Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Ağustos 2012 Perşembe

''Uzun Bir Yaz''ı uğurlarken


Yazı başlığım aslında bugünkü kitabımın adıydı...İtalya'da başlayıp, Yunan adalarına giden,Korsika kıyılarında devam eden ve İtalya'da son bulan bir hikaye...Aslına bakarsanız hikayenin hiçbir özelliği yok ama yaz boyu devam eden bu hikayede anlatılan yerler betimlemeler güzel.Bu 102 sayfalık küçücük kitap; bana çok güzel bir manzarada eşlik etti bir anlamda da yazın son ayının sondan bir önceki gününde bir yaza veda yaptırdı...
Uzun sıcak bir yazdan sonra bugün ilk kez ''Kız Kulesi'' ne doğru yürüyüş yaptık.Nasıl özlemişim, yol bu kadar kısamıydı dedim hatta:)) Rüzgar serin serin esti... Bu çok sevdiğim yoldan geçerek sahile çıktık. Burası Üsküdar'da ki ''Valide Gülnuş Sultan Camii'' nin avlusu... Caddede ki kapısından girip ön kapısından çıkınca sahile inen yola ulaşıyorsunuz.

Her zamanki yerimizde oturduk. Kız Kulesi'ni karşıma aldım, Galata Kulesi bana el salladı... canım Tarihi yarımaada Ayasofyasıyla, Topkapı Sarayıyla arzı endam eyleydi benim için sırf benim için. Atatürk'ün yatı ''Savarona'' önümüzden geçti. Martılar çığlık attı tepemizde, karabataklar denize dalıp dalıp çıktılar. Eski 45 likler çaldı... Çayımın biri bitti biri geldi... Bademlerim çıtır çıtırdı ve orada başladığım kitabı orada bitirip öyle kalktım, kalktık...

Magissam o gün çok sıcaktı, keyif alamadık. Bir sonbahar Üsküdar'ı yapalım mutlaka...

Güle güle yaz, yine gel ama lütfen azcık serin serin gel...

29 Ağustos 2012 Çarşamba

filmler, kitaplar, derin dondurucu çalışmaları falanlar filanlar


Ne güzel yağdı yağmur, serinledik epeyce...Hatta bir ara hırka giymenin lüksünü bile yaşadım:))

Bugünden bir filmim bir de kitabım var. İkisi içinde izleyin ya da okuyun demem ille de... Film bir kitap film. Film izlemeyi gerçekten sevenler için... Değişik bir tarzı var. Haruki Murakami'nin bir anlatısından yine Murakami tarafından seneryolaştırılmış. Film izler gibi değil sayfa sayfa kitabı okur gibi izliyorsunuz. Zaten bir anlatıcısısı var. Yalnızlığın, dışlaşmanın, içselleşmenin filmi gibi abuk yorumlar yapabirim bu film hakkında...TONY TAKİTANİ, bir Japon ama cazcı babası ona Amerikalı adı koymuş. Tony Takitani'nin yalnızlaşması bu adla başlamış. Japonya gibi geleneksel bir ülkede bir Japon'un , Amarikalı adı taşıması dışlanmış hissetmesinin başlangıcı oluyor. Erken ölen anne, evde durnayan cazcı baba ve alışverişkolik karı da eklenince bu film çıkmış ortaya...Bana sorarsanız ben beğendim...

Kitap: Deniz Kavukçuoğlu'nun yazdığı ''Zarife'' konusu eski yeşilçam filmlerini andırıyor ama yazım dili çok akıcı. Dün akşam başladım, bu sabah bitti... Özellikle 2000 li yıllarda hızla çökmeye başlayan ahlaki çöküşü anlatmış. Bu arada insanlar için ahkam kesmeden önce biraz düşünmeyi öğütlemiş. Ataletim canım benim şöyle der- beğenenlerin olsun:))

Bugün ben biraz daha dondurucuya çalıştım. Bana kalsa bu işi artık bitirmiştim ama Çiğdem, rendelenmiş domates; pilavda ve çorbalarda çok güzel oluyor deyince hadi biraz da rendelenmiş koyayım dedim. Hadi başlamışken biraz da uzun pazar kahvaltıalrı için kahvaltılık yapayım dedim. Kahvaltılığı şöyle yaptım. Rendelenmiş domatesin içine közlediğimiz kırmızı biberlerden ama közlemeden taze haliyle rendeledim, biraz da yeşil biber rendeledim. Biraz tuzla iyice koyulaşana kadar kaynattım. Sonra soğumaya bıraktım. İyice soğuyunca bir komposto kasesini aldım önüme, içine buz dolabı poşeti yerleştirdim. hadi niye diye sorun:)). Çünkü; kahvaltıya bir kase kadar çıkartmak yeterli oluyor.Üç kepçe kadar koyup koyup bağladım torbaların ağzını. Şimdi bunu nasıl kullanacağız. Önce kaynatırım tekrarki, çözülme sırasında tadı bozulmasın. Soğuduktan sonra biraz sızma yağ,iki diş sarımsak, pul biber hatta incecik doğranmış derotu ilave eder kahvaltı masama koyarım. sonra bandıra bandıra yeyin durun:))

Bugün evde genel temizlik de vardı. Tüm işler bitince akşam yemeği için Capitol'e gittik. yedik içtik geldik, Seksenleri izledik. Tam zamanlı gidiyor, sanırım iki hafta sonra İhtilal olacak konusu...Şu anda en sevdiğim dizi...

E'hadi yatalım gayri saat 00.53

ha bu arada yoksa siz, Kurban Bayramı tatili dokuz gün olacak diye sevinenlerdenmisiniz? Cumhuriyet Bayramı güme gidiyor yine haberiniz ola...

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Çok faideli bi yazı

Haftasonunu gündüzleri evde akşamları dışarda geçirdik. Ama artık , İstanbul'u gündüz gözüyle görmeyi özledim doğrusu... Sonbaharı dört gözle bekliyorum. Hava serinlesin, beklediğim filmler vizyona girsin, festivaller başlasın, yeni sergiler gelsin, yeni yerler keşfetmeye kaldığımız yerden devam edelim istiyorum.

Cumartesi günü akşamı Kadıköy'de Seyhan Müzik'in terasındaydık. Tarihi Yarımada, ve Haydarpaşa'ya karşı karşı oturduk. Burada gün batımı çok güzel oluyormuş. Malesef ki yeni keşettik , Kadıköy'ün göbeğindeki bu yeri.Starbucks'un hemen yanında ki Seyhan Müzik ve Kitapevinin içinden girip asansörle en üst kata çıkın.Ve seyreyleyin İstanbul'u...(Kadıköy meydan ve karşı kıyılar)

Pazar günü ise yine akşama kadar evde takılıp akşam yemeği için ''Tarihi Beylerbeyi Balıkçısı''na gittik.Aşırı kalabalıktı. Bizim masa doluydu tabi:))Yalnız aşırı kalabalığın verdiği bir pejmürdelik vardı.Yan masada iki kız, yabancı bir arkadaşlarını getirmişlerdi, balıklarının üstüne istedikleri fırın helva kömür olarak geldi önlerine kondu. Abi yaktın yaktın niye servis edersin. Bizim levrekler süperdi ama Naziş, karides güvecini beğenmeyip geri gönderdi.Yemekten sonra çarşıda İskelede biraz gezinip eve geldik.

