm.


 Günün filmini açıklamışken günün kitabını da söyleyelim.Yeni kitabım; ''Keşke Gerçek Olsa''nın devamı niteliğindeki '' Sizi Yeniden Görmek/ Marc Levy''

 Marc Levy kitapları terapi gibi geliyor bana...

İki gündür, evdeyim benim aziz okuyucum,okuyosunuz di mi hala?)... Temizlik yaptım,dünkü kuru fasulyenin yanına taze pilav pişirdim.Dün pişirdiğim bitmişti...Üç tane Girit kabağı dolması kalmıştı,onları ortadan ikiye bölüm teflon tavada kızarttım. Lorlar kızarınca daha da lezzetlendirdiler kabağı...Çok yaratıcıyımdır,bir yemeği üç gün farklı sunumlarla ortaya getirip ,aynı yemeği yediklerini hayatta çaktırmam))). Bazen Gamze- tilkiiiii der sadece:))))Bu hafta da eğer pazarda Karadenize özgü kara kabak denilen kabaktan bulursam kaygana yapacağım.Bulursam ve de yaparsam resimli bir tarif yayınlarım.

..

Ah okuyucu, yine dengesiz bir yazı oldu farkındayım ama bu blogun ana teması bu malesef... Nobel ödüllü bir yazar bile olsa kitabını bir tabak bamyanın yanında, festivallerde  düzinelerce ödül almış bir film olsa da kendini  bir koca kabak resmiyle aynı sayfada bulabilir. Yapcak bişi yok,kader deyip geçsinler:)

5 Eylül 2013 Perşembe

Bir film bir yemek bir dedikodu

Sözü uzatmayacağım.Bugün evdeydim. Kuş kanadını çırpsa rüzgarından kendini hasta hisseden kocam kendini kırgın hissettiğini söyledi, ve tüm günü yatarak geçirdi... Ben de refakatçi olarak tüm görevlerimi yaptım. Kah yemek yaptım kah okudum arada bir de film izledim...

Filmin adı ''İntihar Dükkanı'' ...İntihar etmenin yasak olduğu bir ülkede,nesiller boyu intihar malzemesi satan bir aile...Zehirler,jiletler, sicimler ,çeşit çeşit silahlar var dükkanda...Müzikal animasyon...Aynı adlı kitaptan uyarlanmış...Aman bir yetişkin animesi olduğunu unutmayın...







Yemek ise aslında bir yemek değil bir meze...Biz bu akşam kurufasulye ve pilavın yanına konuk ettik...Aman da ben bunu hergün yaparım gibi bir  şey değil ama güzel,hafif ve de ,değişik,göz doldurucu...Girit kabağından yapılan bir  meze bu.Siz bakmayın resimde incire benzediğine:))



Girit kabağı haşlandı ,içi oyuldu... lor,ceviz,derotundan oluşan iç malzemeye ,kabak içleri de ilave edildi ve kabaklar dolduruldu...Pul biber ve sızma yağ ile şenlendirildi:))


Muhteşem Yüzyılın fragmanına rastladım az önce,ödüm koptu...Yaktın bizi Meryem:))

Dedikodu nerede derseniz ayol kocamın dedikodusunu yaptım ya daha ne olsun, arada  Meryem'i gösterip aslında Vahide'ye  de laf  çaktım :))

Hayde gittim ben.



4 Eylül 2013 Çarşamba

Hoşgeldin sonbahar

Sonbahar geldi,İstanbul'a...Bugün ilk sonbahar yürüyüşümüzü ve  koruda ilk sonbahar kahvaltımızı yaptık. Koru çalışanları dökülen yaprakları  süpürüyorlardı.Koca koru süpür süpür nereye kadar,dedim.

Bizim masayı da boş görünce -hah dedim, iyi bir başlangıç...Valla  yemişim diyetini,burası gibi paçanga böreği yapan yok,kahvaltıda birer tane götürdük... Hemen yanımızda da üç masa birleştirmiş kalabalık bir öğretmen grubu vardı. Türkçe öğretmenleri zümre toplantısı yaptılar. Hem kitabımı okudum hem onlara kulak kabarttım:) Yapacakları gezileri,okutacakları kitapları tartıştılar. Fikir ayrılığına düşünce oylama yaptılar. Karı koca gördük ki, değişen hiçbir şey yok...Hala Keşanlı Ali hala İbişin Rüyası diyorlar. Yeni yazarlar,yeni şairler hiç yok...

 (yine aynı ağacın altında,yine aynı masada,yine aynı manzaraya bakarak yaptık kahvaltımızı)

Ben Keşke Gerçek Olsa/Marc Levy  okuyorum... 65 sf. kadar okumuşum, kah laf dinleye,kah kahve,çay içe içe:)) Bir masal gibi...Kitabı okurken birden diiiiing diye bir ses duydum kafamda ve filmini izlediğimi hatırladım. Çok güzel bir filmdi... Bence hem filmi izleyin hem de kitabı okuyun. Kitap için tek ipucu,birgün eve geldiğinizde banyo dolabınızda güzel bir kadın bulursanız ve bu kadın da üstelik hayaletse:))Marc Levy sevdiğim bir yazar. Dupduru yazıyor , ''Gölge Hırsızı''nı okumadıysanız,mutlaka okumalısınız.


  "Just Like Heaven" (Tıpkı Cennet Gibi)
 adıyla gösterime girmiş...
Film demişken filmden gidelim. Geçen akşam tv de izleyecek bir şey bulamadık,ayilecek de bişi izlemek istiyoruz. Naziş film izleyelim dedi. Yeni televizyonumuzda da henüz siftahımız yoktu... Film seçmeye başladık, ne deseler ben izledim, ne deseler ben izledim diyorum. Sonunda ben seçeyim dedim:)) Çoktandır izlemek istediğim ama vizyona girer girmez  devleti halkın gözünde küçük düşürüyor safsatası ile  gösterimden kaldırılan,kaldırttırılan ''Umut Üzümleri''ni izleyelim dedim. Fakir Baykurt'un ''Kaplumbağalar'' adlı romanından uyarlanmış... Yetkin Dikinciler ve Altan Erkekli de baş rolde... Amanın sanırsınız ilkokul müsameresi...Güya Balkan filmi havası verilmek istenmiş...Görüntüler,müzikler öyle ... İzlediğim en kötü filmdi...Oyunculara acıdım vallahi de billahi... Hem filmi beğenmedik, hem o kadar vakit kaybettik üstüne üstlük de bizimkilerin kaplumbağa aşkı yeniden hortladı... Naziş ertesi gün elinde kocaman bir kaplumbağa  akvaryumu ile geldi. Ona akvaryum denmez diye beni yüz kez ikaz etti ama bak yine unuttum adını:))Bir film izlemeden bu kadar mı zararlı çıkardım abi ya... Herkes gittikten sonra,çıkıyo kayasının üstüne , bakışıyoruz...


Dışardan gelince de yattım uyudum ,sefam olsun...Dün hem kışlık domates, hem  kışlık karnıyarık hem de akşam yemeğini aynı anda yapmaya kalkınca bi ara kafamı arı soktu sandım mutfakta... Yok artık dokuz ayın çarşambasını aynı güne getirmeyeceğim...

Şimdilik gittim ben,yarın ola hayr ola...