
Kadıköy^e gittiğimiz gün hava çok sıcaktı,neyseki rüzgar vardı...Kitapçı dolaştık, yemeğimizi ilk kez''Pehlivan'' da yedik.Memnun kaldık. Sonra okula bakmaya gittik. Kocam bir güzel ayarladı, servisler şuradan girsin, öğrenciler buradan içeri alınsın. Ziyaretçi girişi şu kapıdan olsun:))Allahım ya, sanki bize soracaklar:)) Ben daha sonra olaydan koptum , sadece soğuk bir şey içmeye odaklandım. Onlar konuşa dursun, ben gözüme ağaç altı srin bir yer kestirmeye çalışıyorum derkennn, sokak arasında ağaçlar altında yan yana cafeler gördüm. Yerini tam tarif etmek isterim aslında ama kendim bile gitsem bulacağım meçhul. Hangisine oturalım derken baktım en dipte, şırıl şırıl şelalesi olanı var,hemen şelalenin yanına konuşlandım. Suyun şırıltısı bile serinletti bizi...Limonata zencefilli var mı dedim? Naneli olsa, olur mu dediler? Sonra bir baktım, biri elinde bardak,içinde taze toplanmış nanelerle geldi. Naneleri de yokmuş ama hemen yan bahçeden topladılar:))Unutmadan adı,Liva Kafe...
Dün akşam babamı Niksar'a yolcu ettik. Biraz arkadaşlarıyla hasbıhal edecek. Haremden yolcu ettik,sahilden yürüyerek eve geldik. Benim meşhuur halılı yerimde çay molası verdik . Nasıl kalabalıktı,anlatamam... En üst kısımda yer bulduk. Oturunca ,başın kaldırım hizasına geliyor nerdeyse:)) fotoğraf çektirenler neredeyse saçlarıma basacaklardı:))Buralarda oturmanızı mutlaka tavsiye ederim ama baharı ve sonbaharı bekleyin. Şu an da kopta gel vaziyetinde, yetmiş iki millet orada...Bir siyahi, karanlıkta Naziş'e gülümseyince ,iki metre havaya zıpladı,o neydi diye :))))
Kitaplar,haziran ayı kitapları ama malesef temmuz ayına sarktılar,son olaylar kitap okumaktan kopmama neden olmuştu.
Hadi bir de memleket güzellemesi yapayım. Kadıköy'den gelirken bunları görünce hopladım. Hemen -Ayşeeee diye bağırdım. O tezgahın sahibi Ayşe'yi yıllardır tanırım. Beykoz'un bir köyünden. Beykoz köylülerini kendi kullandığı kamyonla pazara o getirir. Arada pazarda bağırırlar Ayşeeee kamyonu çek diye...Benim bağırtımı duyan Ayşe,sohbete gittiği tezgahtan koştu geldi... Söle bakem,bu meleyconlar kaç para dedim. Valla sabah erkenden ormana çıktım,kendi ellerimle topladım,sabahtan beri 10 liraya sattım ama sana beş lira ,kaç kilo istiyon dedi...Ne kaç kilosu,bir kilo dedim...Hadi bi de tarif et dedim.Annene sorsana dedi...keşke ,keşke dedim keşke sorabilseydim. Bu meloycan denen şey bence yenilebilecek en temiz ve en doğal şey...Dikenli bir bitkinin uç kızımları, yani filizleri...Bunları önce haşladım,sonra doğradım ,bol soğanla kavurdum ve yumurta kırdım. Aynen ıspanaklı yumurta yapar gibi... Yumurtaalrı pişince de karabiber serpip servis ettim.Ola ki bir yerlerde rastlarsanız ya da yolunuz Karadeniz'e düşerse yin gari...
E haydi gittim ben...