Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

28 Ekim 2014 Salı

işte böle böle

E artık kışı da getirdik. Dün itibariyle bizim kalorifer istim aldı...Şimdiye kadar ara ara akşamları yanarak yetiyordu ama artık bünye bir sıcaklık bir rehavet istiyor.
Böyle film izleye,kitap okuya, çay kahve içe, camdan yağan yağmuru izlemek, kalorifere ayak dayamak çok güzel de  Allah kimseyi darda, kışta soğukta aç açık bırakmasın...
Bismillah iki gündür evdeyim... Kışlık dizilerime başladım, motiflerimi örmeye devam, yeni kitaplar ve yeni filmler var...Kışlık sebzelerden pişirdiğim yemekler var... Mesela dün acı biberli ve de bulgurlu bir lahana kavurması yaptım. Naziş; anne bundan her gün yapsana dedi... Her gün ben lahana doğrayıp,yıkayacağım amanıın :) koca bir tencere lahana kavurması yel yuf oldu bitti...Bi tencerede gördüğüm karım oldu...


Kitap için ilk önce şunu söyleyeyim,Mehmet Zaman Saçlıoğlu'nun Yunus Nadi Roman Ödülü alan General Uçtu; Bibliyomanyakların ekim ayı kitabıydı. Bu hafta benim yazım yayına girdi. Üstüne üstlük Mehmet Zaman Saçlıoğlu ile benim konuşmamın olduğu video da var. Biraz heyecanlanmışım, biraz ağzımı gözümü eğmişim ama sizin hatırınıza koydum:) İzleyin,okuyun ve de yorum bırakın rica ediciiim :) Valla ben oradakinden daha zayıfım, daha güzelim ve de sesim de bülbül gibidir, kameralar beni öyle etmiş :)Şuraya bi TIK edin gidin :)


Yeni kitabımın şöyle bir özelliği var efenim. Yeni kurulan bir yayınevinin ilk bastığı kitap... Henüz başlamadım. Yazımı bitireyim ilk iş ona başlayacağım.Akşam yemeğimi bile yaptım, rahat rahat kitap okumak için. Bir tencere patates kavurdum fazla kavurdum ki bu akşam yanında yoğurtlu kabak ve havuç ve de ezo gelin çorbayla  yarın akşam da kalanına göz göz yumurta kırılacak çay yanında kahvaltı babında servis edilecek...

 Artık eskisi gibi her gün yazmayınca hangi filmlerden söz ettiğimi unutuyorum ama siz ah film izleyeyim,Lale'nin Bahçesi acep Recep ne önerdiydi diye merak ettiğinizde sayfanın üst köşesindeki ''Bizim Evin Orta Yeri Sinema'' ya tıklayıverin. Burası benim izlediğim filmleri eklediğim facebook sayfam artık biliyorsunuzdur...

Filmlere gelince;Dün bir film izledim hakikaten de breh breh yani... Hele de resime biraz ilgi duyuyorsanız ballı lokma tatlısı hatta kaymaklı ekmek kadayıfı hatta ve hatta çift kaşarlı ve de sucuklu tost gibi...Modigliani... Picasso ile aynı dönemde yaşayan ama onun kadar şanslı olamayan İtalyan ressam ve heykeltraşın yaşam hikayesi...
 (Modigliani'nin yaptığı resimlerden bir kolaj)
 Andy Garcia  adamım muhteşem oynamıştı yine...


İkinci film ise;





Abbas Kiarostami'nin gözünden sinema,seyirci ve sinema dilinin seyirci üzerindeki etkilerinin gözlemlenmesi... Ferhat İle Şirin efsanesini izleyen aralarında Juliette Binoche'nin de olduğu 114 İranlı kadının film izlerken doğal tepkilerinin kolajı... Bu alışılmadık sinema deneyimini her filmmania izlemeli...







İşte böööle böle...

23 Ekim 2014 Perşembe

Yemeli içmeli yazı :)

Bugün yemeklerden  çokça konuşucaz benim canımın ta içi okuyucu :) Ev ahalisi çoktan dağıldı. Hatta gittiklerini duymadım desem ,inan. Gece geç vakte kadar ''Slyvia Plath Günlükler'' okudum. O'nun ruhunun huzursuzluğu bana da geçiyor sanki...Bir gün önce yazdığı hayat dolu satırlar, bir gün sonra kabusa dönüşüyor. Acaba , yazmadığı günler mi var, tarih mi atlamış diye geri dönüp bakıyorum.


