Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

31 Temmuz 2012 Salı

O anlar unutulmasın diye 2

Naziş tatilde, Kocam da iki gün İstanbul dışında olunca Gamsegamse ile gece yarılarına kadar kendimizi dışarılara attık:)) Evde canımız sıkıldı .İlk geceyi Moda'da ikinci geceyi ise Beylerbeyi'nde geçirdik. Hem hafta sonu hem iftar yer bulamayız dedik ama en sevdiğimiz balıkçıda en sevdiğimiz masayı boş bulduk:)


Biz balıklarımızı yedik, çay kısmına geçmiştik ki Banu, Cero ve Fatoş yanımıza geldiler. Gece saat yarıma kadar, bir yerlerde oturduk, Beylerbeyi iskelesinde gezindik falan derken ben dedim ki; "Fikrim geldi fikrim geldi. :)))" Hadi bize gidelim, dolapta buz gibi kavunumuz var, sahura kadar okey çevirelim... Hemen kabul gördü teklifim ve bir taksiye atlayıp bize geldik. Sahura kadar çat çut okeyimizi oynadık, kavunlarımızı yedik.

Dün, Cankuşum geldi bize... Birlikte resimler yaptık, oyun hamuruyla faaliyetler yaptık. Markete gidip alışveriş yaptık. Dönüşte çok yorulduğunu söyledi, ben de artık kucakta gitmek için çok büyüdüğünü söyledim. Ama Cicianne pratik zekasını kullandı ve o sırada yanımızdan geçen mahallenin kadrolu hırdavat toplayıcısı Sadi'nin arabasını ona tahsis etti. Adam eve kadar getirdi Cankuşumu... Yoldan geçenlerin bakışını görmeliydiniz ama Cancan çok eğlendi..

Kuşum akşam giderken bize, yemeklerinizi alıp bizim eve gelin bir daha da geri gelmeyin dedi:)) Ama giyecek falan demedi dikaktinizi çekerim, yemeklerinizi alın.

Canım Ayşegül, Babasının hastalığı sırasında bile bana müthiş bir sürpriz yaptı. Beni güzelliklere boğdu... Turgut Uyar'ın şiirini okumuştum blogunda ve çok beğenmiştim, sonra "kitap okuyan şirin bulma" peşindeydim:)) bana hem kitap okuyan şirini hem Turgut Uyar'ın yayınlanmamış şiirlerinin bile bulunduğu kitabı ve de bu güzelim etamin kuşlu çerçeveyi göndermiş. Paketi açıp da içinden o şirin çıkınca; Gamse, "Anne sen ne güzel insanlar tanıdın. " dedi...

Ve Alf... Bu sıralar her bölümünde çok eğlendiğim Alf'i izliyorum. Çok keyifli... Canınız sıkkın olduğunda bir bölüm attırın valla... Hele uçuşan bir tülde varsa değmesinler keyfinize...

Ve en son izlediğim film... Size hararetle izlemenizi tavsiye edeceğim bir film... Her şey Aydınlandı. Her Şey Aydınlandı aynı adlı kitaptan sinemaya aktarılan 2005 ABD yapımı dramatik komedi. Özgün adı Everything Is Illuminated. Ukrayna manzaraları ve Çingene müziği eşliğinde izleyeceğiniz bir film. Hiç görmediği Büyükbabasını, 1942 yılında Nazilerin elinden kurtaran kadını arayan anı kolleksiyoncusu genç adam, karısı ölünce kör olduğunu sanan başka bir büyükbaba ve zenci hayranı başka bir genç adam ve Sammy Davis J.r adlı bir köpek ve Ukrayna filmin kahramanları...

Bazı insanlar pul, sigara kutusu ya da fincan kolleksiyonu yapar. Jonathan ise ailesinin hatıralarının koleksiyonunu yapıyor; fotoğraflar, takma diş ve bir avuç dolusu eski eşya. Hepsi mühürlü, özel bir poşetin içinde ve duvara asılı.

Jonathan daha fazla bilgi toplamak için dedesini 1942 yılında Nazilerin elinden kurtaran kadını bulmak için Ukranya’ya bir yolculuğa çıkıyor. Filmi izleyin önerime teşekkür edeceksiniz:)
Ha! Filmin cümlesi; Gelecek, geçmişin ışığında aydınlanır...

not:İtalyanca Aşk Başkadır, Aşk Mutfakta Pişer, Aşkı Yarın Yaşayacaksın, Bir Dilek Tut Benim İçin ve Geri Döneceksin gibi popüler romanların yazarı Maeve Binchy, geçirdiği rahatsızıktan dolayı 72 yaşında hayata veda etti.
yolun ışık olsun,bize yaşatttığın o güzelduygular için teşekkür ederiz...

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Memet Hoca

Bir ''Suzan'' dedi mi? Suzan Abla pıt , merdivenin başında oluverirdi...O , buralardan çok erken gitmeyi seçen , yosun gözlü Suzan Abla...

Mehmet Enişte nam-ı diğer Memet Hoca...Köy Enstitülü çıkışlı efsanevi öğretmenlerdendi. Ben tanıdığımda artık emekli olmuştu...Öğretmenlik hayatı boyunca mükemmeliyetçiliği ve matematiğe verdiği önem ile tanınmış. Görümcemin kocasıydı...Ben çocukları ile yani Kayınvalidemin torunları ile yaşıt olduğumdan hep yaşadığım ayrıcalığı Mehmet Enişte ile de yaşadım haliyle...Biz yeni evlendiğimizde- Suzan, bunlar iki kişi için evde ne yemek pişiriyolar, gelsinler yesin içsinler , gidip evlerine yatsınlar derdi.Bizde çoğu zaman öyle yaptık. O karlı çok uzun kış akşamları, geceleri o zamanlar henüz üniversite öğrencisi olan Fatih , Akif ve daha lise öğrencisi olan Filiz ve daha küçük olan Ahmet'le birlikte Suzan ablanın hazırladığı enfes yiyecekler eşliğinde ''borsa'' oynayarak geçti onların evinde...yediğimizi yer, yemediğimiz paket olarak yanımıza verilirdi.Biz evlendikten sonra Suzan Abla ile Annem, de kanka olunca çok güzel birliktelikler yaşadık.

