Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Mart 2010 Salı

Dünden ama bu gün için yeniden düzenlendi:)))

Pata küte yazıya gireyim hemen çünkü henüz çay bile içmedim. Önce, dün doktora gittik... göz nezlesiymiş... iki damla verdi, üst üste damlatılacak.Benim kulak ağrımda da geçti...

Binbir Hayat Masallarını okumanızı tavsiye edeceğim. Bağdat, Paris, Madrit, Kuveyt, Hindistan arası gidip geliyor bir sürü kadın , erkek tanıyorum... Kitaptaki baş kişinin, abisini arıyoruz.Abinin adı İlyas. Dün akşam Yeni Delhi'ye gittiğini öğrendik, ama oraya vardığımızda benim uykum gelmişti. Paris, Madrid bölümleri ise bu arayışının dışında onlar, şimdiki zamana ait.

Dün akşam Ezel; tekrar bölümüydü. O yüzden Türk Malını izleyelim dedik... yok böle bir şey... İnsanı güldürmek bi yana gerim gerim geriyor. Bu kadar zorlanırmı olay... sanırım bir iki bölüm sonra gider ...

Dün çikolatalı bir kek yaptım, normal kekin içine , Dr Ötker portakallı ve çikolata parçalı gurme puding koydum. Sonuç süper, aklımın ve aklınızın bir köşesinde bulunsun. Ve, eğer okursa beni affetsin, çünkü nerede okuduğumu gerçekten hatırlamıyorum. Bir yemek sitesinde görmüştüm. Fincanda kek deneyimi yaptım. Sonuç süper süper süper. Yaptığım keki kalıba döktüm, küçük kalıba dökmüşüm. O sırada işte, aklıma okuduğum fincanda kek pişirme olayı geldi, aklıma. Fincanları yağlayın. Yarısına kadar kek harcınızı koyun. Fincanların yarısına kadar su gelecek şekilde , su dolu bir tencere oturtun. Cam kapak kullanırsanız kabarmasını , piştiğini neyin görüyorsunuz. Önce fokur fokur kaynayana kadar , altı hararetli, sonra iyice kısın. Piştiğini anlarsınız zaten, iki çorba kaşığı şey hemencecik pişiyor.Tahmini 20 dk falan. Yalnız altını kapattıktan sonra 15 dk kapağı açılmayacak. Sonra sufle gibi yumşacık bir kekiniz oluyor. İster fincandan çıkarıp , sos mos dökün, hatta marmelat da olabilir. Y ada bizim gibi kaşık kaşık yeyin...

Yine Şamdan kavaktan, ordan burdan, öteden beriden bir yazının sonuna geldik sayın okuyucu. Ne yapalım herkes anasının karnından yazar doğmuyor.

Hadi gittim ben , kahvaltı bile yapmadım henüz...

düzenleme-1: Daha sonra kekin tarifini okuduğum siteyi buldum, gerçek tarif burada

düzenleme-2 :Hava pırıl pırıl diyerek kendimizi sokağa attık ama poyraz varmış meğer. Dondum. Korunun güneşli yerindeki jimnastik aletlerinde boğaza bakaaaa bakaaaa jimnastik hareketleri yaptım. Sonra da biraz yürüdük karıkoca-karıkoca... Sonra ben bir de sigara tüttürüverdim. Denizde , sefer yapan motorların sesini dinleye dinleye, süzülen motorlara baka baka. Kocito- aynı resim gibi dedi, Ben de resim olsa - aynı canlı gibi derdin dedim:) Erguvanlarda henüz bir hareket yok, bazıları hafiften tomurcuğa durmuş o kadar. Defneler hep çiçekli. Bir de kirpi ölüsü gördüm çok üzüldüm. Kocamandı. Beni öndeden tanıyanlar , en sevdiğim hayvanların kirpiler ve kargalar olduğunu bilir. İstanbul'un martıları bu kadar koca totolu olmadan önce onlarıda çok severdim. Ama neylersiniz ki artık onlarda fastfood çu oldular. Artık denize dalıp balık avlamak yok valla ancak motor vapur kovalayıp, atılan simitleri, ekmekleri yesinler. Bazen bir bakıyorum bir bulut halinde motorlarla birlikte karşıya geçip geri geliyorlar. Kıyıdaki büfelerin çöplerini karıştırmakta onlarda . Oh ekmek elden su gölden yaşıyorlar...

düzenleme-3: Zeki Demirkubuz'un Kıskanmak filmini izledim az önce ve böylece gündüz etkinliklerimi bitirmiş oldum. Şimdi sıra akşam yemeği hazırlığında. Bu akşamki dizim Aşk Ve Ceza. Sonra da Yeni Delhi^de İlyas'ı arayacağım...

29 Mart 2010 Pazartesi

Kızımın gözü ağrıyo,

benim de kulağım,

gözlüğümün camı düştü, vidası kayboldu,

Hava berbat...

28 Mart 2010 Pazar

pazar mırıltısı

- Baba, hadi doktora gidelim, dedi bir ses. Gözümü açtım Gamsegamse... Gece yatarken gözü kanlanmıştı ve göz kapağının üstü kızarıktı. Siyah çay banyosu yaptırdık, uyudu... Sabah gözünü açtığında , sanki gözümün içinde bir jel tabakası var dedi... Hemen kalkıp hastaneye gittiler... göz doktoru nöbetçi olmadığı için bakamamışlar, bir tek Numune de var demişler. O sırada daha iyi hissetmiş , daha kötü olursa gideriz demiş Babasına, kahvaltıya börek ve pazar gazetelerini alıp geldiler. Böylece pazar gününe başlamış olduk.

Pırıl pırıl bir güneş var ama hiiiç dışarı çıkma modunda değilim... Açık pencereden sürekli ağlayan bir çocuğun sesi geliyor. Hani ısrarla bir şeyi yaptırmak isterde ağlar ya çocuklar, işte öyle bir ağlama şekli. Çünkü arada söyleniyor. Hem ağlıyor, hem söyleniyor:)))

Saatleri ileri aldık, bir süre bunun uyumsuzluğunu yaşarım ben...

Erikler çiçek açtı... Gelin ağaçları diyorum ben onlara... tuza banıp banıp erik yeme vakti geldi
ama hiç bir erik Ordu'da ki Memet Amcanın( Mehmet değil Memet Amca) bahçesindeki erikler gibi lezzetli olamaz. Bizim garaja yaslanırdı erik ağacı, biz de garajın üstüne çıkıp en tepedeki erikleri bile yerdik. Memet Amca'nın iş dönüş saatlerinide göz önünde bulundurarakÇekirdekleri bile daha yumuşacıkken ağaçta erik bırakmazdık.. Hele o bahçedeki frenk üzümleri hiç bir zaman kurtulamadılar elimden. Avuç avuç yerdim hem de...Aynı bu resimde gördüğünüz gibilerdi. Böyle kıpkırmızı...Aynı o frenk üzümü gibi kıpkırmızı olana kadar aşağılara sarkasım var, tıpkı onun gibi olduğum yerde olgunlaşıp düşene kadar olduğum yerde kalasım var bu gün...

Dün mahalle içi, sokak arası bir markerte girdik, karidesli ramen bile vardı. Harika içli köfteleri, arnavut ciğerleri , kadınbudu köfteleri vardı. Anadolu yakasının her tarafına servis verdiklerini söylediler. Adınıda ilk kez duydum. Harman Marketler zinciriymiş...

Akşam Gamse benim okuduğum kitabı merak ettiğini ona okumak istediğini söyledi. Amak-ı Hayali yani. Çaresiz verdim. Yeni bir kitaba da başlamak istemediğimden, 1001 Hayat Masallarından bir hikaye okudum. Yazarı Falih Mahdi. Paris'te yaşayan bir Bağdat'lı...