Neyse hani bugün yemeklerden konuşacaktık ...Şu an da bizim mutfakta kuru fasulye pişiyor.Olmazssa olmazı pilav; akşama taze pişecek...Siz de ne var akşam yemeğine peki ?Benim kuru fasulye yerken içine taze nane  eklemekten hoşlandığımı söylemiş miydim size... Bir deneyin bence...






Dün; acı biberli, zencefilli ve de misler gibi limon kokulu domates reçeli yaptım. Damakta acaip, şaşırtıcı bir lezzet bırakıyor. Yeminle benim kocam mesela, değişik şeyleri zor dener. Buna bayılıyor.


2kg domates.Sivri domateslerden kullandim,1kg seker.3 limon 5-6 adet aci biber.Kırmizi yesil farketmez benimki kırmiziydi...5 cm boyunda zencefil.Domatesleri biberleri ince ince dgra.Limonarin kabuklarii rendele suyunu da sık.Onlari da ilave et.zencefili de minik minik dogra.Kaynat hepsini birlikte.Önce hizli ates.Sonra 1 saat kadar kısık ates.İyice koyulasiyor.İşte domates reçelin oldu bileee :)
Şimdi ben mutfağa giricem, iki saat mesai harcayacam ve boş durucam, olur mu hiç,olmaz... Domates reçeli yaparken bir taraftan da ''Şeker Portakalı''nı izledim. Dünyaca ünlü bir romandır. Çocuk romanı denir. Hiç bir zaman anlamadığım bir şeydir. Bu kitap nasıl çocuk kitabı olur.Son derece  güzel bir dostluğu, fakir bir ailenin çocuğu olan Zeze'nin hayatından bir kesiti anlatır. Çok da güzeldir de  her gün bir araba sopa yiyen çocuğun hikayesi nasıl çocuk kitabı olur bakın yine sordum :) Film güzeldi, Meksikalı ile Zeze arasındaki dostluğu çok başarılı bir biçimde hişssettirdi bana...


Şimdi sırada bir MİM var. Leylak Dalıcım paslamıştı bana... Ancak yeri ve zamanı geldi...
En sevdiğiniz yemek:
Valla, Tokat usulü pişirilmiş sonra üstüne pastırmalar dizilip fırına verilmiş bir keşkeğe hiç bir zaman hayır demem...
En sevdiğiniz tatlı:
Cafer Erol'dan alınmış tulumba
Çocukken anneniz sizi:
Bir kaşık kafana bir kaşık ağzına diye yemek yedirirdi... Çünkü o tehditi alınca hemen ağzımı açardım. Yoksa kaşığı kafana yersin, ağlamak için ağzını açtığında da yemek girer... Te Allahım şimdi öyle olsa ya :)
Çocukken de şimdi de:
Çocukken yemek görünce kaçan biri olduğum için  öyle bir şey yok tabi, şimdi ise  lezzetli her yemeğe atlarım abi :)
Yemeyi sevdiğiniz ilginç şeyler:
Dibi tutan tencerenin dibini kazımaya bayılırım, kocam da sinir olur. Niye tabağına doğru dürüst yemek koymuyorsun diye ezikler beni :)Ben öyle yaparken üzülürmüş :)... Halbuki annem, sırf benim için sütlaçın dibini hep tuttururdu...
Türk Mutfağı dışında sevdiğiniz mutfak:
Ahhh bayılırım Meksika Mutfağına... Ağzım yana yana  yerim... Hatta kendi mutfağımda da denemeler yaparım. Meksika Mutfağı ile ilgili bir Workshopa da katılmıştım hatta ve hatta :)
Yemeyi sevdiğiniz en sağlıksız şey:
Biftek soslu cips...Hatta her türlü cips ama patates cipsi
Alerjiniz:
Alerji benim göbek adım. Bugün alerjim olmayan bir şeye yarın alerji olabilirim :(
En sevdiğiniz meyve:
Karpuzzzzz kann :)
Asla yemeyeceğim ve içmeyeceğim dediğiniz şeyler:
 Kurbağa bacağıdır, salyangozdur  yok efenim Fransız mutfağıdır, çiğ balıktır suşidir, yok efenim Japon mutfağı şöyledir böyledir ile gelmeyin bana... Getirin mumbar dolmasını ama, çift dalarım :). İçme konusu mesela kımız getirin yedi derde deva deyin içmem nerden bulacaksanız :)Öyle allengirli renklerde olan içecekleri de içmem turkuza bayılırım ama o renk bir şey getirin ağzıma koymam. Şimdilerde çok moda bu tür renkli içecekler...
Sonsuz tane yiyebileceğin şeyler:
Öyle bişi yok, yok yani
Çorbaların kralı:
Breh breh Adil Kebapta yediğim işkembe çorbası ama bir karalahana çorbası ile de çekişir.
Kahvaltıda tercih ettiğiniz şey:
Siyah zeytinsiz bir kahvaltı masası kahvaltı masası değildir.
Açken ben:
Açken ben azıcık gerilebilirim ama oruç tutmaya alışık bünye bir süre sonra normale geçer...
Bir keresinde yemek yerken:
Kıııs az kala öleyazdım ya ben :) şaka bi yana boğazıma kılçık kaçtı neredeyse bir parmak boyunda kefal kılçığıydı... Nasıl çıkarttım bilmiyorum...
Çok eğlenceli bir mimdi... Arzu eden yapsın bence...