Bir İzmir seyehatimizde, Niksar'lı bir grup ile sazlı sözlü bir toplantıya katıldık. Çalındı , söylendi sıra geldi Niksar türkülerine... Bir türkü söylenirken bu türkü Celeboların damadı Mehmet Hoca için yakıldı dediler.Bizim kim olduğumuzu bilmeden. Köy öğretmenliği yaptığı yıllarda olmuş. Ben sonraları kendisine sorduğumda, gülümsedi ve yok öyle birşey dedi.

Niksar'ın eğitim hayatına verdiği katkıları, sonra ekonomik hayatına da yansıttı. Halıcılığı kalkındırdı, köylere halı tezgahları dağıtıp hem köylünün iş hayatına tarımdan başka bir yoldan katılımını sağladı hem de Türk köylüsünün elindekiyle yetinmek gibi makus talihini yenmesine de ön ayak oldu. Niksar ve köyleri dokunan Hereke halılarıyla dünyada bile meşhur oldu.Dört güzel evlat yetiştirdi...Fatih, Akif, Filiz ve Ahmet...

Memet Hoca , artık Suzan Abla'nın yanında... Yolu ışık olsun, yetiştirdiği öğrencilerinin ve tüm sevdiklerinin duaları O'nunla olsun...


28 Temmuz 2012 Cumartesi

Moda'dan Gece Bakışı

Dün çok keyifli bir akşam geçirdik.İstanbul'a Moda'dan bir gece bakışı yaptık. Gamsegamse, Ben , Zeya ve Yıldızlı Fırçamız:) Ebru ile Moda akşamı yaptık.İftar sonrası olunca artık Moda akşamı değil Moda gecesine dönüştü tabi.
Önce Koço'da çaylı kahveli sohbet yaptık. Bir ara Gamse ile Ebru fısıldaşınca bizimde merakımızı uyandırdılar. Arkamızda ünlü birileri varmış, kim olduğunu da anlatamadılar. En sonunda Ebru hemen cepten internete dalıp resimlerini gösterdi.Tabi arkamızı dönüp bakmak ayıp olacaktı.:))) Meğer Levent Tülek ve Pelin Su Pir'miş. İkisini de pek bi severim.Sonra Ali Usta'dan dondurmalarımızı alıp yürüyüş yaptık. Benim dondurmam apartman boyuydu. Tüh keşke resmini çekseydim:))(Ali Usta'nın önü yine çok kalabalıktı haliyle)

Gece eve gelince biraz tv biraz kitap takıldım.

Sabah, film yerine bir bölüm ''ALF'' izledim çok keyifli geldi.. Uçuşan tüller de bana eşlik edince keyif ikiye katlandı.

D&R dan aldığım kitaplardan; ''Ev Erkeği '' ne başladım. Çok keyifli bir kitap, ramazana ve bu sıcak havaya iyi geldi. Kitaptan söz etmiyorum. Çünkü bitince'' Kitap Okuyan Kız'' da yazacağım.

Oki doki bitti bu yazı...

27 Temmuz 2012 Cuma

işte böyle böyle

Günler geçiyor valla, su gibi akıyor... Kızların tatilinin bitmesine neredeyse 15 gün kaldı. Naziş tatilin hemen hemen tamamını Cunda'da geçirdi zaten. Şaka maka 4 temmuzdan beri görüşemedik.Bu sene tatiller , babamın hastalığı dolayısiyle biraz garip, bölük pörçük oldu. Hadi ,İstanbul'un tadını çıkarayım desen sıcak da senin canını çıkarır.Neyse önümüzdeki maçlara bakacağız artık.

Ramazan tüm haşmetiyle sürüyor. İftardır, sahurdur yuvarlanıp gidiyoruz. Çarşamba akşamı görümcemgili:) iftara çağırdım. Bir gayret bir kıyamet hazırlandım. Eteğimde ki tüm taşları döktüm:))Her yıl onlara aynı çorbayı ikram ederim iftarda...Çünkü; Meral ille de bu çorbayı ister. Klasik tarhana çorbası, üstüne küp küp doğranıp tereyağda iyice kıtırlaştırılmış ekmek ile servis ediliyor. Laf aramızda benim de en sevdiğim çorbadır.Hep birlikte iftar yapıp, gırgır şamata okey oynadık.
Her gece sahura kadar otururuz, o gece yatalım dedik. Gece ben bir ara sıcakladım, salona gittim klimayı açtım, arkamdan Gamsegamse geldi , uyumuşuz... Birden kafamda kocam belirdi- Lale, saat altı olmuş...saati duymamışız, sahuru kaçırmışız... İyi de adamceyizim , madem kaçırdık , daha beni niye uyandırıyosun:) Dün o yüzden oruç tutamadık.
Dün yine en sıcak gülerinden birii yaşadı İstanbul. Biz de öğleden sonra sıcağı en keyifli sinema salonunda geçirilir dedik ve çarşamba gününün iftar ekibi ile birlikte Capitol'e sinemaya gittik. Öncesinde ben sinemanın bitişiğinde D&R'a dalıp D&R ve Can yayınlarının birlikte yaptığı D&Rda yaz kampanyasını bir güzel kampayaladım. Geçen yıl bu kampanyadan bir kitap bile alamamıştım ne yalan söyleyeyim abidik gubidik kitaplarla doldurmuşlardı. Ama bu seferki gerçekten de çok güzel.
Filme gelince, hepimiz filmi çok beğendik. Tarihi kurgulu ve kostümlü bir filmdi... Damimarka'da 18.yy da gerçekleşen bir skandaldan uyarlanmış. Jan Jack Russeu, Voltaire nin tam yayıldığı dönemler, aydınlanma çağından tüm Avrupa ülkelerinin etkilendiği yıllarda, saray doktoru ve Danimarka kraliçesinin aşkları ve bu aşk etrafında gelişen olaylar... Filmin cümlesi '' Aşkları bir ulusun kaderini değiştirdi'' şeklinde. Yalnız bu film mutlaka ama mutlaka sinemada izlenmeli ki, o görselliğin tadına varılabilsin, bir atın soluğunu hissedebilmek, o uçsuz bucaksız uzanan çayırların, onların ortasındaki şatoların, sarayların keyfini çıkarabilmek gerek diyorum.


