Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Nisan 2014 Çarşamba

Ben bir küçük cezveyim köşe bucak gezmeyim:))

Ay ne şahane bir gündü dünkü gün:)Sabah 10 gibi çıktım evden. Vapurla Eminönü'ne geçtim. Vapurda  kitabımı açtım ama  bir iki sayfa ancak okuyabildim. Karşımda oturan kadınların zeytin yapımı sohbetleri yüzünden bir türlü kendimi veremedim. Ama olsun karlı çıktım. Sele zeytin ve salamura zeytin nasıl yapılır öğrendim. Bu yıl zeytinini kendi yapmayan öle olsun...
 Kadıköy İskelesinde önce Ecemkuşumla buluştuk. Biraz  sonra da Nermin arabayla iskele alabanda yaptı yanımıza ve hemen atladık arabaya veeee Ecem ve Nermin ile her saniyesi ayrı güzellikte bir gün geçirdik.
Güne karnı tok sırtı pek  başlamak için ilk olarak soluğu Bozdoğan Kemeri dibindeki Siirt Şeref Büryan Salonunda aldık.Biz yani nermin ile ben, büryanlarımızı yerken bir taraftan da mumbar dolmasına yumulunca Ece bizden tarafa bakmamaya çalışarak hanımcık canımcık büryanını yedi:))
 


Üstüne de limonlu çaylarımızı içtik ve bundan sonrasında kendimizi Nermin'e emanet ettik.


 Nermin benim teeee liseden arkadaşım. Burada çokça sözü geçmiştir zaten.Ben tüm sevdiklerim de birbirini sevsin isterim ve de genelde de öyle olur. Cunda tatilimiz sırasında tanışan Ece ve Nermin de birbirlerini pek sevdiler hatta zaman zaman benden daha çok eğlendiler:)))

''Fatih Kadınlar Pazarın'' daki ilk durağımızdan ayrılıp Florya'ya yollandık. ''Florya Sosyal Tesisleri''nde kahve tatlı molası verdik. Nermin buradaki kadayıfı mutlaka tatırmak istedi bize... Ama restoranda sadece tatlı servisi yapmıyormuş. Ama bizim kız,sen git müdüre şehir dışından misafirlerim geldi, yemeğimizi başka yerde yemiştik buranın tatlısından da mutlaka ikram etmek istiyorum demiş. Müdür de hay hay demiş... Kadayıf da kadayıftı hani, sanki kavrulmuş fıstıklar arasına serpiştirilmişti. Yolunuz oralara düşerse mutlaka tadın...Hem de yeşillikler ,ağaçlar arasında, deniz kıyısında miss gibi gezinin...
 
 

 
Tatlı,kahve, yeşil alanda yürüyüş derkennnn programın sonraki aşamasına geçmek için bu kez'' Florya Akvaryum''a  gittik.Biz otomobille sahil yolunu takip ederek ulaştık ama toplu taşıma içinde ''Eminönü''nden kalkan Küçükçekmece otobüsleri geçiyormuş.İçinde
''Dünyanın En Büyük Tematik Akvaryumu
Dünya denizlerinde yaşayan balık türlerinin içinde bulunduğu, kendi türündeki akvaryumlarla kıyaslandığında; gezi güzergahı, temalandırma, interaktiflik, yağmur ormanı ve yeni nesil teknolojisiyle dünyanın en yenisi...

Ziyaretçiler, coğrafi bir rotayı takip ederek Karadeniz ile başlayan ve Pasifik’e kadar uzanan toplam 16 tema ve 1 adet yağmur ormanından oluşan güzergahta yolculuk yapmaktadırlar.''





 






(

 (Buz Dağının üstünde özellikle ''lütfen dokunun ''yazıyor)
Ben en çok yağmur ormanı bölümünü sevdim ama daha ormana adımımı atar atmaz ilk gördüğüm şey o kocaman uzun şey olmasaydı. Birden neredeyse iki metre havaya zıpladım. Sonrasında acaba başka yerlerde de var mı diye biraz tedirgin dolaştım. o ara nasıl yaptıysam  fotoğraf makinesini film moduna almışım. Bir türlü  halledemedim. Sonra bir baktım Koreli bir çift ellerinde benim makineye benzer bir makine habire fotoğraf çekiyorlar. Ben yanlarına gidince resmimizi çek anladılar,picture picture dediler. Ben de o şahane İngilizcemle no nooo picture... Foto mod make please  dedim. Gülmeyin yav daha geçen gün CMYLMZ bile sizin konuştuğunuz İngilizceyi İngilizler bile konuşmuyo lütfen yani,komik olmayın demişti:))


