Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

29 Eylül 2008 Pazartesi

Bayram bayram



hastalık halleri devam etmek de, tüm önlemler alınmış, tv karşısına battaniye eşliğinde kurulunmuştur.
Yani bayram programı battaniye - çay - film olarak belirlenmiş, ziyaretçiler için tatlı dışardan sipariş edilmiştir.

Bu sene ROSH HASHANA ile bizim RAMAZAN VE ŞEKER BAYRAMImız çakıştı. Rosh Hashana musevi inancında yılbaşı. Hz Ademin dünyaya gelişini bir olarak kabul ettikleri için 5769 yılına girdiler. Bizim de musevi dostlarımız var ve birbirimizin inançlarına son derece saygılıyız, dün iki küçük sembolik elma reçeli kavonozu geldi bize, tüm yılı ağız tadıyla geçirmemiz dileğiyle. Bu vesile ile tüm dinler barış içinde olsun inşallah.

Tekrar ağız tadıyla bayram dileğiyle hepimize iyi bayramlar

28 Eylül 2008 Pazar

Bayram



Hastayım , döküm döküm dökülmekteyim. Kim bu gribe paçavra hastalığı demişse doğru demiş. Kendimi pacavra gibi hissetmekteyim.
O yüzden hiç bir bayram faaliyeti yok evde.



Hepinize mutlu bayram gibi bayramlar dilerim

26 Eylül 2008 Cuma

POYRAZ VAR İSTANBULDA BUGÜN


Rüzgarın sesiyle uyandım bu sabah. Nasıl kuvvetli bir poyraz var dışarda anlatamam. Bizim ceviz ağaçlarının dalları yerlere eğiliyor sanki. Ama mahalleliye yaradı bu, rüzgarın şiddetinden tüm cevizler dökülmeye başlayınca eline poşetini alan koştu. Gamse ile pencereden onları izledik. Yoldan geçen tereddüt etti , hem de almak istedi ben pencereden motive ettim onları , toplayın toplayın devletinizin ağacı diyerek. Anıtlar kuruluna bile kayıtlı ya. Nereden baksanız dörder beşer kilo ceviz topladılar. Ara ara kafalarına da yediler ama olsun, bedava mal baldan tatlı ilkesi her zaman geçerli demek ki. Şimdi kilometre kareye bilmem kaç kilogram yağmurla alt yapısı olmayan semtlerde yaşayanların canları burunlarından gelecek. Pencereden çektiğim birresim koyuyorum ama ağacın ululuğunu anlatmaya yetmez, bir sokağı işte böyle çadır gibi kaplıyor.

Dün Gamsegamse ile dışarı çıktık, banka işlerimiz falan vardı. Gelirken ben biraz defne yaprağı topladım, gamse gıcık oldu, yine onları nerelere katacaksın dedi. Fırında balıkta çok güzel olur halbuki. Bu gece Müslümanların en kutsal gecesi Kadir Gecesi , hepimize kutlu mutlu ve umutlu olsun. Ülkeye biraz sakinlik dinginlik getirsin. Dün gece kafama taş düştü sanki, erken yattım. yani 001 de. Ama kendimi artık ramazandan sonra düzene koyup bu bohem hayatına bir son vereceğimdir. okumadığım kitapları ayırdım üst üste koydum ve bunlar bitmeden kitap almamaya söz verdim kendime.

Çoktandır yazmadım bizim ev de ne piştiyi. Geçen gün portakallı kek yaptım. Çoktandır , dolapta gözüme batam şekerlenmiş portakal reçeli vardı. Onu kek de şeker yerine kullandım. Dört yumurtayı yarım bardak toz şekerle çırptım. Bir bardak yoğurt, yarım çay bardağı sıvı yağ, vanilya , ve bir küçük kavonoz portakal reçelini de ilave edip biraz daha çırptım ve alabildiğince un ve kabartama tozu ilave edip, yağladığım kalıba döktüm , 180 derece de pişirdim. Üstüne de herhangi bir krema sürün siz, ben uyduruk bir krema yapıp üstünü kapladım. Çok ama çok beğendiler.
Dün akşam da yemeğimiz hazırdı ama değişik şöyle acılı macılı bir çorba olsa derken aklıma anneannemin meşhur bulgur çorbası geldi aklıma. Bunun bir hikayesi var bi de. Ben lisede falanımç Anneannem de ordudan bizi ziyarete gelmiş. Okuldan eve geldim, annem teyzemle gezmeye gitmiş ve ev de yemek yok. Ben kıyametler koparıyorum. Anneannem şunu ye kızım , yok, bunu ye yok. Ben yemek saatinde ille de yemek yiyecem diye tutturdum. O zamanlar da 45 kilo falanım. Dur ben sana bulgur çorbası yapayım dedi. -Neeeee bulgurdan çorbamı böööööö, sakın öle bişe yapma diye ben daha çok bağırıyorum. O dama gittim , bi de çağırdı beni , gel kızım benle çorba iç diye. Baktım, o kadar bağırdığıma da pişman oldum, gittim masaya oturdum. Ay o ne güzel bir şeydi tam iki tabak yedim. - Gördün mü bak dedi başladı seferberlik anlatmaya. Şimdi o çorbanın tarifi ile karşınızdayım. Bir çorba kaşığı dolusu kıymayı tereyağda kavurun, sonra soğanı incecik doğrayın birlikte yine kavurun. Yeşil biberi yine incecik doğrayın ilave edin biraz da onla çevirin ocakta malzemeyi. Bir domatesi ister rendeleyin ama ben ce minik minik doğrayın biraz da onla soteleyin. Kırmızı biber ve karabiber de ilave edin. Esasen biraz da acı olmalı zaten. En son bir çay bardağı köftelik bulgur u ve sıcak suyunuzu da koyun pişirin.Kocam bayıldı. Şimdi ben gidip biraz fırtına seyredeyim. Çatılardan kiremitler uçtu biraz önce, saksılar düştü.Çocuklar aldırmadan hala ceviz toplamak da:))

Zeya bu gün üç yaşına girdi. Bu üç yılda onunla ne maceralar yaşadık. Buradan hepsine tanık oldunuz. Kah Beyoğlunda sazlar eşliğinde Mihribanı söyledik, kah trafikte kaldık, gece yarılarına kadar süren doyumsuz sohbetler yaptık, yemekler yedik. komplo teorileri ürettik. Nice yıllara ZEYA, NİCE PAYLAŞIMLARA

24 Eylül 2008 Çarşamba

kod adı; kazan kafa

Yazıya açım hem de çok açım diyerek başlamak istiyorum)). Bu saat olmuş henüz bir iftar mönüsü bile oluşturmadım iyi mi??. Öyle harıl harıl hazırlıklar yapmayacağım bu akşam, Gamsegamsenin önerisiyle çorba, sucuklu yumurta ve dolapta ne kada başka kahvaltılık varsa ve de bitabiki de çay. Bu akşam da böyle olsun.