Danimarka kralı VII. Christian akli dengesi tam da yerinde olmayan, kafasına göre hareket eden, uçuk-kaçık bir karakterdedir. Asabidir, alkolü, fahişelerle eğlenmeyi ülke yönetiminden daha önemli görmektedir; zaten kendisine bağlı olan konseyde kralın tescilli deliliğini fırsat bilerek ülkeyi istediği gibi yönetmektedir. İngiltere prensesiyle politik çıkarlar için evlendirilir; Prenses Caroline ülkeye gelirken sanatçı bir ruhlu bir kral ile evlendiğini sanarken, karşısında hala büyümemiş bir çocuk bulur.
Danışmanları tüm ülkede seçkin isimler arasından krala uygun doktor ararken, sıradan bir kasaba doktoru olan Friedrich Struensee çatlak kralın gözüne girer ve sadece kraliyet doktoru olmakla kalmaz kralın en iyi dostu, danışmanı olur. Bu süreçte de kralın çoktan gözden çıkarttığı, sıkıcı bulduğu Kraliçe Caroline ile de aralarında karşı konulmaz bir çekim oluşur. Doktorun ve kraliçenin yaşadığı gizli aşk, bir ulusun da aydınlanmaya giden yoluna öncülük edecektir…


İşte böyle böyle...

24 Temmuz 2012 Salı

filmler, kitaplar, yemekler ohooo


Bu günün filmiydi... Başka kültürler de var diye... Bizden başka da hayatlar var diye... Hayata bizim gibi bakmayanlar var diye... Fantastik filmlerden hoşlanırsanız bir de... Büyükbaba öldükten sonra ancak girilen bir oda... Biz de olsa, o oda da torunlar cirit atar... Büyükbaba'nın her gün bir şeyi kaybolur:)) Ormanda kakasını gidip bir yumurtanın üstüne yapan, sonra da bunla ruhları rahatsız eden çocuk gibi detaylar ilginizi çekerse izleyin...

Bugünün kitabı... Zaman Çarkı...Naziş'in kitaplığından araklamasyon... İkimizin tarzı birbirine hiç uymaz ama konusu ilgimi çekti.

Bugünün şarkısı... Maria Callas-Ave Maria... Ses rengi çok tartışma konusu olmuş zamanında ama ben beğenirim. Dayımların salonunda yüz sütü yatıp Hayat Mecmuası okuduğum yıllardan tanışırız. Çocuktum da ne anlardım , niye ilgi duyardım acep Onasis ve O'nun aşkına... Farah Diba'lı Jackie Kenedy'li yıllardı... Ben saçlarımı Mirellie Matheu gibi kestirir Jane Fonda gibi protest tavırlar içinde olurdum.Boyalı Kuş'u yeni okumuş, saçlarım diken diken olmuş, gözlerim dışarı yeni fırlamıştı...

Bugünün yemeği...etli biber dolma... Kayınvalidemin yeşil mercimekli kare hamurlu tutmaç çorbası... Yeşil mercimekler pişti, içine kare kesilmiş hamurlar( özel bu çorba için yapılır. Bana her yıl özel yapılır, bazen iki kase dolusunu haşlar, sarımsaklı yoğurt ile karıştırır, üstüne kıymalı, pul biberli, naneli, tereyağlı bir sos dökerim.Ay ağzım sulandı , oruç oruç)Çorbanın içine haşlanmış nohut da atılır. Piştikten sonra, tereyağı kızdırıp, pul biber ve nane ile birlikte coss diye çorbanın üstüne dökersin.Çorba yenirken , biraz suyla kıvamlandırılmış yoğurt ekleyin. Çorbayı da sulu zırtlak yapmayın azcık koy bir çorba olsun:)

Bugünün yani bu akşamın dizisi...SEKSENLER...bu akşam yeni sezona başlıyor...
Akşamları Show tv de ki yemek yarışmasını izliyoruz. İftar saatine kadar da oyalanmış oluyoruz. Dün akşam bir yemek bloggeri yarıştı. Elendi ama çok da umurunda olmadı:)) gayet güzel yarıştı...

Naziş Cunda'yı mesken eyledi... Gamse ben, Ordu'ya giderken gitti, dönerken döndü...Malum benim ekürüm... Biz gitmek için biraz serinlik bekliyoruz.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

bir film iki tarif

Bugün yine bir film var iki de tarif... Tarif bizim Memo'dan... Ailenin en yakışıklısı ve de en marifetlisi olur kendisi... Birşey mi? tamir edilecek Memooo diye bağırırız hemen yetişir. Özellikle de bana...Yingesi O'nu, O' yingesini acaip sever. İlk kazandığı parayı bile bana harcamıştır billa:))

Dün akşama doğru, Gamse- ben halama gidiyorum, dedi.İyi dedik ne diyecez:)) Ben iftardan sonra mayıştım, yayıldım bir tarftan da ocaktaki çay suyunda gözüm , kulağım. Telefonum çaldı, Memo- Yenge bize gel, okey partisi ve sürprizler var dedi. Kalktım gittim. Biz , görümcem, Meral ve de Gamse dörtlüsü okeye oturduk. Oyunun orta yerinde Memo- hazırmısınız dedi ve bu tabağı masanın ortasına koydu... İçi nutellalı milföy topları... Sıcak sıcak yeniyor ki, nutella şelale gibi aksın ağzınıza...İçine marmelat da konabiliyormuş hatta peynir , patetes, zeytin emesi gibi amlzemelerle tuzlu olarak da hazırlanabiliyormuş. Bir milföy hamurunu dörde bölüp, iç,ne malzemeyi koyup top gibi yapmış, ve kızartmış. Asla yağ çekmemişti. Bol ve kızgın yağda kızaracak. Fırında olabilir mi? diye düşündüm ama Memo olmaz dedi... Ben yine de deneyeceğim:)) size sonuç bildiririm...İftar yemeklerimin hafif olmasına ve az yemeye gayret ediyorum. Ordu seyahati sonrasında Ramazan fena geldi:))Dün akşam soğuk çorba yapayım dedim. Bir buğday ıslatmışım, haşlayınca baktım ki; yedi mahalleyi doyurur. Böldüm parça parça dondurucuya koydum. Dile kolay iki koca tencerede haşladım:)) yarısını görümceme götürdüm...Haşlanmış ama iyice haşlanmış buğdayı koyuca bir ayranla sulandırıp üstüne azıcık tereyağla haırlanmış salçalı, toz kırmızı biberli bir sos döktüm, daha dorusu kaşıkla damla damla koyacaksınız. Sadece görüntü icabı:)Şöyle bir gezdiriverin kaşığı çorbanın üstünde..