Akvaryum içinde iki saate yakın kalmışız haberimiz yok. Yavaş yavaş ''Menekşe'' tarafına geçelim dedi kaptanımız Nermin ve arabaya binip, sahilden ''Menekşe''ye ulaştık. Menekşenin benim hafızamda renkli anıları vardır. Plajıyla, kampingleriyle.  Alarga Balık Lokantasına kurulduk. Balığımız,çeşit çeşit mezelerimiz ve bol muhabbetimizle akşam ettik.





 Şimdi kitabım ,filmim var sözü edilecek ama bu muhabbetin üstüne gitmez sonraya bırakalım...

27 Nisan 2014 Pazar

Pirpirim,Kürklü Venüs falan filan

Günler paldır küldür geçip gidiyor be canımın ta içi okuyucu...

 Yazmadığım günlerde görümcelerimle  yine çaylı maylı yemeli içemeli bir okey partisi yaptık. Pirpirim kavurması günün yıldızıydı:)  Pirpirim denen şey semizotunun aşılanmamışı. Sap kısımları kırmızıdır ve  bildiğimiz semizotu biraz daha ekşimsidir. Bu da lezzetli... Kıyma ve soğanlı harcın üstüne doğranan pirpirim konur,hafif sulanınca bulgur ilave edilir,ve çok sulanmasına fırsat vermeden hızla karıştırılarak pişirilir. Çayın yanında süper olur.


Dün evimiz temizlendi paklandı,iki kadın bir de ben  günü akşam ettik. Cumartesi gününe rastlatmam böyle işleri ama bu kez öyle olması gerekti. Sabah  yatağından kalkan bizim zevat ayakkabısını giyip kaçtı evden. Akşam geldiklerinde ohh hem en sevdikleri yemekler,hem de miss gibi bir ev ile karşılandılar. Onların yerinde olmayı çok ama çok isterdim doğrusu. Öyle bir yorulmuşum ki akşam erkenden sızdım. Sabahta erkenden açıldı gözlerim. Madem erkenden uyandım,bir kıyak yapayım onlara dedim ve son icadımı  yapmak üzere mutfağa geçtim.Son icadım yine hem enfes hem  şipşak bir şey. Marketlerde ambalaj içinde satılan katmerleri bilirsiniz  hani. Bir köyde, açılıp,açılıp yağlanan  bir böreğin yapılışını izlemiştim. Sonuçda katmer dediğin de böyle bir şey değil mi?... Önce kıymamı bol soğanla kendi yağında kavurdum,çünkü katmer zaten yağlı bir hamur. Sonra yeşil biberleri doğrayı ilave ettim,en sonunda da sert domateslerden iki tanesini minik minik küp küp doğradığım domatesleri de içine atıp sulandırmadan karıştırdım,tuz ve karabiber ilave ettim biraz da acı pul biber. Şimdi tavanızı hiç yağlamadan direk katmerin birini koyun ,üstüne malzemeyi yayın ve ikinci katmeri üstüne koyup biraz bastrın ki malzemeye yapışsın. Katmer zeten pişmiş bir şey, altını biraz daha kızartın o sırada içindeki yağı da veriyor dışarıya zaten. Sonra bir kapak yardımıyla çevirin diğer  tarafını da yağını  dışarı verene kadar kızartın. Sıcak sıcak servis edin. Vallahi kendim,açtım hamurunu deseniz,inanılır. Bizim katmerler 26 cm lik bir tavayı kaplayacak büyüklükteydi...



Son izlediğim filmlere gelirsek ilk olarak ''Kürklü Venüs''... Mazoşizmin baş eserinden sayılan, isim babası Leopold von Sacher-Masoch'un mazoşist edebiyatın kilometre taşı “Kürklü Venüs” romanının taiyatroya aktarılış aşamasındaki seçmeleri ve rolü almak isteyen aktris ile senarist arasındaki diyaloglardan oluşuyor. Bu arada ''Kürklü Venüs'' den  metinleri karşılıklı oynuyorlar. Tiyatral havada çekilmiş bir Roman Polanski filmi... 




