Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

28 Eylül 2012 Cuma

Bugün, Gamse'nin programı iptal olunca, hadi aney, birlikte çıklım dedi. Birlikte Natilius'a gittik. Bir kaç mağazaya girip çıktık ama sezon tam anlamiyle başlamamış olduğundan  alışveriş olayını bir kaç hafta sonraya erteledik.Ama hadi bir şeyler yiyip öyle çıkalım dedik. Ben öğle yemeğimi yememiştim saati geçmişti, hatta ara öğün saati gelmişti.İkisini birleştirebilirim dedim, Konyalı'nın önünden geçerken etli ekmeklerin  cazibesine kapıldık ve  etli ekmek yemeye karar verdik. O sırada  Gamse; Leylak teyzesini arayıp beni fişlemekten geri kalmadı:))

Yemek bitince ,  oradan ayrılıp Capitol'e geçtik.Hem yeni çıkan kitaplara baktık hem de D&R a uğrayıp dergilerimizi aldık. Daha önce hiç almadığım bir edebiyat dergisi aldım. Sözcükler,şimdiye kadar gördüğüm en doygun dergi diyebilirim. İçinde onlarca yerli ve yabancı yazarlardan hikaye , şairlerden şiirler, edebi metinler var .İki ayda bir çıkıyormuş. Bu sayı John Berger'in,çağımızın kült filozof ve yazarlarından olan Ernst Ficher'e ilişkin bir yazısıyla başlıyor. Berger, akşamına Ficher'in ölümüyle biten , birlikte geçirdikleri bir günü anlatıyor.Buradan bu sayıda neler olduğunu, hangi yazarların hikayeleri olduğunu görebilirsiniz.


 (ELELE ilk çıktığında henüz lisede falandım sanırım bu kadar uzun soluklu ve aynı kalitede kalabilmesine seviniyorum... Gırgır tabiki  artık Oğuz Aral'ın Gırgırı değil ama benim Akbaba'dan sonra ki ilk mizah dergimdi...O yüzden yeri hala farklı)




Akşam Orduspor ve Galatasaray maçı vardı.Ordusporun 2-0 lık galibiyetine sevinmek mi? Galatasaray yenilgisine üzülmek mi? karışık duygulardı:)

Yalan Dünya tüm hızı ile başladı.Her karakteri beğeniyorum ama ille de   Yırtık Zerrin... Tam günümüz politikacıları gibi her durumu lehine, çıkarına çevirebiliyor...


Şimdi dergime döneyim, iyi olsun hafta sonunuz...


27 Eylül 2012 Perşembe

Sahil boyu


Ne güzeldi hava yine bugün. Sonbaharın bugünlerini kaçırmayı hiç istemiyorum , o yüzden elden geldiğince dışarlarda olmaya çalışıyorum. Sabah, kalkmış yeşil çayımı içmiş, evi şöyle bi gezmiş, denetlemiş, günlük iş olarak şunları yap, şunları geç demiştim kendime de, sonra  dahi de kahvaltı olayını geçmiş, Leylak Hatun'un salık verdiği; Ki-duk Kim'in ''Boş Ev'' filmini izliyordum.(İsmin güzelliğine bakın yav Ki-duk Kim) hah tam izlerken telefonum çaldı ve Memo -Yenge, yürüyelim mi? dedi... Yürümezmiyiz dedim. Salacak sahiller daha bir güzelleşti bizim sayemizde bugün:)) Çay molamızı Salacak Simit Evinde verdik. Ben buranın hep önünden geçerdim, sahillere yayılma , yatma yuvarlanma, kitabını okuma, hey garson çayımı tazele , şu şarkıyı bi daha çalsan  peşinde olduğumdan burayı hep atlardım. Meğer ne güzel bir terası varmış. Yaz akşamları gece ikiye kadar , kışında gece onikiye kadar açıkmış. Manzara desen en sevdiğim İstanbul manzarası. İstanbul'u İstanbul yapan tüm simgeler, objeler karşında...Kız Kulesi, Galata Kulesi, Tarihi Yarımada... dolayısıyle Topkapı Sarayı, Ayasofya ....Martılar uçar, vapurlar geçer... hem çayımızı içtik hem de manzaralandık...


Akşam gelirken, balık pazarına daldık, balıkçıların önü tıklım tıklımdı... Üç palamut kaptım, kuzu gibi... Geldim eve birazını   sebzeli  olarak fırına attım, ama çoğunu mısır unlayıp unlayıp tavaya attım... Altına da piyazlık kuru soğan doğradım. Masaya koydum  saldırın dedim:))Henüz palamutlar tam yağlanmadığı için bu sıra tavasını öneriyorum sizlere...amma ille de mısır unlayın...

Akşam , Ayşe Kulin'in ''Veda'' romanından aynı adla uyarlanan ''Veda''yı izledik. Ben uyur uyanıktım ama, bir ağırlaşmaışımki gözlerim dalı dalı verdi. Hatta bu arada, tepemde arkadaşıyla telefonda konuşan Gamze'ye benimle konuşuyo sanıp ne anlıyosam artık abuk subuk cevaplar vermişim de gülmelerine ayıldım.


Bu gece bir de Metin Kaçan'ın yine aynı adlı romanından  uyarlanan ''Ağır Roman'' başladı... Edebiyatçıların  kapışması vardı, anlayacağınız...İki yıldır moda ya, yeni başlayan diziyi, aynı gece iki kez üst üste yayınlamak, şimdi hem bu yazıyı yazıyor hem de ikinci kez yayınlanan ''Ağır Roman''ı izliyoruz. Onur Saylak ve Sumru Yavrucuk bu diziyi ben de ağır bastırıyor ama bakalım bakalım hangisinde karar kılacağım...

Not: Bu arada filmi atlamayın, mutlaka izleyin... Kensine ait bir hayatı olmayan, başkalarının hayatın
 yaşayan bir adamla, hep aşağılanan bir kadının hikayesi...Bir genç adam...Hayatını, tatile gidenlerin boş evlerinde gizlice girip, yaşayarak hayatını sürdürmektedir.Orada  kaldığı sürece de  bozuk aletleri tamir eder, çamaşırlarını yıkar amaaa  boş sandığı evlerden birinde bir kadın girer hayatına...

its hard to tell that the world we live in is either a reality or a dream...İçinde yaşadığımız dünyanın gerçek ya da rüya olduğunu söylemek zor...Filmin son cümlesiydi...



 Geri kalanını da izleyin artık:)

26 Eylül 2012 Çarşamba

Çarşamba yazısı

Nihayet Muhteşem Yüzyıl bitti  de kendi köşeme çekildim. Acaba diyorum dizilerin sadece özetlerini izlesek de  tüm geceyi onlara heba etmesek...