Sahura kadar oturup, öğle saatlerine kadar yatıp, kalkınca da dışarı çıkıp gelince tekrar yatıp uyuyunca ve üstüne de kazan gibi bir kafa ile uyanınca oluştu bu şahane iftar mönüsü:)). Ama sahur için çocukla çocukla tan aldığım şahane bir programım var:))

E niye böle gözümüzü açıp sokağa çıktık derseniz, benim yıllık kontrollerim bitti, şahaneyim arkadaşlar. Darısı gelecek seneye diyelim. Bu gün de Gamsenin ki vardı. Ama biz aylar önceden belli olan randevumuza az kala geç kalıyoduk. Dr çıkışı eve yürüyerek geldik hava çok güzeldi, geldik derken geldim demeliyim aslında Gasmecan beni yolda ekti. Ben de gelince kanepeye uzandım MGM de yüz senelik bir film izliyodum. Şöyle diyebilirim bir kaza oldu, herkes kaza yerine gitti eee derseniz benden de eee çünkü uyumuşum. Bu kazan kafa da ordan kalma
dedik ya baştan.

Ay ay dün Can Bey bizdeydi. Aşık maşuk vaziyetlerinde bir gün geçirdik. Bir kaç saat diyelim. 12 de geldi akşam iftardan sonra gitti.Ablalar da deli oluyorlar onun için. Gelen üstüne atlıyor. Heheehehehe biberonla verdiğimiz anne sütünü yeni içmişti ki annesi mööööö diye bağırarak geldi ama karnı tok olduğu için hiç pas vermedi. Sen stok çalış dedik Berfuya , fazla sütü bizim dondurucuya stokluyoruz :)). Eh karnını da en son ben doyurduğum için anneye hiç bakmıyor , gözler benim gözlerim de, annesi kıskanıyorum oğlum dedi ama nafile. Bakıştık durduk.

Hiiiç ama hiiç modumda değilim ramazandan sonra bomba gibi geleceğim inşalah maşallah.O yüzden kısa kesip gidiyorum...

21 Eylül 2008 Pazar

DAVET DAVET ÜSTÜNE

Dünkü yazımın sonucundan hareketle benden bu gün Beyoğlu yazısı bekleyenler i yanıltacağım. Çünkü kıramayacağımız bir iftar daveti nedeniyle yalan oldu)),

Sabah kalkışımda bir meymenet yoktu benim, üstümde bi ağırlık bi miskinlik . Kendini o kanepeden bu kanepeye atmalar. Üst üste saçma salak filmler izleyip , daha Beyoğlu moduna girememeler derken kocam aradı. - Lale , Fatih aradı , yemeğe bekliyorlar bizi dedi. Ben tekrar geri Fatihi arayıp ya zahmet etmeyin ayakları falan yaparken , - olmaz dedi, Meral , bayramda da burada olamayacağız, görüşemeyeceğiz, ille gelsinler dedi dedi . İkisi de bizim için çok özel insanlardır. Kocamın yeğeni olur Fatih. Hemen hemen aynı yıllara gelen evliklerimiz nedeniyle çocuklarımız arasındaki yaş farkı da bir ya da ikidir. Yani yemek davetine gittik. Ayıptır sölemesi Meral döktürmüştü tabi. Yemekten sonra onlar dayı yeğen hemen maçın karşısına kuruldular. Biz de çaylarımız , tatlılarımız eşliğin de okey masası kurduk yine. Ama bizim kızlar Cansu ve Gamze gıcır gıcır etti, üf sıkıldık bi de 30 dan mı düşürdünüz falan derken hadi dedik yarım bırakıp sohbet ettik tv izledik.

Gece gelirken de o saatte bile FB maçı nedeniyle trafik vardı. Gelince biraz İKEA nın her kapı önüne bıraktığı katalogu inceledim. Bir kaç dolap içi düzenleyici işaretledim.

Kitap mitap okumak hak getire gördüğünüz gibi , ama izlediğim bir filmden söz etmek istiyodum. Ama filmin ismini hatırlayamadım iyi mi??.Googleye mektup bile yazdım billa, misss.... devrimi diye ama bulamadım, hatırlarsam yazarım. Kominist rejimi benimseyen bir ABD li ailenin kendi istekleriyle Doğu Almanya ya yerleşmelerini ve sonra da ordan kaçmaya çalışma çabalarının anlatıldığı bir film di.

Bir de aklıma gelmişken gazete okuyormusunuz, RTE dedi ya gazete okumayın gerek yok, boşa israf, ben size anlatırım olanları her akşam.

Yarın akşam da Zuz da yemekteyiz, Kuzen Oya ve kocası Kadir ile birlikte. Yani yarın akşam da yemek pişirme işi yok, akşama kadar yayılayım yine , Zuz her işi bitirsin yemekleri falan yapsın öle giderim:)) Nazlı nasılsa dün akşamdan beri O'nda. Hem Ona bu gün Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesini de aldım, bayram tatilinde okusun diye. Bayram da yolcu , bu kez Olimposa. Biz buradayız, bayram ertesi Gamsegamsenin kayıt işleri var. Artık balayı dönemimiz bitti onunla , artık herkes kendi yoluna.

Şu anda saat gecenin 01:33 ü, yatma zamanıdır diyorum , iyi geceler diyorum ve de iyi pazarlar diyorum...