Bu hafta sonunun kitabı ''İtalyan Düğünü'' idi. Pek keyifli bir okuma serüveni oldu. İç içe giren iki hikayeyi çok beğendim. Ve bundan da bir film senaryosu çıkar dedim. Pieta, Penolope Cruz olsun,Beppi'nin gençliğini de, bizim Mehmet Günsur oynasın:))Kitapta ayrıca bir yemek pişirme serüveni de var ve bazı bölümlerin başında veya sonunda da yemek tarifleri var. En çok da yemek tariflerinin altında ki notlar eğlendirdi beni. Mesela Pieta'nın yaptığı bir makarnanın tarifinin altında; Beppi'nin çok güzel bir sos Pieta ama bu restoran bana ait olduğu müddetçe bunu mönüye koydurmam notu gibi... Halbuki sos tenceresinin dibini ekmekle sıyırmıştı...Ya da Beppi'nin permasanlı patlıcan tarfinin altına Addolorata'nın - Baba , bu yazdığın tarife inanamıyorum, kolestrolün yüksekliğine şaşmamak gerek, yazması gibi... İngiltere'den İtalya'ya uzanan bu hikayeyi , hikayeleri seveceksiniz eminim.

Bugün sözünü edeceğim film ise Tapas...Hayatın Lezzeti... Tapas; İspanyol mezelerine verilen ortak ad. Filme bu isim bence çok yakışmıştı...Film aynı bir meze sofrası gibi çünkü. İç içe geçmiş beş hikaye var.İspanyanın Oscarı olarak kabul edılen Goya Ödüllerinde en ıyı yonetmen ve en ıyı yardımcı kadın oyuncu ödüllerini almış.
Filmin senaryosunu birlikte yazıp, birlikte yöneten José Corbacho ve Juan Cruz, Tapas’ı şöyle anlatmış: “Komşularımızın hatta iş arkadaşlarımızın ne yaşadığını asla bilmiyoruz. Bu toplumda herkes bir şeyler saklıyor, karakterlerimiz gibi. Filmin adı da buradan geliyor ; İspanyolca’da ‘tapas’ geleneksel bir yemek türü, bir meze. Sözcüğün fiil hali olan ‘tapar’, kapamak, içimize kapanmak, saklamak anlamına geliyor. Film sıradan insanların başına gelen küçük olayları anlatıyor.”

E benden bu kadar filmi izleyip izlememeye karar vermek, kitabı okuyup okumamaya karar vermek Size kalmış.

Yine çok faideli:) bir yazının sonuna geldik. Bir mekan önerdik, adresini verdik hatta, bir kitap ve bir film tanıtımı da yaptık. Anam daha ne olsun.

Bugün bizim pazarımız, eğer şu İtalyan domatesi denilen sivri domateslerden varsa biraz alıp rendeleyip dondurucuya koyacağım. Çiğdem, domatesli pilav ve şehriye çorbası için süpperrr oluyor dedi. Sanırım sos için de kullanabilirim. Bu akşamın yemeğini dünden yapmıştım, yemeğe gidiyoruz diye boş durmadık dün yani anlayacağınız. Karışık biber, kabak dolması, zeytinyağlı taze fasulye ve düğün çorbası pişti. Kabakların içini oyunca çıkan kısımlarının üstüne biraz domates doğradım, iki diş sarımsak , biraz da esmer bulgur ve de azcık zeytinyağ ile pişirip kendime bu öğlen için diyet yemeği çıkardım. Azcık da kırmızı pul biber dökerim yerken de yoğurt koyarım üstüne misss. Aynı işlemi patlıcan dolması yaparken , çıkan kısımla da yapabilirsiniz. Hiçbir şey ziyan olmamalı unutmayın.

E'hadi gidem ben artık.Ay gitmeden bir de hava durumu vereyim. Bu akşam geç vakitte yağmur başlayacakmış ondan sonra da 12 derece birden düşecekmiş, sıcaklık. Bekle beni Kız Kulesi, martılar, karabataklar, dalgalar kitabımı alıp geliyorummm....

25 Ağustos 2012 Cumartesi


Bazı insanlar, bazı mekanlar, bazı yemekler, bazı şarkılar, şiirler vardır insana kendini iyi hisettirir... Bir kitap okudum , kapatınca kendimi iyi hissettim, okuduğuma sevindim, okumasam üzülürdüm dedim... Marc Levy'nin ''Gölge Hırsızı'' adlı kitabından söz ediyorum.
Okul değiştirmiştim lise yıllarında hem de kazık kadardım ama orada ki çocukla aynı duyguları hissetmiştim ve benim Annem ve Babam da herşeyin daha iyi olacağını söylemişlerdi. Harika arkadaşlarım olmuş, hayatımın en maceralı günlerini , yıllarını yaşamıştım orada...Ben de gölgelerimi kovalar bir zıplasam üstüne basabileceğimi sanırdım.Güneşin konumuna göre uzayan, kısalan gölgelerimin peşinde koşardım hep. Ve Gamse ile hep gölgelerimizin resmini çekeriz. Bu kitapta kendimden o kadar çok şey buldumki...Çook ama çok sevdim Marc Levy'nin bu bir anlamda Çocukluğa veda romanını... Ve hemen bugün gidip bir Marc levy kitabı almak için sabırsızlanıyorum..

Kitap bittiğinde o kadar hoş duygular içindeydim ki hemen Ayşegül'ün hediyesi ''Büyük Saat'' i aldım elime, Turgut Uyar -turnam- dedi ben -turnam - dedim... Bir kaç şiir üst üste çaktım. Pek hoş oldu ruhum...En son'' Göğe Bakma Durağı''nı okudum yeniden kafamı kaldırdım göğe baktım yeniden yeniden sonsuz şükürlerle...Edip Akbayram'dan '' hava nasıl oralarda''yı dinledim... Güzel olsun oralarda dedim, fındıklarım kurusun:)))harmanda kalmasın...


Bundan birkaç yıl önce, Patara'da kızgın kumlar ayaklarımızı yakmasın diye ahşaptan yapılmış yürüyüş yolunda yine de ayaklarımız yana yana hoplaya zıplaya yürürken çekildi bu resim Gamse ile... Ne güzel bir gündü. Dalgalarla boğuşmuş, Caretta Carettaların yumurtlama alanlarını incelemiş çok ama çok eğlenmiştik. Gamse'nin üzerinde kırmızı , yeşil bir elbise vardı ve ben ona gün boyu karpuzum karpuzum demiştim. Naziş, Neslihan ile Bodrum'a gitmeyi seçmişti.

Bu kadar cumartesi yazısı


24 Ağustos 2012 Cuma

falan filan

Bayramın bitişi ve kızların okula başlamasıyla bizim ev de eski rutinine döndü, diyet de dahil buna:).Dört gözle havanın serinlemesini ve Kız Kulesi istikametli yürüyüşlerimin de başlamasını bekliyorum.