Bugün sevgili görümcelerimle ev gezmesi yaptım , pek de şahane oldu.İki görümcem ve  yaşı ne olursa olsun  aile içindeki konumu en güççük gelinleri olan  ben;  bir diğer görümcemin  gelini hem de  benim kankam olan Meral'e gittik.Hava da çok güzeldi. Oturduk, sohbetler ettik, yedik içtik. Ben diyetteyim diye hafif hafif şeyler hazırlamıştı ama altın vuruşu üzeri mürdüm erikli bir tatlı ile yaparak o hafifliğin acısını çıkarttım.

 


Akşam olunca , yine görümcelerimin peşine düştüm, çarşı pazar dolaşa dolaşa eve geldim.Benden aşka gelip bi sürü kavonoz aldılar:))Günün kısa özeti budur.


Kış hazırlıklarında son noktayı koydum demişken, Çiğdem'in aklıma girmesiyle dün bir  kışlık versiyon daha yaptım... Ay iki kalas bir heves diye de isim koymuş:))Ben aşağıda gördüğünüz geçen yıl, Fikri Mühim'in yemekli filmler yarışmasında kazandığım rendemle yaptım bu işi ama son anda elektrik kesilince yine atalardan kalma cefakar ve de vefakar  rendemle  tamamladım...Pazartesi günü de mürdüm eriği marmelatı yapayım valla son. İyi ki bizim pazarda biberiye yoktu bir de, olsaydı Leylak Dalıcım'ın  biberiyeli domatesli bir kahvaltılık tarifi vardı. Allah kocamı korudu. Bi daha kavanoz peşine düşecekti adamceyiz:))

 Baz tarifte, iki kabak, bir havuç, yarım çay bardağı zeytinyağ ve bir kaşık un var. Bu ölçüyü istediğiniz gibi çoğaltabilirsiniz. Ben dört ölçü yaptım mesela...Kabak ve havuçlar rendelenip, hızlıca yağda çevrilip kavruluyor. Altını kapatmadan önce de bir çorba kaşığı unla biraz daha  karıştıra karıştıra pişiriyorsunuz. Soğuyunca da, porsiyon porsiyon poşetledim dondurucuya salladım.Şimdi bunu nerelerde kullanacağız? valla bu kısmı aynen Çiğdem'in sayfasından kopyaladım:))Zaten siz onun sayfasına gidip resimli  olarak görün daha iyi... Buraya bi TIK

1.) İçine bir avuç ceviz dişe gelir kıyılır. Bir tutam dereotu, biraz kırmızı biber ve sarmısaklı yoğurt konulursa nefis bir kabak salatası olur.

2.) Taze soğan, dereotu, maydonoz eklenir. Un, yumurta ve yoğurtla karıştırılır mücver olur.

3.) Taze soğan, dereotu, maydonoz, nane, pul biber eklenir. Börek içi olur. O böreği yaparken yufkanın üzerine bir de soda dökülürse tadına doyulmaz.

4.) Sebze çorbasına katılır lezzet verir.

5.) Yumurta, dereotu, taze soğan ile de işte size omlet...

İki kalas bir heves işte :) Afiyetle...



Bu sıralarda okuduğum kitap; Paris'teki Eş... Ernest Hemingway'in gençlik yılları, yazarlık yolundaki ilk çalışmaları ve aşkları...Remzi Kitapevinden çıkmış.Çeviri şahane...Leyla İsmier Özcengiz öyle bir çeviri yapmış ki , sanırsınız Türkçe yazılmış bir kitap okuyorum. Bir kitabı vezir de eden rezil de eden çeviri bence. Ne kadar güzel kitaplar, kötü çeviri ile heba oluyorlar, insanı okurken bayım bayıyorlar yoksa.Kitabı alırken, çeviri yapanın ismine de özellikle dikkat etmekte fayda var. Solmaz Kamuran, İlknur Özdemir ve de Leyla İsmier Özcengiz ismini görünce korkmadan alın derim, naçizane...

Tamaaam bu yazı da bitti...


25 Eylül 2012 Salı

Amasya ile Floransa'nın arası

Sabah yürüyüşümü yaptım, Kütüphaneye uğrayıp bir de kitap aldım. Kendi kendime uyguladığım, kütüphaneler hep yaşasın, hayatımızda hep olsunlar etkinliği için:)) Ayda bir tane dahi olsa kütüphaneden mutlaka bir kitap okumaya çalışıyorum. Yaz aylarında boşlamıştım ama geçtiğimiz ay itibariyle yeniden başlattım. Artık birbirimizi tanır  olduğumuz temiz yüzlü kütüphaneci ile epi bir sohbet ettik...Bir tane de sevimsiz var laf aramızda:)Kütüphaneye neden yayınevlerinin yeni çıkan kitapları göndermediğini sordum. İl kütüphaneleri bu konuda daha şanslıymış. Yediyüz bin kişiye hitap eden bir kütüphane olmasına rağmen yine de  ilçe kütüphanesi  muamelesi görüyoruz dedi. Neyse buna da şükür. Kendime, Nazlı Eray'ın '' Beyoğlu''nda Gezersin''ini aldım...

 AMASYA
Dün bütün günü kışlık soslar  yapmakla geçirince, akşama haşat bir biçimde tv karşısına serildim. ''Aşk-ı Memnu ''nun Matmazeli Zerrin Tekindor'un sunduğu ''Kentler ve Gölgeler''i izledik. Bu seferki kent; benim için Dante ve Zeya'nın şehri demek olan Floransa idi...İnsanoğlu elle yemek yemeyi ilk kez, Dante'nin doğduğu bu şehirde bırakmış.Yani çatalla yemek ilk kez Floransa'da yenmiş.Bu şehir Romeo ve Juliette'ye esin kaynağı olmuş ve Amasya'ya da ne kadar benziyor...Bir dip not  da, Dante'nin ''İlahi Komedya'' sı ile ilgili... kitabın adının bu olması yazarın tercihi değilmiş. O sadece komedya demiş, çok sonraları ilahi bir yazar ve şair olduğu için bu isim konmuş...

Bugün ''Bozkırın Tezenesi'' Neşet Ertaş'ı da uğurladık sonsuz  yürüyüşüne... Almanya'da hapse düşünce kimseler arayıp sormamış  Neşet Ertaş'ı, Yaşar Kemal dışında... Geçmiş olsun, Bozkırın Tezenesi demiş ... tezene, telli aletleri çalmaya yarayan mızrap, pena benzeri şeylere verilen addır.O günden sonra bu isimle anılır olmuş hatta bu isimle bir Neşet Ertaş belgeseli var.Kendi gitti türküleri bize kaldı yadigar.

Gittim ben, bugünlük de bu kadar olsun...

eeen dip not. Lizbon'a Gece Treni kitap okuyan kızda yayına girdi...

24 Eylül 2012 Pazartesi

Çok ama çok faideli bir yazı daha:)))


Hafta sonuna damgayı, Gamsegamse'nin hastalığı, Babamın öksürüğü ve Naziş , Ben ve Kocamın pazar günü evden firar etmesi  vurdu...