19 Eylül 2008 Cuma

kandırma sobesi, görümceli mahallle:)) yağmurrrrr

Bu sobe Taa Japonya dan geldi serroseden. İlk nasıl kandırıldımız konusu, ama ben bakalım yaş itibarıyla ne kadar geriye gidebileceğim.

Sanıyorum 5-6 yaşlarında falanıdım. Yeşil renkli bir çantam var, hiç yanımdan ayırmadığım. Artık hışırı çıkmış, sapı kopmuş, iple bağlamışım falan. Nereye gitsem yanım da. Annem artık utanıyor, yine mi onu aldın bırak diyor nere gitsek ama yok, imkansız ayrılmıyorum. Yaz tatili oldu, halamlar bize geldi.Ordu da her akşam yemeğinden sonra sahile çıkılır, İzmir'in kordonunun daha da uzununu düşünün öyle bir sahili var. Biz de halamları aldık yürüyüşe çıktık akşam. Tam deniz kenarında yürürken halam - çocuğun çantası ne güzel ne istiyosunuz ondan dedi sonra- ver LALE sapını sağlamlaştırayım dedi, ben de kendime yandaş bulmanın gururuyla verdim hemen tabi, bi de baktım ki benim çanta kuş olmuş denize uçuyor. Kalpsiz halam sen onu denize fırlat. Ortalığı birbirine kattım, kendimi denizlere atmak istedim ama nafile. Annemin yüzündeki pişmanlığı görmeliydiniz, kesin halama o gazı veren oydu.

Şimdi gelelim ne yaptık ne ettik kısmına. Çarşamba ve perşembe günü çok ağır bir misafir ağırladık. Can Bey. O gelmeden tüm ev hala yola konuyor ve tüm ilgi ona veriliyor çünkü. Törenlerle karşılanıp , törenlerle uğurlanıyor. Dün kucağıma aldığım da bir insanın tadabileceği en güzel duygulardan birinin bir bebeği kucağına almak ve onun kokusunu içine çekmek olduğunu bir kez daha anladım. Bir bebeği özlemişiz. Onun eve yaydığı havayı unutmuşuz meğer. Zuz ve Berfunun iki gün üst üste toplantıları olunca Can bey bizim evin yolunu tuttu tabi. Bir haftadır görmemiştik. Bir haftada çehresi değişmiş, çevreye tepki vermeye başlamış, Anneyi gözle takip ediyor nereye gitse, ah bizi mest etti gitti yine.

Hep derim size görümcelerle aynı mahallede oturmak süper diye. Önceleri aynı apt de otururduk, çoğunuz bilir bizim maceralarımızı. Kiracılar kıskanırdı bizi, aynı Avrupa yakasındaki Burhan gibi, bizi de alın, bizi de alın aranıza biz de Üsküdarlıyız derlerdi hehehe. Neyse işte görümceme iftar yemeğine gittik. Yani o pırasa dolmasınımı anlatsam , yoksa o muhteşem mantarlı, zeytinli sosunu mu bilemedim. Sanırım etli pırasa dolması tarifini daha önce yazmıştım ama sosun tarifini alıp yazıcam .Ercü ve Banu da vardı yemekte. Ercü kocamın yeğeni, Banu da eşi olur. Daha önceki bir yazım da kocamın hemen hemen yeğenleri ile aynı yaşta olduğunu o nedenle hepsiyle dayı yeğen değil arkadaş gibi olduğunu yazmıştım. Yemekten sonra erkek taifesi evlerin yolunu tuttu maç izlemek üzere , biz de bir diğer görümceme gittik çay içmeye ve okey oynamaya.

İstanbul da o gece çok yağmurlu bir gece yaşadık. Ben biraz daha fazla yaşadım o geceyi , iliklerime kadar diyeyim siz gerisini anlayın. Biz okey partisindeyken yağmur bastırdı. Sanki gök delindi. Gecenin sonuna doğru Gamsegamse anne hadi yağmur dindi gidelim dedi, Nazlı akılılık edip çaydan sonra eve kaçmıştı. Görümcemler kalın nasılsa Zeki ve Nazlı yarın işe gidecek sahuru beraber yaparız dediler. Ama biz , yok ya iki, üç sokak öteye gidicez hem de yavaşladı nası olsa dedik. Vedalaştık çıktık. Biraz yürümüştük kü şarrrrrr. Şemsiyemiz var ama ne mümkün, ayaklarımızın altından sanki dere akıyor. Şemsiye falan da hak getire zaten. Neyse işte yağmurdan yana nasibimizi almış olduk böylece.

Dün gece o kadar korkunç başım ağrıdı ki, gözüm oyuluyor sandım. O yüzden bu gün oruç tutmadım. Hala da biraz ağrıyor ve gözüme vuruyor nedense. Bu günü biraz dinlenerek geçireceim , çünkü yarın BEYOĞLUU
not- mavianne hadi sen de yaz , ilk kandırılma hikayeni

16 Eylül 2008 Salı

havadan sudan kayktan mayıktan

Günlerdir yazmamışım, e bu kadar tembel günler geçirisek ne yazalım. Ramazan tüm rehavetiyle çöktü üzerimize. Gamse de tatil ya sahura kadar otur, öğlene kadar yat. Sonra hadi ne pişirelim ne yiyelim, alış veriş falan.

Neyseki yarın Can geliyor da hayatımıza bir aksiyon katılacak. Bir kaç günün tembelliği yarın çıkacak. Sabah Can gelecek ,akşam görümceme yemeğe davetliyiz, yemekten sonra da haydiii , başka görümce de okey partisi var. Nazlı ve kocam yemek sonrası eve dönecekler. Biz Gamze ile devam edeceğiz)). Ama Gamsenin okul da bayram sonrası açılıyor. Ben , artık asıl kış programına geçerim hayırlısıyla.

