Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

16 Ekim 2012 Salı

Salı Kadını:)



Son 24 yılın en kurak geçen sonbaharını  yaşıyormuşuz. Biraz atmasyon gibi geldi ama hadi neyse...Belki Türkiye geneli için yapılan bir söylemdir. Zira, biz ne çılgın sonbaharlar yaşadık... Cuma gününden sonra hava artık serinleyecekmiş, biz de her fırsatta kendimizi sokaklara, açık havaya atıyoruz, özleyeceğiz bu havaları diyerek...


 



Bugün yine Paşa Limanı'na gittik.  Sonbaharda korunun içinden geçerek oraya inmek çok hoşuma gidiyor. Ara ara kargaların kafanıza düşürdüğü cevizleri saymazssak pek güzel oluyor peeek...
Yine çaydır, kahvedir, kitaptır, gazetedir etrafı seyretmedir , sohbettir şeklinde iki saat falan oturduk orada... Önce yemeğimizi de orada yiyelim dedik ama ben - e yürüyüşün ne anlamı kalacak o zaman deyince vaz geçtik. Boğazda yüzenlere , tanker çarpacak diye kocam pek telaş etti,  önce bir  kişi gördük, karabatak gibi dalıp dalıp çıkıyordu. Ben bunlar üç kişi oluyordu aslında hatta Ecem'de aynı senin gibi korkmuştu dedim, dikkat edince Boğazın ortalarına doğru yüzen iki kişiyi daha fark ettik.Anladığımız kadariyle bunlar bir ekip:)

 (bu resim bana ait değil, birden aklıma mekanla ilgili bir görsel koyayayım da fikriniz olsun  fikri gelince netten buldum)





 


Sonra , Üsküdar'a yürüdük. Akşama bira balık yapalım dedik ve  balıkçılar çarşısına girdik. Hasret bize yine palamut tavsiye etti,  en kocamanlarından üç taneyi hazırladı... Akşama tava olacaklar...

Tam evin sokağına girmiştim ki, sarımsah sarımsah, Daşgöprü sarımsaaa seslerini duydum. Baktım ki, arkası açık  bir minübüs  tepeleme sarmısak dolu... Kilosu da beş lira... Marketten aldığımız sarmısağın üzerinde madein China yazısını görüp şoka girdiğimden ötürü hemen saldırdım  arabaya ve kışlık  sarmısağımızı da aldım.


Şimdi ev mis gibi çilek kokuyor, ocakta pişen çilek reçelinden ötürü... Eylül ayındaki çilek bittabiki de sera ürünüdür ama Naziş başka reçel yemez...Hafta sonundan hafta sonuna  gerçek bir kahvaltı sofrasına oturabilen ve  simitini bu reçele bandırmaktan acaip keyif alan yafrumu bu zevkten mahrum edecek değilim elbette:)) Çilek mevsiminde yapmadım sanmayın, atlarmıyım hiç ama sanırım az yaptım ya da fazla tüketildi bktım az kalmış. Çileği de görünce hadi dedim yeniden vizyona girsin...



Yoruldum yav, anlat anlat...Hadi gideyim ben...Reçelimi yerleştirmem , lazım...Balık kokusuna karışsın istemem...