Gamse, okuldan eve hasta geldi, daha doğrusu Capitol'den diyelim. Bu çok hasta kızımız , okuldan eve direk gelmeyip, kuzenleriyle buluşup gezip tozup öyle geldi:)) Cereyanda kalmış, her tarafı kırılıp dökülüyordu.Hemen ültimatomumu verdim, bu hafta sonu hiçbir program yok, sadece dinlenme var dedim. Cumartesi günü kimse evden çıkmadı,  uzun kahvaltılar, öğleden sonra pizza partisi, yüzme kursundan dönen Cancan ve Uras'ın ziyareti, film izleme ve kitap okuma şeklinde geçti.
 Film çok eğlenceliydi, eşcinsel arkadaşı ile aynı evde yaşayan  kızceyizimiz, çocuğunu çocuğunun babası ile değilde eşcinsel arkadaşı ile büyütmek istedi. Arkadaş da baba olmaya pek özenince işler karıştı. Bu sırada hamilemiz  adama bi de aşık olup, onu  erkek sevgililerinden kıskanmaya başlayınca işler karıştı. İlle de eğlenceli bir film izlemek isteyenlere öneririm. Yalnız bu filmin orjinal adını bulamadım. Baş rolde oynayan  Jennifer Ariston'un adını hatırlayamayıp, Brad Pitt'in sevgilisi diye arama yapıp  bulmuş olmaktan da hicap duyarım. Halbuki pek severim Jenny'i:))

 (depresüf ayuya teşekkürler...filmin adını söyledi de, görselini buldum)





Pazar kahvaltısını yaptık uzun uzunnn, sonra benim acilen dışarı çıkmam gerek dedim. Gamse'yi tam bir dinlenme yapması için evde bırakıp, önce Kuzguncuk yoluna düştük. Meşuur Çınar Altı kahvemizde çaylarımızı içtik.Ön tarafta balık tutan adamın oltası havalandı ve koca palamut oltanın ucunda sallandı ama sonra nazar mı? değdirdik ne hep boş çekti...

Çaylarımızı içtikten sonra  sahilden Fethi Paşa Korusuna yürüyüdük ve Korunun içinden geçerek hem çok güzel bir sonbahar yürüyüşü  yaptık, hem 100 yıllık sakız ağacı altında biraz aletli jimnstik yaptık hem de  üst kapıdan kendi mahallemize çıktık.








Bu arada  hafta sonunu iki film ve bir kitapla kapattım... Birini söyledik yukarda diğeri ise (Bizim Gibi Olanlar-People Like Us...Hani öyle izlemezseniz küsmem ama filmi beğendiğimi söyleyebilirim...Hatta izleyin bilem derim:)) Ailesinden ayrı, uzakta yaşayan bir satış elemanıdır. Günün birinde babasının öldüğü haberini alınca eve geri dönmek zorunda kalır ve ondan kalan herşeyi düzene sokmak ister. Fakat şimdiye kadar varlığından bile haberi olmadığı kız kardeşiyle tanışan Sam için olaylar daha farklı boyut kazanır. Artık ailesi için bir şeyler yapmayı düşünmeye başlar.Gerçek bir hayat öyküsünden alınarak beyaz perdeye uyarlanmış...


Kitap, Orhan Bahtiyar'ın yazarı olduğu ''İDEON'' olacaktı ama kitap kaptırılınca ''Asma Pansiyon'''a dönüldü... Lizbon'dan sonra Bozcaada iyi geldi...Işıl Şenol Asma Pansiyon'u , denize bitişik balkonunu öyle bir anlatıyorki,  kalkıp gitmek o pansiyonu aramak işten değil... Asma Pansiyon tam da Zuz'un pansiyonu gibi beş odalı, reçellerini kendi pişiren Madam Yenola var aynı bizim Zuz gibi... Sanki sadece mekan değişikti, Cunda değilde Bozcaada idi... Kitabı okurken, Asma Pansiyon değilde Adali pansiyondaydım... Zuz kalktı, kahvaltıları hazırladı, reçelleri kaynattı  sanki...Ben  o pansiyonu da orada yaşayanları da  çok sevdim...Yol ayrımında bir yön seçip de diğer yönü düşünerek geçen bir ömür mü? seçtiğin yolda mutluluğu yakalayabilmek mi? sorsunu hiç sormazmıyız kendimize ,işte bu soruya cevap da var bu kitapda...Kitaptan sizler için bir kaç da alıntı cızıktırayım şuraya da tam olsun...

Rahat vicdan, en rahat yataktır...

İnsan ümidini kesince. beklemeyi bıraktığı herşey gelir düşer , kollarına..

Ağaç düşünce yakınına yaslanır...Yakınında olduğumu bilsin yeter...

ve de bu şiir;

Unutma, sen yine sardunyalara
Su ver, ben yokken
Unutma gazeteleri oku, kahvaltı ederken
Haberleri dinle, saat başı lütfen
Sen ki acı çekmenin en kibarını bilirsin
Sen ki mum gibi, içine içine erirsin

Sen


Gelelim bugüne , bugün yine biraz kışlık tarifler üzerine çalıştım ve şahane bir fesleğenli domates sosu yaptım...İster kahvaltıda , ister etlerin yanındaisterseniz de makarna sosu olarak kullanın...keyif sizin...Öyle güzel olduki kavanozlara yerleştirdikten sonra tencerenin dibini ekmekle sıyırdım:))
Peki  sosu nasıl yaptım... Aha da böle yaptım:))








iki buçuk kg domatesi soydum ikiye üçe böldüm tencere koydum, pişmeye bıraktım. Domatesler iyice yumşayınca el blendırı ile bzıtladım. Bu usul daha kolay oldu... Bir çorba kaşığı tuz atıp bir saat kadar kaynattım, siz domateslerinizin sululuk oranına göre sosunuzun kıvamını ayarlayın...Sos koyulaşınca, incecik doğranmış fesleğen,bir çay bardağı zeytinyağ ve  bir kaç diş sarımsak ve de bir çorba kaşığı sirke ilave edip 10 dk daha kaynatıp, kavanozlara yerleştirdim. Kavanozların ağzı sıkıca kapanıp, ters çevrilip böyle bir gün bekleyecek...

Oki yine çok faideli bir yazının sonuna geldik... İki film, bir kitap, bir kışlık tarif daha ne olsun yav, bundan iyisi Şam'da kayısı...


21 Eylül 2012 Cuma

filmdir, kitaptır , yağmurdur falandır filandır


Gece, ne güzel yağmış yağmur,kalktığımda yerleri ıslak görmek çok hoşuma gitti...Zuhal Olcay'ın ''Baş Ucu Şarkıları''albümünden  ''yağmur''u dinledim. Sabah kalktığımda  yağmurlu bir hava karşılarsa mutlaka bir yağmurlu şarkı dinlerim...Sevdiklerim için birşeyler yapmayı severken bir o kadar da kendim için  birşeyler yapmayı seviyorum.Sanırım benim ruhumun beslenme biçimi de bu...Dikkat ediyorum, su içmek için raftan bardak alırken bile bardağı seçiyorum. Ülen, halbuki bu bardakların hepsi senin evinin bardakları değil mi?))