İkinci filmi bugünün kahvaltı filmi Eyvah Eyvah 3... Sinemada izleyememiştik iyi oldu pazarımızı renklendirdi. Ata Demirer'i seviyorum. Küfür olmadan,belden aşağı vurmadan da komedi yapılabiliyor yani...

Ve Gamsegamse'nin arkadaşı Haktan'dan çok güzel bir  kitap kutusu hediye aldım. İçine  adım hat yazısı ile  kendisi tarafından yazılmıştı...


Kitabıma gelirsek; Bu kitap aynı zamanda  ''Bibliyomanyaklar''ın mayıs ayı kitabı...O yüzden bu kitap ile ilgili görüşlerimi orada yazacağım...Figen Şakacı'nın '' Büyümek'' adını verdiği üçlemenin ikinci kitabı,ilk kitabı ''Bitirgen'' den de söz edeceğizdir sanırım:))


Evettt sadomaşosizm ve pirpirim kavurmasının  buluştuğu yazının sonuna geldik. Ne diyelim kader:)

24 Nisan 2014 Perşembe

Biz gezeriz yane yane

Dün Kocamın planını uyguladık. Günler öncesinden bizi uyarmıştı,başka program yapmayın diye zaten.

Sabah sakin sakin kahvaltımızı ettik, çıkmak için hiç acele etmedik. Nasılsa gün bizimdi, günler iyice uzamıştı... Hatta evden çıkarken artık acıkmaya bile başlamıştık:))

İlk önce  ''Marmaray''la Sirkeci'ye geçip ''Rumeli Köftecisi''nin tombul köftelerinden yedik.Bu arada yan masamızda koyu bir Tokat Kebabı muhabbeti vardı. Çok da şirindiler. Tokattan tatile gelmiş öğretmen karı koca Bingöllü arkadaşlarına Tokat kebabını anlatıyorlar, yemeden sevdirmeye çalışıyorlardı.Benim Tokat-Niksar'lı  kocanın kulakları dikildi:))  Masamızda o kadar yakındı ki,dedik ki anlaşıldı Tokatlısınız, derken  muhabbet koyuldu aslen Niksar'lı oldukları çıktı.Muhabbete garson dahil oldu  ben aslen Orduluyum ama Niksar'da doğdum büyüdüm dedi:)) velhasıl bizim aile yemeğini tüm lokantaca sohbet muhabbetle yedik.
Burayı Mehmet Yaşin'den çook çook önce keşfetmiş olduğum için mutluyum gururluyum:))))Ha irmik helvası ve piyazını ve de ayranınını sipariş etmeyi unutmayın...



Yemekten sonra doğru Arkeoloji Müzesine geçtik. Ben baştan  onlara on yüz milyon bininci kez  gezmem sevdiğim bir bölüm var o da alt katta oraya girer  bir selam çakarım dedim. Naziş,babasıyla ''Sanayi Nefise Mektebi'' binasına girerken ben doooğru müzenin kafesine gittim. Duble çayımı söyledim,kitabımı ,tabletimi açtım ağaçların altındaki, antik sütunlar arasındaki masama yayıldım. Sadece oradan bir saatte geldiler inanın vallahi... Sonra asıl müze binasına birlikte girdik,''İskender Lahti''nin önünde yine kaldım ben öylece... Osman Hamdi Bey onu altına tekerlekler koydurup kaydırararak  gemiye yükletip,deniz yoluyla taşımış İstanbul'a... Eğer İstanbul'da oturup, ya da İstanbul'a yolu düşüp buraya gelmeyen bir de ben istanbul'a gittim diyen varsa vah derim acırım. Gelin ayol  bu müzeye tarihteki ilk yazılı antlaşma olan ''Kadeş Antlaşması''nın yazılı olduğu  tableti ya da mitolojik tanrıların heykellerini görmek istemez misiniz?  Müze bahçesi içinde ayrıca bir de çini müzesi var.
 