Kızlar henüz seminer döneminde olmanın rehavetiyle biri varsa evde diğeri yok geceleri de... Televizyon da yaz rehavetinden çıkmadı çok şükür, akşamları bir tek şeflerin düellosuna takılıyoruz ailecek sonrası filmdir kitapdır falandır filandır. Dün akşam ''Yatakta İyi''yi bitirdim. Fena değildi. Eski sevgilisinin bir dergide ''Yatakta İyi'' adlı köşede, iri bir sevgiliye sahip olmayı anlatmasıyla bu iri sevgilinin değişen hayatını anlatıyor. Hikaye olarak ilginçti. Hatta bir romantik komedi filmi bile çıkabilir bu kitaptan.Erotik bir kitap değil ismine bakmayın, daha önce de söylemiştim zaten.
İki tane de film izledim. Bir tanesinden söz bile etmeyeceğim, Leylak Dalıcıma anlattım, bir daha böyle filmler izleme dedi bana:)))) tek kelime ile iğrençti. İkinci film 2005 yapımı bir Ferzan Özpetek filmi; Kutsal Yürek. Spritüel bir anlatımı vardı. İster öylece izleyin, isterseniz filmi iki bölümde değerlendirin. Ben Ferzan Özpetek ve Çağan Irmak'ın insanın,insani duygularına , ruhlarına seslenen filmlerini çok seviyorum.
Irene annesini küçük yaşta kaybetmiştir ve teyzesi Eleonora tarafından büyütülmüştür. Başarılı bir iş kadını olan Irene, teyzesi Eleonara gibi çok para kazanmak ve büyük işlere imza atmak ister.




Irene günün birinde ailesinden kalan bir evin, annesine ait eşyalarla dolu odasında kendi iç dünyasına doğru yola çıkar. Aniden başlayan bu değişim genç kadının bütün hayatını alt üst edecek ve hayatına ait her şeyi terk ederek yoksullara yardım eden insanlarla birlikte çalışmaya başlamasına yol açacaktır. . Ferzan Özpetek film vizyona girerken;,Kutsal Yürek,Sosyal ama sosyolojik değil, kutsallık üzerine ama dini değil?? diyerek tanımlamış...


Hava sıcak ama rüzgarlı...bu haftayı da malesef sıcak geçirecekmişiz sonra hissedilir derecede serinleyecekmişiz. Haydi inşallah maşallah diyelim ve bu yazı burada bitsin.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Bayram Hatıraları

Bayram bayram dedik geçti gitti...Bol ziyaretçili bol gezmeli tozmalı bir bayram geçirdik.Ramazandan sonra ilk birlikte kahvaltımızı yaptık.Simitli mimitli...Ay kavuştum simitime:))
İlk günümüze damgasını Cancan ve Uras vurdu...Ciciannenin misafirleri gelir, evi dağıtmayalım demediler. Biri sehpanın üstünde göbek attı diğer faaliyet yapıcam diye örtüleri serip sulu boya çalışmaları yaptı:))

Birinci günün akşamı hadi hem akşam yemeğini dışarda yiyelim dedik ama Beşiktaş'ın da sezonun ilk lig maçı vardı. Kadıköy'e gittik ki maç izlenebilecek yerler tıklım tıklım dolu... Neyse güzel, açık havada bir yer bulduk. E' ama biz 90 dk boyunca hatır için bile olsa o gürültüyü tantanayı çekemeyceğimize karar verince koca takımdaşlarıyla takılsın yesin içsin, kızsın , bağırsın , tezahüratını gönlünce yapsın dedik ve biz yani kızlar ve ben önce Mercan'a gittik, ramazan boyunca özlediğimiz tatları azar azar tattık. Midye tavadır kokoreçtir.


Hatta bir porsiyon midye tavayı paylaştık. Çeyrek kokoreç yedik çünkü planda Çiya'ya da uğramak vardı. Gamsegamse içli köfte yemeden durur mu?)) diğer yöresel lezzetlerin tadına bakmadan olur mu?... Bu arada sürekli kocanın yanından geçiyoruz, maç hakkında konuşuyoruz :)) Yeme içme faslından sonra biraz da Alkım'a uğradık. Kitaplara baktık, Kahve Dünyasında dondurma molası verdik, derken maç bitti... Hadi hep beraber bir de kahve içip öyle eve dönelim dedik ve Türk Kahvecilerinin olduğu sokağın yolunu tuttuk. Kahvelerimizi de içip evimize döndük.

İkinci gün... Hem kocamın hem Gamsegamse'nin ayrı ayrı önceden yapılmış programları vardı.Önce birlikte Görümceme bayram ziyaretine gittik. Sonra dağıldık... Biz, Naziş ile takıldık. Ver elini Taksim dedik. Öğle yemeğimizi Bambi'de bir şeyler atıştırarak halletik, sonrada benim kuzen tayfası ile buluştuk. Yine çok güldük, çok konuştuk... Gülden beni ben Gülden'i yine çok kızdırdık, çok güldürdük ve akşam sekiz gibi evimize döndük. Ne kadar yorulduğumu eve gelince anladım. İstanbul bayramda biraz olsun tenhalaşmıştı ama geri kalan insanlar Üsküdar iskele meydanına mı? dolmuştu anacım biz anlamadık. İnsan seli içinde yüzdük resmen...E vapura bindik vapur da bomboştu o insanlar o meydan da ne döneleyip duruyorlardı Allahını seven bilen söylesin yav...

Üçüncü gün, karı koca Göksu'ya Kayınvalidem'in kabrini ziyarete gittik. Dularımızı ettik, biraz kabire bakım yaptık.İnsan oralara gidince , ne garip hissediyor kendini, mesela ölüm bana o kadar korkunç gelmiyor...

Göksu'dan Anadolu Hisarı'na geçtik. Sabancı Öğretmen Evinde, Gamsegamse, Naziş, Görümcemcim ve Mehmet ile buluştuk.Rumeli Hisarına , İkinci Boğaz köprüsüne baka baka, karşı kıyılara dala dala yedik içtik. Ben o kadar acıkmıştım ki, onlar gelene kadar yemeğimi yedim. Diyetime de yeniden başladığım için balık siparişi vermiştim sonra kocamın altında ateşi ile birlikte gelen saç kavurması önümde fıkır fıkır kaynadıkça, buram buram tüttükçe içim gitti ve takdir edersiniz ki biraz ekmek bandım:))Millet gelince de herkese ille saç kavurma yiyin diye baskı yaptım:))Ordu+ramazan= 2kg... Ama önümüzde ki ilk 15 günde bunu telafi edeceğimden kuşkunuz olmasın. Enseyi karartmanın bi manası yok...

Bugün artık evde yalnızım herkesler işlerine gitti. Biraz önce bir film izledim.Adı; Tanryla Sohbet... Kitabını belki okuyanlar vardır. Kocaman ansiklopedi gibi bir kitaptı. Bu da filmi... Herkes ne düşünür bilmiyorum ama kitabını okumak bana zevk vermemişti... Kişisel gelişimden hoşlanmadığımı artık cümle alem biliyor ama film güzeldi... ''Ye Sev Dua Et'' de mesela kitabını hiç sevmemiş ama filmine bayılmıştım. Filmi izlemenizi tavsiye ediyorum.Hatta bir iki alıntı yapayım belki ilginizi çeker.
Dünyevi başarılarınla hiç ilgilenmiyorum.Hayatını kazanman senin için endişe olmamalı... Gerçek efendiler hayatını kazanmak yerine onu yaşamayı seçerler...
Durma gerçekten ne istiyorsan onu yap, başka bir şey yapma...Zamanın çok sınırlı...yapmak istemediğin şeyleri yaparak zaman kaybetmeyi nasıl düşünebilirsin.Bu yaşamak değildir, bu ölümdür.