Bu ara en çok güldüğüm şey Aydın Doğan la, RTE nin kapışması. Al birini vur öbürüne. Nasılda istekleri olmayınca birbirlerini ispiyonladılar hehehe.Siz bakmayın atıp tutmalarına, kayıkçı kavgası bu tak tuk sesten başka bişe çıkmaz. Hilton dilton olur yine iş yoluna girer. Bir zamanlar eski bloom da yazmıştım . Ama hatırınız için bi da yazayım.2006 da yazmışım bunu hatta şimdi yazıyı okurken gördüm.

Eskiden Üsküdar-Beşiktaş arasında yolcu taşıyan kayıkcılar,bazen müşteri yüzünden kavgaya tutuşurlarmış,kürekler falan havada uçarmış.Öyle çok gürültü çıkartırlarmış ki halk seyretmek için etraflarına toplanırmış.Şimdi bi şey olacak biri yaralanacak derken ,onlar hiç bir şey olmamış gibi işlerine dönerlermiş.Kayıkcı kavgası sözü buradan geliyormuş. Şimdi siz bu tak tuklara fazla kafanızı yormayın. Ama kendimle çok bi gurur duydum, kendi yazısını google de arayan bir zat olaraktan, daa kolayımageldi yav, şimdi arşivi marşivi mi karıştıracam dedim. Ay bi de baktım ki tüm o anlı şanlı köşe yazarlarının hepiciği de bu olayı kayıkçı kavgasına benzetmiş ve bendenizin yazısı da aynı sayfa da çıkmış .

Ben gözümü gökyüzüne diktim yağmur bekliyorum, bu gün bi ara dışarı çıkmıştım feci sıcaktı. Bu akşam meteorolojiye göre sağnak yağmur var ama şu ana kadar tıs yok. Güya bu kış bol yağışlı geçecekmiş, hadi bakalım inşalah.
evvet bir yazının daha sonuna gelmiş bulunuyoruz, darısı başka yazılara...

12 Eylül 2008 Cuma

Ne demişti Yahya Kemal'' akşam akşam yine akşam;''

Bu akşam bizim ev de hiç adet olmadığı üzre sessizlik hakim. Kocam yeğenleri ile buluştu. Nazlı hanımlar önce arkadaş buluşması sonra da Zuz da konaklamak üzere çıktı.Artık okul açıldığı için hafta içi yorgun 0luyor. Neyseki öğrencilerinden çok memnun. Gamsegamse yi sorarsanız frekans tutturamadık bu akşam, o başka bir şeylerle uğraşmayı seçti . Ayrı takılıyoruz ev de.))
Ben de önce dizimi izledim sonrada buralara biraz bakınayım dedim. Baktım hemen her blogda bir ramazan muhabbetidir gidiyor. Benim de aklıma hep Ordu da ki ramazanlar geliyor. Tabi bu ancak ilkokula kadar olan bölüm. Duvarın üstüne tüm mahalle çocuklarının dizilp top patlamasını bekleyip , koşa koşa evlerimize gittiğimiz ramazanlar. Daha sonra benim hayatımın ikinci İstanbul baskısı başladı. O zaman da pencereden minare ışıklarının yanmasını beklerdik. Kalabalık iftar sofralarını hep sevmişimdir. Bu yıl kocamın işlerinin yoğunluğu nedeniyle , ancak iftardan bir kaç dk önce evde olabilmesi nedeniyle henüz daha ne iftar daveti verdik ne de katıldık. Ama bu gün Zuz'un kesinlikle itiraz kabul etmeyişi nedeniyle bu pazar değil daha sonraki pazara randevu verdik O'na.

Dün akşama doğru ben tüm yemek programımı yapmış oh bir iki saat kestireyim diye kanepeye uzanmıştım ki Gamsgamse aradı ; anne , hamsi aldım dedi. Haydiii iş başa döndü. Yemekler bu akşama ertelendi hamsiye yakışacak mönüye geçildi. Tam o sırada Zuz aradı ne yapıyosunuz, işten çıktım canım eve gitmek istemiyor dedi. Hadi koş hamsi sezonu açıyoruz dedim. Şekerpareleriyle geldi.

Bu gün , dün akşamdan yemekler hazır olunca tüm gün tembellik ettim. Ama gerçek tembellik. Hiç bir şey yapmadan serildim. Yalnız yapıcam deyip de yapamadığım vişneli armut tatlısı bu gün yapıldı ve de beğenildi. Ayva tatlısın çağrıştırıyor. Hatta gözünüz kapalı yeseniz ayva tatlısı dersiniz.

Hafta sonu için hiç bir planım yok, ama ramazandan sonra savulunnnn ben geliyorum.

11 Eylül 2008 Perşembe

yağmur ve dilekler

Dün sabah erkenden eve çıkıp gelince de teknik arıza ile karşılaşınca , dünkü yağan yağmurdan, ayağımda terliklerle şıpır şıpır , İlmiyemle birlikte durakta bile olmayan otobüse , üstelik hangi yöne gittiğini bilmeden atlamamızı anlatamadım tabi. Neyseki gideceğimiz yöne gidiyormuş.

Bir kaç gündür İlmiyemle dr lardayız. Şükür , bir sağlık problemi değil konu. Ama her kadının yaptırması gereken kontrollerini birlikte yaptırdık. Aynı gün ve saatlere randevu alıp , birlikte gittik geldik. Kemik yoğunluğu ölçtürdük, mamografi çektirdik , simir testi yaptırdık. E ne yapalım küresel ısınma kapıda:))Adım adım yaklaşıyoruz.

Dün tam dr dan çıkıyoruz şarrrr diye birden yağmur boşaldı; ama ne boşalma sanırsınız gök delindi. Hemen geri oturduk. Bekledik biraz diner gibi oldu, çıktık dışarıya.Yolun karşısına geçtik , taksiye binmek için, ama bilirsiniz İstanbulun taksi şoförlerini, yağmurlu havalarda pek alımlı çalımlı olurlar. Yağmurda yeniden hızlanmaya başlıyordu ki, önümüzden geçen otobüsü durdurdu İlmiyem, ben durmaz , durak değil bura derken baktım zınk diye durdu. Biner binmez yağmur sanki kovadan aktarılıyormuş gibi başladı. Beş dakika sonra durdu, bi baktık yerler bile kupkuru oldu. O kadar yağmur ziyan oldu , rögarlardan aktı gitti kanalizasyona dedim. Toprak çekemedi.