Batı kültürüyle Arap şiirselliğini birleştiren bir yazı dili kullanan Falih Mahdi'nin kahramanları, şiddetin gündelik yaşamın gözeneklerine sindiği, yoğun devlet terörü altında neredeyse ruhunu yitirmiş bir ülkeyi saran deliliğin örnekleri olarak karşımıza çıkıyorlar. İnsanın kendi köklerinden kopuşunu irdeleyen bu trajik roman, Iraklı bir entelektüelin Bağdat'tan Bombay'a, oradan Paris'e uzanan yolculuğunu, içerdiği tüm acı ve hüzne karşın, ateş başında yapılan bir sohbet tadında anlatıyor.
Kendi memleketinde sürgünü, sürgün gittiği Batı'da ise dışlanmayı ve yabancılaşmayı yaşayan Anlatıcı'nın peşine takılıp dolaşırken, Binbir Gece Masalları'nın kenti Bağdat'tan geriye bugün ne kaldığını acı acı düşünmeden edemiyor insan...'(arka kapak)


Bizim pazarımız işte böyle usuldan usuldan geçiyor, ya sizin ki??

fonda Esmeray , Unutama Beni diyor

27 Mart 2010 Cumartesi

Cumartesi kararsızları

Bu günkü program kesin değildi , dışarı çıkılacak öyle karar verilecekti, kesin olan tek şey Ferzan Özpeteğin , Serseri Mayınlar filmini görmekti. Ama biz hazırlanırken gelen bir telefonla tüm program alt üst oldu. Arayan benim iş arkadaşım Yurdanur 'du. Taa 1996 dan beri kesintiye uğramayan bir arkadaşlığımız var. Yurdanur'la yıllarca yanyana masalarda çalıştık. O kadar çok şey paylaştık ki birlikte; benim kızlar bile kanka oldu. Kocam da balkonlarının müptelası olduğu için yaz aylarında mutlaka bir balkon sefası yaparız onlarda. Balkonları tam Boğaz Köprüsü ile karşılıklı, bir de havai fişek gösterisine denk gelirseniz değmeyin keyfine olur. Bu gün arayıpda -hadi bana gelin deyince , Gamse de bana hadi dedi...

Yolda arabayla Özbekler Tekkesi civarından geçerken bir baktık ki, İlber Ortaylı'da yokuşu tırmanmakta. Türkiye de en sevdiğim şahsiyetlerden biri olduğu için, hey Allahım ya dedim, tam şöföre neden bu yola girdiniz diyecekken O'na rastladık.

Yurdanur^un 15 gün önce doğum günü vardı, giderken pasta , maytap , mum da götürüp geçmiş doğum gününü kutladık...

İyiki hayatımda varsın Yurdanur...
Biz bu gün Annesi ve kızı günüsü yapmak üzere çıkacağız evden , kesin olan tek şey programın içinde sinema da var:)))

26 Mart 2010 Cuma

Dün gece Babam ilacını içer içmez şıp diye uyudu. Hatta yatağına giderken, galiba bu uyku ilacıydı dedi... Biz de Aşk-ı Memnu izledik, şekerpareli şekerpareli:))) Herkesin canı aynı anda tatlı isteyince; kahraman Kocam bi koşu aldı geldi. Kızlar tatlı merasiminden sonra sızdılar, Gamse hemen yatağına gitti ama Naziş ısrarla yatağına gitmeyip uyuyarak, kanepeyi işgal etti , ,hem de uyumadığını izlediğini söyledi. Zuz da sürekli , peki şimdi ne oldu, şimdi ne oldu söyle bakalım diyerek onu sınav etti:)))

Aşk-ı Memnu böyle giderse bir iki sezon oynar. Çünkü Bihter dizi başladığında mezarlığa gitmişti Babasına; dizinin sonuna doğru çıktı.Ednan Bey yine mel mel baktı uzaylı gibi. Bu gidişle kafasına karısından tokmağı yiyen Hilmi Önal da, erecek iyi insan olacak falan.

Sabah; hastanaye gidip, Babamın gözündeki sargıları açtırdık. Piyasada bulunmayan damlayı yazan Doktorumuzu canı gönülden tebrik ederim. Bir iki aydır depolarda bile yokmuş. Şimdi kocam arıyor hala. Olmadı arayıp başka ilaç ismi soracağım.

Şimdilik bu kadar gün içi düzenlemelerde görüşürüz:)))

not: telefon açan, mesaj çeken, yorumlarında geçmiş olsun dileklerini ileten herkese çok teşekkür ederim. İyiki varsınız...

25 Mart 2010 Perşembe

Hastane maceramız

Çok yorucu , çok sıkıcı bir gündü... Babam bu gün katarakt ameliyatı oldu, diyerek paaat diye gireyim konuya.

Saat bir de gelin ön tetkikler var, saat üç de de ameliyat demişlerdi, bir kontrol öncesi. Kocam , ben ve Babam buradan, Zuz da evinden çıkarak Hastanede buluştuk. Dr kontrolü, tansiyon ölçümü , damla mamla olayları bittikten sonra bizi odamıza çıkardılar. Saat 15.15 de hemşire hanım gelip hastayı ameliyathaneye götürecek dediler. Oda da tv mv var ama biz kendimiz tv yiz. Ben önce klimayı 30 dereceye alıp milleti haşladım. Gösterge otamatik 30 dereceye ayarlaıymış ne yapayım:))) Saatler geçmek bilmeyince biz Zuz la iki kez takıştık , babam tüm odayı inceledi , elden geçirdi:))) Bir kez kocam kaçtı molaya , bir kez Zuz la ben kaçıp çay molası verdik hastane cafe de. Zuz bu hastaneye bir aydır gidip geldiği için her bir köşesini bilip herkesi tanıyor zaten . Ayrıca hastanenin kardiyoloğu görümcemin oğlu, ameliyathane sorumlusu kuzenimin kuzeni ... Yani hastane bizim :)))) . 15.15 de denilen ameliyat saat 16.35 de yapıldı. Zuzu'un elinden gelse ameliyathaneye girip ameliyatı kendi elcağızlarıyla yapacak ama bir alet de sorun yaşanmış, önceki ameliyat da... Neyse babam bu arada odayı karıştırmaktan bıkıp , bizi de gülme krizinden çıkarıp uyudu. Sonunda ameliyat oldu yarım saat bile sürmedi. Odaya getirince Amca biraz dinlensin sonra gidin dediler. Onlar odadan çıkar çıkmaz Babam giyindi hadi gidelim dedi.:)) Ay, evim evim meğer ne özlemişim. Geldik yemeğimizi yedik. Zuz da kendini kuaföre attı. Birazdan gelir , aç bilaç ...

Bu akşam Aşk-Memnu seyredip tumba yatak. Kitap falan okuyamam sanırım. Amak-ı Hayal bitmek üzere. Eğer okumak isteyen olursa , tasavvufdan hoşlanan varsa tavsiye ederim.

Bu günlük de bu kadarrrrr....


23 Mart 2010 Salı

Nostalcii



Siz hiç leylek giliği yediniz mi? peki sorun bakalım , bu soruyu niye sordum. Çünkü ben bu gün yedim. Niksar'da yapılan bir tatlı, leylekler geldiği zaman yapılırmış eskiden beri. Hoş artık leylek sürüsü mürüsü gördüğümüz yok. Eskiden bir gelirlerdi, gökyüzünü kaplarlardı. Her ağaçta bir leylek yuvası. Yok ben yuvada gördüm bu yıl hep evde oturacağım, ben leyleği havada gördüm , hep gezeceğim muhabbetleri. Ne hoştu. Gerçektende ben bir kez leylek sürüsü görmüştüm havada da , o yıl değil şehir içi, şehirler arası yollarda geçmişti hayatım:)))

Leylek giliği, ben hiç yapmadım, ama çok da ustalık gerektiren bir şey değil. Niye yapmadım bilmem , kızlar ve kocam bayılır halbuki. Bu kadar yöresel bir tadı yakalayamamaktan korkmuş olabilirim. Bizimkiler - Babaanneminkine benzememiş derler çıkarlar işin içinden çünkü.

Hadi anlatayım nasıl bir şey olduğunu. Mayalı hamur, krep akışkanlığında hazırlanır. Yumurta yok yalnız süt , un, maya. Sacda ya da teflon tavada , hiç yağsız olarak; yine krep inceliğinde ama bir köfte büyüklüğünde olacak şekilde pişirilir. Bir tepsiye tepeleme yığılır. Üstüne şerbet dökülür , bol ceviz. Hatta dövülmüş cevize sara sara bana bana yerim ben. Nasıl hafif bir tatlı olur, nasıl lezzetlidir anlatamam.Bu gün görümcem yapmıştı. Bandıra bandıra ye beni , doyamazssın tadıma vaziyetlerindeydi.Bazen de şerbet yerine ev de yapılan dut yada üzüm pekmezi dökerler, onun üstüne de ceviz. Niksarda yapılan her yemeğin bir hikayesi var aynı zamanda. Mesela gendeme çorbası denilen bir çorba var. Aşurelik buğdaydan yapılır. Kayınvalidem anlatmıştı bu hikayeyi de. Yaşlı bir kadın ocakta bu çorbayı pişirirken , komşusu seslenir - ne yapıyorsun diye, O da kime yapıyorsun çorbayı anlar- gendüme, gendüme der yani kendime. Aha işte kalmış çorbanın adı gendeme ya da gendüme çorbası. Benim kızlar her zaman anlatırırlardı , bu çorbayı yaptığında. Babaannelerine. Babaanneee , kime yaptın bu çorbayıııı - gendümeeee , gendümeeee ...