Dün gece kitap okurken, okuduğum cümle beni bu konuda bir kez daha düşündürdü...''Ölümlü olduğunu unutma ve Hayatı ıskalama''...''Lizbon'a Gece Treni''nden söz ediyorum...Felsefi çıkarımlara dayandırılmış bir kitaptı... Zordu, okuyup okuyup daha beş sayfa okuduğunu görüp ama sanki 100 sayfa okumuş gibi hissettiren bir kitaptı... Bitse artık deyip, bitince başa dönme arzusu veren bir kitaptı... Benim için çok güzel bir okuma deneyimiydi... Bu kitapla ilgili geniiiiş geniiiş Kitap Okuyan Kız için yazdım. O yüzden fazla söz etmiyorum. 
                                                                  
                                                              
 Bu blogger ara yüzüne alışamadım, Mesela resmi bir türlü istediğim yere getiremedim, ha çok lazımdı bu iş sanki...

Dünden evde genel temizlik yapılıp, yemek de yapıldığı için bugün ev ile ilgili bir çalışma söz konusu değil, bir programım da yok. Sadece bir ara kütüphaneye uğrayacağım. Kütüphanemiz tadilatta şimdilik Mihrimah Sultan Çocuk Kütüphanesinde hizmet veriyor. Ne zamana kadar sürer bu tadilat bilmem. Burgaz Ada  Sait Faik Evi   yıllardır bitmeyen bir tadilatta...Korkuyorum bu binaları bize unutturup sonra ham yapamalarından...

Bu ara  size hiç film yazmadım değil mi? Le Havre'den söz edecektim. Ama peşin peşin yazmazsam o anki duygularımı aktaramıyorum. Son derece basit bir sinema dili olan bir filmdi. Ama başkaları içinde yapacak bir şeylerinizin olabileceği, başka hayatlara güzel dokunuşlar yapabileceğinizi anlatan bir filmdi...Mülteci yaşamına farklı bir bakış getirmiş yönetmen...

Haydi gittim ben  şimdilik...
                                      


20 Eylül 2012 Perşembe

kısa kes Aydın havası olsun

Kaç kez yazmaya yeltendimse , nedense vaz geçtim sonra, bilmem neden...

Yine erken kalkmalar, yeşil çayla güne başlamalar, kitap okumalar, film izlemeler var... Dün, sezon açılışını yaptığımız okey partisi var ki, iki turun da galibi bendim. Diyete devam hikayeleri var... Yaz tatili boyunca alınan iki kilo var. Diyetisyene gitmeden önce vereyim diyorum...Türk usulü yani:)Ayıp olmasın kadına...

 Oldu olacak   dondurucuya bir kaç da palamut atsam mı ? derken Çiğdem'den gelen süper bir tarif daha var...

Lizbon'a Gece Treni var, gece geç saatlere kadar okuduğum ama artık sonlara  yaklaştım.Beni sabırla bekleyen kitaplarım var... Düşünüp düşünüp bir türlü gerçekleştiremediğimiz bir hafta sonu programımız var. Toptan Galatasaray'lı bir apartmana düştük diye sevinirken anah mahalle'de mi? öyle yoksanın şaşkınlığı var. Dün gece  toplu tezahüratlar eşliğinde izlendi maç.

''Muhteşem Yüzyıl''da  geldi geliyor denilen Afife Hatunu hiç sevmedim olmamış, o gitsin yerine Selda Alkor gelsin... Bu castları bana yaptırsınlar ya da:))

Filmekimi var önümüzde, Sahaf Festivali var...

Ve bunlardan tat almanı engelleyen kahrolası  bir gündem var...

18 Eylül 2012 Salı

kısacık kıpkısacık


Sevmedim bugünü, halbuki gece ne güzel yağmur yağmış, gökgürültüsü bandır bangır eşlik etmişti. Sabah Cancan'la telefonda konuşmuştuk...Cicianne, sen anne misin? , sen benim Ciciannem misin? demiş yüreğimin yağlarını akıtmıştı.Sonrası bamya temizledim, temizlerken film izledim. Bamya tepelerini konik konik keserken elimi kesmeyeyim diye Türkçe dublaj film seçtim. Film ödülllü mödüllüymüş ama ben sevmedim... İsmi çok ama çok güzeldi ama benim için hüsrandı...Bu arada filmin adı;'' Kapıları Pencereleri Açın''...Kim böyle bir adı olan filmi izlemez ki... Neyse işte bamya pişti , ezo gelin çorba da yanında pişerek eşlik etti ona...


Dün gece tam yatarken Gamse ile biraz gerilmiştik:) akşam yemeğini başbaşa dışarda yedik, onun gözü benim yemeğimde kaldı, beni sufle yemek için ikna etmeye çalıştı, yarım yerim dedim , sonra vaz geçtik, Migros alış verişi yapıp eve geldik.

Şimdi Seksenleri izleyeceğim...Sonra kitap faslı

17 Eylül 2012 Pazartesi

Bugünün notları( kış için tarif falan filan)

Sabah bu,
Öğleden sonra da bu
Sabah çok erken uyandım. Ülen çok da erken, azcık daha uyuyayım dedim , biraz debelendim baktım olmadı kalktım. Yeşil çayımı demledim biraz kitap okudum derken bir uyku bastırsın mı? sana koşa koşa yatağa gittim , saat 10'a kadar uyumuşum. Benim için neredeyse öğlen olmuş yani.

Kahvaltı yaptıktan sonra pazara çıktım. Geçen gün elime geçen bir kışlık tarif için alış verişi kendi elceyazlarımla yaptım. Etli etli kırmızı biberler, dolgun domatesler, pırıl pırıl patlıcanlar seçtim. Bu tarif tam evlere şenlik. Hem makarnalarınızın, etinizin , köftenizin , tavuğunuzun yanına alabilirsiniz hem de meze olarak kullanabilirsiniz.

Sıra geldi tarife... Ben baz tarif veriyorum siz bu orana göre çoğaltın veya azaltın... 2kg domates, 1 kg patlıcan, bir kg kırmızı biber, 7-8 adet yeşil biber, 1 baş sarımsak, 2 kaşık sirke, 1 çorba kaşığı tuz, 1 çay bardağı zeytinyağ...
Domatesleri püre haline getirin , yeşil biberleri doğrayın birlikte pişsinler... patlıcanları, biberleri közleyin, incecik doğrayın pişen domatesin içine atın pişmeye devam etsinler, sirke, tuz , yağ ve sarımsağı ilave ettikten sonra 15 dk daha pişecek. Sonra sıcak sıcak kavanızlara, kavanozlar sıkıca kapatılıp, ters çevrilecek. 1 gün böyle kalsın. Sonra kaldırın ambarlarınıza:))

16 Eylül 2012 Pazar

pazar pazar


Pazar sabahına patates mücveri kokusuyla uyandık. Evin her santimetre karesine sinmiş, yayılmıştı...Sen yapmadıysan kim demeyin sölemem sonra nazar değiyo adamceyize:))Gamze biraz şekilsiz buldu ama tadı süperdi.