Filme gelince...Uzunca ama içinde muhteşem diyaloglar ve alıntıların olduğu bir Denzel Waşington filmi... Unuttuğumuz bir şeyi münazarayı hatırladım. Okulun münazara takımındaydım ve hiç kaybetmedik ...Güzel bir film öner deseler hiç çekinmeden önerebileceğim bir film. İzlenmesi gereken, kaçırılmaması gereken filmler kategorisine koydum.Bazı filmler vardır keyifli anlar geçirirsiniz bu da bir kazançtır bazı filmler vardır sizi geliştirir bir şeyler katar. Mesela Willie Lynch ismini hiç duydunuz mu?... Batı Hint Adalarının en gaddar Köle patronuymuş. Linç kelimesi ondan geliyormuş. Öldürme, aklını al onun köleleri hizaya getirme şekliymiş. Köleleriyle baş edemeyenler ondan akıl alırmış.

Bu akşam için henüz iftar haırlıklarına başlamadım. Tek aklımda olan biber dolması yapacağım, gerisi gelir nasılsa...

22 Temmuz 2012 Pazar

Pazar pazar

Sahura kadar oturuyoru(z)m...Sonrasında yatmak yine nereden baksanız bir saati buluyor. Ama bu gözler yine erkenden açılıyor.Biraz debeleniyorum yatakta, nasılsa kalkıp yeşil çayını , kahveni neyin içemeyeceksin yat zıbar diyoruum içimden ama 5 dk sonra kalkıyorum.
Hayatın bu sabahından size sunacaklarım; uçuşan tüller ki en sevdiğim kısım...Bu yaz İstanbul sıcak olsa da rüzgarını esirgemedi bizden neyseki...
Sabah önce 46 dk lık ''Charlie Brown- Mutluluk Sıcacık Bir Battaniye''diri izledim. Bir çizgi filmden çıkarıcak milyon tane ders mi? olur kardeşim...Hepimizin nasıl bir güven arayışında olduğumuzun ve olmadık şeylerle kendimizi güvende hissettiğimizin dersini verdi bugün bana bu cızık film. Dün de bir animasyon filmi izlemiştim... Lorax... Hayatta en çok istediği şey; gerçek bir ağaç görmek olan bir kız ve O'na aşık olan bir gencin hikayesi... gittikçe plastikleşen dünyayayı farketmemizi daha iyi sağlayan, hatta gözümüze sokan bir film olmuş. Seslendirmesini ünlü isimler yapmış mesela Deny Devito diyeyim anlayın.
Bir başka sözünü edeceğim film yine çok keyifli... Farkındaysanız size eğlencelikler sunuyorum:)) tam pazar gününe yakışır filmler. Dün akşam Amca çocukları-Hadiye-İhsan ve Kadir geldiler ziyaretimize. Çok hoş saatler geçirdik. Kolay değil biz onlarla altı yıl komşuluk ettik aynı zamanda da ama şöyle de birşey var ki,anlatması çoook uzun süren nedenlerden dolayı da birbirimizi tanıdığımızda ben Naziş'e hamileydim:))Hadiye hep anlatır- ben birgün yolda gidiyormuşum; Hadiye'ye- bak, amcanın kızı demişler. Ama biz o mesafeleri takla ata ata aldık. Bunların bir de Aliye Ablaları vardır ki asıl kankamdır.Bu sekiz yılda yaşadığımız maceraları andık, gülmekten öldük. Birbirimizin ağzından kapa kapa anlattık. Amcamın büyük oğlu Ali bir kızla anlaşmış kaçmışlar. Gece saat 12 falan, bizim kapı çaldı... Amcam kaçakları ve dahi geri kalan bütün ev halkını toplayıp bize getirmiş.Sanırsın ya oğlan benim ya kız...Amcamın gece balkona attığı dondurma paketleri, bizi kahvaltıya çağırıp sabahın köründe mangal yakması, yengemin bir tarftan sulu köfte pişirmesi... kocamın şaşkınlıktan gözlerinin förtlemesi... O zamanlar çok küçük olan Gamse'nin; İhsan'ı İnsan Abi diye çağırması... Suyu ile çok ünlü bir yerdi , hala da öyledir ya o zamanlar oturduğumuz yer. Amca, misafirlerim gelecek İstanbul'dan dedim diye sen tut, kasalar dolusu suyu kale gibi yığdır evin önüne:)) Ben evde de yoktum, eve bir gelmiştim ki evin önünde, pet şişesi, cam şişesi her boyuttan kasa kasa sular üst üste duruyor. Amca yazım şurada

Bugünlük de bu kadar olsun mu?

20 Temmuz 2012 Cuma

o anlar unutulmasın diye



Resim ,dün gece ki sahur masamızdan...Gamse ile sahura ne yapalım diye düşünürken Gamse; teyzem yani Zuz, pansiyonda kahvaltıya lorlu biber yapıyor, herkes çok beğeniyordu dedi. İlmiyem'de yapardı ben de çok severdim. Yalnız Zuz kırmızı biber ile daha bir renkli yapmış. Biz sahurda sadece kahvaltı yapabiliyoruz. O yüzden bizim için iyi bir alternatif oldu. Çok keyifli bir sahur yaptık. Gamse bize turistik takıldı. Oruç tutmaz ama iftar ve sahuru çok sever:) Sahurda eski filmlere, eski dizilere falan takılırız. Hahah seneler önce , a ne bu ya ,izlenir mi bu deyip burun kıvırdığımız Berivan adlı diziyi, karı koca bir ramazan boyu sahurda hiç kaçırmadan izlemiştik:)) hem de ne heyecanla...Yanılmıyorsam , Sibel Can ve Emre Kınay oynuyordu...

Közde mısır resimleri Ordu tahıl pazarından ama biz tahıl değil nedense takıl deriz. Ola ki tahıl pazarı diye sorarsanız yapmayın öyle bir yanlış:)) ''Takıl '' nerede deyin...Resmi; Özlem ve Güven ile yaptığımız şahane Ordu gününde çekmiştim.Mısırcı- bu abuk kadın da nereden çıktı dercesine bakmıştı bana:)Ordu'da mısır közde yenir biline...