Kendin için bir bolluk yaratmak istiyorsan bunu başkaları için yarat..


21 Ağustos 2012 Salı

Sen rahat ol

Şimdi, Gaziantep yanmış dün akşam, ama bizim dünya yansa bir halbur samanımız yanmamış yine... Sabah kalkmışız dünya yeniden kurulmuş...İyi de bu ateş birgün hepimizi yakmaz mı?

Sen Suriye'nin kuyusunu kazarken, alttan alta orada ki savaşı körüklerken, çalma kapını çalarlar kapını atasözünü söyleyen atalarım bunu niye söylediler acep diye düşünmez misin? ...Sen,3000 Suriyeli Gaziantep'e yerleşirken Gaziantep'i ilticacılar çadırına döndürürken neredeydin diye ,bu sınırlar yol geçen hanı mı? diye sormazlar mı?
sormazlar rahat ol...

19 Ağustos 2012 Pazar

Bayram ola




LALENİN BAHÇE'Sİ MUTLU BAYRAMLAR DİLER...

17 Ağustos 2012 Cuma

Kitap kuleleri




Euphorıc blogunun başlattığı, evde bekleyen kitap kulelerini görüntüleme etkinliğine Natali ve Leylak Dalıcım da görünce hemen alelacele katıldım. Bunlar başucumda duranlar, kitaplıktakileri çıkartmaya üşendim. Çünkü; bizim ev için bayram temizliği vakti şu anda:))

Mahir ve Che çok uzun zamandır duruyor. Mahiri kocam okumuş çok beğenmiş ben Ordu seyehatindeyken, gelince bir güzel anlattı ama okumadan olmaz tabi... Che ise benim için tüm zamanların kahramanlarından.Ara ara açar okurum onun mücadelesini... Şu anda elimde ''Yatakta İyi'' var. Erotik çağırışımlar yapan bir adı olsa da öyle değil. Hoş olsa da karşı değilim.

Kitaplar şunlar
  1. Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk-İskender Pala
  2. Sadakat-İnci Aral
  3. Safran Sarı-İnci Aral
  4. Marakeş'in Masalcısı-Joydeep Roy-Bhattacharya
  5. Zarife-Deniz Kavukçuoğlu
  6. Dorotea'nın Şarkısı-Rosa Regas
  7. Uzun Bir Yaz-Alain Elkan
  8. İtalyan Düğünü-Jennifer Winer
  9. Kitab-ı Aşk-İskender Pala
  10. Gölge Hırsızı-Marc Levy
  11. Her Şeyin En İyisi-Rona Jaffe
  12. Kağıttan Düşler-Bahıyyıh Nakhjavani
  13. Mahir- Turhan Feyzioğlu
  14. Che Guevera. America Latina
  15. Shakespeare'den Hikayeler-Caharles Lambs ve Mary Lamb

16 Ağustos 2012 Perşembe

Bir film bir kitap


Artık bu sayfanın klasiği olan bir film bir kitap yazısı daha...

Önce film... dumanı üstünde henüz...izleyeli bir 10 dk falan oldu... Filmi genel anlamda çok beğendim.Zaten ''Latin Filmleri Festivali''n de ödül üstüne ödül almış.
Filmin hayli uzunca bir adı var. Estomago: A Gastronomic Story... Biberiye: Hayatın Mutfağı

Filmde birbirine paralel giden iki hikaye var. Bu kısmı aynı Murakami kitapları gibi. Siz hikaye bir yerde birleşecek de nerede acep diyorsunuz. Brezilya-İtalya ortak yapımı bir film...
Aşcılık yeteneği olan saf birinin şehre geldiğinde başına gelenler gibi bakabilirsiniz konusuna. Bu saftriğin zaman içinde kurnazlaştığını göreceksiniz tabi...Filmin bir gündelik yaşam bir hapishane bölümü var ki benim en çok hapishane bölümü ilgimi çekti.Film boyunca iştah kabartan yemek manzaraları kadar, iğrenç bölümleri de var:) Ama Brezilya mutfağının Türk mutfağına benzer yönlerini görüp şaşıracaksınız. Mesela bir pişi yapma sahnesi var. Hamurun hazırlanması, kıymanın soğanla kavrulması ama hamura içki kattılar biraz o başka:) Kısaca filmi izleyin derim. Ben izlenilesi filmler kategorisine koydum.

Kitap; Ebru'nun yani Yıldızlı Fırça'nın hediyesi bana... Leylak Dalıcım'a da benden gitti... Knedime de alacağım derken iki gün sonra şıp bana da hediye edildi. Eş zamanlı okuduk. Bakalım , ikimizin kitap hakkında ki fikirleri nasıl olacak. Ben ilk 70 ya da 80 sayfa noluyoruz la, dedim açıkçası... Hani diziler ilk başladıklarında , bir karmaşa olur. Karakterleri tanıtma çabasında olur ya bu ilk 70-80 sayfada ben bu duyguyla okudum. Acaba çeviri ile ilgili mi? dedim . Evet ya çevirinden derken sanki çevirmen değişti, bu sayfalar sonunda karakterler de oturdu demek ki, kitap akmaya başladı. Hatta umduğumdan çok daha başka bir mecraya kaydı... Eğlencelik diye başladığım şey bir trajediye dönüştü. Kitapta sanki Salinger'in ''Çavdar Tarlasında Çocuklar'' havası var. Yanlış bir şey demiş de olmak istemem çünkü; o kitabı okuyalı da bi yüz yıl kadar olmuştur. Öyle bir hava, koku hissettim diyelim. Bazı bölümler beni yerden yere vurdu, bazı yerler gülümsetti. Evet hiç kimse böyle bir ailesi olsun istemez. Ama hiç kimsenin ait olmayı istemeyeceği bir aileyi bile kaybedince ne hale geliniyor bilinmez ...
Ve kitaptan bir cümle '' acı veren şey, zihninden atamadığın resimlerdir''

*******************************************************************************
Müşfik Kenter sonsuzluğa yürüdü dün... Ben Onu ''Bir Garip Orhan Veli'' ile Alf ile, Uğurlugiller ile hep yaşamaya devam edeceğim zaten... Bazı insanlar hiç ölmezler sadece cismen giderler ... Müşfik Kenter de öyle biriydi.Ruhu Şad olsun.


14 Ağustos 2012 Salı

Karınca Misali

Hep kitap okunup , film izlenmiyor bizim evde arada yemek falan da yiyoruz:)))
Bugünkü dersimiz ''Hayat Bilgisi''konumuz:Evimizde kış hazırlıkları...


Zaten dondurucuya koyduğum yiyeceklerle ilgili gelen sorular var onları da toptan cevaplamış olurum. Benim dondurucum, hani şu otellerde görürsünüz mini buzdolapları vardır, onlardan biraz büyükçe ve raflı sistemli bir dondurucu...Annemin hediyesi...

Resimde dünkü yaptıklarımdan örnekler var:)) Bu arada raf örtüme dikaktinizi çekerim. Benim için sevginin ve arkadaşlığın sembolü... Eve taşınırken, mutfak rafı şöyle anne modeli olsun, eski tarz , dantelli kanaviçeli bişi olsun istedim. Ecem yetişti hemen. Yapıverdi anında... Dantel, el işidir hem de...