Hep Ordu Ordu diye ben Niksar'ı es geçtim hep , ihmal ettim. Halbuki nasıl güzel bir yer, nasıl güzel insanlar yaşar orada. Misafir ağırlamak bir sanattır orada. Gelen misafir, o evde kendini kral ya da kraliçe hisseder. Nasıl özel hisseder anlatamam. Önceki yıl , İlmiyem'i de alıp gitmişdim de , ben böyle bir şey yaşamadım demişti.Altına yatak, üstüne yorgan, başına yastık olur orada insanlar. İlk gittiğimde , evin oğlunun sünneti vardı, ne kadar itiraz etsem de çocuk için hazırlanan o ihtişamlı yatağı vermişlerdi bize... Sonra yıllar sonra o çocuk kapımı çaldı bir anneler günü gecesi ve bana hediye getirdi...Oğuzcumm özledim sizi be yahu...

Bir leylek giliği yedim bi sürü nostalji yaptım valla... e hadi yeter bu kadar akşam ...akşam...
Bir kaç gündür çiçek böcek hallerinde yürüyüşler yapıp, hava pırıl pırıl falan dedim ama yetti gari bu gün okey oynamaya gidiyorum:)))
Ama gitmeden önce bir Mimim var. Peren'den geldi. Sevdiğim ve sevmediğim üçlüler.
Hadi önce sevdiklerim

Zeki-Nazlı-Gamze
Lale-Metin-Zuhal
Aysel-Kalamış-Kumburgaz
Can-Berfu-İkea:)))(onlar anlar)
koru-kuzguncuk-koca
Hakan-Helva -Ordu
Beyoğlu-Gülden-Fatma
Haliç Vapuru-Oya-Eyüp Sultan
Kitap-kahvedünyası-fondü
köfte-patates-piyaz(Sultan Ahmet Köftecisi üçlemesine benzedi)
çay -simit-beyaz peynir
kanape-battaniye-tv
yeşil çay-kupam-pc
güneş-deniz-kum
kitap-şezlong-cola( denizden çıkınca)
Ordu-sahil-Boztepe
Köy-veranda-harman
Ayvalık-Ören-Cunda
İstanbul-İstanbul-İstanbul

Sevmediklerim
lılan-öğümcek.kertenkelek:))(bunlar yazılırken bile ürperildiğinden yazı formu bozulmuştur)
hastane kokusu-benzin kokusu-oto parfüm kokusu
geç kalmak-beklemek-sarkan çiçekçiler heheheh
beleşciler-üç kağıtçılar-yalan sanatçıları( ne yapayım bunu sanat olarak icra edenler var)
düşündümde, pis kokmasın, bana üç kağıt yapılmasın sevgi böcüğü bi insanım yav çok sevmediğim bir şey bulamadım o yüzden...

Dün akşam yeni bir kitaba başladım. Amak-ı Hayal; hiç okumadığım bir tür. Biraz tasavvuf, Vahdet-i Vücut çalışacağım anlayacağınız. Yazarı Filibeli Ahmet Hilmi.Tasavvuf okumak biraz zor bir iş tabi. Okuduğunuz bir kelime altında binlerce anlam var. Ben bir siteden bu kitabın çözümlemesini buldum ve kitaba yeni baştan başladım. Bu Raci İle Aynalı Baba'nın zihin yolculuğu. Buda ile başladılar şimdi Zerdüşt'le konuşma bölümündeyim. Ama çözümlemeyi okuyunca yeniden başa dönmek zorunda kaldım.Kafkada beynim az yorulmuştu çünkü:)) bu kitap bitsin Selindrella okuyacağım. Yeni çıkmışlardan, arka kapağını okuyup Gamse ile çok gülmüştük ama bu kitabı bitirince onu okuyacağım.

Sabah Naziş'in yatağını topluyorum, bir baktım baş ucunda Edgar Alan Poe'nin Tüm Hikayeleri kitabı, demek ona başlamış, kitabın üstünde de kocaman bir oyuncak yarasa. Hay Allahım dedim, anasının kızı, kitap okuma bir ritüel, ayraç bile ona göre seçilir. O da kitabın üzerine yarasa koyup , pekiştirme yapmış:)))Valla akşam resmini çekip koyacağım buraya...

Haydi gittim ben , okeyciler beni bekler...

22 Mart 2010 Pazartesi

Sahilde Kafka ve İstanbul güneşi

Pırıl pırıl bir İstanbul günü. Bu gün pazarımız da var üstelik. Dışada insan sesleri , kuş seslerine karışmış.Budanan ceviz ğacı yeniden eski günlerine dönme telaşında. Ben de birazdan bu hengameye katılmak üzere dışarı çıkacağım zaten...

Sahilde Kafka dün akşam bitti. Hiç bitmesin istediğim kitaplardan birisi oldu. 650 sayfa nasıl ilerledi sona geldi, iki bağımsız sandığımız hikaye birbirine değe değe nasıl ilerledi bilemiyorum. Haruki Murakami kitaplarında hep size eşlik eden bir müzik var. Bu kez de sık sıkBeethoven ve Haydn eşlik etti satırlara. Bir an önce bitse de Beethoven'in Arşıdük üçlemesini dinlesem falan diyorsunuz. Alt metinde sürekli bir müzik var anlayacağınız.Kitap okumayı seven herkesin okumasını tavsiye edebileceğim bir kitap. Hani ben derim ya kitap beni zorlamalı, düşündürmeli, araştırmaya sevketmeli; işte Sahilde Kafka böyle bir kitap...

Beethoven'in gerçek şaheseri, 1811 ‘de yazılan ve “Arşidük üçlüsü” olarak da bilinen “Si bemol majör trio” dur. Beethoven’in yakında tanıdığı, metronomun mucidi Johann Nepomuk Maelzel besteciyi, bir savaş sahnesini yüceltici bir eser yazmaya ikna etmiş. Böylece “Wellington Zaferi” ya da “Victoria Savaşı” doğmuştur. Eser muhteşem bir başarı kazanır. Beethoven’ın yeryüzünde kazandığı en büyük zaferdir bu. Yüksek sanatsal bir seviyesi olmayan ısmarlama bir eserin, sanatçıya en büyük ünü getirmesi kaderin bir cilvesi olmalı.

21 Mart 2010 Pazar

Bahar saldırıyor her yandan...kapıdan ...bacadan ...bulduğu her delikten...
Size bir bahar şiiri göndermek istedim bu gün ama beğenirmisiniz bilemem , ben her bahar gelişinde bu şiiri söylerim taaaa 1974 den beri ... niye derseniz e divan edebiyatı ile o yıl tanıştım da o yüzden:))
Bir Nef'i şiiri... hani şu Siham-ı kaza oklarını yazıp başından olan Nef'i

Esti nesim-i nev-bahar, açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz, sâki medet, sun câm-ı cem
Erdi yine ürdibehişt, oldu havâ anber-sirişt
Âlem behîşt-ender-behîşt, her gûşe bir bâğ-ı irem

Gül devri, ayş eyyâmıdır, zevk u safâ hengâmdır
Âşıkların bayrâmıdır, bu mevsim-i ferhunde-dem
Dönsün yine peymâneler, olsun tehi humhâneler
Raks eylesin mestâneler, mutribler ettikçe negam

20 Mart 2010 Cumartesi

çoktandır düşündüğüm bir konuya Gülse Birsel el atmış. Okuyun ve görüş bildirin anacım...

buradan buyurun.

************************************************************************************
Dün kahvaltımızı yapmış masayı toparlıyordum ki kapı çaldı , kim soruma ankesörden garip kargoo sesi geldi. Hatta karguuu gibi. Ne acaip bir ses derken baktım ki yarım saat önce Ablaaa , işe gidiyorumda sesini bir duyayım diyen Zuz sırıta sırıta merdivenleri çıkmakta. Ne güzel bir sabah dedim. Önce Gamse okuldan seni seviyorum maili atmış, arkasından Kıbrıs'ta yaşayan kuzen özledimm mesajı göndermiş. Bunu duyan facebook halkı ben de ben de seviyorum demiş heheheh.
Çayı yeniden koyduk, masayı yeniden kurduk. Evi mevi boş verip oturduk darmadağanık. Sonra O fön çektirmeye gidince ben bir koşu kaptım lektrik süpürgesini. Sonra Gamse okuldan erken geldi yeniden yeme içme faslı derken oldu akşam. Zuz Galata'ya geçti, biz de Gamse ile oturduk tv izledik kitap okuduk derken hadi bi Kadıköy yapalım dedik, Kocam'ın şaşkın bakışları altında... O evde kalmayı tercih etti uymadı bize, Naziş zaten dışardaydı...
Ne güzeldi Kadıköy akşam akşam. Herkesler dışardaydı, biz midye tava , biraz mağaza, biraz Alkım derken saat 10 gibi eve döndük...