Köyde, harmandaki çam ağacı... son gün yengemle altında oturduk, sahanda köy yumurtası yedik. Sonra da dayım bizi almaya gelene kadar altında yattık.Resmi, yattığım yerden çektim zaten:)





Aktaşlar... Buranın, en başta pidesi meşhur... Dayım ve yengemle kahvaltı yapıp sonra kuzilerle ikinci kez gelince; garsonun bana - aa siz biraz önce de gelmiştiniz dediği benim de- demek ki doymamışım dediğim yer. Teyzemlerin evinin karşısında hemen.


Teyzemin evinin önünde ki erik ağacı... ve balkon manzarası...Ağacın, erikten dalları yıkılacak neredeyse.Teyzemin evi tam limana karşıdır. Benim kocam ömrünü orada geçirebileceğini söyler her seferinde ama hadi desen - İstanbul'a çok uzak der.

Gülay'ın , akıllara ziyan örtüsü...bir çiçek bahçesi...10 yılda bitirmiş.Yakından görmenizi çok ama çok isterdim.



Resim; Niksar yolundan... dağlardan geçerken arabanın içinden çektim...

Çorba...kardeşimin ,Metin'in Niksar'da içtiğimiz sabah çorbalarından... Onun ki, acılı ama sarımsaksız kelle paça idi...Söylemiştim Niksar'da bin çeşit çorba çeşidi vardır diye... Biz yengoşla çeşitli çorbalardan azar azar yiyip tadına bakmıştık. Bu da çok güzeldi.Ben bu lokantada cüzdanımı düşürmüşüm, çantama oyarken yere atmışım:)) biz simit fırınındayken arkamızdan koşturdular...

Yine Niksar'dan bir resim... Niksar simidi.Çorbaları içtiğimiz lokantanın altındaki fırından...

Resimler, yaşananların tanığı... O çam ağacı, yengemle , köydeki harmanda geçirdiğimiz öğleden sonranın, ekmeklerimizi bandıra bandıra yediğimi o leziz has köy yumurtalarının , yatarken başbaşa verip resim çekme çalışmalarımızın tanığı... O simitler, dağ yollarında çaylarımıza katık oldu... O çorbayı, kardeşim içti...O manzaraya bakarak sevdiğim insanlarla sohbet ettim, tadı damağımda kalan şeyler yedim.O erik ağacının resmi, tam evden çıkarken eşikte çekildi... gördüğünüz manzaraya karşı çok çaylar içtim, eniştemle çok sigaralar tüttürüp çok sohbetler ettim. Çocukken, Gülden beni az kala düşürüyordu o balkondan.Biz aşağıda denize girerken, annem az gözlemedi bizi..O güzelim örtünün kendinden bin kat güzel bir sahibesi var.Yüreğini evini sonuna kadar açtı bana ve tüm dostlarına ayrıca şahane meyveli pasta yapıyor. Mısırlar da güzelim bir Ordu gününde çekildi. Özlem ve Güven ile geçirdiğim tadından yenmez bir gün ve geceyi hatırlatıyorlar bana...

Bu kadar, ramazanın ilk gününden yazacaklarım. Bu uzun günlerde umarım zorlanmayız, çünkü evde ki ramazan havasını çok seviyoruz ailece...İftarlar, sahurlar çok ama çok güzel oluyor.Oruç tutanlara kolaylıklar diliyorum. Serin, leziz, duların kabul olduğu keyifli bir ramazan olsun.

not..CUNDA'ya yolu düşüp de- burası Lalenin Bahçesinin kardeşinin pansiyonu mu? diye uğrayanlara çok teşekkür ediyorum. Zuz çok memnun kalıyormuş. Bazı isimleri unutuyor, valla eline yazın verin. Sonra ben merak ediyorum kimler diye...

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Sakın Kımıldama

Bugün iki filmim var sözünü edeceğim, bir de kitap.
İlk filmim Don't Move ...Margaret Mazzanti'nin Sakın Kımıldama adlı kitabından senaryolaştırılmış sanki satır satır filme alınmış. Çok başarılı bir uyarlama... Penolope Cruze'yi hiç bu kadar çirkin haliyle görmemişsinizdir. Uyarlama o kadar başarılı ki, bir sonraki sahneyi tahmin edebildim. Kitapta anlatılan renkler, mekanlar tamamen aynı idi... En ufak bir detay bile atlanmamıştı. O yüzden önce kitabı okumanızı salık veririm. Çok keyifli oldu benim açımdan böylesi. Kitabı , Ataletim canım benimle eş zamanlı okumuşuz ve ikimiz de yazmışız , kitap hakkında... İki farklı pencereden okumak isterseniz burada ve burada...Bu filmi izlenmesi gereken filmler kategorisine koydum...
Margaret Mazzantini'nin yazdığı'' Sakın Kımıldama''.Çok hazin bir hikaye...Timo, İtalia, Angela, Elsa ...bu isimler aklınıza kazınıyor sanki...Ben ki sismleri aklımda tutamam... Hayatta yaptığımız seçimlerin yaşamımızı nasıl etkilediğini, ayrıkotlarının üstüne basıp geçerken onları nasıl farketmediğinizi...Bahçenizde olsa, söküp atmak istersiniz hani..Hayır diyemeyen birine tutulmak, sevmeden aşık olmak nasıl bir duygudur...İzleyin ve okuyun bence... hatta okuyun ve izleyin...

İkinci film... Şimdiye kadar yazılmış en iyi yalnızlık hikayesi olduğu söyleniyor. Oldukça durağan bir film , eleştirmenlerden çok yüksek puanlar almış. Bence başrolde Buenos Aires'in binaları var. Baş karakter de zaten bir mimar.Mariana ve Martin, hayatı durağan olan ve yalnız yaşayan iki kişidir. Oturdukları tek göz odalarda aynı ortak paydaları paylaşmalarına ve apartmanları karşı karşıya olmasına rağmen bir araya gelemezler. Çünkü zamanın hiç bir anında karşılaşamazlar. Birbirlerini tanımadan ve habersiz yaşayan Mariana ve Martin, ilişki yaşasaydılar belki de mükemmel bir çift ortaya çıkacaktı?

Filmler bu kadar...