Önce dondurucuya neler koydum. Bol bol domates koydum. Sivri tarla domateslerinden, İspanyol domates de deniyor. Soydum , doğradım ve poşetledim. Gamze bu işlere bayılıyor. Yaparken; Avrupa Yakası izledik hep:)Bir kaç paket barbunya, bezelye, bamya ve çeşitli şekillerde doğranarak hazırlanmış taze fasulye koydum. Bamyalar, temizlenip , yıkandı süzüldü, limonlandı ,iki üç tane de domates doğranıp öyle paketlendi... Bamya haricinde ki sebzeler önce kaynar suya batırılıp sonra soğuk suya daldırılıp şoklama yapılıp , sularının süzülmesi beklenip öyle paketlendi. Taze fasulyeleri, zeytinyağlık olarak dilme doğradım, diblelik olarak enine enine ince ince doğradım, etli yapmak için ortadan kırdım... Dilme yani, önce boylamasına ikiye, sonra enlemesine ikiye ayırarak doğradığım taze fasulyenin, kıymalı ve yumurtalı kavrulmasına Naziş bayılır.Patlıcanları karnı yarık yapmak için hazırladım. Teflon tavada , az yağda kızarttım ve soğuyunca poşetledim.
Uzun pazar kahvaltılarında - Anne, bi menemen olsaydı denmesine karşılık bir kaç kutu menemen hazırladım:) Biberleri yine az yağda biraz çevirip, üstüne domateslerini koydum, biraz da öyle pişti. Ne biberleri tam pişiriyorum, ne de domatesleri... Tam pişme işlemini yenmeye hazırlarken yapıyorum.Bunları, özellikle dondurucu işlemi için satılan kaplarda donduruyorum.. Asla ve kat'a herhangi bir plastik kaplarla bu tür işlemler yapmıyorum. Sebzelerin çok taze ve kaliteli olması da birinci şart. Sebzeler eve gelir gelmez hazırlıyorum. Yani öyle buzdolabına koyayım sonra yaparım yok.
Sebze işi böyle...
Gelelim meyvelere... Meyveleri komposto ve sıkışınca reçel yapmak üzere donduruyorum. Eskiden reçelleri fazla fazla yapardım. Şimdi azar azar bittikçe yapıyorum. Vişneler sapları ve yaprakları ile yıkanıyor. Çünkü neden, temizlenip yıkanırsa , sularıda akar:)) Meyvalar kolay, yıkanıp , süzülüp donduruluyor. Kayısılar bu sene çok güzeller. Onları ikiye ayırıp öyle hazırladım. Komposto veya reçel yaparken de çözülmeden direk pişme işine başlıyorsunuz, haberiniz olsun. Sebzelerde de öyle. Dip harcı hazırlayıp, sebzeleri çözülmeden üstüne koyuyorum. Böylece tazelikleri ve renkleri gitmiyor.

Bir de pişmiş yemekleri koyma meselesi var. Baştan söyleyeyim, pişmiş yemekleri öyle aylarca dondurmak için hazırlamıyorum. Diyelim dip harcını hazırladım, bir kg ıspanağı da koydum üstüne bi karıştırdım, anaaaa bu ne ka fazla oldu, ziyan olur dedim hehe... Bunu hemen ikiye bölüp, dondurucu kabına alıp, soğuduktan sonra koyuyorum dondurucuya. Bi iki hadi bilemedin üç hafta sonra al ıspanaklı börek yap, bir yumurta kır ıspanaklı yumurta olsun hadi azcık pirinç ya da bulgur koy sıcak su ilave et sulu yemeğin olsun apla:)Ispanaktan örnek verdim ama tüm yemekler için geçerli. Mesela geçen gün kabağa aynı işlemi uyguladım. Şimdi hemen ocağa konmaya hazır durumda kabak yemeği var dolapta... Üstüne sıcak su ilave edilecek bir tek. Tamamen pişmiş yemeklerinizi koymak isterseniz. Piştikten hemen sonra ayırın ve soğutup , dondurucuya koyun.
Köfteyi hep fazla hazırlarım mesela , şekillendirir, bir kapa dizer, buzluğa koyarım, bir kaç saat donunca çıkarırım. Torbalara doldururum. Çünkü bu şekilde , artık birbirlerine yapışmazlar.Acil durumda, mesela Gamse veya Naziş geldi evdeki yemeği beğenmedi ya da ben eve geç kaldım, çıkarın buzluktan istediğiniz kadar köfte , ekmek arası yapın deyiveririm.
Böyle yazdığımda aman aman kilolarca hazırladığımı sanmayın. Kışın da yaz sebzeleri yemeye devam edecek değiliz. Pırası, ıspanağı, karnabaharı, lahanası, kuru fasulyesi, nohutu var bu işin. Sonra et yemekleri var, balık sezonu açılıyor. Bunlar acil durumluk, can istedikçe, sıkıştıkça pişirmek için...
Aşağıda gördüğünüz resimdekiler, otlu peynirli ve patatesli gözlemeler. Hazırlandı ve herbirinin arasına yapışmaması için streç ya da buz dolabı poşeti koyularak kondu kaplara...Bu , okullar açılınca olmazssa olmaz kış hazırlıklarımızdan. Bittikçe yerine yenisi konur.

Gelelim Ayşegül'ün beklediği yere yani reçellere...
Dün kayısı ve çilek reçeli yaptım. Kocam maden bulmuş gibi geldi eve elinde ki dağ çilekleri ile. Dün bizim pazarımızdı malum... Çilek reçelini herkes gibi birebir ölçü ile yaparım. Yani kaç kilo çilek o kadar şeker. Öyle sulanmasını falan beklemeden, kısık ateşte kaynatmaya başlarım. Zaten çabucak sulanır. Reçelin kıvama geldiğini gözümle anlıyorum artık. Çilekler şeffaflaşıyor, şerbeti göz göz oluyor kaynarken. Ama yine de bir cam tabağa alır, hafif soğuduktan sonra ortadan bir çigi çekerim, parmağımla, o çizgi hemen şır diye birleşmiyorsa olmuş demektir. Kyısılar bu sene çok tatlı. Hele dünküleri kendi şekeriyle kaynatsam reçel olurdu. O yüzden şekerini biraz daha az koydum. Ama kayısı çilek gibi sulanmadığı için. Önce tencereye şekeri koydum, üstüne bir küçük çay bardağı su koydum ve kısık ateşte karıştıra karıştıra erimesini sağladım. Erime öncesi bulanık su gibi duran şekerli su iyice şeffaflaşıp , kaynamaya başlayınca ,iki üç dakika daha kaynamasını bekleyip hızla kayısıları içine attım. Kıvama gelmesini yine çilek reçeli gibi kontrol ettim ve limon suyunu ekleyip 2dk daha kaynatıp altını kapttım ve tam soğumadan kavanozlara yerleştirdim.


Ha bu da ne derseniz. Kalça şiş tavuklar, dağ kekiği, fesleğen, kekik, karabiber, zeytinyağ ve tuzla marine edildi. Bir iki saat dolapta bekletildi... sonra sırayla gördüğünüz gibi domatestir, biberdir her merkette satılan bu çöp şişlere dizildi , tavada kızartılıp pilav yanında servis edildi. Ailecek bayılındı. Bunları böyle hazırlayıp dondurabilirsiniz, bilginize...

