Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

6 Kasım 2014 Perşembe

Salı sallandı :)

Hayat ne acaip a dostlar :)  Şimdi bunu niye dedim sonunda anlayacaksınız...

Bir önceki yazımdan sonra bakalım bakalım ne olmuş...

Salı günü çok  keyifliy bir Mine Flora günüydü benim için. Havalar pastırma yazına dönmüşken günü çiçekler arasında bir serada geçirmek muhteşem oldu... Soba üstünde çaylar kaynadı,kestaneler pişti ve Mine ile motifler yaptık çay,kahve içip sohbet ettik...




Akşam eve dönerken Aysel aradı...Akşam  Süreyya Opera ve Balo  Salonunda bale izlemeye davet etti...Programda ''Genç Werther'in Acıları/Goethe''  vardı. Öncesinde Kadıköy''de buluştuk hem bir şeyler içtik hem de sohbet ettik...Bale gösterisi muhteşemdi hele çocukluğunu bildiğim Aysel'in yeğeni olan Özlem'i sahnede izlemek çok güzel bir duyguydu...





Bale bitti, biz keyifle çıktık. Hadi  bir çay sohbeti yapalım dedik amaaaa ama işte ben Altıyol'dan aşağı inerken bir meyilin dibine saklanan bir ayak girebilebilecek büyüklükteki çukuru göremedim ve iki seksen yere uzandım. Daha doğrusu ''Bir Süre Yere Paralel  Gittikten Sonra'' uzanabildim...Beni güç bela yerden kaldırdıklarında ilk hissettiğim ayak bileğim çok acıyordu. Neyseki hemen Mc Donald's a çok yakınmışız. Hemen dışardaki masalara oturduk.Aysel hemen içeri girdi önce buz doldurttuğu bir torba ile geldi.Ayağımda burkulduğu için ayağımı bir sandalyeye uzattım, buzu üstüne koydu, sonra içeri girdi, sandviç, çay ve elmalı pie ile geri geldi. Yoldan geçenler hatta arabaların içindekiler bile bize baka dusun biz ay bu keyifli gece böyle mi olacaktı , ay Allah korudu, ayyy ayy omzum, anammm kolum da acıyo yaaa arada şu tipimize bak diye güle güle bi yarım saat oturduk. Allah herkese her durumda en pratik çözümler üreten Aysel gibi bir arkadaş nasip etsin...
Oradan bir taksiye atlayıp eve dönme şaşkınlığı yaptım. Halbuki gelirken yol üstünde Numune Hastanesi var , uğrasana acile... Gece omzum çok ağrıdı. Aysel'in dediğine göre düşerken o kolum arkada kalmış. Sabah hemen doktorda aldık soluğu. Muayene oldum, zaten doktor hemen oraya koydu elini burası acıyor mu dedi... Ciyyaak dedim :) Film çekildi. Ucuz kutulmuşum, kırık çıkık yok ama bir hafta askıda kalacak bu kol dedi... İlk aklıma gelen-ay iyi ki temizlik yapmışım :)

Neyse bırakalım kırık çıkık işini bugünün filmine gelelim...Bugünün filmi biraz belgesel tadında...
“Eğer ömrümün geri kalan kısmını ıssız bir adada geçirmek zorunda kalsaydım,
o zaman zarfında dinleyeceğim ve çalacağım tek besteci Bach olabilirdi.’’diyen Kanadalı dahi piyanist Glenn Gould için yapılmış bir film...
  Gould’un çok sevdiği ve ünlendirdiği Bach’ın ‘Goldberg Variations’ isimli eserinin otuz iki bölümlük yapısına gönderme yaparak otuz iki kısa filmden oluşturulmuştur.





Kitabım henüz çok yeni hatta başlamadım bile... Çok beklediğim bir kitaptı... Dün akşam Naziş'in geçmiş olsun hediyesi oldu. Etrafında biraz dolanmadan başlamam :)



Başlıkta hayat ne acaip demiştim ya, sabah keyifle kalktığım yatağıma akşam gireken her tarafımı sakatlamıştım...


Hayde gittim ben şimdilik bu kadar...