Kitap, Ordu'ya giderken başladığım, yolda, Ordu'da okumaya çalıştığım ama gezmekten okumaya fırsat bulamadığım ''Kelebeği Kurtarmak''...Tek tanrılı dinlere ilgi duyup, İslamiyette karar kılıp, müslüman olan Amerikalı bir kızın; Mısır'a gidip orada bir müslüman adama aşık olması, evlenmesi konu edilmiş. Son derece güzel bir kitap ama çeviri felaket, aman zaman anlam kaymalarına bile neden olabiliyor.


Gelelim bizden haberlere...Geldim geleli bol bol çamaşır yıkama , asma , toplama var... Dün akşam görümcemler vardı... Onlara Dr. Ötker'in tarçın ve karanfil şerbetinden ikram ettim, içine buzküpleri attım , çok beğendiler...o yüzden tavsiye ediyorum. Ordu'dan gelen kavrulmuş fındık ve Göreme'den gelen kuru üzümler eşliğinde... Gecenin sonunda ise kazandibi üstünde dondurma... Kazandibini pişirdim, üstünü yakma işlemi yapmadan kaselere boşalttım. Kaselerin dibine kırık büsküviler koydum, muhallebiyi onun üstüne boşalttım. En üste de evde fındıklı, bademli, cevili , ballı krokan vardı ondan birer tatlı kaşığı koydum, en üste de dondurma...Resmen atom bombası oldu. Anacım bi gelin daha ne yapsın:)) Çayın yanında da kaşarlı kanepeler, fırında kaşarlar eriyene kadar tuttum. Ne kaa becerikliyim, pratiğim, akıllıyım :)))

Bu çok faideli yazının sonuna gelmiş bulunuyoruz. Akşama süper bir programım var ama önce bir gerçekleşsin öyle söylerim...

Programımı sonra söylerim dedim ama sonra baktım ki, üle duyrulması gereken bir şey bu:))Programım budur...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

İstanbul'dan devam

İki gündür İstanbul'dayım...Karadenizin serin sularına cup cup daldıktan, arabadan iner inmez hırkamı giydiğim serin dağlardan yaylalardan sonra biraz sıcak geldi... Neyseki bizim ev uçuş uçuş, arka tarafımızın açık ve yeşil alan olması, Azcık Çamlıca'dan azcık Boğaz^dan nasiplenmemizi, sıcakta olsa hafif bir rüzgar olması bizim evi rahatlatıyor. Olmadı B Planı ... yani klima... Öyle böyle geçecek yaz. Yarından itibaren biraz serinleyecekmişiz zaten.

Gelir gelmez makineler dolusu çamaşır yıkandı , kurudu kaldırıldı benim kadar da Cunda'dan dönen Gamse'nin çamaşırı oldu. Gamse sıcaktan bunaldı kaçtı ama Naziş hala Cunda'da... Biz de Eylül ayına erteledik sanırım, sanırım diyorum şimdilik öyle konuşuyoruz. Bu kış aylarından beri tansiyon ilacı alan kocamı düşünerek bu kararı aldık şimdilik. Küçük bir kaçamak yaparız belki daha yakın bir yerlere...
10 gündür temizlik görmemiş evimiz dip köşe temizlendi, bu arada mevsim sebzelerinden dondurucuya koyma işlemleri yapıldı. Bugün, kışın komposto yapmak için üç kg kadar vişne ve, kışın bulunmayan İtalyan cinsi sivri tarla domateslerinden ve yengemin bahçesinden topladığı taze fasulyelerden koydum.Domatesler, kışın sos için süper oluyor, hatta şipşak menemen için...

Dün akşam yemeğini Görümcemgillerde:) yedik. Yine süper bir sofraydı... İzlediği yemek programından aldığı bir tarifle yaptığı tavuk gönülleri fethetti. Kabaklı, havuçlu, yeşil, sarı, kırmızı biberli renkli bir yemekti... Karışık , asma yapraklı ve karalahanalı dolma da öyle... Bu arada diyetimi merak edenler var. Evet Ordu'da biraz çuvalladık ama hehe aynen kaldığım yerden devam. Yemekten sonra okey masası kurduk. Biz , yani Meral , ben ve Gamse çan çan konuşurken; Görümcem , bizi dörtle çarptı, sekize böldü ve de ikiye katladı:)

10 gündür kitap okuma konusunda sıfırım, gündüzleri ayağı yanık kedi gibi dolaşmaktan, geceleri sızdım kaldım.

İstanbul'a geleli dün sabah bir film izledim. Çoktandır bekliyordu zaten. Geçen yılın Altın Portakallı filmi; Güzel Günler Göreceğiz.

Hasan Tolga Pulat'ın yönettiği paralel hikayeler draması Güzel Günler Göreceğiz, bir gün içinde ve İstanbul’da geçiyor. Hikaye, beş farklı karakterin - Cumali, Ali, Figen, İzzet ve Anna- kesişen yollarını anlatıyor ama hiç kimse bir diğerinin farkında değil, dolayısıyla da birbirlerinin hayatlarına müdahaleleri yok. Günün sonunda ise aslında insanların müdahale ettiği hayat ortaya çıkıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Uğur Polat, Buğra Gülsoy, Nesrin Cevadzade, Feride Çetin ve Barış Atay Mengüllü isimleri öne çıkıyor...
48. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yarışan yapım En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Kurgu ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödüllerine layık görülmüştü.

İzlerseniz pişman olmazsınız kategorisine koydum.

Bu akşam yemeğine yengemin köydeki bahçeden topladığı taptaze, çıpçıtır fasulyelerden fasulye diblesi yaptım. Anlayacağınız bugün yine çok çalıştım ama merak etmeyin az aşındım:))İşte böle böle

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Ordu Güncesi

Onuncu günün sonunda evdeyim...Ben evimi evim beni çok ama çok özlemiş.Size bu on günü anlatmak istiyorum da, ne anlatsam eksik kalacak.

Burcu'nun hem geleneksel hem son derece modern düğününü mü anlatsam. Davullarla zurnalarla çıktığı evden, özenle organize edilmiş modern düğüne yol aldık. Piste gelene kadar, Doğa ablasının yollarına güller döktü. Barkovizyonda gece boyu, anılar geçti. Annemle Babamı perde de görmek hepimizi duygulandırdı...Biz kuzen ordusu dansta, oyunda, horonda kimselere fırsat vermedik. Gelin'in attığı çiçeği kapmaya çalışan arkadaşlarının birbirleriyle kapışması hepimizi çok güldürdü. Gecenin sonunda onları düğünün yapıldığı otelde bırakıp biz eve döndük.

