Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

31 Ekim 2010 Pazar

Fotoroman; Lale'nin Bahçesinde son bir kaç gün

Yine dolu dolu geçen bir kaç günü resim altlarıyla anlatacağım çaresiz:)))

Önce, Perşembe akşamı ... Zuz, Nalan ve Ebrucuk ile Zeya'nın evinde dizi gecesi yaptık... Önümüzde koca sehpa dolusu yiyecek, sıcak şarap , dışarda ağaçları yerden yere vuran fırtına ve arada geçen tren sesi eşliğinde... Fatmagül'ün Suçu Ne? ve Türkan'ı izledik. Dizileri izledik sohbetimiz yaptık... yedik içtik ve yine bir sürü plan yaptık...

Ben perşembe akşamı Zuz'da kaldım... Sabah tabi ben yine hortladım erkenden... Zuz'un benim için özel olarak bulundurduğu yeşil çayımı demledim, çayı demlerken dalları mutfak camına kadar uzanan defne ağacına bir bakayım dedim, defne aşkımı bilirsiniz...aa baktım yok geceki fırtınada kökünden sökülmüş. O kadar büyük bir ağaçtı ki çok üzüldüm. Dallarını kesip yeniden diktiler , inşalah tutar. Zuz kalkıp kahvaltıyı hazırlayana kadar; Ya hiç okumayacaktık ya da basit ve yalın özetlerle yetinecektik, mantığıyla manga tarzı çizgi roman tekniği ile resimli roman haline getirilen Franz Kafka'nın Dava'sını okudum. Diğerleri nasıl bilmiyorum ama eğer Dava'yı daha önce okumamış olsaydım ne hissederdim bilmiyorum. Yine de çıkış mantığını doğru bulduğumu da söylemeliyim.

Kardeş kardeş başbaşa kahvaltımızı yaptık bu arada Newyork; I Love You adlı filmi izledik... Bu fiml festival filmiydi dedim , Zuz'da zaten burasıda festival kanalı dedi:)) New York'un beş ayrı bölgesinde değişik, evrensel temalı aşk hikayelerine konu edilmiş. Yönetmenlerden biri de Fatih Akın.

Cuma akşamı Cumhuriyet Bayramını Cancan'la birlikte kutladık. Anne Baba yemeğe ve havayi fişek gösterisi izlemeye gitti. Bu tür özel gecelerde ve yaz aylarındaki o evleniyoruz diye dünya aleme, bize de haber vermek zorunda olanların attırdığı havayi fişeklerde bizim evde İstanbul bombalanıyor sanırsınız... Cancan'da buuum buuum diye korkunca bizde dışarı izlemeye çıktık






geriye kalan zamanda da oyun hamurundan doğum günü pastalar yaptık,




Nazlı Abla'sının etkinlik oyuncaklarını çıkarıp kuleler yaptık yedik içtik eğlendik hasılı...

Cumartesi günü Nazlı hasta kalktı yataktan , Kızıma çaylar çorbalar yaptım, akşama kadar nazladım:)) akşam olunca da Babasına devredip Gamsegamse ile Capitol'e gittik.

Pazar sabahı ben yine herkes uyurken pörtledim uyu uyuuuuu diye kendime telkinler yaptım yok. Usulcacık kalktım , yeşil çayımı demledim her zamanki gibi ve İz Kanalında Kafka'nın Kafesi; Prag adlı belgeselde, Prag sokkalarında Kafka'nın izini sürdüm. Babasının bakkalı, doğduğu ev, çalıştığı sigorta şirketi, derken farkettim ki, büyük bir Kafka turizmi oluşmuş Prag'da... Prag2a gidelim dedim o sırada uyanan Naziş'e ama ikimiz... Bu belgesel film bitince bu kez de Wilco'nun Karavanı başladı. O da Ege'de Bir Yaz Düğününe götürdü beni. Davul zurna eşliğinde kafasında kırmızı yemeni ayağında convers ayakkabılarla oynayan yörük delikanlı nasıl sempatikti anlatamam. Çok ilginç bir düğündü Karaca Hayıt Köyünde yapılan düğün, Damat gelin evde onu beklerken kapı önünde ataeş yaktı, tek eliyle sahana kırdığı yumurtaları bu ateşte pişirdi , ekmeği banıp geline yedirdi , çamaşır yıkadı öyle girdi evine... Öğleden sonra Natilius'a gittik Koca, Naziş ve Ben veee hafta sonu etkinliğini sonlandırdık:)

Bu haftanın kitabı... Zeya'nın okuyup beğendiği ve sakın alma Lale Abla ben sana vericem dediği Eylüldü Aşkım... Yazarı Esra Uçar... Kitabı okurken hep çevremdeki arkadaşlarım dostlarım geldi aklıma... O kadar açık bir dili var ki Esra Uçar'ın cümleler altında bir şey bir mesaj aramaya kalkamayın. Yaslanın arkanıza okuyun, o demek istediklerini açık açık söylüyor... Zuz'da yattığım gece yatakta bir elli sayfasını okumuştum zaten... şimdi sonlara doğru geliyorum.


Eylüldü Aşkım aynı apartmanda yaşayan bir grup kadının sıcacık dostluklarının öyküsü. Karanlık gökyüzünde çevrelerini aydınlatsalar da kendi yollarını bulmak için birbirlerinin ışığına ihtiyaç duyan bir avuç yıldız; Zeyno, Hicran, Damla, Necla, Şerbet... Mimi Günyüzü görmez pavyonlardan moda dünyasının renkli ışıklarına, aşkın tatlı esintisinden ayrılığın kör kuyularına, küçük burjuva hayatların kuralsız gecelerinden aşiretlerin kanlı kurallarına, ölümü beklerken yaşamla tanışmaya uzanan bir yolda, paylaştıkları büyük sırla birlikte yürüyecekler... Bir kelebeğinki kadar kısa olsa da hayat, Tanrı'nın sunduklarını hep kabul edecekler...

İşte böyle hayat devam ediyor...Bu üç metroluk yazı da burada sona eriyor:)))


günün şarkısı kardeşden geldi... bu kez Zuz değil Metin'den yani erkek kardeşimden... Elvis söylüyor ne de güzel söylüyor tık

günün damak tadı ise Magnumun yeni tadı portakallı bitter çikolata... çocukluğumdan kalan bir tat... Babam Havalanındaki Free shoplardan alırdı... çeşitli şekillerde olurdu, aklımda kalan pamuk prensesdeki cüce şeklinde olanlar...

bu ekleri bitirmezsem bu yazı beş metroya doğru gidiyor...