Çocukluğumda ki ,Ordu da yağan yağmurlar geldi aklıma. Yağmur yağıyor ,seller akıyor , arap kzı camdan bakıyor tekerlemesini gerçek sanır. Hiç pencerelere bakmadan eve koşardım. Şimdi her yağmurda aklıma gelir. Her yağmurdan sonra gök kuşağı çıkardı, koştururduk altından geçip dilek dilemek için. Nedir biz de ki bu dilek dileme merakı. Ayselin kulakları çınlasın, mektup arkadaşım hani, bir zamanlar anlatmıştım hikayemizi. Kızıltoprakta yürürken eğer tren geçerken rastlarsak koştururdu beni ,köprünün altına , tam tren köprüden geçerken biz altında dilek dilerdik. Ne dilerdik acaba o yıllarda. Bir de hiç sormazdık dileklerimizi, eğer söylersek dileğimiz yerine gelmezmiş. Sırası gelmişken Ayselle biz birbirimize uzak bile otursak, aylarca görüşemesek bile sık sık telefonlaşır , her sıkıntımızda birlikte oluruz. Annemi kaybettiğim an da bile yenımdaki insan Aysel di. Bir de Aysel ben nerede olursam olayım mutlaka beni bulur. Ben denizi olmayan yerde yaşarken bile ailesiyle birlikte bizi ziyarete gelmiş, bir bayram tatilini birlikte geçirmiştik. Geçen yıl Bodrum tatilimiz de baktım yine kapıda Aysel. Bir program listesi ile gelmişti. Bir dakikası bile boş olmayan. birlikte geçirdiğimiz o güzel günü tatil yazım da anlatmıştım. Ay özlemişim ben onu.

Bu yazı hep iyi dileklerle bitiyor burada çaktırmadan

10 Eylül 2008 Çarşamba

tek tek teknik arıza

Bu gün bir teknik arıza ile karşınızdaydım. Sayfamı her açmaya çalışanın hoop yallah başka bir adrese yönlendirildiğini beni ziyaret edenler görmüştür.

E her zaman kedi keşkek yemez derdi annem , dün pasta tarifi sunduk bu gün de teknik arıza. Neyse yine her zamanki gibi imdadıma zeya koştu. teknik ekip desteğiyle sorunumuz çözüldü. Yani kurtulamadı blog dünyası benden hehehhe.
Ama korktum valla, şu dünyada bi bloom vardı , onu da elimden aldılar diye pek hayıflandım kızlara. . Tabii ikisinin de ortak cevabı her şeyi sayfaya ekleme sen de.
Siz benin ilk bloğumu görmeliydiniz. Çok eskiler hatırlar. Pırıl pırıl şıngır şıngır. Cadılar uçar, balıklar yüzer , çiçekler açar. Açılır açılmaz bir hoşgeldiniz yazısı sizi karşılar breh breh. Ayni yeni zengin bloo gibiydi:)).Ay ne severmişim meğer ben burayı , Allah fakiri sevindirmek isteyince , önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuşa döndü ya hadi .
Her neyse arkadaşlar ayani birlikte olmaya devam edeceğiz.
Beni merak eden herkese teşekkürler sevgilerrr

9 Eylül 2008 Salı

Richard Gere , Dansa Davet, elmalı pasta ve armutlar


Şimdi başlığa bakıp , hah yine bizi karman çorman bir yazı bekliyor beklentisine girdiyseniz ki çok haklısınız . Bela geliyorum demez , gelir.

Geçen gece tam tv yi kapatıp yatak odasına doğru yol almak üzereydim ki; ekran da Richard Gere yazdı . Zınk diye durdum. Amanın bir Richard Gere filmi başlıyordu, hemi de Jenifer Lopez ve Susan Sarandon ile. Üstelik de nasıl olduysa izlemediğim bir filmi ile. Tam gece yarısına yakışır naiflikte. Hiç bir aksiyon yok, ayile bağları var, aşk var, dans var dans. İnsanın filmi izlerken dans edesi geliyor.Fimden çıkan herkes dans kursuna yazılmak istemiş zaten. Şimdilerde sadece özel günler de , geceler de, düğünlerde falan dans eder olduk. Eskiden hafta sonları okulların danslı toplantıları olurdu.

Richard Gere Jennifer Lopez'le dans ededursun, karısı (Susan Sarandon) da kocasındaki anlamlandıramadığı mutluluk halini çözmek için bir dedektif takmıştı peşine. Dedektifle aralarında bir 'İnsan neden evlenir?' diyaloğu geçti ki, sanırım bu soruyu her evli insanoğlu soruyor günün birinde. İşte Susan Sarandon'dan insana iyi gelebilecek bir cevap: 'Çünkü hayata tanık gerek.' Galiba öyle... Hayatındaki başka kimsenin bilmediği, bilse de önemsemediği detayları senin için izleyip kaydedecek biri-leri-ne ihtiyacın var herhalde. Kahveyi şekerli mi sade mi içtiğini, seni kimlerin, nelerin kırdığını, nelerin güldürdüğünü, hangi rengi, hangi filmi sevdiğini, sana hangi kokunun, hangi şarkının neyi hatırlattığını bilecek biri... Bir tek 'Hatırladın mı?' ile anlaşabileceğin biri... İnsan uzun evliliklerden de, bugün tanısa belki sadece selam verip geçeceği eski arkadaşlardan da bu yüzden vazgeçemiyor olsa gerek. Hayatının tanıkları oldukları için. Tanıklar olmasa yaşanmış olanlar yaşanmamış da sayılabileceğinden..