Müzeden çıkınca Sultan Ahmette tam ortada  kestane ağaçlarının altında büyük bir kafe vardır,orada  kahve molası verdik.Buranın özelliği nasılsa burası yol geçen hanı, sen gelmezsen başkası gelir,ohooo dünya kada turist var sana mı kaldık diye kahvenin yanında su getirmezler. Açıklaması su iki lira,nasıl verelimdir.Kahveleri de şahanedir.Her seferinde borcum var gibi kahvemi orada içmemin izahı odur:))

Kahvelerimizi içtik,kalktık istikamet Yerebatan sarnıcı... Önündeki kuyruk bizi asla yıldırmadı:)) Ruski,Ruski  diye yanımıza gelip bize bir şeyler satmaya çalışan satıcıya kocam  heşt dedi:))Adam da napim abi, ablayı yabancı sandım dedi:)) Naziş'i yani, yoksa ben etine butuna dolgun halis muhlis bir Türk kadını görünümündeyim:))Kocam da bıyıklı falan aslan gibi Türk erkeği:))
Sarnıç tabi yine büyüledi beni. Biz çocukken buraya girer sadece küçük balkon gibi bir yeri vardı,oradan bakardık. Şimdi tüm galeriler açıldı, Medusalar ortaya çıktı,göz yaşı sütununun ta dibine kadar gidebiliyorsun. İçinde kafe bile var.

 (gözyaşı sütunu)Rivayete göre, üzerinde gözyaşına benzer şekillerin bulunmasının nedeni Büyük Bazilikanın yapımında ölen yüzlerce köledir.

 (Medusaların böyle yan ya da ters durmalarının nedeni, göz göze geldiklerini taşa çevirmeleriymiş.O nedenle bu konumdalar))



Yerebatandan çıktığımızda artık bi yorulmuştuk müsadenizle:))Ama ben bi de'' Gülhane Parkı'' na girelim laleleri görelim dedim amaaan girmemizle çıkmamız bir oldu. İnsanlardan lale male görünmüyordu neredeyse... ''Gülhane Parkında bir ceviz ağacı olsam'' diyen Nazım Hikmet'i ve ''Göğe Bakalım'' diyen Turgut Uyar'ı anıp başımızı yukarı kaldırdık. Ağaçlara,gökyüzüne baktık.



Sonrası ev işte... Yine yeme içme, bulaşık makinesi doldurtma ,boşaltma, tv izleme, kitap, radyo Voyage, radyo tiyatrosu derken sızmışım. Sabah yağmurla uyandık. Ne kadar güzel oldu. Bugün evdeyiz inşallah maşallah...

22 Nisan 2014 Salı

Bugün

Bugün dünün yorgunluğunu çıkartmak adına akşama kadar evde yat yuvarlan yaptım.

Bu filmi izledim...Kadın İşi... İnsanın arkadaşları çılgın olmalı...Çılgın olmalı ki sırtı yere gelmesin:)







Sonraaaa paskalya çöreği pişirip pişirip apartmana  damla sakızı kokularını salan komşular bizi de unutmadılar:)) Çilek reçeline bandıra bandıra yedim.




Kitap  derseniz; Fay Kırıkları Üçlemesinin üçüncüsü ''Rojin''i okuyorum.





Youtube kapanalı radyo tiyatrolarını başka bir site üzerinden dinliyorum.BURADAN...

Yarın ''23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ''... O kadar renki kutlardık ki biz. İple çekerdik bu bayramı...Günler öncesinden müsamareler hazırlar, radyolara konuk olur, gece de ayrıca  gösteri sunardık.Aşağıdaki resim yine bir ''23 Nisan'' dan...Ordu İsmet Paşa İlkokulu...Rezzan Ataoğlu öğrencileri... Günlerce hazırlandığımız gösteriyi ailelerimize sunuyoruz. Burada gördüğünüz ilk sıradaki  tüm arkadaşlarımla görüşüyor olmak da ayrı bir bayram...

Yarın Naziş ile babası Arkeoloji Müzesini yüz milyonuncu kez gezerlerken ben müzenin bahçesinde kitabımı okuyup,çayımı içeceğim. Belki alt kattaki heykellerin olduğu bölümdeki tanrıça heykellerine bakarım bir yol o kadar...


Bu kada...