21 Ekim 2014 Salı

Kayıt Lütfen

A aa salı günü olmuş bile... Ne çabuk geçiyor günler haftalar. Tam dokuz yıl olacak biliyor musunuz  yazmaya başlayalı 16 Ocak itibariyle... Dile kolay tam dokuz yıldır bilfiil yazıyor olmak. O dur budur, kimler geldi kimler geçti. Kimbilir kimler okumaya başladı sonra bıraktı ya da kimler hala okuyor...Çok tuhaf bir duygu bu...

Hadi bakalım şimdi ne yaptık ne ettik ...
Pazar çok keyifli bir gündü  bizim için... Sülale boyu toplandık yine...Sarıya kızıla kesmişti ortalık. Ağaçlar arasında yürüyüşler yaptık,  birlikte yedik içtik... Banu'ya sürpriz doğum günü partisi yaptık...






Dün Üsküdar yürüyüşü yaptık karı koca... Hurma ağacının altında çay içtik.Çayımı içerken bir kaç sayfa bir şey okuyayım dedim ama yan masadaki kadın, telefondaki arkadaşına  doğum hikayesini o kadar yüksek sesle anlattı ki neredeyse tüm meydana naklen yayın yaptı. Çaydan sonra,biraz yöreserl pazarı dolaştık. Ben ''büyükanne battaniyem'' için yün aldım yeniden... Hiç bir zaman modası geçmeyecek bir şey bu dünyada ''granny square'' olarak biliniyor. Ve bunun için oluşturulmuş özel siteler var... Bizim ''hanım dilendi bey beğendi'' motifi aslı... Şimdilik 88 motifim oldu. 120 taneden bir koltuk battaniyesi oluyor, hesaplarıma göre. Çok renkli,allı morlu bir şey olsun istiyorum... Kanepede uyuklamak isteyen üstüne alacak...


Bugünse valla önce bir sabah keyfimi yaptım. Kahvaltımı ederken Downton Abbey 5.Sezon 2. bölümü izledim.  Sonra da hummalı bir temizlik vardı... Neyse bitti, akşama yemeğimiz de var, bu yemek konusuna ayrıca gelicem:). Şimdi bu yazıdan sonra çayımı demleyeceğim kendime bir sandviç hazırlayacağım ve ayaklarımı uzatıp filmimi izlerken motif öreceğim... Dün akşam Ulan İstanbul izlerken tam 6 motif örmüşüm. Maşşaalllahhhh bana :)