Şimdi pırıl pırıl bir hava var dışarda ... ve Naziş ve Kocam hadi giyin demekteler. Biz gitmelerdeyiz yine. Size iyi bir gün iyi bir hafta sonu olsun...


düzenleme:1- Yürüyüş yaptık,Koca ve Naziş'le, Gamsegamse daha sabahtan kirişi kırdı zaten. Kuzguncuk da, Hayat Kahvesine uğradık, mönüler hakkında bilgi broşür falan aldım. Özellikle zeya için,
burayı çok merak ediyordu O şimdi Amsterdam da köprü etkinliği yapmaktadır herhalde:)).Hayat Kahvesinin işletmecisi çok tatlı bir bayan. Önceden telefon açılırsa istediğiniz mönüyü sizin içinde hazırlayabiliyor. Ne bilim canınız ıspanaklı börek çeker, kısır istersiniz gibi...

Eve gelince Naziş'e ısırgan otlu omlet yaptım hiç sevmedi, yumurtası çok cıvık olmuş dedi. Beyazı tam pişirip sarısını kayısı bırakmıştım halbuki. Hadi itiraf edeyim biraz daha pişebilirdi. Ağzının tadı yerine gelsin diye sebze kroket kızarttım. İglonun, bu kroketleri çok güzel, tavsiye ederim. Sonra da dağ çilekli , çikolatalı pasta yaptım. Akşam kavak yelleri izlerken yenecek...

18 Mart 2010 Perşembe

Bu gün Cancan geldi. Biraz oynaştık sonra soluğu dışarda aldık. Hava göründüğü gibi değilmiş, soğuk fena çarptı suratımıza. Biraz bizim markette gzdik bisküvi falan aldık. Zaten O'na kalsa marketin yürüyen merdivenlerinden aşağı inse, koşup pastaneden mama alsa aynı hızla asansöre koşsa, yukarı çıkıp toplarla oynasa... Artık alıştılar O'na, neredesin diye soruyor, çalışanlar.

Eve geldik. Sebzeli somon balığı pişirdik. Patates, havuç, maydonoz,bir kaç arpacık soğan ve bir ,iki diş sarımsak bir tatlı kaşığı kadarda sızma zeytinyağla pişirdik. Pişmesini sabırsızlıkla bekledik. Kucağımda Cancan sürekli pişti mi diye tencerenin kapağını açıp kontrol ettik. Yedik içtik şimdi iki saattir uyuyor. Ben de akşam yemeğimizi koydum pişmeye kuru fasulye ve bulgur pilavı.

Dün Üsküdardan gelince dolma sardım yarısını pişirdim yarısını dondurucuya koydum. Karagün dostu olarak. Bir tencerede nohut haşladım yine dondurucuya attım. Pazı temizledim doğradım yallah dondurucuya. Nazlı için ısırgan otu temizledim( Anneannem yaşasaydı da parayla ısırgan aldığımızı bilse ne yapardı acaba). Isırganlı börek olmak üzere zeytinyağ ve soğanla sotelendiler. Şimdi bana nasıl dan din geziyosun, okuyosun , film izliyosun demeyin daha. Var işte bununda bir raconu gördüğünüz gibi:)))Arada bir böyle oooooo domestika domestika oluyoruz.

Akşam Aşk-ı Memnu var. İki haftadır hızlı gidiyor. Böyle giderse bilmedin iki hafta içinde bitmesi gerekiyor. Dün gece kitap okurken uykum geldi, kitabı bıraktım , biraz uyudum hatta ,zırt uyandım. Cöm cöm bakıyorum, sanırsınız çok uyumuş uykumu almışım. Yavaşcacık kalktım ve bir film izledim. Çoktandır böyle güzel bir romantik -aile komedisi izlememiştim. Orjinal adı; Dan In Real Life, Türkçe adı Şamar Oğlanı 2007 yılında çekilmiş bir film.

Konusu.Dan Ashburn, yalnız bir baba ve yazılarında sorunları olanlara öğüt veren ünlü bir köşe yazarıdır. Bir aile toplantısında tanıştığı Beth’e aşık olur.
Beth güzel, zarif ve eğlencelidir ancak ortada bir sorun vardır: Beth, Dan’in erkek kardeşinin kız arkadaşıdır! Bu durumda acaba Dan okurlarına verdiği öğütleri kendisine uygulayabilecek midir?

Şimdi Cancan uyanmadan bir de kahve keyfi yapayım...

16 Mart 2010 Salı

Bu gün öğleden sonra...artık dün öğleden sonra..



Hiç bilmediğim yollardan Kuzguncuğa indik bu gün karı-koca karı - koca. Öyle dik bir yokuştu ki, sanki el freni çekik bir araba gibiydik. Gıdım gıdım indik. İnerken dizlerimin yan tarafları acıdı. Ama çok da keyifli oldu. Karşımızda Boğaz manzarası, yokuşun iki yanında görmediğim güzellikre restore dilmiş ahşap evler. Pencerelerinde sardunyalar, menekşeler. Tek sorun acaba yağmur da ka rda nasıl ulaşım sağlıyorlar... Sokağın adı Behlül sokağı. Kuzguncuğa kadar inen uzun bir sokak. Fotoğraf makinemizin birine Gamse bastı sizlere ömür. Diğeride miyadını doldurdu zırt pırt şarjı bitiyor. Telefonumunkinin de ara kablosu kayboldu heheheh yani halim içler acısı. Hiç bir masraftan kaçınmayıp Googlede arama yaptım sizin için ama Behlül Sokağı Kuzgıncuk yazınca Salvador Dali bile çıkıyorda sokağa dair hiç bir resim yok. Ha emlakçı resimleri var bir tek.not: Bu resmi yazıyı yazdığım günün ertesi günü bu gün İstanbul Valiliğinin İstanbul Sokakları çalışmasından buldum. Resmi çeken: Dilek Çınar

Kuzguncuğa indik sahil boyunca yürüyüp Fethi Paşa Korusunun aşağı kapısından içeri girdik. Koru muhteşem oldu. Çiçekler içinde. 10-15 gün içinde Erguvanlarda açar sanıyorum. Bizim Koru günleri başlar artık. Alırım kitabımı gider oturur çay , kahve içerim ya da gelin içeriz yav.. Defne ağaçlarının , sedir ağaçlarının arasında yürüyerek, sarı lalelere bakarak , sana sarı laleler aldım çiçek pazarından diye şarkı söyleyerek çıktık bizim mahalleye :)))

Koca yolda ekti beni. Ben de eve gelince kendime bir kahve yaptım, Acı Aşkı izledim. Fena değildi yani. Cansu Dere ve Halit Ergenç bence çok iyi iş çıkartmışlardı.

Şimdi aldığım bir mesajla evden çıkıyorum. Aldığım mesaj şöyle; saat beşi yirmi geçe durakta ol Lalüş. Mesajı çeken de Gamse. Üsküdar'a inecekmişiz.