İstanbul İstanbul

Dün yine kıyı köşe İstanbul günüydü... Ece,Magissa ve ben önce Eminönü'nde buluştuk. Ay pek keyifliydi vapur iskelesinde  bekleniyor olmak, seni arayan gözler görmek,buradayım buradayım diye el sallamak:)

Önce ''Bozdoğan Kemeri'' yanı başında ,''Fatih Kadınlar Pazarı'' içindeki 'Siirt Şeref Büryan Salonu''na gittik.Buradan defalarca söz etmiştim size zaten,hiç bir yerde yiyemeyeceğiniz lezzetteki Büryan kebabını burada yiyebilirsiniz. Ecem İZ TV de de burayı görünce şart oldu,beni de götürmen demişti.Gitmek çok kolay  Eminönün'den Unkapanı tarafına giden bütün araçları kullanabilirsiniz.  S.S.K durağında inin  20-30 metre yürüdükten sonra  sağa girin bu yol sizi Kadınlar Pazarının içine çıkaracak. Orası zaten karşılıklı  büryan salonları ile dolu. Tam kemerin yanında olan da sözünü ettiğim. Bakır taslarda,içinde minik kepçe ile gelen ayranını da içmeyi ihmal etmeyin ve büryanı kesinlikle kemikli sipariş edin...



Yemeğimizi yedikten sonra kahvelerimizi içeceğimiz yeri ben zaten çok önceden programlamıştım...Siz de aynını yapın, Olduğunuz yerden Zeyrek tarafına doğru dümdüz yürüyün ,çarşı boyunca ...Bu arada   binbir çeşit baharat ve peynir,peksimet satan dükkanlara da göz atın. Taa Van'dan, Siirtten  toplanıp getirilen değişik otları da  görebilirsiniz. Çarşı bitince yol aşağıya doğru yönelecektir. Zeyrekhane yazan ok işaretini takip edin. Karşınıza Molla Zeyrek Camii çıkacak. Hemen karşısında da Zeyrekhane inanılmaz manzarasıyla ...İçeri girerken; oturacağınız    yere kadar  kenardaki lavantaları elinizle okşaya okşaya gidin,ortalık mis gibi koksun.Koç Holding işletmesinde olan bir yer. Tuvaleti bile el sanatları sergisi:))





Molla Zeyrek Camii:Zeyrek Camii veya Pantokrator Manastırı Kilisesi İstanbul'un Zeyrek semtinde Doğu Roma döneminden kalma dinî yapıdır. Kilise üç ayrı şapelin bir araya gelmesinde oluşur. Ayasofya'dan sonra İstanbul'da ayakta kalan en büyük eski kilisedir.




Kahvelerimizi ,çaylarımızı içtik ne yapalım acaba ''Fethiye Müzesi'' ne mi gidelim,derken kocam telefondan yetişti ve oraya gitseniz sonra nerede oturacaksınız gidin Kariye Müzesine ,Pembe Köşkde de dinlenirsiniz dedi. Kendisi orayı çok sever zira... Ay Kocamı mı kıracağım?)) Kaltık,oraya gittik bu kez... İlk önce Pembe Köşkde ağaçlar altında yine çay,kahve molası sonra da Kariye Müzesi ziyaretimizi yaptık. 


 (karşınızda Kariye,ağaçlar altında çok huzurlu bir mekandır)



Kariye'den dönerken ben yine planım geldi:)) hadi Kadıköy'e gidelim buz gibi bira içelim midye tava yiyelim teklifi yaptım. Havada kapılan bu teklif ile haydi ''Edirnekapı'' dan Kadıköy'e yollandık bu kez de... ''Mercan'' da buz gibi biraları yuvarlayıp,midye tavalarımızı yedikten sonra  kitapçıları dolaştık. YKY  de %25 indirim var,İş Bankası Kitapevinde öğretmenlere %20 indirim her zaman var ve de Ada Kitaevi tüm kitaplarda %50 indirim yapıyor çünkü; Kitap kısmını kapatıyormuş.



Ece ve Magissa'dan ayrıldıktan sonra ben bu kez Nazlı ve Arkadaşlarına katıldım. Onlar da Kadıköy'delermiş. Çaydır,sohbettir derken aaa ne kadar geç olmuş artık bi zahmet eve gidelim dedim:))

Eve gelince  yine çay faslı sonra kitabımı aldım kaçtım yatağa...

Ay anlatırken yoruldum da siz ne ettiniz,okudunuz mu?))

