köprü altinda yatan sarhos sairin, filmin kahramanlarina yazdigi şiir

diyaloglar ve viyana...
tren yolculuğu ve hiç tanımadığın biriyle sabaha kadar süren sohbet...
Film akşama doğru başlayıp,ertesi sabah biten bir Viyana öyküsü...Bir de bunun ikincisi var, onu yarın akşama doğru izleyeceğim.İkinci film yani Before Sunset -Gün batmadan ise, birinci filmde kalan yerin 10 yıl sonrasından başlayan, öğleden sonra başlayıp, akşama doğru biten buruk bir Paris öyküsüymüş.Bu filmler sevgili Günün Çorbası-Yeliz'in tavsiyesi ile sepete atılmıştı. Demek ancak zamanı gelmiş.
Öğleden doğru karıkoca karıkoca evden çıkıp martılarla yarışa yarışa Eminönüne geçtik.
Havanın güzelliğini anlatmaya ferman gerek...Enfesti enfes...iyi ki güneş gözlüklerimi almışım yanına...
Büyük Postaneye doğru yürürken bu ne kalabalık demeye kalmadı ki Nimet Abla gişesi önünde Milli Piyango bileti kuyruğu olduğunu anladık. İnsan kalabalığı kadar da Seyyar satıcı kalabalığı vardı...aynı bilet aynı şans diye bağırıyorlardı. Biz Bahçe Kapı Milli Piyango gişesinden rahat rahat aldık biletlerimizi. Öyle rahattı ki heheh bi tek biz vardık. Sonra Cağoloğlu yokuşunu tırmanıp benim eski kartçıma gittik. Başka yerden kart almam, çünkü benim aradığım gibileri bir tek onda bulabiliyorum. Hem kartları seçtik hem her yılki geyiği çevirdik.Eskiden ne güzel kart atma geleneği vardı, cep telefonları çıktı , mertlik bozuldu geyiği:)
Kart işini bitirince koca dedi ki ne yiyelim... Ben gözüme Rumeli Köftecisini kestirmiştim zaten:)Bu tarihi köfteci, Sultan Ahmet Köftecisi gibi markalaşmadı iyi de etti. Eski halini bilenler hatırlar,Sultan Ahmt köftecisinin nasıl güzeldi köfteleri,şimdi sanırsın bir lastik...Rumeli Köftecisinin kuruluş tarihi 1925 sanırsam. Köfte, piyaz, irmik helvası ve mercimek çorbası var . Çorba hariç mönüde ne var ne yok hepsinden yedik:)) Abartmayalım helvayı paylaştık.
Karnımız doyunca ; bu kez Tahta Kale'nin yolunu tuttuk. Amacımız, geçen yıl, benim Cancan'dan
Üsküdar'a revan old
İlk kez okuyamayacağımı hissettiğim bir kitaba başladım. AZ'ın üstüne gitmedi ya da ,böyle üst üste şiddeti kaldıramadım sanırım ve de sanırım bu kitabı bırakacağım, bir süreliğine. Alexandra Cavelius'un yazdığı LEYLA'dan söz ediyorum. Bosna'da savaş yıllarında geçiyor konu... Savaşın dehşeti öyle bir verilmiş ki titredim. Ve bir söz , hiç kimse savaşı yaşamadan , gerçekliğini algılayamaz...
Bu bitmez sanılan yazı burada bitsin artık. Bana bile gına geldi...