Şu yemek meselesine gelelim şimdi ... Önceki gün akşam yemeği için mercimekli bulgur pilavı yaptım.Haşlanmış mercimek buzlukta vardı, sanırım tuzlu haşlamışım. Ben pilav için de tuzu biraz kaçırınca çok tuzlu oldu. Ben de  yeniden tuzsuz pilav pişirdim,ikisini birbirine karıştırdım. Tuzu dengelendi amaçok ama çok fazla bir pilavımız oldu. Hani şöyle bir kase kadar olsa ondan şahane bir çorba yaparım da, bir kase daka koy derler ve hiiiç anlamazlar bir akşam önceki pilav olduğunu. Ama bu çok fazlaydı. Dün pazarımız vardı. Üsküdar'dan gelirken pazara uğradım kara lahana aldım. Küçük yapraklılarını seçtirdim. Geldim onları yıkadım ve hafif tuzlu suda haşladım. Açtım filmimi de ... Aaaa filmden söz etmeyi unuttum ama şu yemeği bitireyim de... Pilavı da çıkardım dolaptan, aldım önüme,kendime de koca bir kupa sütlü kahve yaptım anne usulü... koca bir tencere dolma sardım.  Tencereye dizdim, üstüne geçecek kadar sıcak su ilave ettim. Bir başka tavaya  bir  kuru soğanı doğradım,bir baş da sarımsak soydum ikisini  zeyrinyağda bir güzel kavurdum, bir çorba kaşığı da  salça ilave edip onunla da biraz kavurdum ve tencerede pişmekte olan dolmamın üzerine döktüm. Yerken de üstüne yoğurt koyduk. Bayıla bayıla yediler de bu dün akşamki mercimekli bulgur pilavı mıydı akıllarına bile gelmedi :)





Film çok ama çok uzun zamandır izlemek istediğim ''Halam Geldi'' idi... Mutfakta olduğum için mecburen laptoptan izledim ama büyük ekran izleyip o oyuncuların yüz ifadelerini yeniden görmek istiyorum.




Kitap geceleri yatakta Slyvia Plath Günlüklerini okumaya devam ediyorum. Gündüzleri ise Sayfiye/Tanıl Bora okuyorum. Bu arada Haruki Murakami'nin son kitabı ön satışa çıktı... Onun için de çok sabırsızlanıyorum...




19 Ekim 2014 Pazar

Haftayı kapatırken

Bu hafta da geçti gitti cancağızım...  Bak nasıl geçti...

Murat Gülsoy ile son kitabı Gölgeler ve Hayaller Şehri ve kendi yazma serüveni üzerine sohbet ederek...


Banu Tozluyurt ile ''Hayallerine Dokun'' seminerinde hayallerimize dokunarak ve çok da uzakta olmadıklarını görerek...



Anneleri çocukluk arkadaşı, babaları çocukluk arkadaşı ve de kızları çocukluk arkadaşı olan arkadaş sohbetinde...


Çok çok eski dostlarla birbirlerinin düğününde oynamış, çocuklarının doğumuna büyümesine tanık olmuş ve dahi anneleri de arkadaş olan kızların şaane bir masada buluşmasıyla...






Bu kızıl kıpkızıl gökyüzü altında bir akşam yürüyüşüyle




Mutfak Hikayesinden gelen bu güzelliklerle(sağ tarafta Mutfak Hikayesi  fotoğrafına tıklayarak ulaşabilir kendi mutfak hikayenizi yazabilirsiniz)

Ve yeni kitap; bana hayatın sayfiye olduğunu sandığım günleri hatırlatan kitap... Sayfiye ruhunu , sayfiye kültürümüzü anlatan kitap...


 Ve dün eski iş arkadaşları buluşmasıyla, sabahları serviste yanyana uyuyan, kafası birbirinin omzuna düşen, akşam servisinde çan çan konuşarak trafiği unutan, işler yoğun olduğunda işlerini hiç gocunmadan paylaşan arkadaşların buluşmasıyla geçti gitti bu hafta ...

13 Ekim 2014 Pazartesi

Geçtiğimiz haftanın fotoromanı

Hem okudum hem dokudum...



''Martı Dergisi'' ne içinden film geçen kitapları yazdım...