Hadi bakalım iyi bir akşam olsunnn....

düzenleme-1 Tabi artık sabah oldu:))) Yazıyı dün akşam yazmıştım...
Yazıyı yazdıktan sonra Gamse ile buluşup, Üsküdar'a indik. Akşamda dizi , kitap falan filan.
Ama bu coğrafyada yaşamanın güzel yanları yanında her daim de acı bir bedeli var.
Hep yaşadığın güzellik gelir boğazına takılır. Yemek yerken boğazına lokmalar boğazına dizim dizim dizilir. Aynen dün gece olduğu gibi.
Karısını sürekli döven kasap koca , bunla da yetinmeyip, kadını arabaya attığı gibi dere kenarına götürüp ; kulaklarını ve burnunu kesmiş. Hastane önüne de atmış. Bak bak ne kadar insaflı.Hastanenin kamera kayıtlarında kadının hastane kapısı önüne atılışı, O canımın topallaya topalaya yüzünü kaparatak bir hastaneye gelişi var, aah canım canım diye inledim izlerken. Ama o davacı bile olmamış. Biz aramızda hallederiz demiş.Sanki içimde bir cılk yara var dün akşamdan beri.

düzenleme: 2- Biraz önce Üsküdar'a kadar yürüdüm, Çanakkale sergisi vardı. O kadar güzeldki, her resim altında bir hikaye. Bir hikaye çok hoşuma gitti. Bir Çanakakale şehidinin karısı , gelen mektupları camlara yapıştırıp her gün okuyormuş. Her evlilik yıldönümünde de gelinlik elbiselerini giyiyormuş. Ölene kadar devam etmiş böyle. Bunun gibi nice hikayeler. Serginin çıkışında da o zamanların asker ve hemşire kıyafetini giymiş iki kişi karavanadan çorba ve ekmek dağıtıyormuş. Tabi ben o kadar duygulandım ki okuduklarımdan , atkımın ucuyla gözlerimi sile sile eve geldim...
penceremin perdesinden içeri sızan güneş

Ne biliyosun uyanmak istediğimi

Belki geç yattım

Belki daha uyumak istiyorum

ay şimdi buna bir de müzik bulduk mu, alın size şarkı yaptım:))))

düzenleme:1 - Bu günü Kuzguncuk da yürüyüş, kitap okuma, tv izleme yatmaca yuvarlanmaca günüsü ilan ettim.
Ay Zuz dan korkuma yazamıyorum , Sahilde Kafka da inanılmaz şeyler olmak da... her sayfada kitabın gidişatı değişiyor. Bu nasıl bir kurgu anlamadım, olaylar nereye gidiyor, kitabın sonu nasıl olacak ...

15 Mart 2010 Pazartesi

pazar notları ve pazartesiye bir bakış :))))))

Bu pazar tam çok sıradan geçiyordu ki, okuldaki toplantıdan dönen Gamse telefon açtı. Ben Cancan'ı çağırıyorum dedi. Ve gün, birden hareketlendi. O'nun sevdiği yemekler pişti. Tavuklu çorba bezelyeli pilav tavuklu patates ve erik kompostosu... Pilav hastası, pile pile diye geziniyor, pilav yapacağım sana dediğimde:))

Geldi ve çok Can^lı ve de çok heyecanlı bir gün oldu. Giderken de öpüyorum ayağına yanağımdan bi ısırık aldı hala izi var...

Gidince genel temizlik yapıldı bütün ev de:)))

Sahilde Kafka , bir sonraki sayfasında neler olacağını kestiremeyeceğim bir biçimde ilerliyor.Dün akşam okuduğum bölümde kitabın adının, kahramanın kendine taktığı takma addan ileri geliyor sanıyordum. Yazar Kafka'dan, esinlendiğini falan ama bu akşamki bölümde karşıma Sahilde Kafka şarkısı çıktı. Kitapta birbirinden bağımsız iki bölüm var birlikte ilerliyor. Satır aralarında kesisen bazı şeyler var sanırım sonunda birbirine bağlanacaklar. Yanlış hatırlamıyorsam Orhan Pamuk'un Kara Kitap da böyleydi.

Sabah kızlar gidince yeşil çayımı demledim, yatakta Tatlı Hayat izledim , uyumuşum sonra... Bu güne dair hiç programım yok. Temizlik, mecburen dün akşamdan yapıldı... bi sürü de yemek var...Acilen bir program yapmalıyım...

düzenleme-1: çok sıkıcı bir gün, hiç bir program yapmadım. Kahve içtim, sıkıntıdan kendime bisküvi ve şokella ile çakma çokoprens yaptım. Bi daha yeşil çay demledim.
Tek aksiyon, facebook da bir ilkokul arkadaşımla birbirimizi bulduk. Çok güzel resim yapardı, müdürümüzün oğluydu.

Birazdan gardrobumu döküp, hem düzelticem hem de Derya Baykal izleyeceğim. Başka seçenek yok. Çünkü; yatak odasında sadece ulusal kanallar çekiyor. Ya Derya Baykal ya evlilik programları seç beğen al.

Zuz, bu gün okuduğum kitaplar hakkında çok ipucu verdiğimi , insanlarda okuma hevesi bırakmadığımı söyledi. Loksandra'nın öldüğünü söylememi örnek verdi. İyi de 92 yaşına gelm,işti dedim :)) Bu konuda görüş bekliyorum...

düzenleme-2: Müjdemi isterim, Yaprak Dökümü yeni sezonda da devam edecekmiş:)))

13 Mart 2010 Cumartesi

Cedric, Eyvah Eyvah ve .....

Güne üst üste dört beş tane Cedric izleyerek başladım. Cedric yani adamım Sedrik, her gece üzerine mutlaka ayışığının düştüğü kocaman yatağının üstünde, kollarını başının altında kavuşturup bacaklarını kocaman açarak sekiz yaşında ve aşıksanız hayat ne kadar güzel di mi? der.Sınıfındaki küçük Çinli kıza aşık. Kankası sürekli akıl verir , en büyük desteği de dedesidir.Çocuklar için çizgi film görüntüsünde, bir sürü kocaman laflar eder , dersler verir, ahlaki değerler üzerine düşündürür insanı. Eğer hiç izlemediyseniz bir tane olsun izleyin.

Bu gün için onlarca plan vardı. İlmiyem'le buluşmak için olanı, O işten geç çıkacağı için haftaya kaldı. Sonunda sinemaya karar verdik. Yine bir Anneler ve Kızları sinema günüsü yaptık. İki anne, iki kız, bir görümce, bir hala, bir yenge, bir gelin ve iki kuzen vardı tamı tamamına dört kişiydik ama. Kısacası Görümcem ve Kızı Meral , Ben ce Gamsegamse.

Eyvah Eyvah'ı izledik. Nasıldı derseniz , güldük hem de doyasıya güldük. Çünkü ben öyle komedi filmlerine gidip bön bön bakıp gelenler taifesindenim.Bunda güldüm bi gülesim geldi valla :)))

Sinema çıkışı ayrıldık biz Gamsegamse ile biraz daha dolaştık. Ben D&R dan , çok merak ettiğim Dantel Falcısı'nı aldım.Sonra hadi eve dedik. Bu gün tv den tanıdıklarla karşılaşma günümüzdü. Sinemada İbrahim Sadri yanımızda oturuyordu, çıkar çıkmaz da baktık karşımızdan Ezel dizisindeki Tevfik gelmekte yani Tefo.

Yürüye yürüye ve geldik. Sonra yeme içme faslı birazdan başlayacak olan Kavak Yellerini izleyip tumba yatak ve Sahilde Kafka'ya devam.


12 Mart 2010 Cuma

akşam mırıltısı...


Oturduğum yerden başımı çevirsem, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Galata Kulesi.

Karşımda Kız Kulesi, tekerlemelere bile konu olan Şemsi Paşa, Mihrimah Sultan Camii
Başımı yana çevirdim Boğaz Köprüsü.
Deniz köpük küpük,bembeyaz martılar her tarafta uçuşuyor.Neyim ben Sait Faik Abasıyanık mı))) Akşam kızılı var gökyüzünde hatta Galata Kulesi kıpkırmızı görünüyor.'' Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta''' diyorum mırıl mırıl , şimdide Ahmet Haşim oldum diyorum aklımdan.

Valla İngiltere Kraliçesi gelse; tahtını teklif etse şu vapurdaki yerimi vermem diyorum, sırıtıyorum galiba ki, karşımda kucağında kocaman bir beyaz orkide saksısını kucaklayan kız, tuhaf tuhaf bakıyor yüzüme.

Vapurdan indim, çiçekçiler ayrı bir cümbüşle karşıladı beni. Dünya durdukça var olasın İstanbul...

Not: resim kaynak burası
Pırıl pırıl bir İstanbul sabahı... Ben birazdan Beyoğlu ekibimle kahvaltı buluşması yapmak üzere Beyoğlu seferine çıkmak üzereyim. Yeşil çayımı içtim, Serrose'nin tarifi gibi demledim bu kez. Yani önce kaynayan suyu kupama döktüm sonra demlikteki çayın üstüne döktüm. Daha lezzetli oluyor. Onun bir açıklaması var, su direk çayın üstüne dökülürse bişi oluyo heheheh valla unuttum. Bi gıynak da kestaneli pasta attım ağzıma . Bu, gıynak hikayesini sonra anlatırım. Bi lokma, küçücük bir parça gibi bir anlama geliyor.