Bunları yaptıkça nasıl seviniyorum bilemezsiniz. Evlenirken, nasıl yemek yapacaksın diyenlere, sebzeleri kızartcam bir gün domates sosu bir gün yoğurt dökücem üstüne yanına da bir gün peynirli bir gün kıymalı , domatesli makarna yapacağım diyen biriydim.Annem , nişanlıyken çok gezmemize, yazlıkta denizden çıkınca, balkona kurulup saatlerce bezik oynamamıza bakar bakar- bak oğlum, ben bir bezik takımı, bir tavla, bir okey takımı , kitaplarını da bir sandığa doldurur veririm. Artık ne yer ne içersiniz bilmem derdi.Şükür bugünlere, düşe kalka, sora soruştura, okuya, izleye öğrendik geldik. Aç kalmadık.

Allah afiyetle, sağlıkla yemeyi nasip etsin inşalllahhhhh...


Hepimizin Kadir Gecesi kutlu, duaları, dilekleri kabul olsun...

12 Ağustos 2012 Pazar

Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde


E, aşkolsun Mahir Ünsal Eriş aşk olsun, 152 sayfalık bir kitapta bizi nasıl onca hayatın, onca hikayenin içine daldırdın çıkardın.
''Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde'' plastik topla oynayan, kaymaklı büsküviyi ikiye ayırıp, önce kaymaklarını yalayan,yalnızca karanlıkta kötü olunduğunu sanan,oyuncak tabanca ile komen komen diye bağırarak ateş edenlerin, tek kanallı yılların, Bilye Hikmetlerin, Evrenosların,bir yaralı kuş yüzünden boşanmanın tadını çıkaramayanların, sırf vakitsiz çişi geldi diye hapiste yatanların ve daha niceleri ve hikayeleri...

Sanki Mahir Ünsal Eriş size gelmiş de anlatıyor gibi oluyorsunuz kitabı okurken, o anlatıyor siz de dinliyorsunuz okumak yerine...
Yazar çocukluğuna bakmış, dönüp bize anlatmış bu kitabı tarif et deseniz böyle derim...

Kitap iletişim yayınlarından çıkmış ve yazarı Gençlerbirlik'li:)

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Ay ışığı ve yıldızlar altında

Son iki akşamdır iftarı evde yapmıyorum. İlk akşam Görümcem'de geleneksel iftarımızı yaptık. En sevdiğimiz yemeklerle...Naziş yolda mönüyü sayarken, heveslenme bakarsın bu sefer değişiktir mönü dedim de- halam , iftar daveti için benim tatilden dönmemi beklediğine göre başka bir yemek listesi düşünmüyorum dedi ve haklı çıktı. Minizik minicik etli yaprak sarmalar, nohutlu tavuklu pilav, cevizli ev baklavası baş roldeydiler:))

İkinci yani dün akşam ki iftar; sazlı , sözlü , şarkılı türkülü ve ağaçlar, yıldızlar altında bir iftardı ki tadından yenmedi. Zeya'nın annesi Timsal Hanım'ın davetlisiydik bu kez. Sofraya imzasını beğendi attı. Ben resmen beğendiye gömüldüm:)))Sohbetler en şahanesindendi, gitar eşliğinde şarkılar söyledik, tüm yörelerden söyledik de sonra sınırları aşıp Azeri türkülere bile geldi sıra...Ortaya pasta gelince, Zeya, Lale Ablanın doğum gününde pasta kesmemiştik, bu pasta ona olsun deyince, haydeee birden doğum günü şenliğine dönüştü olay, ve Ebru'dan da doğum günü hediyesi alınca tam oldu...''Benim Çılgın Ailem'' alınacaklar listemde ki bir kitaptı...süper oldu...Hele bir de Gamze ve Aslı'nın Londra'dan bize hediye ettikleri altın ve gümüş madalyaların haberi de gelince, daha doğrusu evlerden çığlıklar gelince gecenin güzelliği katmerlendi.

Planımız iftardan sahuraydı. Sahuru, Zeya'nın adalara karşı terasında ay ışığı altında yaptık.

Üstümüzden yıldızlar kaydı. Ben ilkini göremedim ama gecenin ilerleyen saatlerinde yıldız kaydııı diye çığlığı bastım. Arkasından da dileğimi yetiştirdim:))Biz sohbetin en derinine dalmışken sabah ezanı okunmaya başladı, hava serinledi şallara sarındık, üşümenin keyfini çıkardık.Eve girerken saat 0.05.19'u gösteriyordu...

Şimdi saatler öğleye yaklaşıyor. Rüzgar tülleri havaya savuruyor.Aşağı bahçelerden gülme sesleri geliyor, insan gülüşü en güzel ses bence...Hafta sonu serin geçecekmiş aman da aman müjdeler olsun...

9 Ağustos 2012 Perşembe

Sensiz


Bu yıl Ordu' yine sensizdi Anne...
Sevdiğin denizlerde denize girdim... yürüdüğün yollardan yürüdüm. Köye gittiğimizde hiç tanımadığım yaşlı bir kadın bana; Bize , Mesture'nin hatırası dedi.Fındıklar olmuştu artık. Bir tane bile yemedim.Bilirsin sevmem. Çam ağacının altına yattım, uyudum harmanda... Rıhtım boyu yürüyemedim bu yıl, vakit olmadı, ama balkondan rıhtımlar boyunca baktım senin için de... Yengemle , sabah kahvemizi denizlere, sahillere , Boz Tepe'ye baka baka içtik.Sen hep derdin ya, Uludağ gibi buraya da teleferik yapılsa diye valla yapıldı artık. Bu yaz, çaya kahveye bile Boz Tepe'ye çıktım. Hem de teleferik istasyonu evin karşısına yapıldı.
İlk torunun evlendi, Burcu... Nasıl güzel bir gelin oldu... Vasiyetin üzerine incini taktım boynuna.Doğa güller serpti ablasının yürüdüğü yollara...Metin kızlarıyla nasıl gururluydu, gözlerini görmeliydin.

Zuhal, nihayet hayalini gerçekleştirdi ve Cunda'da bir pansiyon açtı... Tam senin zevkine göre herşey. Hatta senin el işlerinden de koymuş , görenler çok beğeniyormuş

Nazlı ve Gamze en sevdikleri işi yapıyorlar.Okula kurabiye götürürdün ya, belki şimdi de götürürdün kimbilir...Şimdi de öğrencileriyle paylaşırlardı.

İstanbul sen gideli daha karışık, daha kalabalık ve daha sıcak. Sen İstanbul'a ilk geldiğinde hani tanıdığın bir kuş bile yokmuş ya, ne çok gülerdim bu sözüne... Yazlık, hafta sonları dolup dolup boşaldığında derdin en çok da:))Şimdi İstanbul'un martıları , kedileri, sokaktan geçen eskicileri bile tanıdık, her semtinde oturan bir arkadaşım, bir kuzenim bir ahbabım var. Fındıkzade'ye gitmedim uzun zamandır. Birgün Zeki ile evin karşısında ki ''Goralı'' ya gidip nostalji yapacağız.

Sen gideli tam 14 yıl oldu...Bizi merak etme iyiyiz ama çok sensiziz...