Kahvaltıdan sonra, yürüyüş yapalım, Beylerbeyi'ne gidelim, Kuzguncuk'da kahve içelim, Adile Sultan Kasrına gidelim gibi türlü fikirler atıldı ortaya ama sonunda kızlar arkadaşlarıyla Kanyon'a biz de karı koca Kadıköy'e gittik.Kadıköy'de bira, midye, kokoreç gibi nerede muzur şey varsa ona daldık.Çarşıda dolaştık, kitapçılara girdik çıktık. İhsan Oktay Anar'ın ''Yedinci Gün''ünü aldım.Fenerbahçe maçı dolayısıyla yer gök inliyordu, tüm Kadıköy sarı lacivertti..Maç, günlerden pazar oluşu ve yarın okulalrın açılıyor oluşu nedeniyle sanki tüm İstanbullular Kadıköy'e toplaşmıştı...( Balıkçılar çarşısından eskicilere doğru çıkınca , sokak ortasında bu görüntü karşıladı bizi)

Akşamı Seyhan Teras Cafe'de sonlandırıp eve geldik. Uçuyordu zaten maşallah, çok rüzgarlıydı...

Bu akşam tv de izleyecek bir şey bulamadım, kitap okuma akşamı yaptım kendime...''Lizbon'a Gece Treni'' tam da dişime göre bir kitap...Zorlayan metinler var içinde ve bayılıyorum, dönüp yeniden okuyorum.

''Bizim sorunumuz hayatımıza kuşbakışı bakamamamızdan'' ...bu cümle kitaptan alıntılama...çok hoşuma gitti...

Şimdi gidip okumaya devam edeyim...


15 Eylül 2012 Cumartesi

Cumartesiden

Gamze'yi sinema kapısında bu kitapla karşıladım... Kitap kapağı bana birlikte yaptığımız son tatili, Kalkan'da her taraftan fışkıran begonviller arasında yürüdüğümüz anları hatırlattı... Ama bu kitabın konusu Bozcaada'da geçiyormuş...
Şişe ise, kantaron yağı şişesi...Ağrıyan dize, kola, başa, yanığa, kırığa, çıkığa herşeye sürülüyo:))Bugün ağrıyan bir diz için kullanıldı... Evinizde, elinizin altında bulundurulması şiddetle tavsiye edilir...
Bugün sezonun ilk sinema filmini en sevdiğimiz sinema salonunda, en sevdiğimiz koltuklarda izledik... Köy Enstitülerini konu alan ''Toprağın Çocukları''... Bir sanat filmi değil bir misyon filmi... İzleyin , izleyinki Köy Enstitülerinin bu ülkeye kazandırdıklarını unutmadığımızı görsünler...

Evimizde kış hazırlıklarından bir kuple:)) Şeftali marmelatı, iki kilo şeftali, rendelendi, iki kilo şekerle pişti, sıcak sıcak kavanozlanıp hemen ağzı kapatıldı... Böylece şekerlenme riski ortadan kalkıyor ve daha dayanıklı oluyor....

14 Eylül 2012 Cuma

Tren gelir hoş gelir

Bir önceki yazımda da dediğim gibi bugün Bakırköy civarındaydık. İlk önce bir operasyon geçiren kuzenimin kızına geçmiş olsun ziyareti yaptık, İncirli Etica hastanesinde....Apar topar geldiler Ordu'dan ama çok şükür ki herşey çok yolunda gitti. Ziyaret bitince Bakırköy'e geçti. Bir zamanlar sık uğrak yerimizdi, hatta Naziş burada doğdu ama şimdilerde yolumuz neredeyse hiç düşmüyor. Önce Saray muhallebicisinde bir çay molası verdik. Sonra tam da karşısında olan Naziş'in doğduğu kliniğe bakınıp, nostalji yaptık.
Yalnız artık orası Çevre Kontrol Müdürlüğü olmuş ve tadilatta idi... Naziş için resimlerini çektim. Orta kattaki pembe panjurlu pencereden trenlerin gidişini gelişini, inen binen , koşturan yolcuları ve ziyaretçilerimi az beklemedim:)) Hatta doktorum beni kontrole geldiğinde , ben pencereden bakıyormuşum, kocam da aşağı inmişti o sırada, adam beni perdenin altında görememiş, benim hastam nerede diye hemşirelere seslendiğni duyunca çıktım da perdenin altından adam şaşıp kalmıştı. Benim hasta , ayaklanmış da pencereden bakıyo diye :))) Ta o zamanlardan yerimde duramadığım tescillenmişti yani:)))

Çayımızı içtik, koskoca Saray Muhallebicisinde mönüde yazanlar şu anda yok cevabını alınca hiç birşey yemedik, kalktık. Yok öyle, o kalmadı bunu verelim ayakları... Biraz da meydanda dolaştık. Koca, hadi trenle Sirkeci'ye gidelim dedi , onu mu? kıracacağım, hadi dedim. İstasyona indik, tren geldi, ama insanlar biraz tedirgin oldu binmek için , çünkü; gelen banliyö treni değil Edirne- Kapıkule expres trendi. Zaten Kocam , binmeyin binmeyin bu tren değil dedi. Ama tren bir kere durdu ve bundan sonra Almanya'ya gidecek değil ya:)dedim ve bindim. Ben binince o da bindi, bir kaç kişi daha arkamdan geldi.Tabiki de Sirkeciye gidiyor ama ara duraklarda durmuyormuş. İnsanları engelledin, kendin rahat rahat koltuklara oturdun gidiyorsun dedikçe ama ben iyi bir şey yaptım, şimdi belki de 20 durak var, ya o duraklarda ineceklerdiyse diye kendini teselli etti... Sen şimdi bunu yazarsın dedi, durdu. yazacağım tabiki de dedim ben de... Ne yani:) ...Üf amma dedim dedi oldu yav. Çok güzel oldu bu tren işi, surlara değecek kadar yakınından geçmek, surlar arasındaki bir başka, bambaşka İstanbul'a tanık olmak... Bir karşı kıyıdaki gökdelenlere bakmak, bir yanıbaşındaki viranelere bakmak çok farklı bir deneyim oldu...

Sirkeciye geldik ve bu anımızı da belgeleyip, kayıtlara geçirdik.
Sonrası, Üsküdar vapuru ve ev...

alelacele


Le Havre'yi anlatmam, Lizbon'a Gece Treninden söz etmem, yeni kışlık kahvaltı tarifim var, bunu kavanozlara koyacağız , onu tarif etmem lazım ... Sabah çayıma eşlik eden şu güzelim , miss gibi poğaça kokulu, cevizli kek kokulu bu hikayeden bahsetmem lazım size ama vakit yok...Hazırlanmalıyım, evden çıkacağız birazdan. Bugün Bakırköy civarlarındayız.