18 Nisan 2014 Cuma

Adios Maestro

marquez'in değişik dillere çevrilerek internet üzerinden dünyayı
dolaşan veda mektubu:

tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni
ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en
azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm.
eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. az uyur, çok
rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı
yitirdiğimi düşünürdüm. insan aşktan vazgeçerse yaşlanır. başkaları
durduğu zaman yürümeye devam ederdim. başkaları uyurken uyanık kalmaya
gayret ederdim. başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın
tadından zevk almaya bakardım. eğer tanrı bana birazcık can verse, basit
giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm
çıplaklığıyla açardım. tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun
üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. gökyüzündeki aya,
yıldızlar boyunca van gogh resimleri çizer, benedetti şiirleri okur ve
serenatlar söylerdim. gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan
dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek
isterdim. tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı... gün geçmesin ki,
karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. tüm kadın ve
erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna
ederdim. ve aşk içinde yaşardım. erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı
bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. çünkü insan aşkı
bırakınca yaşlanır. çocuklara kanat verirdim. ama uçmayı kendi başlarına
öğrenmelerine olanak sağlardım. yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil
unutma ile geldiğini öğretirdim. ey insanlar! sizlerden ne kadar da çok
şey öğrenmişim. tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı
olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. yeni
doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu
kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkum ettiğini öğrendim. sizlerden çok
şey öğrendim. ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. çünkü hepsini bir
çantaya kilitledim. mutsuz bir şekilde... artık ölebilir miyim?

17 Nisan 2014 Perşembe

Bir film,bir kitap bir de patatesten pizza ha bir de bat... Ballı lokma tatlısı gibi yazı:))

Kitabım, 41. Oda:  Mardinkapı / Kiminin felaket dediği bazılarının kurtuluşu olabilir ya da çok sevdiğin ve de  onun tarafından da sevildiğini sandığın  adam sana şunu der. -
''Bu bir defalık hayatta herkes sadece kendine aittir sevgilim."
Bir genelev kadını Berna'nın hikayesi bu...Çocukluğundan başlayıp geneleve girdiği ve orada geçirdiği yılları kapsayan bir roman...
41.Oda: Mardinkapı gerçek bir hikayeden  kurgulanmış.  Hani masallardaki sarayların 40 odasına girmek serbesttir de 41. kapıyı açmamak gerekir ya, işte Mardinkapı o 41. kapı, da kolay kolay açılamayan bir kapıyı bir genelevin kapısını aralıyor bize... Bunu sembolize etmesi amacıyla yazarımız 41.Oda demiş.Sevgisizliğin,ekonomik koşulların,yasasızlığın,cahilliğin romanı... Ben çok beğendim.




Kitaptan bir alıntıyla da noktalayalım...

“Belma’dan sonra banyo sırası Berna’ya geldi. Küçük kız soyundu, bir deri bir kemik esmer vücudundan son giysi parçası olan külotunu çıkarıyordu ki… o da nesi! Bir damla kan! Dili tutulmuş bakıyor lekeye… Süheyla, birden elindeki hamam tasını kızın kafasına indirdi. Arkasından nasıl bir dayak… Çocukların feryadı ayyuka çıkmıştı ki, kapının sürgüsü kırılıp yardım yetişti! Kumru hanım ev sahipleriydi. ‘Allah kahretsin seni! Kızın âdet olmuş manyak!’…”





Yazar Pascal Quignard'ın romanından uyarlanan sinema filmi  ile devam edelim-“Tous les matins du monde” (All the Mornings of the World – Dünyanın Tüm Sabahları) 
 'Dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür''sözünden çıkılarak yazılmış bir kitabın filmi. Aynı zamanda bir biyografi. Eğer klasik müzik ve de özellikle viyolonselden hoşlanırsanız tam bir işitsel ve görsel ziyafet niteliğinde olacaktır,sizin için.
17. yüzyıl Fransa´sında, karısını yitirdikten sonra çiftliğinde inzivaya çekilmiş olan besteci ve viyola sanatçısı Sainte-Colombe'nin hayatı...
Oyuncular:  