Bu satırlar Akşam Gazetesi yazarı Asu Moro ' ya aittir.
********************************************************************************

Filmi izlerken bir taraftan da elmalı pasta yiyip çay içtim. Hem de sahura alt yapı oluştu hehe. Gündüz aklıma geldi, oruçken de canım bir istedi anlatamam. Filme de pek yakıştı. Bu pasta tarifi teyzeme aittir. O da bir yerlerden almıştır tabiki. Tam 30 yıllık bir tarif benim bildiğim. Ondan öncesinden teyzem mesul.
Tarif aslında çok bilindik . Tabanı bir paket istediğiniz tür yağ, tereyağ da olabilir. ben zeytinyağlı becel kullandım. Bir su bardağı şeker, biryumurta ve 10 çorba kaşığı süt. Hemen hemen bir çay bardağı gibi. Kabartma tozu ve vanilya. Yağı ertmeyin. Birlikte yoğurun. Ammaaaa bu yoğurma işlemine geçmeden içini pişirelimki o arada soğusun. Dört elmayı soyun rendeleyin. Yarım su bardağı şeker ile pişirin, altını kapatınca iki tatlı kaiığı kadar tarçın ilave edin. İsterseniz biraz fındık veya ceviz de koyabilirsiniz ama ben koymadım. Teyzem koyardı. Hamuru ikiye bölün , tepsiniz büyüklüğünde birinci parçayı merdane ile açıp, tepsiye yerleştirin. Ben hamuru direk yağlanmış tepsiye koyup elimle tepsiye yayıyorum:)). Üstüne hazırladığınız malzemeyi yayın. Şimdi asıl konuya geliyoruz. teyzem ikinci parçayı da merdane ile açıp üstüne yerleştirip fırında çok pembeleşmeden pişirip üstüne pudra şekerini eleyerek dökerdi. Bendeniz ise Linzer Turtadan esinlenerek bu ikinci parçayı merdane ile incelterek ama çok inceltmeden, kurabiye kalıpları ile kesiyorum. Çiçekler kalpler. Bunları malzemenin üstüne yerleştiriyorum. hafif aralıklar kalmasında bir sakınca yok , o pişerkende biraz kapanıyor zaten. Serviste aynen yine üstüne pudra şekeri serperek servis yapıyorum.
****************************************************************************
Sıra armutlar da. Dün bizim pazarımızdı. Kocam akşam pazarın içinden geçerken armut almış. Ama insanın canı armut isterse bir ya da bilemedin iki kilo alır dimi yok ama burada vişne reçeli yapıcam deyince eve bir kasa vişne gönderen birinden söz ediyoruz. Ay no'lcak bu kadar armut dedim. Komşulara ver dedi. Yani bizim sadece selamlaştığımız komşuların kapısını çalıp, alın size armut getirdim, bu şu anlama da geliyor anladım ev sinema sisiteminiz çok güzel ama siz film izlerken bizim duvardaki Afrikalı kzıların da dans etmesi gerekmiyor . Nalan en çok senin getirdiğin oynuyor:)). Neyse ben bu gün google teyzeye sordum, bence google dişi çünkü; en çok yemek tarifi için başvuruluyordur herhalde. Tamam güzel bir espri olmadı ama oruçum ondan yaw. Bir sürü armutlu tarifler açıldı. Ben vişneli armut tatlısını seçtim, en kolayı oydu çünkü. Armutları ikiye bölüp içlerini temizleyip, oyuk kısımlarına biraz şeker koyup, üstünü örtecek kadar vişne suyu ilave edip armutlar yumşayıncaya kadar pişiriyorsunuz.. Servis yaparkende krem şanti koyuyorsunuz üstüne . Ben muhallebi koyup tarçın ve cevizle süsleyeceğim.

***************************************************************************
Bu gün de bir film ve iki tarifle geldik, yarına Allah kerim. Ceviz ağacının resmini koyamadım, çünkü pencereden çekmeye kalktığımda sadece yapraklar çıkıyor. Daha dün İlmiyem ben ve Gamsegamsenin Kemik yoğunluğu ölçtürme ve İlmiyeme aldığımız Hollanda menşeyli hebe çiçeği ile pazarda dolaşmaya kalkmamız vardı ama yerim dardı oynayamadım. kemik yoğunluğu ölçüm sonucum yaşıtlarımdan kat kat iyi durumdaymışım:)).


**************************************************************************
Bu günlük de bu kadar daha şeftali reçeli yapacağım, haa sabahta çilek reçeli yaptım. Yayla çileğiymiş. Saplarını kabak oyacağı ile çıkardım . Ama kokusu evi tuttu. Gamze onun kokusuna uyandı. Tamam tamam bitti yazı.

6 Eylül 2008 Cumartesi

TAVSİYE EDERİM))))

Dışardan gelen herkes havanın çok sıcak olduğunu söylüyor ama ev püfür püfür. Sağolasın ceviz ağacı. Bazen ona bakmak bile içimi ferahlatıyor. Emperyalist , yayılmacı bir politika ile her tarafı kaplıyor ama hiç olmazsa faydalı. Gerçi alt kat komşum gerekli izinleri aldığını ve biraz budanacağını söyledi geçen gün, çünkü ona gün güneş göstertmiyor:)). İçim cızladı. Bu kadar sözünü ettim ama bi resmini koymadım dimi size, bundan sonraki yazıya söz.



Dışardan gelenler dedim de evde benden başka kimse var sanmayın. Bizim ev , sürekli bir devinim halinde , girenler çıkanlar. Trafik lambası falan koymayı düşünüyorum bazen.



Dün akşam iftar satini beklerken Sunay Akın'ın programını izledim. Ihlamur Kasrından yayın yapılıyordu. Amanın benden kaçmış. Hiç gitmedim oraya. Muhteşem güzellikte bir yer. İçinde yazlık kışlık kafeteryalar bile mevcut. .Her çeşit ağaç var, çeşitli ülkelere ait. 20-25 Kasımda çok güzel oluyormuş, bahçedeki ağaçların görüntüsü.Benim en favori ağacım manolyadır. Ondan da orda çok varmış. Ben notumu aldım bile. Yalnız pazartesi perşembe günleri kapalıymış. Benim bula bula pazartesi Rumeli Hisarına gidip, Hisarın kapısı önünde dışarda kalmışlığım var )).Neyse konuyu karıştırmayalım, benim gibi sonbaharda ağaçların görüntüsüne bayılıyorsanız, o yaprakların sararmasını , kızıllaşmasını izlemek istiyorsanız Ihlamur Kasrına gidi gidiverin.
IHLAMUR KASRI