Dünüm temizlik ve yemek yapmakla geçti. Öyle yorulmuştum ki, Aşk-ı Memnu izlerken daldım ve çok kötü bir rüya gördüm. Anlatmayı isterdim ama tekrar dile getirmek istemem. Yorumu , lüzümsuz şeylere sıkılan insanları, en önemli şeyin sevdikleri olduğunu hatırlatmakmış. Hiç gerek yoktu yani, zaten benim için en önemli şey sevdiklerimdir.Bağıra bağıra uyanmışım...

Loksandra bitti, öldü sonunda doksan küsür yaşında. Çok güzel bir söz var söylediği''' Mutluluk mu?hiç aramam, gelip o beni bulur nasıl olsa''. Umarım mutluluk hep gelir bizi bulur.

Not: Abdülcanbaz öksüz kaldı...

11 Mart 2010 Perşembe

Hayat bir sudur.

Boğazım çok acıyor, dün akşam yaptığım kola, çay, şarap , kola ,şarap, çay, elma suyu, çay sıralamasından olabilir mi?Buradan da anlayacağınız gibi iyi içerim...Ya da dünkü okey partisinde uğradığım hezimet olabilir mi, bu kadar hararetin nedeni?

En dayanamadığım şeylerden biri çayın ziyan olmasıdır. Zuz da dün akşam bir kova çay demlemiş. Soru- kaç kişi çay içiyor. Cevap- bir kişi, Zuz ve Ece'nin içtiği birer bardak çay dan bozma şeye çay denirse.

Dün akşam Zuz'da toplandık. Ece, Marmarisli Serpil, Berfu, Zeya ve ben ve yarım saatliğine Naziş , çünkü yarım saat sonra uyudu. Yine çok sohbetli , şamatalı bir gece olduğunu söylemeye gerek yok. Hatta Zeya'nın önderliğinde üç ay gecikmeli ama bizim iki gün sonra olacağını sandığımız bir doğum günü bile yaptık Ece'ye. Zeya önde , elinde pasta , ben arkada iyiki doooodun Eceeee diye bağırıken Ece'nin ve Serpil'in yüzünü siz olmasa da Ece görmeliydi. Şaşkın şaşkın , noluyooo ben nerdeyim bakışıydı:)))

Ev sahibi Zuz son dakika golünjü atıp belim incindi deyince iş benle Zeya'ya kaldı bütün gece , O' da koltuktan şu şurda bu burda dedi...

Gecenin sonunda , herkes evine dağılınca , Zuz da artık Suna Pekuysal gibi yürümeye başlayınca , sıcak duş ve masajla ağrı kesici, kas gevşetici bir jel sürüp onu yatağa soktum. Sabah beşte de kalkıp , Bursa'ya gittiler , Berfu ile. Sonra naziş uyandı, ona tost yaptım , okula gitti. Sonra temizlikçi kadın geldi O'na kapıyı açtım derken yeterin dedim evden çıktım. Dışarının serin havası bana bir iyi geldi. Tren yolu boyunca yürüdüm, elimde de ağaçtan kopardığım bir defne yaprağı. Artık bahar geldi ya, benim ceplerimden bol bol defne yaprağı çıkar. Bayılırım kokusuna. Neyse yürüye yürüye tam İstasyon caddesine geldim ki, İlmiyem faltaşı gibi açılmış gözleriyle karşıdan gelmekte. Bu saatte ne işin var burada dedi. Biraz ayaküstü sohbet ettik ve oracıkta cumartesi için plan yaptık. Yarın da Beyoğlu ekibimle buluşuyoruz işallah maşallah.

10 Mart 2010 Çarşamba

Düne kolay :)))

Hafiften perdelerini araladı mı? ne; güneş. El sallayıp duruyor bana.
İş bu nedenden dolayı ev de yokum bu gün. Öğleden sonra okey grubumla buluşucam , yiyip içip okey oynayacağım. Akşam da sizin tanıdıklarla:))) Zuz'da toplanıyoruz.

Dün tüm gün Cancan, Annesi ve Zuz 'la eve yayıldık.İşlerini bilgisayardan yürüttüler, işe kırdılar . Kaç kez çay demlendi , kaç kez masa kuruldu hatırlamıyorum. Kahvaltı masasını toplar toplamaz , mercimekli köfte ne zaman olur dediler ya blşicikler demem ben onlara daha...Cancan'la dile kolay tam 12 gündür görüşmemişiz. Onun kayak macerası, bizim gezmeler falan uyuşmadı , ama yok asla bir daha böyle uzatmayız. Gamsegamse hasretinden çocuğun totosundan hart diye Cancan'ın deyimiyle aaart diye koca bir ısırık aldı.Evin her bir tarafını dağıttık, dibe vurduk. O yüzden , onlar evden çıkar çıkmaz elektrik süpürgesi taktım. Sonra da kendime çay demledim hehehehe.

Canım Loksadra Yunanistan'a gitti , ama dayanamıyor İstanbul hasretine , sütçüsünü, bekçisini bile özledi. Buradakiler insanlık nedir bilmiyor diyor. Son sayfalardayım, bu ara kitap elimde, gözümde gözlük uyuya kalıyorum. Sanırım bu akşam biter. Sonra Sahilde Kafka ya devam.

Şimdilik gittim ben, keyifli bir gün olsun herkese...

9 Mart 2010 Salı

İstanbul ne renk



Üstteki resmi koru yürüyüşü sırasında sevgili Asis çekti. Pırıl pırıldı hava, bahar gelmişti İstanbul'a . Erguvanları anlatıyordum o sıra da onlara... Boğazın iki yakasını nasıl erguvani renklere boyadıklarını. Vapurla karşıya geçerken gözümü onlardan alamadığımı..

Sağ tarafta geçen yıl koruda kendi elcağızlarımla çektiğim bir erguvan görülmektedir. Henüz yeni açıyordu.


.

15 nisan- 15 mayıs arasındaki Erguvan Şenliği
yapılıyor. Erguvan zamanı koruda baştan aşağı erguvana boyanır. İşte o zaman gelin Fethi Paşa korusuna , erguvanlar arasında boğadaki erguvan şenliğini izleyin. Karşılıklı iki yakanın renklerini izlemeye doyamazsınız.




Ama bu gün kapkara , soğuk bir İstanbul var... Neyseki Cancan gelecek bu gün , Annesi toplantıya gidecek ama Zuz Teyze de olacak evde. Artık oynarız, koşarız , sulu boya çalışmaları yaparız. Geçen yaptığımız çalışmanın sonunda boyaların tadına da bakmak istedi ama olsun:)))

Dün hava birden bire sapsarı oldu, Sahra'dan gelen toz nedeniyleymiş. Dün akşam da Celal Şengör Hoca, Napoli'de Vezüv patlarsa ; İstanbul bir metre tüf altında kalır dedi. Vurun abalıya ...

Eğer şehirlerin bir rengi varsa ki vardır, İstanbul gökkuşağının tüm renklerini taşır.

Bu günkü Programı anladınız. Cancan , Zuz ,toplantıdan sonra Berfu'nun da katılımıyla çaylı , mercimek köfteli, börekli , çörekli, sazlı , sözlü:) bir gün bizi bekliyor

8 Mart 2010 Pazartesi

Kadınlar günü yazısı yazmadım , bundan da kusur kal dedim. Ne diyecektim kutlu olsun mu?

Şimdi haberlerde yine bir şehit haberini veriyor Ali Kırca... Şimdi de enkaz altında kalanların adlarını sayıyor. Acı yine kol geziyor ülke de... İnsan hakları hanesinde sıfır, hayvan hakları hanesinde sıfır olan , e ağaca , ormana zaten mangal yeri alanı olarak bakan bir yerde kadın haklarından ne bekliyorsunuz yıldızlı pekiyi mi??

pazartesinin sabahı

Pazar gününü dinleneceğim, eve ayırdım dedim ;cumartesi akşamından ama heyhat kader ağlarını yine örmüştü ...

Gamsegamse saat 11 gibi öğrencisine derse gitti. Saat iki buçukda da aradı- Anneee sana bi elbise göstereceğim gelsene diye. Bu seneki favorisi giyimde Koton ayakkabı da Beta. O Natilius da görmüş ama giymemiş. Neyse Capitol'de buluştuk, baktık. Hiç umduğu gibi durmadı üstünde.
Naziş üniv. de ki arkadaşlarıyla buluşmuştu, akşam O da yanımıza geldi. Ayağı yanık kediler gibi gezdik tozduk e ve geldik.