Şu filmleri izledim...
Bir derviş toplantısına gitmek için yola çıkan bir derviş ve ona yol arkadaşlığı yapan içi kıpır kıpır kız İştar... Dede ve torunun çöl yolculuğu boyunca onlara eşlik eden 6 sufi hikayesi ,karşılaştıkları insanların hikayeleri ve eşşiz müzikler... Ben size büyülenmeyi vaad ediyorum..Bir masala çağrıyorum....
Filmin adı aslında Bab'ı Aziz ...Yani ulu durak,ulu kapı anlamına geldiği halde Baba Aziz olarak çevrilmiş..
Glendon Swarthout’un romanından uyarlanan HOMESMAN...
Yıllardan 1885’tir. Nebraska’dan Iowa kentine sürülen 3 kadına, eşlik edecek isimlerden biri yine Nebraskalı olan Mary Bee Cuddy’dir. Sert bir mizacı olan Mary Bee’ye, hayatını kurtardığı George Biggs de yol boyu eşlik edecektir.
Bir şehir var gökyüzünün altında/Ama bulunmaz haritalarda/Orada mavidir gökyüzü ağlamaz asla/Kasvetli sonbahar yağmurlarında/Karşılıksız aşk yoktur orada/Orada kötü rüyalar görmez insanlar/Orada gümüştendir ay memnun parıldar sana ve bana/

Böyle bir şarkıyla biten bir belgesel...16 dakikalık, bir kahve keyfi molasında izlenir...
Kieślowski tarafından Łódź Film Okulu’nda bitirme tezi olarak hazırlanan bir belgesel..


 Yaz Saati; İşte bu film beni başka bir yerden vurdu... Ölen annelerinin sanat eserleriyle dolu evini, boşaltmak ,evi satmak zorunda kalan çocuklarının  eşyaları toplarken bir taraftan da eşyalarla ilgili canlanan anıları... Aynı şeyleri yaşamış biri olarak sanırım bu kadar etkilendim. Diyaloglara  dayalı bir film...



Dondurucuya, aşağıda tarif ettiğim şekil balıklar koydum. Çiğdem'in tarifi kabakla, havuçdan yaptım yine dondurucu için...


Diyete başladım yeniden... Bu demektir ki ev halkı yine benim yemeklerimin  peşinde olacak,  iki haftada bir olan ödül günleri için benden önce nerede ne yiyelim derdine düşecekler... Benim diyet yapmam demek onlara şenlik demek :(


Bugün öööylece bakma günü yaptım...
Kitap dahi almadım yanima...Oturdum bu çınar ağacının altına çay içtim curuz gemilerine bakıp hayal kurdum.Karahindiba üfleyip dilekler tuttum.
Ben bugün İstanbul'a Salacak' tan baktım..
Bu kada...

8 Ekim 2014 Çarşamba

Bugünkü gün


Yine çok zor bir sınavdan geçiyoruz benim canımın içi okuyucu... Yine bize kırk katır mı kırk satır mı ? diye soruyorlar. Yok artık,ikisi de değil... Tek seçimimiz insanca yaşam...  Bir yerlere ait olamama duygusu eminim ki berbat bir duygudur...O yüzden umarım ki ve de dilerim ki tüm yurdundan sürgün yaşayanlar bir gün evlerine dönerler ve onları buna mecbur bırakanlar da cezalarını bu dünyada görürler,bize de bunu görmek nasip olur inşallah...Geçen gece yemekten dönüyorduk, araba caddede ilerlerken; çöp konteynerının arkasında yerlere oturmuş,bir şeyler yiyen Suriyeli bir aile gördüm.Yanımdakilere bir şey hissettirmedim ama ölüyorum sandım...Bir taraftan da neredeyse beş yıldızlı otel rahatlığında olduğu söylenen mülteci kampları, özel statü ile sınavsız ünivesiteye alınacağı söylenen mülteci gençler, kamplara kurulan kendi dillerinde öğrenim göreceklerinin söylendiği sınıflar. Ve bunlara bile özenen,  sınavdan sınava deli gibi koşuşturan,üç saatlik sınavlar sonucu geleceklerinden olan   bizim çocuklar. Ben bir şey anlamıyorum bu işten...

 ***************************************************************************

Şimdi dönelim  bize...

Size sözünü edeceğim kitap; Acaip Bir Başlangıç/Monica Maron...Ben kadın ağzından yazılan romanlara bayılırım...''Acaip Bir Başlangıç''ın Johanna'sı; Kendi hayatını, yaşlanmaya başlamasının hüznünü hatta kendi bedenini sorguluyor... Bunu kah mektuplar üzerinden, kah komşuluk ilişkileri üzerinden, kah arkadaşları üzerinden yapıyor.Varlığını bile unuttuğu arkadaşının, ölürken tek görmek istediği kişinin neden kendisi olduğunu bile çözemezken,kendi hayatının içinde kaybolurken bakalım bana daha neler anlatacak Johanna...Kitabın henüz yarısındayken bana hissettirdikleri bunlar...Bugün ''Kız Kulesi'' karşı oturmuş bu kitabı okurken hep geçen yaz yine bu aylarda yine aynı yerde okuduğum'' Uzun Güzel Yaz''ı hatırladım sık sık...Sanki bir benzerlikte buldum iki kitap arasında...