Biraz önce manolya dedim ya benim manolyalı bir anım var hehehehe. Biz Ordudayken , annemin bir terzisi vardı. Malum o zaman konfeksiyon bir çok gelişmemiş. Annem beni durmadan terziye gönderirdi, malzeme götürür ya da elbiseleri teslim alırdım. Terzinin bahçesinde de kocaman bir manolya ğacı vardı. Gerçi bizim mahallede hemen herkesin bahçesinde vardı. Bu manolya güzel çiçektir hoş çiçektir de karşıdan bakacan ona , koklayınca solar. Bir gün gittim, kadıncağız elbiseleri getirmek için içeri gitti, beni de salona aldı, oturdum bekliyorum. Anah sehpanın üstündeki vazo manolyalarla dolu. Ben şimdi illede koklamak istiyorum, ama solacak kadın kızacak diye de ödüm kopuyo. Kokladım tabii, biraz buruştular o kadar. Ama ödüm kopa kopa niye o işi yaptım anlamam.



Bu akşam maç var. Şahsen Fatih Terim'in yerinde olmak istemezdim. Bu konudaki tek yorumum budur.



Dün akşam yeni bir dizi başladı. Gece Sesleri. Ayşe Kulin'in bir kitabından senaryolaştırılmış. Ayşe Kulin hayatta olduğu için izin vermez kitaplarının lastik gibi oraya buraya çekiştirilmesine. Yaprak Dökümünü rahmetli Reşat Nuri ahiretten hala yaprak yaprak yazıp göndermiyo herhalde.

Dün gece bir kitaba başladım. “Kolera Günleri”nde Aşk adı. García Márquez' e ait. . Çok sevdiğim bir yazardır. Yüz Yıllık Yalnızlık la tanıdığım ve tüm kitaplarını okuduğum bir yazardır. Bu kitabı da yeni değil ama sıra gelmemişti. Bazı yazarları sondan başa doğru okuyorum bazen. Mesela tüm kitaplarını okuduğum Amin Maoluf'un ilk kitabı Afrikalı Leo'yu da daha yeni okuyorum. Kitaptan açılmışken, Orhan Pamuk'un son kitabı Masumiyet Müzesi ni çok merak ediyorum. Geçen gün okuduğum bir eleştri onun çürük maydonoz ve kokmuş yumurtayı bile pazarlayabileceğini, sözü okura bırakmasını yazıyordu. Vatan Gazetesinde Necati Doğru yazmıştı. . Yani artık dünyada her şey pazarlandığı için bir şey diyemiyorum tabi. Biz eskiden nasıl takip ederdik kitapları hatırlamıyorum. Ama galiba herkesin sürekli gittiği kitapçılar vardı. Oradan takip ederdik, ben Milliyet Sanat Dergisi alır oradan takip ederdim. Şimdi günlerdir okuyorum, Masumiyet Müzesinden alıntılanmış yazıları. Kitap biraz da erotik ya, en erotik bölümler seçilmiş. Bi kere sölim bu kitap çok satar. Zaten ilk 70 bin satılmış. Bir gazete roman kahramanına adfen hepimiz Sibeliz diye başlık atmış. Şimdi bu kitabı okumamak kabil mi?, ben kendi adıma pazartesi günü alıcam mesela.

Şimdi bu yazı nasıl verimli bir yazı oldu, Ihlamur Kasrına gidin dedik bi de tarih verdik , biraz kitap mitap dedik işin içine kültür de kattık. Dizi dedik güncellği yakaladık. E maçıda haber verdik . Saat yedide başlıyor umutmayın. Bi de magazin haberi vereyim İbraam Tatıses Flarmoni Orkestrasıyla konser verecekmiş, yağmur Atacan karısı aş erer diye motosiklet almış evin kapısında bekletiyomuş. He sorarım size sorarım nerde bulacaksınzı benim gibisini he

A durun bi de sahurluk bi tarif vereyim. İki- üç patatetsi rendeleyin, 100-150 ger da kaşar rendeleyin içine biraz dereotu ve maydonoz kıyın incecik içine tuz karabiber koyun bir kaç ta yumurta kırın çırpın kaşık kaşık dökerek yanmaz tavada altlı üstlü kızartın . Patetesler çiğden olacak , ve suyunu iyice sıkın .

He bi de bakın etiketlerime Orhan Pamukla ,patates mücveri yanyana gelmiş. Kim aynı yazıda buluşturabilirdi ikisini sorarım size)))

HADİ GİTTİM ŞİMDİ BEN.

5 Eylül 2008 Cuma

Keçenin teri

Apartmanın bitmez tükenmez tak tuk sesleri ile uyandım. Komşularım nazik olup, gürültüden önce gürültü olacağını ve kusura bakmamızı rica etmeselerdi sanki bir arıza çıkarırdım gibime geliyo. Ama ne uzun süren bir tadilattı ayol, neredeyse bir ay oldu.

Gözlerimiz aydın, kulaklarımız Manisa, bu bayat espri tee çocukluk yıllarımdan kalma ama ne yapayım ki ne zaman birine gözünüz aydın desem içimden devamı gelir. Her neyse ekranlarda başlayan dizi fırtınasından söz edecektim. Ayy ben dizi izlemem , hep belgesel izlerim diyen ama magazinin göbeeene göbeene dalanlardam değilim evelallah. Her has Türk kadını gibi paşa paşa oturup izlediğim diziler var. Belgeseli bi tek İZ de izlerim. O National Geographic de ki her an orasından burasından o uzun hayvan çıkan belgeselleri yanımda biri olmadan izlemem ki, tamam tamam gitti aç gözünü desin:)).