Akşam Çok Güzel Hareketler Bunları izledim. Sonra Loksandra'ya devam ettim. Loksandra , evi , gönlü, sofrası herkese açık bir eski İstanbullu. Bakırköy'den Pera'ya taşınırken, tüm Bakırköy halkı arkasından yürüyerek vapur iskelesine kadar geliyor. Magissa neden bana Loksandra demiş anladım. Nasıl teşekkür etmem O'na...

Gece uykum kaçtı Oscar törenini izledim Sandra Bullock en yi kadın oyuncu ödülünü alırken ki yaptığı konuşma için bile o ödüle layıktı. Nasıl bir tevazzu ile aldı. Diğer adaylarla paylaştığını söyledi. Kendi gibi Oscar adayı olan Meryl Streep'e öpmek için eğildi, o da giderken arkasına bir şaplak attı.Yani sanki iki rakip değil , iki kızkardeş görüntüsü verdiler. Nurgül Yeşilçay altın portakalı alamadığında o portakalı yerim ben gibi garip bir laf etmişti, hatırlarsanız.


Artistlerden falan açılmışken, geçen gece Hülya Avşar'ın programının tekrarına denk geldim. Konuğa bakıp bakıp bir yerden çıkaracağım ama kim diyorum. Demet Akbağ'mış. Bacım güzel olmuşsun, hoş olmuşsun , bayağıda başarılı bir operasyon geçirmişsin ama artık Demet Akbağ değilsin ki...

Törenleri izlerken Elazığ depremi haberi geldi. Şükür ki çok yıkım yok dedi Vali ama ölen bir kişi bile olsa yıkım benim için. Şili 8.8 le 200 ölü verdi. İşte bunun adı depreme hazır olmakmış. Elazığ'daki kerpiç evlerle mi yoksa İstanbulda mütahitlerin ucuz Çin Malı kullandıkları binalarla mı hazır olacağız biz depreme. Biz depreme ancak ceset torbalarıyla, ve şehir planlamasında daha büyük mezarlıklara yer vererek hazır oluruz...

6 Mart 2010 Cumartesi

Cumartesi Cumartesi


Çok güzel geçen bir haftayı , güzel bir hafta sonu ile de damgaladım. Anılarıma bu haftayı mıhladım...

Bu gün Bendeniz cennet kuşu, Zeya ve Peren Kadıköy^'de buluştuk. Ama ne buluşma huuuu. Bir kere bu gün Kadıköy'de miting varmış, bizim haberimiz yok. Bindiğim araba nerelere çıktı , nerelere indi bilmiyorum , sonunda Natilius'un önünde buldum kendimi. Bu arada Zeya ile sürekli konuşup yol durumu veriyoruz birbirimize. Ama bir aydır mailleşiyoruz, Peren'in telefonunu almamışız. Ben tarfikten boşalmış yolrda tam yolun ortasından yürüye yürüye buluşma yerimize gittim. Bu arada kortej de arkamdan bağıra çağıra gelmekte. Zılgıt çekenler mi dersiniz ne ne ararsanız var. Dedim ki eğer ben kortejden önce varırsam meydana, yırttık. Neyse öyle oldu. Buluşma yerine önce ben vardım, sonra Peren misler gibi kokan sümbülleriyle geldi. Daha önce hiç görüşmemiştik ama o karşıdan Lale Abla diye seslendi:))) Zeya'yı da yoldan alıp, Masal Evine konuşlandık. Yanıbaşımızdaki uyuyan kedi, rahat koltuklar, ambians güzeldi ama donduk resmen. Ama yinede iki saate yakın oturmuşuzdur. O ara benim gözlerim gürül gürül yanan bir soba aradı. Masal Evinde baktık buz tutup masallara konu olacağız , karnımızda acıkmıştı, yemek yemek için Çiya'ya geçtik. Bu arada yağmur yağdı da yağdı... Yağmurun elleri hep üstümüzdeydi...


Yöresel yemek konusunda Çiya Restoranı her zaman öneririm. Ben hiç yemediğim bir yemeği tatma fırsatı buldum. Bozbaş; ızgara kestaneli, mürdüm erikli, sarı kök denilen hiç bilmedğim bir otlu, patatesli ve kuzu etli bir yemek. Denemenizi öneririm.


Yemek sonrası da Alkım içindeki Kahve Dünyasına gittik. Hem kahve sohbeti yaptık hem kitaplara bakma fırsatı bulduk. İlk kez kitap almadan çıktım:))) Yağan yağmura rağmen inadına çok güzel, keyifli bir gün oldu. Peren'i yeni tanıdık ama sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissettim. O'nu tanımış olmak , iyi ki de blog açmışım dedirten nedenlerden biri daha oldu. ..

4 Mart 2010 Perşembe

İstanbul Düşü

Dün bana yazdığı notta ne güzel demiş, ne doğru söylemiş sevgili Butterfly, hayatta kimlerle nerelerde yollarımızın kesişeceğini bilemiyoruz derken...



Blog dünyası bir güzellik daha yaşattı bana bu gün, ruhumu yine aldı önüne kattı ... Günün güzel olacağı , perdenin altından sızan gün ışığının parlaklığından belliydi...



Yatakta gözünüzü açar açmaz bir hediye alsanız zarif bir kart eşliğinde ve dense ki kartta size ''' Sen Loksandra'nın günümüzdeki benzerisin'''



Hediyem bana verilecek en güzel hediye bir kitap; İstanbul düşü
LOKSANDRA


Çok teşekkür ederim Magissa , günümü fevkalade yaptın... Sahilde Kafka'ya ara verip , Loksandra'ya başladım. E ne yapalım , İstanbul düşü bu...

Bu habere bir göz atın: Nükleerle yaşamaya hazır mısın?

Bu habere mutlaka bakmalısın: Nükleerle yaşamaya hazır mısın? 

3 Mart 2010 Çarşamba

The Butterfly has landed on İstanbul



Hava güzeldi,Manzara güzeldi... Sohbet hepsinden güzeldi... doyumsuzdu...Günlerdir Alplerden misafirim geliyor diyordum ya işte onunlaydım. Çoğunuzun tanıdığı Butterfly geldi. Yüzyüze ilk kez karşılaştık, seslerimizi ilk kez duyduk ama gelin görün ki 40 yıldır birbirini tanıyan eski dostlar gibiydik.

Artık Butterfly-Asis- biliyor ben koruda yürüyüş yaptım, kahvaltı yaptım, yemek yedim derken, nereleri kast ettiğimi. Çayımı içerken hangi manzara var karşımda... Çünkü biz bu gün , koru yollarında birlikte yürüdük, çay içtik, yemek yedik... Enise Hanım yani Butterfly'ın arkadaşı da bize o güzel yüreğiyle , sohbetiyle eşlik etti. Onu tanıdığıma da çok memnunum...

Günün en komik yanı; servisimizi yapan garsonumuzdu. Havanın güzelliğinden etkilenmiş olacak bizi iltifatlara boğdu:))))

Canım Asis, her Türkiye ziyaretinde bil ki artık bir kardeşin bir evin daha var burada...



Eve gelince Asisciğimin getirdiği çikolatalara dalış yaptık kızlarla:))))) O büyük bir nezaketle , nasıl çikolata sevdiğimi sormuştu ama ben seçimi ona bırakınca O da her çeşitten getirmiş:))) Portakallı çikolata çocukluğumun ağız tadı. Gelir gelmez onu açtım , keyif yaptım...Bu arada Cancan'da sebeplenmiş. Hediyelerden büyük bir pay da ona düşmüş:)))Ağzımız tatlandı ama en güzeli bloknotun ilk sayfasına yazdığın o zarif not, o ruhuma o kadar iyi geldiki . Bininci kez iyiki dedim iyiki blog girmiş hayatıma ve yolum sizlerle kesişmiş. Çook teşekkür ederiz her şey için...