Ev Erkeği... Her eve lazım

Bugünün yazısı burada:))

yorumlarınızı yazarsanız sevinirim.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

işte böyle böyle


Bizim dünümüze damgayı yine olimpiyatlar vurdu. Potanın Perilerini yüreğimiz ağzımızda izledik,Melissa May ile sevindik, Nevin Yanıt'dan bir madalya bekledik ...olmadı ama Türkiye rekoru geldi hiç olmazsa...

Bugünkü filmim Balkan sinemasından Sessiz Düğün...Nunta Muta...Silent Wedding
1953 yılında, komünist yönetim altındaki bir Romen köyünde genç çiftler evlenmektedir. Eğlencenin dorukta olduğu ve acı olayları bile gülerek karşılayabilen bir halk, Sovyet lideri Stalin’in ölümüyle ulusal yas ilan edilmesi sonucu eğlenmeyi bırakır. Bu sırada düğüne müziksiz ve çalgısız devam edecek olan insanlar, ilginç bir düğün yaşayacaklardır.
Filmi daha önce de izlemiştim ama Kocamla bir kez daha izledim.Hatta baktım şimdi, 13 eylül 2010 da izlemişim:))Filmin en önemli sahnesi düğün sahnesi...kadeh tokuşturulmadan önce bardakların bezlere sarılmış olması, gelinin babasının gürültü yaptıkları için çatal bıçakları toplatması, çoluk çocuğun ağzının bağlanması, çalgıcıların çalıyormuş gibi yapması vs. hele bir "kulaktan kulağa" var ki bu kadar olabilir dedim.Ha bir de filmin başlarında bir ütü yapma sahnesi var, en favori sahnem diyebilirim.Evet bu filmi izlenilesi filmler kategorisine koydum.

Bir de biz şimdi böyleyiz


ama eskiden böyleydik:))
Birbirimizin en mutlu anlarında en acılı anlarında hep birlikte olduk hatta büyüklerden bile daha çok diyebilirim. Birlikte çok eğlenen hatta çılgınca eğlenen bir ekibiz gördüğünüz gibi yaş ortalamalarımız aynı gibi. Aramızda birer ikişer yaş var neredeyse... Ben bu ekibin en büyüğüyüm. En son Cucu'nun düğününde hep bir araya geldik. Bundan sonra ki randevu kimbilir nerede ve ne için...

7 Ağustos 2012 Salı

bir film bir kitap sonrası falan filan



Dün bir film izledim, adı;Daima Mutlu...İnadına, inadına mutlu olanların filmi...Herkesin hayata karşı duruşu başka... Kimi endişeli, kimi öfkeli, kimi alaycı kimi başkalarının felaketlerinden mutlu olarak bakar hayata...Polly , sıradan bir İngiliz vatandaşı günlük yaşam içinde karşılaştığı zorlukları aşma çabaları değişik. Hatta izlerken biraz gıcık olabilirsiniz bile. Bisikleti çalındığında- aaa vedalaşamamıştım bile der mi? insan... Çalana şöle sunturlu, en yakası açılmadık küfürleri savurmaz mı? belaları arka arkaya sıralamaz mı?...Ben şahsen öyle yapardım ...Film; 2009 yılında en iyi senaryo dalında Oscara aday gösterilmiş diyelim ve bu konuyu kapatalım.


Ev Erkeği bitti ama bu kitap hakkındaki düşüncelerimi Kitap Okuyan Kız'a yazdım. Okursanız sevinirim. Kitap umduğumdan da iyi çıktı. Bilindik bir konu dedim ama işleniş biçimi, bir dizi film, ya da bir sinema filmi olur bundan dedirtecek kadar güzeldi.

Bu sabah herkes uyurken, ben başka bir kitaba başladım ve yarıladım bile...Leylak Dalıcım'ın geçenki postasından çıktı... Bana her gelen postadan komşuda pişer bize de düşer hesabı kızlarda sebepleniyolar:)O gördüğünüz defter kapağı geçen yaz, Leylak'ımın İstanbul seyehatinde bir Fransız turistin bana attığı omuzun simgesi:)İstiklal cadesinde tam tramvaya binerken bana bir omuz atıp önüme geçip tramvaya binmişti ama, öbür taraftan da inmek zorunda kalmıştı:)Bizim Leylak bu defteri görünce ahanda Lale demiş, ben de görünce o günü hatırladım zaten.Bu arada laf karıştı:) başladığım kitap resimde de görüldüğü üzre ''BANGIR BANGIR FERDİ ÇALIYOR EVDE''...

Kitap okuma , film izleme koca ile Olimpiyat izleme dışında, kış hazırlıklarım var... Bugün türlü hazırladım mesela, biraz fasulye, bir kabak, bir havuç, domates ve sivri biberden oluşan torbalar hazırlayıp attım dondurucuya... Sıkışınca altına etli ve soğanlı Türk usulü harcımızı yapar, bir tane de patetes doğrar, en üste de bunu oturtur pişiririm sonra giderim okeye akşam eve gelince de yanına bi pilav bir de salata çektik mi al sana akşam yemeği...

Haydiii gittim ben

5 Ağustos 2012 Pazar


Bugün Naziş sabah erkenden, Koca'da öğleden sonra firar edince Gamse ile evde kaldık başbaşa... Önce bana bir sürü seçenek sundu, sonra bir şey dememe fırsat vermeden hepsine bir bahane buldu derken neredeyse akşam oldu. Akşam yemeği için ne yapalım derken hadi balık yapalım dedi. Birlikte Üsküdar Balıkçılar çarşısına gittik. Balıklara baktık, levrek yapmaya karar verdik. Deniz levreğinin Ordu-Perşembe'den geldiğini söyledi balıkçımız:)) Levrek , tanış çıktı yani...

Eve gelince yeniden yıkadım balıkları ve iftara bir saat kala fırına attım. Bigoş'un gönderdiği defne yapraklarından da attım bir kaç tane üzerlerine...Balıklar pişince arkasından da fırın helvayı saldım fırına...E salatasız da olmaz , balıklar pişerken salatamızı da yaptım, oldu bitti.Bu ara salatalarımızda,limon yerine, Kemal Kükrer ballı elma sirkesi kullanıyoruz. Bal, sirekenin, asidini mi? kırıyor nedir, inanılmaz bir lezzet katıyor salatalara. Bir denemenizi öneririm.

Olimiyatlar başladı başlayalı, sadece yarışmaları izliyoruz. İzliyoruz da, aman bizim sporcular, bizim mahalleden geçmesinler. Kocamın bir iki sorusu var onlara...Şu, üzerimizde çok baskı var, ondan kazanamıyoruz lafının hesabını soracakmış. Bi tek sizde mi var bu baskı, turistik geziye gittiniz, Londra güzelmiydi gibi sorular hazırladı. Bakın soruları verdim , torpilinizi de yaptım ona göre.

Şimdiden uyarıyorum kış geldiğinde aman yaz gelsin , yaz gelsin diyenler bir iki çift lafım olacak. Her zaman sözümdeyim iki hafta yaz yeter de artar bile. O da kararında bir sıcaklık ve ben tatilde olduğum zamanlar olabilir:) Millet sıcak dedikçe ben oh, bizim ev püfür püfür diyordum bir haftadır klima altı cam cam, öpsün bizi ''Cancan' vaziyetlerindeyiz. Salonun şeklini bile klimaya göre ayarladım.

Şimdilik bu kadar, gittim ben...