Gelelim filme...Kelimelerin filmini çeken bir yönetmenden Richard Linklater'dan bir film var bugün..Çocukluk... Aynı zamanda  Before Sunrise... Before Sunset... Before Midnight yani kısaca Before üçlemesinin de yönetmenidir. Filmlerinde aksiyondan çok diyaloglara önem verir...
Bir çocuğun; çocukluktan ergenliğe geçişteki 12 yılını anlatan bir film... Öyle aksiyon, ay aman şimdi ne olacak acabalar gibi bir şey beklemeyin... Bir hayat izlediğiniz, ne gelirse o yaşanıyor...Böyle bir film... 8.7 gibi çok yüksek bir imdb puanına sahip... Evet film çok güzel ama bu kadar yüksek bir puan da  biraz abartı yalnız...




 Battaniye motiflerim tam gaz devam ediyor. Her fırsatta örüyorum, film izlerken özellikle...
Bir okuyucum yorum bırakıp motifi yakından görmek istediğini söylemiş. Çok basit bir motif zaten, ama renk renk yaptıkça  nasıl hoşuma gidiyor. Valla bir sepet motifim var :)



Bu sene kış hazırlıklarında biraz yavaş gittim, domates sosları, menemen, bir kaç paket taze fasulye ve bir iki paket de barbunya hazırladım o kadar...Nerede geçen senenin mürdüm eriği marmelatları, karnıyarıklık hazırlanmış patlıcanları, közlenmiş biberleri...
Ama bu akşam yeni bir şey yaptım, hamsiler henüz ucuzken yapın siz de... Hatta başka balıklardan da yapabilirsiniz... Ben Ecemkuşun hazırladığı hamsi kuşundan esinlendim. Daha doğrusu kılçık çıkartmaya üşenip, tavalık  hazırladım...

Hamsileri, yıkadım temizledim...Sularının iyice süzülmesini bekledim. Daha sonra tuzladım ve mısır unu ile iyice unladım... Melamin tabaklarım vardı ki bu tabaklar tam da tavamın büyüklüğünde... Tabağın üstüne bir büyük buzdolabı poşetini açıp yaydım,siz streçfilmle de yapabilirsiniz,aynen tavaya dizdiğim gibi hamsileri dizdim ve paketleyip dondurucuya koydum. İki kg hamsiden böyle üç tabak çıktı... Yarın,onlar iyice donunca altındaki tabağı alacağım ve onları üst üste yığacağım :)


Şimdilik bu kadar... Gittim ben...





5 Ekim 2014 Pazar

Bayram bayram

Bayramın ilk günü bizim ev aynen böyleydi, her köşede ayrı bir muhabbet vardı...


Akşamı ise Gamsegamse sinemaya gidelim dedi ama biz hep bir ağızdan yoook dedik ve evde oturduk. Ben dizi izlerken beş tane motif yaptım :)...


İkinci gününde ise geç kahvaltı ve sinema vardı... Sinemaya Meral ,ben ve Gamse gittik. Naziş'in kendi programı vardı... Cem Yılmaz'ın ''Pek Yakında'' sını izledik ve pek beğendik. Hatta ilk kez bir CMYLMZ filminde güldüm diyebilirim. Diğer filmlerinde  sadece küfürlü sahnelerde gülünmesi beni rahatsız ediyordu. Biz ince esprileri anlamayıp sadece küfüre gülen bir millet mi olduk diye...  Sadece  bilenin anlayabileceği türden ince ince göndermeler yine  vardı,,...Mesela Cem Yılmaz ve Mazhar Alanson'un karşılaştıkları sahnede; Nasılsın Mazhar Abi diyen CMYLMZ'ın - Her şey çok güzel olacak , Altan- cevabı alması gibi...Her Şey Çok Güzel Olacak filminde  karşılıklı oynamışlardı ve Cem Yılmaz Altan rolünü oynamıştı...Filmde herkes iyiydi ama Zafer Algöz ve Zerrin Tekindor muhteşemdi...