1 Mart 2010 Pazartesi

İstanbul içinde hoptirinam-2



Sabah yazımı yazdııım, biraz toparlandık , karı -koca düştük yollara. İstikamet Eminönü. Oradan Vefa'nın , Süleymaniye'nin tüm arka sokakları, ağaç altları, kemer altları ... Sanırsınız İstanbul'a yeni geldik geziyoruz, keşfediyoruz. Ama buralar kıyıda köşede kalan güzellikler var. Eski evler restore edildi mesela. Ve bendeniz ara sokakları gezme hastasıyım. Nereye gitsem bi sokaklara dalarım. Hatta bi sene ; temmuz sıcağında Muğla'nın tüm ara sokaklarını tavaf etmişliğim vardır:))) Neyse işte ara sokakları geze dolaşa yürürken bi baktım tarihi pideci, kahvaltıyı sabahın alısında yapmışız. Yiyelim ama , oturmayalım elimize alalım birer parça yürüyelim dedim kocama. Öyle bi baktı ama ses de etmedi. Meğer orası gerçektende tarihi bir pideciymiş. Pide zaten enfesti. Gamsegamse eve gelince onayladı. Tam dört yılını Beyazıt - Vefa arasında mekik dokuyarak geçirdiğinden b u konuda bilirkişimiz.. Biz pideler elimizde yürürken bir baktım kadınlar bir sıra pencerenin önüne dizilmişler dua ediyorlar. Helvacı Baba Türbesiymiş. Du ben de dua edeyim dedim kocama , elimde pidem duamı ettim. Türbenin içinde helva tepsileri vardı. Pembe kağıtlara sarılı. O kısmı anlamadım , helva dağıtılırmış türbeden ama helvaları kim getiriyor bilemedim. Kanuni zamanında Bozdoğan Kemeri yanında bir kaç oda verilmişmiş Helvacı Babaya. 1981 ihtilalinde yerle bir edilmiş buralar. Semt halkı geleneği sürdürüp fakir fukaraya helva dağıtmış. Gamseler öğrenciyken yeniden yapılmış. Bana da Gamsegamse anlattı. Biz okuldayken yapıldı orası diye. Sonra yine Yürü yürü Beyazıt'a çıktık. Kocito - hadi Fatih'e uğrayalım dedi. Fatih , kocamın yeğeni benimde arkadaşımdır desem yeridir. Hadi uğrayalım dedik. Fatih çok eski , babadan halıcı. Orada da halıcılık yapıyor zaten. Bizi görünce çok sevindi, nereden çıktınız dedi. Şimdi kocamın cevabını söyleyeyim size- Türbe geziyoruz. Komedi adam yani, bu kadar olur.

Biz komşu gezmesine gitmiş gibi yayıldık oraya. Çaylarımızı içtik. Fatih- Lale ne yiyelim dedi.:))))Yok falan dedikse de , buranın çok güzel bir Maltaya sofrası var. Çömlekte kuru fasulye yapıyorlar şahane de , ayranı var deyince, hadi o zaman dedik. Çalışanlar bize şipşak bir masa hazırladılar. Yemeklerimiz gelince gördük ki gerçekten de hepsi çok lezzetliydi ama ayran çok ilginçti. Kocaman bir bardakta geldi. Üstü streç kaplıydı. Baktım içinde bir şeyler var. Herhalde bir şeyler düştü içine diye düşündüm açmadım. Baktım bizimkiler ayran hakkında konuşuyorlar, Malatya ya özgüymüş. Ne acaba içindekiler diye biz merak edince ; Fatih Malatyalı dükkan komşusunu çağırdı. İçinde haşlanıp dövülmüş yeşil acı biber ve yine haşlanmış semiz otu yaprakları varmış. Eser derece de sarımsak var dedi ama onu hiç hissetmedim. Biraz da ekşi bir ayrandı. Anlatınca garip gelebilir ama inanılmaz bir tattı. Yemeğimizi yedik, üstüne de çaylarımız içtik. Arap, yemeğini yer yemez çarığım çorabım nerde dermiş ya o hesap kalktık hemen:))) Vurduk yokuş aşağı , artıkın Mahmut Paşası, Sultan Hamamı, Tahta Kalesi , Mısır Çarşısı derken indik aşağıya. Bu arada Marputçular Çarşısı ve Şark Han'ı bir elden geçirdim. Mısır Çarşısından baharat ve çifte kavrulmuş lokumumu da alıp evime geldimm. Gelirken kocam bir yere uğrayacağım dedi, ben de pazarı dolaşa dolaşa eve geldim ki, balkonda bekliyor. Ben öyle bir gezinmişim ki adam merektan çatlamış . Oh olsun , ekmek almaya gidip iki saat sonra geldiğini meraktan öldürdüğün zamanlara say dedim. Bir keresinde bakkala diye çık, sen oradan Üsküdar'a in, telefonunuda alma , Zuz da bizdeydi, hepimiz balkonlara doluşup beklemiştik. Gelince de bize küsmüştü , suç bastırmak için...

Neyse işte böyle bir gündü. Yarın Allahın izni peygamberin kavliyle evdeyim. Çarşamba günü Alplerden gelen konuğumla programım var. Aranızda tanıyanlar bile olabilir heheheheheh. Cumartesi yine çok haşin bir programım var.

sabahın en en köründen

Bu günün programında Mısır Çarşısı Tahtakale neyin var ama biz de saat 5.30 da pörtledik her zamanki gibi. E Mısır Çarşısının anahtarı bende olsa gidip açaçıcam ama yok ne yazık ki...

Koca hem servise kadar Gamse'ye eşlik etti hem de çıtır çıtır fırından yeni çıkmış simitler aldı geldi.O gelene kadar ben de çayımızı demledim en bergamutlusundan. Sabahın altı buçuğunda hem Tatlı Hayat izledik hem de kahvaltı ettik. Türkan Şoray ve Haluk Bilginer; ikisine de bayılırım. Sabahları iki tane üst üste oynuyor hem de. Sonra da Fox da Dadı var. Gece Teke Tek'in özel konuğu İlber Ortaylı idi. Neyse Murat Bardakçı sustu biraz. Murat Hocam sizi seviyor , beğeniyor çok da takdir ediyorum ama , koca cumartesi saat üçe kadar konuğunuzu konuşturmadınız. Kitap tanıtımlarınız güzel, ilginç hatta çok yararlı da ama sona kalsa . Bakın Pelin Batu bile uyuya kaldı. Bi de, daha az fırçalasanız kızı. Kız fırça manyağı oldu. Yaşıtları gece klüplerinde sabahlarken O sizin programda sabahlıyorsa accık da kıymetini bilin yav, dün gece O'nın için bizim programın süsü demenizi çok ama çok ayıpladım valla...

TV den açılmışken , Bizim halkımızın ne ajitasyon meraklısı olduğunu, duygularıyla mantığının bir araya gelmesinin imkansız olduğunu bir kez daha anladım. Şu yetenek sizsiniz programından söz ediyorum. Bazen izlerken , vay be diyorum, Türkiye de de bu gibi yetenekler varmış. Ama halk oylamasına geçilince yuuh diyorum ya yuuh. Bir daha bu yarışma yapılırsa zaten yaş alt sınırı ve üst sınırı getirilsin ne yetenekli veletler ve ne yetenekli dedeler varmış:))) O küçücük çocuklar elenip de dik durmaya çalışmıyorlar mı, yalancıktan, ailelerini pataklayasım geliyor. O hayvan taklitleri yapmaya , abidik gubidik kendi uydurdukları aletlerle müzik yapmaya çalışan dedeleri görünce de - gidin torun torbanıza, ahbabınıza , eşinize dostunuza yapın bunları diyesim geliyor. Hiç bu konuda duyarlı olasım yok valla. Yok medeni cesaretmiş de falan filan. Zaten bu yarışmadan çıkan en büyük yetenek Ali Taran. Reklamcılık dehasını bilirdik de şovman olarak da iyi iş çıkarır. Bence yeni bir ekran yüzü bulundu ikinci bir Armağan Çağlayan vakası yani...

Kitabım(Sahilde Kafka) ilerledikçe şaşırıcı şeyler yaşıyorum. Mesela kitaptaki bazı atasözleri gibi kullanılan deyişler, bizim Türkçe de sıklıkla kullandığımız sözler. Bunlar evrensel mi? gerçekten de yoksa çevirenin bize uyarlamasımı çözemedim.Kahramanımız, Kafka Tamura Binbir Gece Masallarını okuyor. O okudukça , elimdeki kitabı bırakıp , kitaplıktaki Binbir Gece Masallarını alasım geliyor. Karar verdim her gece bir masal da ondan okuyacağım. O da koca ansiklopedi gibi bir şey kardeşim,efsaneye görede, Binbir Gece Masallarını sonuna kadar okuyan ölürmüş, töbe töbe. Diyorum ki sırayla okumayayım, şöle rast gele seçeyim her gece bi tane heheheheeh .Bittiğini anlayıp da stres etmem. Bir ara öyle okumuştum zaten, ama bitiremedim haliyle...

Hava iyice aydınlandı , güneş pırıl pırıl oldu. Ama kandıramaz beni, dün suratım dondu resmen...

Bu yazı burada bitsin,önce etrafı toplamaca , hazırlanma sonrada yola koyulma zamanı...