Hava güzeldi, biz saat 11.30 gibi yola çıktığımız için henüz Boğaz trafiği de başlamamıştı... Çubukluya varıp, aşağı sahil yoluna döndüğümüzde, gördüğü manzara karşısında; Gamse, evet tam da gelmek istediğim yer burasıydı dedi.Size de tavsiye ederim. Önce , iskelede gezindik, sonra dışarı da oturduk, önce bir çay içelim dedik. Dedik ama rüzgar teee Üsküdarlardan gelmişsiniz demedi bizi bir güzel dövdü. İş, çevremizde bundan, bizden başka etkilenen yok gibiydi. Biz çayımız falan alıp içeri taşındık.Su kayağı yapanlarla, onların etrafında dönen martıları izledik, ayile sohbeti ettik .Sonra acıktık öğle yemeğimizi yedik. Tamaam burası bitti artık dedik ve kalktık. Sahilde yürüyüş yaptık, balıkçıları izledik ve Çubuklu defterini dürüp Beykoz'a gittik:)) Bir gittiğimiz yerde duramayıp, başka bir yere bağlanma huyu neyse ki hepimizde var da sorun çıkmıyor. Gittin bir yerde otur di mi? yok olmaz, altımızdan su çıkar:)
Beykoz'a vardık, arabadan inip kaldırıma çıktık paaat önüme bir at kestanesi düşüp hoş geldiniz dedi. At kestanesi taşımak uğur sayılır, şans getirdiği söylenir bilmem bilirmisiniz. Aaa bu yılın ilk at kestaneleri dedim ve başladım toplamaya, evdekiler zaten artık büzüşmüş, Can ve Uras tarafından dişlenmiş vakitleri de geçmişti zaten. Beykozdaysanız ve kaldırımda at kestanesi toplaya toplaya giden bir kadın gördüyseniz emin olun ki o bendim.Beykoz'u niye severim?.Beykoz'da zaman durmuş gibidir. Mesela hala teneke soba satılan, kömürle çalışan semaverler satılan dükkanlar vardır, yolda yürürken, kocam Lale bak diye beni bir dükkandan içeri itti, resmen itti adam ya... Meğer bir terzi dükkanıymış. Hala o eski tüp ütüler'le ütü yapıyordu.Tezgahının üstünde sabunlar, mezuralar, ütü o kadar eskiydi ki önce yoksa kömürlü ütü mü? dedim. Neyseki o kadar da değilmiş.Üsküdar balık pazarında 5 liraya olan palamutların 3 tanesi 10 liraydı...Dolaşırken bir de baktık ki, Beykoz pazarı... Ben girmem o kalabalığa dedimse de bunlar baba kız daldılar. Neyse bizim pazarlar gibi kalabalık değildi. Ay, un helvası bile satılıyordu, alasım da gelmedi değil... Pazarda dolaşa dolaşa yürürken birden köfte kokuları gelmeye başladı. Çubuklu' da da yemek yedik karnımız tok ama koku sarhoş ediciydi resmen. Kokuyu takip ede ede gidince bir değil onlarca köfte yapılıp satılan yerler gördük. Yiyemeyiz ama derken, hadi bir porsiyon bari alıp, üçümüz paylaşalım tadına bakalım dedik. Her ızgaranın başında bir kadın var, kocalar, çocuklar beyaz önlükler giymişler servis yapıyorlar. Biz bu sevimli kadının yerine oturduk. Kocası 15 kez oooo hoşgeldiniz dedi.Masa da kalmamıştı ama benim pratik kocam hemen bir tabureyi masa yaptı bize ... Köfteler gerçekten de acaip lezzetliydi. Yanında ızgara biberler ve domatesleriyle yuttuk hemen...
Pazardan çıkınca , çaaaay dedim ben. Gamse kıyıda bir çay bahçesini gözüne kestirmişmiş zaten. Özlem aile çay bahçesi...Dişbudak ağaçları altında, deniz kıyısında, önünde sandalların çekili olduğu, karnınız açsa size bir çırpıda bir kahvaltı tabağı hazırlayan, gözlemeler getiren çok sevimli bir yerdi.Sonbahar yapraklarını başımızdan yağdırdı ama çok kibardı hep çay tabaklarının kenarlarına düştü yapraklar.
Bu çok güzel günü de akşam edip eve döndük.Eve gelince anladım ne kadar yorgun olduğumu... İZ'de Türk ve Yunan sünger avcılarıyla ilgili bir belgesel izledim. Bizim sünger avcısı zavallım, Yunanlıların, süngercilikle ilgili müzeleri gördükçe biz de neden olmasın diye hayıflandı durdu... biraz kitap okudum ve yattım.