Akşama ise görümceli program var. Henüz  bayram ziyaretimizi yapamadık bu akşam hem dayı, yeğen BJK lılar maç izleyecek hem bayram ziyareti yapılacak.


Sabahları yataktan kalkmadan başucumdan hemen kitabımı alıp yarım saat kadar okuyorum. Bir iki gündür zaten motif yapma sevdasından sadece sabahları kitap okuyorum...Antabüs/ Seray Diker okuyorum. Bir üçüncü sayfa haberini okur geçeriz ya bu kez öyle yapmayın demiş... Çocuğunun elinden tutup balkondan atlayan kadını oraya getiren süreci yazmış... O kadar  sade bir dille yazmış ki çok beğendim...


Hayde gittim ben...sahi siz ne yapıyorsunuz...

3 Ekim 2014 Cuma

Bayramlık



 Battaniyem için motif örmeye devam edeceğim...
 Bu kitapları okuyacağım...
Bayramlık etli yaprak dolmalaırmı da sardım...

Siz ne yapacaksınız bayramda...

Elbette gelecek bayram geldi diye sevineceğimiz günler... Bayram gibi olsun bayramınız...

1 Ekim 2014 Çarşamba

Ben bugün

Nasıl yorgunum anlatamam sana canımın taaa içi okuyucu... Günlerdir haldur huldur gezerken ev de almış başını gitmiş meğer... Onu kendine getirdim bugün...

Önce sabah sanki hiç işim yokmuş gibi davrandım. Aheste aheste yeşil çayımı demledim,blogdur, maildir, facedir, twitterdir,maildir gezindim. Sonra gerçek bir kahvaltı hazırladım kendime, çayımı demledim, kayısı yumurtamı haşladım o kadar yani... Kahvaltımı ederken filmimi izledim. Hatta iki tane motif ördüm :)Hugh Grant'ın bir filmiydi... Duyguluydu, komikti, romantikti e Hugh efendi de yakışıklıydı daha ne olsun :)

İşte bunları yapıp bitirdiğimde saat de 10 olmuştu... Burdan sonrası tufan dedim.Bir hışım kalktım. Önce kıyı köşe, dip köşe temizlik, ara ara makineye çamaşır atma,asma ve kuruyanı katlama... Sonra akşam yemeği için karnı yarık ve domatesli makarna yapma, bir kahve bir çay molası  ve şu anda saat tam 18.18.. Yeni oturdum.Artık ölem ben  o vaziyetteyim...


Neyseki dün nasıl da kayifli bir gündü... Ataletim canım benim ile Ecem benim Ecem benimin evine konuk olduk... Bize kendi elleriyle yaptığı tarhana çorbasından pişirdi, şapşahane midye börek yapmıştı... Ataletim ise  bir elmalı kek yapmıştı ki neredeyse hepsini bitirecektim...





Sonra  yayıldık kanepelere elişi yaptık, sohbet ettik. Ecem bana motif yapmayı öğretti ve ben de battaniye örmeye başladım.

 Yeni hobim babaanne motifleriyle battaniye örmek... Yeni hobim ve yeni kitabım aşağıda görülmekte :)

 





Ha çamaşır katlarken de şu İran filmini  yarısına kadar izledim. Anlayın artık ne kadar çok çamaşır olduğunu...Ah zavallı ben :)
Samira Makhmalbaf (Mohsen Makhmalbaf‘ın kızı) bu ilk filmi henüz 18 yaşında iken çekmiş; İngiliz Film Eleştirmenleri Ödülü, Buenos Aries Uluslararası Film Festivali’nde iki ödül, Locarno Uluslararası Film Festivali FIPRESCI Ödülü, Münih Film Festivali Özel Ödülü, Thessaloniki Film Festivali Özel Ödülü’nü kazanmıştır

Anneleri kör olduğu için hiç evden dışarı çıkarılmayan ikiz kız çocukların, komşuların ihbarıyla sosyal hizmetler tarafından evden alınması ama sonra anne babanın banyo yaptıracakları ve daha iyi bakacaklarına söz vermesi üzerine anne babaya geri verilmesine kadar geldim.Sanırım ancak yarın devam edebilirim. Film belgesel havasında...