Bugüne gelelim şimdi de...Bugün görümcelerimle birlikte yedim,içtim,okey oynadım:))
Bugünün şanslısı bendim. İki turda da oyun benimdi...Görümcem yine çok güzel bir masa hazırlamıştı bize Üst katta oturan en güççük görümcem Halide Abla'da bat yapıp getirdi. Bat; Tokat yöresine ait yöresel bir yemek. Yeşil mercimek haşlanıyor,suyu süzülüyor,içine aynı kısırda olduğu gibi,maydonoz,dere otu,yeşil biber, domates,taze soğan ince ince doğranıyor. Batın olmassa olmazı reyhan. Mutlaka reyhan ilave ediliyor. Bir de dövülmüş ceviz. Bir,iki çorba kaşığı kadar da salça,kırmızı pul biber,karabiber ve tuzunu da ilave edip iyice karıştırıp sulandırılıyor. Koyu bir çorba kıvamına getiriliyor. Sonra kızarmış ev ekmeği ile servis ediliyor. Bunun aslı  ekmekleri içine doğrayıp,üzüm yapraklarına sararak yemektir ama ben hiç beceremem:)) Kaşıklarım.
Patates pizzasını da bize Nazlı öğretmişti. izmir'de öğrenciyken evde yaparlarmış. Patates iyice haşlanır,püre haline getirilir içine tuz,baharat,krema ya da kaşar rendesi konup karıştırılır. Tepsiye bu malzeme her tarafı eşit olarak yayılır. Üstüne de istediğiniz gibi    pizza malzemesi konur.Görümcemcim bu kez bezelye ve sosisli  yapmıştı  ve çok yakışmıştı. 

Yetmez mi ayol...kitap,film,iki de tarif oooo  ballı lokma tatlısı gibi yazı yazmışım valla...

16 Nisan 2014 Çarşamba

İmza: Ben lansman, Karaköy,Karaköy gün boyu Karaköy gece yine Karaköy

Yazmadıkça ne çok şey birikti. Mutlaka sözünü etmek istediğim filmler,kitaplar var. Ama tam onlardan söz edecekken haydee şimdi de İmza: Ben lansmanı girdi araya...
Dün akşam biz İmza: Ben yazarları; ''Galata Salt Kültür Binası'' içinde yer alan ''Cadora Resteurant'' ta buluştuk. İmzaladık,imzalattık kitaplarımızı zaten artık 3. kitap olması nedeniyle çoğumuz birbirimizi tanıyorduk. Daha bir kaynaştık. Kitabımızın geliri biliyorsunuz TÜRGÖK(Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı) e bağışlandı. Ne kadar önemli bir şey yaptığımızı, bir kaç dakikalığına gözlerimizi kapatıp sadece sese odaklanmamızı istediklerinde daha  bir anladım.
Kitap aynı zamanda sesli olarak da basıldı.






Biz tabi her zamanki gibi olaya erken başlayıp en geç bitirenlerdendik. Henüz öğle saatlerinde Oya ,Zuz,Aylin ve Ben  lansmanın olacağı Galata Salt Binasının bulunduğu Karaköy'e konuşlandık. Önce İskelede menemenli çaylı  ikindi kahvaltımsı bir yemek yedik. Sonra'da Balıkçılar Çarşısı arkasında bulunan çay bahçesine gidip çaydır ,kahvedir, sohbettir devam ettik. Ama nasıl bir sohbetse Ece ve Zeya arayıp da neredesiniz demeseler biz iyice geç kalacaktık. Gittiğimiz de herkesler gelmiş bizimkiler en havadar yere yerleşmişti. Bundan sonrası tufan:)) Çok eğlenceli iki saat geçirdik,tüm yazarlarla... Bu arada kahve bardakları gitti, şarap kadehleri geldi,hem leziz hem şık kanepeler lüp lüp gitti...

Biz böylesi anlamlı bir projede yer almanın ve güzel saatler geçirmiş olmanın hoş duyguları içinde binadan ayrılırken kitabı hazırlayan, kotaran,pişiren önümüze hazır biçimde koyan Banu Özkan Tozluyurt ve Esra Aylin Akalın'a takıldı gözüm, kitapları toparlayıp koliye koyuyorlardı...Onların işi daha bitmemişti.. . Hakkınızı helal edin kızlar ve de teşekkürlerimizi kabul edin...