Güzel bir sonbahar günü olsun...Güneş sırtınızı hafifçe ısıtsın, rüzgar başınızı yumşak yumşak okşasın...

13 Eylül 2012 Perşembe

bugüne dair

İstanbul, sonbaharın en güzel günlerini yaşıyor artık. Uzun sıcak yaz geride kaldı. Umarım bu sonbahar da uzun, kızıl ve çılgın olur.
İstanbul'da sonbahar festivaller mevsimidir. Sahaf festivali ve Filmekimi kapıda... Filekimi için filmlerimi seçtim bile...
Sokak keşifleri, yeni mekan keşifleri, uzun sahil yürüyüşleri, Kız Kulesi'ne karşı kitap okumalar, Kuzguncuk'da kahve fasılları, serin Kadıköy akşamları bekliyor bizi...
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::.
Dün Cucum geldi Ordu'dan... Evlendirip balayına uğurlamıştık en son:) Kuzumu nasıl özlemişim... Hala, halaaa diye arkamda döndü evde , ben onlara yiyecek birşeyler hazırlarken. Okuma köşeme bayıldılar, orada oturdular hep. Yemeği kırmızı köşede yiyecem dedi:)) oraya hazırladım. O'na pratik yemek tüyoları verdim. Bir yemeği yaparken ikincisini yapamıyormuş, fırın yemeğ yap, o pişerken de yanına pilav, makarna ya da çorba yap mesela dedim.:))Akşam da kızlarla dışarı çıktılar. Biz de sezona başlayan Muhteşem Yüzyılı izledik.
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::......

Bugünün filmi: Le Havre
Kitabı: Lizbon'a Gece Treni
Mekanı: Kuzguncuk kahveleri
Yemeği: Fırında palamut
Haydi gittim ben...

12 Eylül 2012 Çarşamba

Cicianne sen faytonu kırarsın

Cunda'da son güne geldi sıra... Sabah ekiple son kahvaltımızı yaptık, en şahanesinden. Zuz bize yumurtalı ekmekler kızarttı, gitti pazardan pembe domatesler, çıtır çıtır biberler aldı. Biberli lor yaptı... Kendi yaptığı acılı ezmeler, haşlanmış yumurtalar, çeşit çeşit kendi yaptığı reçeller ve Cumhuriyet fırınından aldığı ekmeklerle uzun upuzun bir kahvaltı yaptık. Yeni gelen müşteri kahvaltıyı görünce gözleri yuvasından fırladı valla:))
Sonra bizim ekip, çıkıp çarşıda bir tur attılar ben de Zuz'a yardım ettim , masaları topladık. Bir saat falan sonra, ellerinde pazardan aldıkları dağ kekiği torbalarıyla geri geldiler, toparlandılar ve onları yolcu ettik. Yarım saat sonra da Cancanlar Bodrum tatillerini bitirip Cunda'ya avdet ettiler.Biraz dinlendiler , tüm günü pansiyonda geçirecek değiliz ya, denize gittik. Önce Beyaz Balina dedik , Zuz telefon açtı , dalga var mı? ora rüzgarlı mı? diye sordu, uçuyoruz demişler. O zaman biz de havuza gittik. Zaten Cancanımın havuz resimlerini gördükçe onunla havuzda yüzme hayalleri kurar dururdum. Bütün sene yüzme kursuna gitti bana telefonda bile yüzme dersi vermişti. Valla yetişkinler havuzunda benimle yarıştı maşallahh... Yalnız havuzda beni öpmeye kalkışınca az kala beni boğacaktı, tepeme tepeme çıktı, ne yapacağımı şaşırdım:))
Yüzdük, acıkınca yemek söyledik, hadi çay gelsin dedik, fotoğraf çekimine gelen gelinleri izledik ve akşam ettik. Zuz bizden önce Cankuşumu ve kardeşini ve de Annesini alıp , faytonla gitmiş ben ve Kerem yani babaları , Ayvalık'a gidip biletimi almıştık. Biz sonradan yanlarına gidince; Can bana- Cicianne sen faytona binme, faytonu kırarsın dedi:))).Faytona bayılmış ya, zarar vereceğimden korktu zahir:))

Akşam oldu, pansiyona dönüldü, üstler değişildi ve akşam programı için Cunda Meze Dünyasına geçildi. Meze sipariş işini Zuz'a bıraktık biz balıklarımızı söyledik. Cankuş ve kardeşi Uras çoktan uyumuşlardı tabi. Biz dört büyük, sohbetlerimizi ettik , yedik içtik derken , Zuz Ablam bu gece gidiyor, suflesini erken getirin demişmiş , size o şahane sufleyi anlatmıştım. Hani böylesini daha önce yememiştim demiştim. Neyse efenim benim sufle saat 10 gibi anlı şanlı geldi ama o da ne kaşığı bir batırdım bildiğin kakaolu kek. Neyse dedim, kısmet dedim ama Zuz , ustaya ablama bunu nasıl gönderdin demiş. Ustanın hiç haberi yok. Neyse uzatmayalım, bir de baktık ki Yusuf Usta sufle tabağı elinde masaya geldi ve o efsanevi suflesini bana sundu. Kaşığı bir batırdım , çikolata şelalesi dondurmaya karıştı. Ve bana dedi ki, sana sufle adresi vereyim, Arnavutköy^de Akıntı Burnuna git selamımı söyle sufleni ye:))
Derken derken ayrılık saati geldi çattı. Saat 11 de otobüse götürdü Kerem beni... Otobüse bindim, muavine bana hiçbir servis yapmayın dedim. Ama bir baktım omzuma vuruyor hasbinallahhh bana hiç birşey verme dememişmiydim diyecektim ki, nerede inecektiniz dedi. Ataşehir dedim ve bir baktım Ataşehirdeyiz:)) Hayatımda böyle yolculuk yapmadım , uçakla gelsem daha uzun sürerdi sanırım hehe. Artık nasıl yorulduysam, neyseki rahat hatta ve tekli koltuktaydım.Sabahın beşinde gözümü İstanbul'da açtım anlayacağınız.

Yapılacak çok şey kaldı hala da... Patriça Koyu, Tahta Kuşlar Köyü, Hayat Bahçesi ve daha neler neler... Hatta seneye bir tur mu? düzenlesem diyorum heheh...( Nermin'le geceleri günün resimlerine bakarken, yüklerken Zuz bizi resimleyip, facebook'da teşhir etmiş)

Cunda Adali Pansiyon akik oda bu tatilimin konaklama alanıydı... Kurban Bayramı için hazırlıklarına başladı. Eğer tatil yapacaksanız öneririm hem de şiddetle...Arzu edenler için fiyat listesi bende...