Düğünün ertesi günü ben yine soluğu Boztepe'de aldım. Çocukluk ve mahalle arkadaşım Nimet'le öğle yemeği yedik, eski günleri yad ettik. Benimle teleferiğe binerek yükseklik korkusunu yendi:)..Biz yemeğimiz bitmiş kahve keyfine geçmişken Kuzenim Güven ve Eşi Özlem aradılar. Günün kalan kısmını ve akşamını onlarla geçirdim. Tam bir Ordu günü yaşadık. Çarşıda girmediğimiz mağaza kalmadı, girmedik sokak, oturup çay kahve içmedik cafe bırakmadık. Ünlü Ordu tostunu Şamata'da yedik. Ben masaya kaldirik kavurması da getirttim. Kaldirik hafif dikenlimsi bir ottur ama kavurması muhteşem olur. Sokaklarda olmadık şamata yaptık hatta Maraş dondurmacısının kıyafetlerini giyip dondurma bile sattık. Akşamı Teras Cafede tamamladık. Denize karşı çok ama çok güzel bir yer. Hatta Ordu'da en sevdiğim mekan diyebilirim. Yiyecekleri sebze sandığına benzer bir sandık içinde servis ediyorlar.Burada buz gibi biralar eşliğinde yemeğimizi yedik, sohbetlerimizi ettik ve akşamı noktaladık.
(Ordu tostu, ekmeği aynen milföy gibi ağzıda dağılıveren bir ekmekten yapılıyor)
Ertesi günün programında benim ilk blogcu arkadaşlarımdan olup, Ordu'da diş hekimliği yapan Aysun Furtun'un evindeki benim için verdiği kahvaltı daveti vardı. Davet ama ne davet... Her gelen bir Ordu lezzeti ile gelmişti. Dibleler, yoğurtlamalar, turşu kavurmaları daha aklıma gelmeyenler. Tabi olmazssa olmazı Karadeniz Pidesi masanın baş konuğuydu... Aysun'un deniz kıyısında ki evinde akşama kadar kalkmayan masa, hiç bitmeyen çayımız, araya sıkıştırdığımız okey partisi ve okey masasında söylenen şarkılar ile Ordu'da ki pazar günümü noktladım.Ben pazar gününü noktaladığımı düşünürken Evşen , yani en küçük kuzen aradı - hazırlan seni almaya geliyorum, Teyneliye gideceğiz dedi.. Teyneli köyünün adı teinden geliyor. Sincap demekmiş ve bu köyde istemediğiniz kadar sincap var. Biz gece gece Teyneli yoluna düştük. Sora sora Bağdat bulunur hesabı, köy yolunu bulduk:)) En son Teyneli nerede diye sorduğumuz burası dedi:)) Giderken arabada avaz avaz Karadeniz türküleri söyledik. Deruleden başladık:))...Oy kemençeci dayı soktun gözüme yayı derken az kaldı köy yoluna döneceğimi yeri geçiyorduk. Köyde diğer kuzenlerle buluşup bir çay içip Ordu'ya döndük. Evşen gelince benim yatağımı kaptı uyudu ama soluğu gece benim oda da aldı. Oh olsun dedim, çünkü sivrisinek ilacını yengem benim odama takmıştı hihihiih...
Altta gördüğünüz Aysun'un kahvaltı şöleninden...



Pazartesi günü İlknur ve Nuray ile randevum vardı. Bu program ben henüz İstanbuldayken yapılmıştı. Önce Dıgı'nın enfes Karadeniz pidelerini yedik sonra teleferikle Boztepe'ye çıktık. İlknur aynı zamanda bizim yani Sipahioğullarının sanatçı bir ferdi. Yaptığı resimler sergilerde yer alır. Teleferikde , Boztepe'de bol bol resimlerimi çekti. Çaylarımızı içtik, dondurmalarımızı yedik ve onlar işten yaptıkları kaçamağı fazla kaçırmadan işe geri döndüler. Ben de başka bir programa yol aldım.
Bu kez Gülay, Gülten ve Meliha dörtlüsü olarak yine şarkı söyleye söyleye okey oynadık. Gülay'ın resmini gördüğüm ; 10 yılda bitirdiği o akıllara ziyan örtüyü yakından gördüm. Sanırsınız çiçek bahçesi.Saat dokuza geldiğinde aklıma Ordu'da bir ayilem olduğu geldi:)) Onlarda benim nerede olduğum hakkında tahminde bulunmaya çalışıyorlarmış. Hakan beni Gülaylardan aldı ve bu kez onlaara gidip helva partisi yaptık. Sora sora Bağdat bulunur hesabı benim nerede olduğumu keşfeden herkes oraya gelince, bizde Oya ile sürekli malzemeyi artımak zorunda kaldık ve iki tencere un helvası kavurduk. Tadına bile bakmadım malum diyet heheh o pideleri yutarken aklıma diyet hiç gelmedi de helvada geldi işte...

Şimdi günlerden ne oldu. Ha salı...Salı sabahı saat altıda kalkıp, yengeler yengesi aslan yenge Seyhan , Dayım, ben ve kardeşim Metin ile birlikte, önce Ünye, sonra dağ yollarına vurup Niksar'a gittik. Gördüğümüz tek bitki örtüsü çam ağaçlarıydı. Ben rabanın camına yapışıp- Ay böyle manzaraları filmlerde görüp mest oluyoruz, aynı İsviçre felan gibi 100 kere deyip deyip dayımı gıcık ettim:))dağ yolalrında, kömür ateşinde semaverde çay yapan yerlerde çay molaları verdik. Dayım bir porsiyon misler gibi köfteye üç lira denilince , bir tane fazla koyun hepimiz köfte yiyelim diye gırgırına pazarlık yapmaya kalkınca, gerçek sanan yengemi çok kızdırdı. Dayım pazarlık yaparken , yengem olmaz diyordu:))Niksar'da dostlarımız yine yalnız bırakmadı bizi,daha Niksar'a adım atar atmaz akşam yemeği programı yapıldı. Bu yemeğin baş rolünde tabiki de Tokat kebabı vardı. Gece yarılarına kadar sohbetler ettik doyamadık. Birlikte büyüdüğümüz Tahir, Melih ve Necdet... Necdet'i yıllar önce kaybettik ama o gece bir an düşümedik dilimizden. Babaları Şevki Amca; yıllarca karayolları şefliği yaptı Ordu'da ...Emekli olunca memleketleri Niksar'a döndüler ve iki dönem CHP den belediye başkanlığı yaptı.İlişkimiz hiç ama hiç kesilmedi. Hatta Melih'in kızı bana hala der. Ben de annelerine hala derim yine... Düğünlerimizi de, acılarımızı da birlikte yaşarız paylaşırız.O gece evlerinin ana artık Naz Cafe olan bahçelerinde hem yemek yedik hem eski günleri yad ettik. Ertesi sabah kahvaltı için ısrar ettiler ama biz ille de çorbacıya gitmek istedik. Çünkü Niksar çorbaları meşhurdur. Biz yengemle paylaşa paylaşa iki çeşit çorba yedik hatta... İçinde fasulyeden, patlıcana, havuca , pirince , patatese kadar her tür sebze olan acılı sebze çorbası çok güzeldi. Mutlaka ben de deneyeceğim. Çorbadan sonra yengem fırına girip her çeşit ekmekten, poğaçaya simite kadar herşeyden alınca, dayım; Fındık amelesine akmek mi? aldın dedi:))