Çıkışta ben eve gideriz artık yorulduk derken yolda olay değişti hadi  Akın Balık Akın Balık dedi bizim tayfa yani Ece,Zuz, begüm ve Zeya... pilavdan  dönenin kaşığı kırılsın dedim.Gittikki amanınnn ne kalabalık ama buranın müdavimi Zuz için hemen  daha önce rezerve edilmiş masa bize rezerve ediliverdi:)) Bol muhabbet balıktır,mezedir gömüldük. Pek bi güzel oldu valla... Şimdi nerededir bu Akın Balık derseniz, benim bildiğim yoldan tarif edeyim. Motor iskelesi tarafında Karaköy balıkçılarının hemen arkasında,  içkiler çay bardağında içiliyo haberiniz olsun bi de... Su içeye bile su bardağı vermiyorlar:)) Minik kahve yanında su getirilen bardaklarda veriyorlar...Balıkları,salataları,mezeleri harika,ağaçlar altında,deniz kıyısında bir salaş balıkçı lokantası...Balıkçı lokantalarında nasıl bir hesapla çıkılacağı her zaman bir muammadır ama buranın fiyatları oldukça makul...
 




Gece eve dönünce hemen sesli kitabı dinledik, o da çok güzel seslendirilmiş...

Tam da giderkene bi hatırlatma:'' Bibliyomanyaklar ''da bu ayın kitabı olan ''Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme/ Selçuk Altun'' bu hafta ben yorumladım,yazdım ettim okumadan geçmeyin... Yorum bırakmayıda unutmayınız lütfennn:)) Yorum bırakanlardan bir kişiye kitap  armağanımız var...Bi TIK

13 Nisan 2014 Pazar

Ağrılar da hayata dahil

Bir kaç gündür süren omuz ağrılarım tüm tadımı kaçırdı benim canımın ta içi okuyucu...Dün çıktığımız alışverişde yanımdakileri orada bırakıp taksiye binip eve döndüğümü söyleyeyim de anlayın ne ka acı duyduğumu... Kocakarı gibi her yanıma oturana anlatasım var bık bık bık söylenesim var. Ne oldu len bana diye defalarca sorasım var. Anlatacak bi sürü şeyim var,kitaplarım,filmlerim  falanlarım filanlarım ama hiç tadım yok diyeyim ...
Zuz ve kocam bilgisayardan olduğunu söylüyorlar ben de yattığım yerden kitap okumama bağlıyorum. İlacım var, Begüm'ün Alamanyalardan getirdiği sporcuların kullandığı masaj yağım var, boyunluğum , özel yastığım var. Ama onun da azmi var. Bakalım bakalım nolcak:) Bu işin galibi kim olacak...

İşte böle böle

10 Nisan 2014 Perşembe

Ben, işte şöle işte böle


 Mehmet Günyeli'nin ''Başka Diyarların Kadınları'' sergisine gittim. Oldum olası,kadını konu alan serilere daha  bi ilgi duyarım. Zerrin Tekindor'un o zeytin rengi koca gözlü kadınlarına, Nuri İyem'in gözlerini aça aça bakan Anadolu kadınlarına  bayılırım .Mehmet Günyeli'nin   fotoğraflarındaki kadınlar da  çok renkli olur. Hepsinin önünde tek tek dakikalarca durdum.













Sergiden gelince kendime hemen bir çay demledim ve oturdum bir film izledim. ''Kusursuzlar'' geçtiğimiz ''Altın Portakal Film Festivali''nde en iyi film dahil bir çok ödülleri silmiş süpürmüş.Bağımsız Türk Sinemasına örnek...Birbirleri için ya da birbirlerine rağmen yaşayan iki kızkardeşin bir Ege kasabasında geçen gergin hikayesi...Gergin dedimse harbi gergin bir hikaye... O gerginlik başarılı bir biçimde seyirciye geçiyor ve sizi de ip gibi geriyor. Ne çok gergin dedim ay... Evlerden ırak:)
 





Ha bu arada görümcemgili de ağırladım.Gerçi dizim bahanesine sığınıp onların ki gibi dolmalı  molmalı bi ağırlama olmadı. Şipşak kısır, dondurucudaki közlenmiş patlıcanları bızııtla, yağla, sarımsakla , sirkele,limonla,  bi kaşık da tahinle ... Yine dondurucuda ki pizzayı fırına at, katmerleri ısıt,yanına bir kaç çeşitte reçel çıkart. Onları kadehlere koy ki şık dursun. Çayı sağlam demle... Okeyleri hazır et,  tarzında oldu. Akşam okey oynamaktan kollarım ağrımıştı yalnız. Bir de kötüydü şansım ki anlatılmaz yaşanır diyeyim,anlayın.


Bu kadar