11 Eylül 2012 Salı

Dağlar Dağlar

Tatilin üçüncü günün hedefinde Kaz Dağları vardı...Önce bizi gezdirecek bir tur şirketi aradık.Ama Zuz, bize şahane birşey yaptı ve sadece bize özel bir araç kiraladı.Ararken kriteri şuymuş, şoförümüz güler yüzlü olsun efendi olsun biz onu bir güzel de ağırlarız demiş. Gerçekten de dünyalar iyisi bir kaptanımız oldu. Ve Zuz'un arkadaşı bizim de kendisine bayıldığımız Petek Hanım'ın da bize katılımıyla sekiz kadının Kaz Dağları yolculuğu başladı.Programda, Adatepe, Zeus Altarı,Yeşilyurt ve Tahta Kuşlar köyleri vardı.

Çanakkale yolunda , Burhaniye, Edremit, Akçay, Güre, Altınoluk, Küçükkuyu güzergahında yaptığımız yolculuk sonucu başladık tırmanmaya... İlk durak Adatepe Köyü idi. Köye varır varmaz hadi önce kahvelerimizi içelim dedik ve Dut Dibi Kahvesine çöreklendik.
Zuz'un dillere destan kahvaltısını yaptığımız için, sakın bir şey yemeyelim, doğru dürüst bir şey yeriz derken baktık ki birer ikişer çiğ böreklere yumulmuşuz bile,yanında da mis gibi ayranla hem de... Yeme içme faslından sonra köyü gezmeye başladık.Hünnap Han'ın önüne geldiğimizde hadi resim çekelim derken yanımızdan geçen beye rica ettik o da meğer oranın işletmecisiymiş.Hadi kahveleri burada içelim dedik. İçeri girdik ki cennet, hünnap ağaçları altında maslar, hamaklar ağaçlardan sallanan kuş kafesleri. Bittik yahu... Kahvelerimizi içtikten sonra, köyü gezmeye devam ettik. Hiç kimsenin çıkmaya cesaret edemediği kayalıklara Zuz çıktı ve köyün kuş bakışı resmini çekti.

Sonraki durak ''Zeus Altarı''...Burası orman içinden yaptığınız 750-800 metrelik bir tırmanış sonucu vardığınız bir yer, ama nasıl bir yer...Breh breh , tüm Edremit Körfezi ve Altınoluk ayaklarınızın altına seriliyor bir anda... İnanışa göre Zeus, Truva savaşını buradan izlemiş. Belki de benim oturduğum yere oturdu izledi kim bilebilir:))Bıraksalar o manzaraya karşı hayatımı geçirebilirim gibi geldi bana.

Zeuz Altarından aşağı indik Nermin dedi ki- güzel bir şeyler yiyelim:)) Ben de manzaralı olsun, açık hava olsun, bir başkası balık olmasın çok balık yedik derken Zuz atlayın arabaya Şelale'ye gidiyoruz dedi ve tamamem program dışı bir yere gittik. Burası Altınoluk'un ''Doyran Köyü''nde ki, Lalezar Su Başı Resteuranttı... Gitmeden de aradı, bizi kapıda karşıladılar, en manzaralı yere oturttular. Düşünün yüksek bir köydesiniz, yanınızdan gürül gürül şelale akıyor, bir yan orman ama karşınızda ki manzaranız Altınoluk koyu...Biz uuuuu dedik zaten manzarayı görünce ...
Mönü sayılınca herkesin herşeyde aklı kaldı, karar veremedi derken , garsonumuz ben size her şeyden azar azar sırayla getireyim. Kendi özel mezelerimizle de donatayım burayı... Biz atladık, süper fikir diye. Edirne ciğeri ile başladı olay ama böylesini Edirne'de yememişsinizdir. Sonra sırayla tüm ızgara çeşitleri geldi ve dondurmalı irmik tatlısı ile final yaptık. Bu fasıl bitince yine arabaya binip doğruuu Yeşilyurt köyünde aldık soluğu. Buraya Küçükkuyu Çanakkale yolu üzerinden çıkılıyor.


Yeşilyurt köyü, Adatepe'ye göre biraz daha turistik. Zaten Karadağlar dizisine plato olmuş.Köyü gezdik. Otantik eşyalar satan yerlere girdik çıktık ve kahvemiz geldi yine:))Ben yeter otantik takıldığımız kahvemizi şık bir yerde içelim dedim.Ve o anda, bir konağın verandasında kitap okuyan bir genç kadın gördüm. Veranda nasıl şık, mor kadife minderli sedirler, koltuklar. Sonra da bir baktım Mela Cafe yazıyor. Tamam bura dedim. Sahibesi ressam ''Melahat Düzağaç''mış.İçerisi yaptığı resimlerin sergi alanıydı. Bize elleriyle kahveler yaptı. Yaz aylarını burada, kışları yurt dışında ve İstanbul'da geçiriyormuş. Biz bir daldık sohbete Tahta Kuşlar yalan oldu. Geceyi yapmışız orada. Hadi dedik o da başka bir zamana kalsın. Üstelik bunu da ben dedim düşünebiliyormusunuz.

Cunda'ya döndüğümüzde saat oniki olmuştu, biraz dinlendik bir şeyler yiyelim ama hafif olsun bu sefer dedik:)) Ben çorbaaaa deyince Zuz bizi çorbacıya götürdü. Çorbacımızın yanında bir sokak meyhanesi var. Adı Fofo &Engin... Engin Hanım aynı zamanda benim çocukluk arkadaşım Nimet'in görümcesi olur. O'nun şarkıları eşliğinde çorbalarımızı içtik.At kadehi elindeni söylerken tam at kadehi kısmında yaşlı bir teyze, kadehini attı Engin hanımın önüne ve bizde hoş bir anı bıraktı.Sonra koşa koşa eve pardon pansiyona döndük ve hemen sızdık.

Dünden beri cayır cayır yanıyor Kaz dağları o güzelim zeytinlikler, üzüm bağları...Ölmez ağacı denilen zeytini bile öldürür bunlar...Oraları da gördükten sonra üzüntüm kat kat daha fazla...

Yarın tatile katılan Cancan'la geçirilen günün hikayesi var...

10 Eylül 2012 Pazartesi

Ayvalık'da

Tatilin ikinci gününün programı önce Ayvalık pazarı, sokakları gezisi, Sonra Sarımsaklı'ya gidip orada denize girme ve Şeytan Sofrasında gün batımını izlemekti.