Ordu'ya dönüş yolu yine Dağlardan , yaylalardan oldu. Bu kez dayım benim nakaratı söylemeye başladı- Lale manzaraya bak, filmlerde ki gibi diye. Kovboyun yerinde çay molası verdik. Kovboy , eşiyle çalışan gencecik bir çocuk. Arı giibi çalışıyorlar. Akkuş'a gelince oranın ünlü bir kasabı varmış onu aradık, ben telefonumu şarj ettirmek için hızlı şarj yapan bir Turkcell bayii bulup oraya konuşlandım.Sonrası, Ünye , Fatsa ve ev , sonra bir de köye gittik , üstüne tüy diktik. Gece 001 de yatağa girdim ve sabaha kadar gözümü açmadan uyumuşum.

Salı çarşamba yollarda geçince oldu artık Perşembe günü... Sabah uyanınca, sakın kahvaltı hazırlamayın ben kahvaltıyı programladım bile dedim ve Kiraz Limanı nam-ı diger Keçi Köy'de ki Aktaşlar'a gittik. Yolunuz Ordu'ya düşerse bu deniz üstünde hatta içinde gibi duran mekanı sakın sakın atlamayın.Kahvaltı da ben yine Karadeniz pidesine gömüldüm. Ama öncesinde yeşil çayımı ihmal etmedim. Pideler yendi, kahveler içildi, mis gibi deniz havası içe çekildi. Dayım oradan fabrikaya yolcu edildi ve yengemle biz hemen oraya yakın oturan teyzeme gittik. Benim meşhur Beyoğlu ekibimde çoluk tombalak ordaydılar. Zaten birlikte gelmiştik Meğer onlarda Aktaşlara gidiyorlarmış kahvaltıya, hadi sende gel, çay içersin sonra denize gireriz dediler .. Gittik, garson beni bu kez başka ekiple görünce siz sabah da gelmiştiniz dedi.- Evet ama doymadım demek ki dedim:)) Onlar kahvaltı etti ben yine yeşil çaydır, siyah çaydır takıldım. Öğleden sonra da kardeşim Metin'in eşi ve yeğenim Doğa geldi. Cümbür cemaat denize indik. Kıyıdakiler , hepsi tanıdık tabi, mahallenin çoluğu çocuğu, gelini kızı, damadı:)) Beni görünce , giden kilolara çok şaşırdılar, pek beğendiler. Yüzdük, güneşlendik, şakalaştık derken akşamı ettik. Bu arada benim başka bir akşam programım vardı tabiki de:))(kiraz turşusu kavurması, et yemeklerinin yanında servis edilir breh breh)

Ben Boztepeden inince, İlknur ve Nuray ile balık lokantalarının arasından yürürken , milletin yediği balığın içine düşünce Gülyalı tarafında bir balık lokantasında rezarvasyon yapmışlardı:)
Nuraylarında yazlığı var o tarafta...Önce Gülyalı- Akasya Altı- Muhtarın Yeri'nde balıklarımızı yedik. Fındık ağaçları içinde salaş bir lokanta...tekneleri varmış, balıklarını kendi tutuyorlarmış. Ben istavrit tava seçtim, ortaya da levrek buğulama geldi. O ne biçim lezzetti anlatılmaz , yaşanır...Yazın burayı da bir kenera...Lokantadan Nurayların yazlığa geçtik ve terasta şarap keyfi yaptık. Şaraptan mı? gecenin keyfinden mi? bilinmez çok güldük çokk.Gece yine hiç uyanmadan uyumuşum.Sabah altıda Nuray kapıyı vurup, içeri birer mayo, şort attı hadi denize dedi. İşte bundan sonrası kelimelerle anlatılmaz. Sabahın o saatinde denizin güzelliği,
duruluğu keyfi anlatılmaz. Tüm günüme yansıdı. Denizden çıkınca bir de güzel kahvaltı yaptık bahçede ve onlar işlerine yetişmek ben de akşam artık İstanbul dönüşü için hazırlanmak için Ordu'ya döndük.



( Sipahioğlu yani İsbo kızları:)))... Nuray, İlknur ve ben)

Ben eve çıkmadan yengemi aldım birlikte fabrikaya gittik. Bir çay da orada içtim. Sonra Dayımla çıktık, biletimi aldım biraz çarşıda dolaştık. Sonra da Anneme Allahaısmarladık demek için köye artık onun ebedi istirahat evine gittim.Yine çok hüzzünlendim ama yine onu iyi ki Ordu'ya götürmüşüz dedim. Biz gidemesek, kuzenler, kardeşleri hep uğruyorlar...Şimdi fındık zamanı, ameler fındık toplayacak, şarkılar söyleyecekler oaralarda, daha bir şenlenecek oralar.Köyde rastladığımız, hiç tanımadığım bir kadın beni anneme benzetti ve Mesture'nin hatırası bize dedi.Biraz da harmanda oturduk ve eve döndük.

Akşam saat 7'de İstanbul'a dönmek için yola çıktım.Yol çok uzun geldi çok uzun. İnşalah seneye havalanı inşaatı bitmiş ve hizmete girmiş olur.

Çok güzeldi herşey ama evim evim güzel evim... Çok özlemişim çok.