Biz Karaağaç'da gezinirken Naziş ve arkadaşı Hülya sınır kapısından yürüyerek Yunanistan'a geçtiler...İlk rastladıkları yerleşim merkezinde oturmuşlar, soba başında çay içip kahvedekilerle sohbet etmişler. Tesadüf bu ki, sohbet ettikleri kişi de öğretmenmiş ve önümüzdeki ay öğrencileriyle birlikte İstanbul'a bir bilgi yarışmasına gelecekmiş...Kahvehane sahibi çaylar ikramımız size demiş, pek memnun pek mesut geldiler:)
Karaağaç'da Trakya Üniveristesi'ne ait bir fakülte var,içinde Lozan Anıtı, Lozan Müzesi ve eski tren istasyonu var... Kızlar, çıkış yapınca onları da alıp buraları gezdik... Meriç kıyısındaki kahvelerde çay molası verdik ve Edirne'ye geri döndük...Biz karı koca Meriç üstündeki köprüyü yürüyerek geçtik. Koca Sinan öyle bir yerleştirmiş ki Selimiye'yi,şehrin ortasına, nereye giderseniz gidin başını her çevirdiğinizde karşınızda tüm haşmetiyle Selimiye...Ayasofya bir, Selimiye iki, Ordu'da ki Kurul Kayası ve de Erciyes Dağı gözümü alamam bunlardan... Bulundukları şehirlerde olunca büyülenmiş gbi onlara bakarım hep. Dün de öyleydi valla...Önüm arkam sağım solum Selimiye idi....
Edirne sokakları, Selimiye gezisi, ciğerciler, Bedestenler ve Edirne Kapalı çarşı , Sevda Çeşmesi ,Kavala kurabiyesi, baderm ezmeleri....
(bu uygulamaya bayıldım, ailece geldiler, çantaları açtılar, çocuklar oyuncakları bu kumbaraya attılar)
Ve İstanbul yoluna düşüş , bomboş otobanda keyifli bir yolculuk ama bize Mecidiyeköy'de kapan kuran trafiği bilmeden... Üç saat süren Edirne-İstanbul yolculuğundan sonra Mecidiyeköy'den eve de tam iki satte gelmek üstümüzde gezimizin hoşluğu olmasa bizi daha çok gererdi...
Eve ulaşır ulaşmaz ilk iş çay suyumuzu koydum, ve hemen bir kavanoz menemen açtım, iki yumurta ile de karıştırdım, kendimize geldik.