Biz o gece Zuz ile evde kalmıştık biliyorsunuz. Ben sabah kalktım yeşil çayımı içtim ve kahvaltı için börekleri ve sakızlı lorlu kurabiyesi ile meşhur Gülen Pastanesine gittik. Kahvaltımızı edip, pazara daldık. Tabi ben alışmışım, müşteri tezgahta istediği malı bulamayınca tezgahın ortasına atlayıp, malın içine balıklama dalıp istenileni anında bulan tezgahçı modeline bu Ayvalık pazarcıları bana biraz renksiz geldi:)))Neyse pazar işini bitirip , artık bir Ayvalıklı olan Zuz'un arkadaşı Nükhet hanımın kahve davetine icabet ettik. Ama kahve kocaman bir şeftalili tart ile taçlanmıştı. Kahveler içildi, tart tadıldı ve arkadaşlarla buluşmak için Şeytanın Kahvesine gidildi.
Şeytanın Kahvesi eski İzmir yolunda... Tam köşe başında bulunuyor. Önü, küçük bir meydan. Kahve, şimdilerde burada içilen koruk suyu ile biliniyor. Şeytan'ın Kahvesi denilmesinin sebebi Midilli'ye dayanıyor . Miübadelede Midilli Adası'ndan Edremit'e gelen kahve sahibi Suat Beyin dedesi, çok yaramaz bir çocukmuş. Bir gün bahçede oturan yaşlı bir kadına yaramazlık yapıtığında, kadın tarafından , ''seni gidi şeytan seni ''diye azarlanınca, bu lakap dededen toruna sirayet etmiş. Bu kahve aile tarafından 1950 yılında satın alınmış. O günden bu yana da aynı ailenin değişik fertleri tarafından işletilmeye devam ediliyor.Kahve şimdilerde koruk suyu ile meşhur. Özel küçük bardaklarda ikram ediliyor ve enfes...Kahvenin bişiğinde'' Çöp M(adam)''ın yeri var. Burada atıklar, yeniden kullanıma dönüştürülüyor. Ayvalıklı kadınlar çalışıyor. Mudo ve Beymen'de destekliyormuş.Kahve civarı hemen hemen dizi, film platosu gibi. Benim önünde oturduğum yer; İki yaka bir İsmail adlı dizideki fotoğrafçı. Vitrin fotoğrafçı ama içi zahire dükkanı...Buranın bitişiğinde kahvesini içtiğimiz Nükhet Hanımın eşi Tahsin Bey'in antikacı dükkanı var. Ben sokağa girdiğimde dükkanının önünde Cahillikler Kitabını okuyordu.Zuz kızları almaya gittiğinden yalnızdım. Siz Zuz'un TAHSİN abisisiniz dedim O da siz de ablasısınız dedi:)) nerden tanıdık birbirimizi bilin hehehheh tabiki de Zuz'un facebook resimlerinden. Millet gelene kadar birlikte çay içip sohbet ettik. Ayvalık'a yolunuz düşerse Tahsin Bey'in dükkanına, Çöp M(adam) ve Şeytanın Kahvesine uğramadan geçmeyiniz. Abi buraları görmeyecekseniz ne işiniz var Ayvalık'da:))

Arkadaşlar geldi, koruk sularımızı içtik Şeytanın Kahvesinde... Çöp Madam'dan alış verişler yaptık ve bodoslamadan Ayvalık sokaklarına daldık.
Aşağıda gördüğünüz resimde ki cadde, Atatürk'ün Ayvalık'a geldiğinde bu caddeden girişi anısınaq o günkü tarih olan 13 Nisan Caddesi. Cadde üzerinde yürürken yanımızdan geçen üzüm kasalarıyla dolu station arabayı görünce biz hep bir ağızdan öyle bir üzümlere bakınnnn diye bağırmışızki adam arabayı durdu bize üzüm verdi.Sokaklarda dolaşa dolaşa acıktık, yorulduk ve sokak gezisini bitirdik. Ayvalık tostlarımızı yedik, denize Sarımsaklı'da girmek için Zuz'dan ayrıldık.


Biz üzüm arabasına üşüşmüşken Zuz fotolamaya devam etmiş)
(Zuz'un evinin sokağındayım)

Gezinin her anını fotoğraflayan Zuz, biz taksiye binince bile arkamızdan resmimizi çekmiş:))

Sarımsaklı yolunda baktıkki bindiğimiz taksi tam bize göre yedi kişilik... Hemen pazarlığımızı yaptık. Sen bizi tekrar gel buradan al Şeytan Sofrasına götür, orada da bekle tekrar Cunda'ya bırak dedik. Sarımsaklı'da doğruca Deniz Beach'e gittik ve bizi Cunda Adali Pansiyondan Zuhal gönderdi didik hihihi... Bize dev gibi bir şemsiye açtılar, buzlu meyvalarımız geldi. Akşama kadar denize girdik, sohbet muhabbet derken taksicimiz geldi. Şeytan Sofrasına çıktık. Gün batımını izlemeye gelenlerle dolmuş taşmıştı orası. Neyse efenim uzatmayalım, kenara oturduk bekliyoruz güneş batsın diye... Burası oldukça yüksek bir yer tabi, etraf kazalara karşı çelik tellerle korumaya alınmış. Oturduğumuz yere bir karı koca geldi.Adam hesapta karısının resmini çekiyor. Kadını tellerden dışarı çıkarttırdı, daha güzel çıkar resim diye, bir de durmadan biraz daha geriye biraz daha geriye git diyor. Salak kadın da gidiyor. Biz ay ayyyy diye bağırışınca kadın arkasına bir baktı, kocasına sen beni öldürmek mi? istiyorsun diye bağırdı. Valla iyi senaryoydu, kadın düşşse bi sürü şahit var, kazara uçurumdan yuvarlandı diye. Yemezler dedim ben doğru gider, adam itti diye ifade verirdim.
Güneş en şahane batışını yaptı benim için benim için:))) Herkes alkışladı. Oradan bir dangalak güneşe tapıyosunuz dedi, alkışlayanlara. Ama kendi de saniye saniye resim çekti, güneş batarken sevgilisini öptü:))
Taksicimiz şahane insan Dursun Bey bizi Cunda'ya götürdü Zuz'a teslim etti... Duşlarımızı aldık , süslendik püslendik hadi şimdi de bizi müzikli bi yere götür dedik:) Moshos adlı Yunan tavernasına götürdü. Ablam ve arkadaşları diyerektanıştırdı, pazarlığını da yaptı heheh Yunan tavernasında kişi başı 25 liraya, balıklarımızı yedik, biralarımızı içtik, zeytin tabağımız, salatamız, vişneli lorumuz ve de fırınlanmış tahin pekmezimizle kah tabak kıranlara güldük kah şarkıcı Yunanca söyledi biz yasssuuu dedik ve geceyi bitirdik.
Ama güya bitirdik, dışarda başka pansiyoncu arkadaşları ile oturan Zuz'a biz yorgunuz pansiyona dönüyoruz dedik ama yolda aklımıza sufle yemek düştü... Cunda Meze Dünyasının suflesi gibi bir sufle yok abi.
Gittikki, her yer toplanmış, Yusuf Usta( e artık tanış olduk, tüm mezelerinden sipariş edince masamıza gelmiş bakmıştı bunlar kim acep diye)))...üstünü giymiş gidiyordu. Biz a gidiyormuydunuz biz de sufle yemeye gelmiştik deyince baaşımmm üstüne dedi geri döndü ve sufleyi yaptı ama o ne lezzetti.Sufleleri de yedikten sonra pansiyona döndük çünkü ertesi gün Kaz Dağları gibi çok yoğun bir programımız vardı.

Hayde şimdi Kaz Dağları maceralarında buluşmak üzere bu yazı bitsin.