Dönelim dizilere , tam bir dizi bombardımanı altındayız arkadaşlar.Baretlerinizi giyin. Benim geçen yıldan devam eden Elveda Rumelim ve Yol Arkadaşım var zati. Ah bi de yaz dizim var Düğün Şarkıcısı. Erkan Can'a bayılıyorum orada. Dün akşam da bizim kuşağın ilk dizilerinden Aşk-ı Memnu başladı. Müjde Ar' ı Allahın izniyle bize bağışlayan dizi. İlk bölümünü sahurda izledik, tabi tekrarını. Tekrar izlemenin şöle bir faydası oldu, hiç reklam girmedi hehehehe.Eskiden böyle dertlerimiz yoktu. Programdan önce bitmez tükenmez bir reklam kuşağı olurdu; tek kanal döneminde, hatta biz kardeşlerimle reklam bilmece falan oynardık. Sonra oturur tek parça her ne izleyeceksek izlerdik. Arada bir Necefli Maşrapa girerdi araya o kadar. Sonra yıllardan bir yıl günlerden bir gün ama yine siyah beyaz ve tek kanal döneminde birden filmin en heyecanlı yerinde film kesildi Aymar Yağlarının reklamı girdi araya. Ne oluyoruz, film bitti mi falan derken reklam bitti kaldığı yerden devam etti film. Meğer o akşam kabus başlamış da haberimiz yokmuş. O dur budur o marka yağ bizim evden içeri giremez)). Tek kanal döneminden aklımda kalan bir program da, keçenin teri. Hiç konuşma yok, . Üç yağız adam ellerin de keçeye çevrilcek bir şey. Üstlerinde de şu yağlı güreşcilerin giydiği kispete benzer bi don. Vura vura keçeye dönüştürüyorlar ellerindekini. . Ay şimdi bile gözümün önüne geldi 30 sene olmuştur valla. Şimdi size tuhaf gelecek ama , geçen yıl tatilde, tam Tavşan Adasına çıkacağız, bir adam elinde koca bir ahtapot taşlara vura vura yumşatmaya çalışıyor. Öyle yumşatılırmış ahtapot. Hemen benim aklıma keçenin teri geldi. Şimdi bana keçe deseniz ahtapot, ahtapot deseniz keçe derim.

Keçe, bilinen en eski yaygı biçimidir. Doğa koşullarına karşı korunma amaçlı da kullanılır. Yapımına gelince, dünyada sadece Şanlıurfa da, Türk hamamlarında, ustaları tarafından çıplak bedenlerle dövülüp, terle pişirilerek üretilmektedir.Keçenin Teri belgeseli üç keçe ustasının hayatlarından kesitler verirken, yörenin geleneklerine ilişkin örnekleri de belgeler.
Ertuğrul Karslıoğlunun 1988 yılında hazırladığı bir belgesel.1989 yılında .Urfa'da ata mesleği keçecilik olan ustaların hikayesinin anlatıldığı belgeselin müziği ve ustaların kan ter içinde,hamamda keçeye şekil vermek için göğüsleri ile vurma sahneleri unutulmaz.Bu belgesel ileriki yıllardada ,yurt içinde ve yurt dışında ödüller kazandı.

Sanırım son zamanlarda yazdığım en tırlak yazı olmuştur. Beynime su gitmiyor ya ondandır belki.Ama komiğime giden bir şeyi daha söyliyeyim gideyim. Google aramalarında Üsküdar Nüfus yazan biri soluğu benim sayfada almış, zavallı. Neye uğradığını şaşırmıştır. Bir yazımda Üsküdar Nüfus dairesine gittiğimden söz etmişdim de. Biri de şeftali ağacı nasıl diklir yazmış. Az kala googleye mektup yazacakmış , her neyse benim tırlak yazılarımdan birine gelmiş. Bahçeye diktiğim şeftali ağacını anlattığım. İnşalah benim tavsiyeme göre dikmemiştir. Merak eden tıklasın okusun

Hadi gittim ben, iyi bir hafta sonu olsun

3 Eylül 2008 Çarşamba

yazı mı ? yazı

Eeee naber dermişim. Ben den iyilik sağlık. Ramazan rehaveti çökmüş durumda üstüme. Daha doğrusu evin mutlu azınlığı olan Gamsegamse ile bana. Naziş ve my koca çalışmaya devam. Gamsenin okulu teee bayramdan sonra açılacak.

Şimdiki hal, sahura kadar oturmalar, sahur da yemeğimizi yerken izlemek üzere bir film hazırlamalar, geç kalkmalar şeklinde oluyor. Yemek dediysem biz sahurda bir tek kahvaltı yaparız.

Ay dün bize yine Can Bey geldi. Bir önceki gün işe gitmiş, tam toplantı sırasında annesini emmek isteyince bu gün biz de aldı soluğu ve biberona talim etti. Nasıl da paşaydı, güzel güzel uyudu. Mamasını yedi. Bir iki arıza çıkardı gaz olayında ama o kadar olacak. Gamze ona hayatımın erkeği diyor. Gelip bizi mest edip gidiyor. O gittikten sonra bile evde onun kokusunu duyuyoruz sanki. Yarın ilk tatiline çıkıyor. 10 gün yok burada. Ha bu arada Can 53 günlük falan oldu.

Kitap okuma olayından biraz kopmuş durumdayım, tepem kitap yığıldı ama şu ara günlük gazeteleri bile ertesi gün okuyorum. Nasılsa Brezilya dizisi gibi oldu ülke , iki üç gün sonra bir şey kaçırmış olmuyosun , sadece bir kaç yeni artist ekleniyor mesela Şaban Dişli gibi. Adam arsaları bi güzel dişlemiş, millet uyumuş. Halbuki bizim ninnilerimiz de marş gibidir ha.Baksanıza- dasdini dasdini dasdana, danalar girmiş bostana . Yahu bu ninni huzurlu bir uykuya salarmı insanı. Bostana giren koca koca danalar, elinde sopa ile onları kovalayan bostancı, rezil olmuş bir bostan tepeleri yenmiş lahanalar he. Manzaraya bakın. Halbuki desek ki kon kon ergenekon ay buda olmadı . Dicektim ki kon kon kelebek.
Benim kafam açken çalışmıyo ben buna karar verdim. Siz bu yazdıklarımı okur okumaz unutun. Hani Elif Şafak diyodu ya bu kitabı okuyun ve hemen unutun diye bknz Siyah Süt. He işte öle yapın