4 Ağustos 2012 Cumartesi

öneriler falanlar filanlar


Şu an itibariyle, gök gürlüyor, yağmur yağıyor. Kulağıma en güzel şarkıyı dinliyormuş gibi geliyor yağmur sesi ve ona eşlik eden gök gürültüsünün sesi... Dün de bir ara böyle oldu hemen kendimizi dışarı attık. Hem iftarı evde hazırlanmadan ''Kete'' de yaptık . Burası Capitol2ün içinde ama insanı AVM havasından uzak tutan bir yer. Merdivenle çıkıp, o ortamdan uzaklaşıyorsunuz hem de yeşil alana bakıyor. Camlarda açık olunca bir an bir al alış veriş merkezinde olduğunuzu unutuyorsunuz. Özellikle sarma Beytisini ve zencefilli limonatasını tavsiye ederim.Sonra biraz da ''Englishome'' alışverişi yaptık. Tekstilde üstlerine rakip tanımam, hem fiyatları iyidir hem de tasarımları. O koca koca İngiliz güllü tasarımlarını çok severim. Kullandığım çarşaftan, yastık kılıfına hatta kalemliğe, hatta saklama kutularına hatta kalemliğe kadar :)) Valla bu iki firmadan reklam parası falan talep etseydim keşke:))) Ama bu blogun misyonu birazda nerede ne yenir, nerelerden alışveriş yapılır, ne izleyelim ne okuyalıma döndü . Mail yoluyla aldığım geri dönüşler biraz böyle olduğunu gösteriyor. Sizler memnunsanız ben de memnunum bu hal ve gidişten...
Capitol'e gitmişken, Capitol Dilek Ağacı kampanyası için dileğini gerçekleştirdiğimiz çocuğun hediyesini de teslim ettik. Bu Capitol'ün geleneksel hale getirdiği bir kampanya, dilek ağacından alacağınız gibi internet üzerinden de seçebilirsiniz. Geçen yıl Mardin içindi kampanya bu yıl Nevşehir ve köyleri için. Bu yıl dilek sayısını bire indirmişler. Geçen yıl üç dilek hakkı vardı bir çocuğun, siz ister hepsini isterseniz dilediğiniz birini seçiyordunuz hatta bizim miniğin istekleri o kadar küçüktü ki hepsini gerçekleştirebilmenin sevincini yaşadık. Bu yıl kızların yüzde sekseni Barbie bebek, oğlanlar bisiklet istemişler.Hediye paketinizin içine bir de ona hitaben mektup yazıyorsunuz. Hediyesi eline geçen çocuk da size mektup yazıyor.

Ramazan akşamları yemekten sonra rehavet çöküyor yayılıp kalıyoruz ama geçen akşam Naziş bizi hareketlendirdi, hadi kalkın Adile Sultan'a gidiyoruz dedi. Fasıl dinleyerek içelim çayımızı kahvemizi... Öyle de yaptık. Adile Sultan Kasrı Hababam Sınıfı filmlerine palato görevi yapıyordu bir zamanlar şimdilerde Öğretmenevi olarak hizmet veriyor. Ben her gittiğimde şimdi bir yerlerden İnek Şaban ya da Güdük Necmi çıkacakmış hissine kapışırım ya da Kel Mahmut şimdi merdiven başına çıkıp elindeki zili sallayacak:)) Fasıl da iyiydi, kızları pek açmadı ama karı koca bize iyi geldi...

Ve yeni bir çocuk doğdu blog dünyasında http://fincandakimucize.blogspot.com/ inter aktif bir blog hehehe yani fotoğraflar ve yazılarla sizinde katılabileceğiniz bir blog. Gönderin resimlerinizi yazılarınızı paylaşalım.Ben iki yazı yapıştırdım bile şak diye:))Ece, Zero, Leylak Dalı ve Bendeniz tarafından oluşturuldu... Güzellikler sadece anılarda kalmasın diye...




Kitapta hala Ev Erkeğini okuyorum beni ayıplamazssınız umarım:))) Aç maymun oynamaz hesabı:)))

2 Ağustos 2012 Perşembe

Köker Üçlemesi

Son iki günü İran'ın dünyaca ünlü yönetmeni Abbas Kiarostami'nin bu üçlemesine ayırdım. Bu yönetmenin anlatımında ki basitliği ve doğallığı çok severim. Filmlerinde genelde gerçek kişiler kullandığından olsa gerek, başınızı çevirseniz filmden birini görebileceğinizi sanırsınız.

Kiyarüstemi'nin bir çok filmi Avrupa'da alkışlanırken İran Devleti, yönetmenin filmlerinin memleketi İran'da gösterilmesine izin vermeyi reddetti. Kiyarüstemi(okunuş şekli) buna, "Hükümet geçtiğimiz on yılda hiçbir filmimi göstermemeye karar verdi. Bence filmlerimi anlamadılar ve yalnızca istemedikleri bir mesajın ortaya çıkması olasılığına karşı gösterilmesini önlediler." sözleriyle karşılık vermiş...

Bu yönetmenin daha önce izlediğim ; intihar olgusunu anlattığı filmi ''Kirazın Tadı''nı ve ''Kaplumbağalarda Uçar '' ı da daha önce önermiştim size zaten. Eğer atladıysanız bu iki filmi de de bir yerlere not edin...




Arkadaşımın Evi Nerede; Üçlemenin ilk filmi... Bir vicdan ve dostluk anlatısı...Filmi izlerken İran köylüsünün sosyolojik ve kültürel yaşamını da izleme fırsatını buluyorsunuz , zorluklarla mücadele etme şeklini de tabi...Konusu kısaca, öğretmenlerinin ödevleri mutlaka deftere yapılmasını istediği sınıfta, arkadaşının defterini yanlışlıkla eve getirdiğini farkeden Ahmet'in komşu köyden , okula gelen arkadaşına defteri ulaştırma çabaları...Çocuk masumuyetinin şiirsel bir dille ancak böyle anlatılabilirdi. Yönetmenin aynı zamanda şair olmasının bize getirisi bu anlatım tarzı olmuş.

Üçlemenin ikinci filmi; ''Ve Hayat Devam Ediyor''...
1990 yılında ki İran depreminin ardından, bir baba ve oğlu'' Arkadaşımın Evi Nerede?'' filminin iki çocuk oyuncusunun akibetlerini öğrenmek için Kuzey İran'a doğru yola çıkarlar.Yolda bu iki çocuğun memleketinde,depremin onca yıkımına karşın, yaşamında olanca haşmetiyle sürdüğünü görürler.Bu film aynı zamanda bir yol filmi olma özelliğini taşıyor. Bu filme bir yaşama övgü filimi desek hiç yanlış bir tanımlama yapmış olmayız.'93 Sao Paulo Film Eleştirmenleri Özel Ödülü ve 93 Rimini Özel Ödül, Rimini Kenti Ödülü almış..


Üçlemenin son filmi; ''Zeytin Ağaçları Altında''
Bu filmde de yönetmen, sanat ve yaşamın birbiriyle ilişkisini irdelemiş.ilk film Arkadaşımın Evi Nerede'nin çekim öyküsüne dayanan ikinci film Ve Yaşam Sürüyor'un yapım öyküsüyle ilgili bir film olmuş...

Bu üçlemeyi izlemenizi şiddettle öneriyorum...İzlenmesi mutlaka gerekli filmler kategorisine koydum.