Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

8 Şubat 2012 Çarşamba

film , yeme içme, kitap, kar kış,pasta, börek çörek

Önce film...
Çizgili Piamalı Çocuk... Hem ismi hem afişi ilgimi çekti ve iyi ki de çekti de baş yapıt niteliğindeki bu filmi kaçırmadım.Sekiz yaşındaki bir çocuğun hatta iki çocuğun gözünden savaşın anlatıldığı bir film. Filmde her şeye hayran kaldım, şiddet göze göze sokulmadan nasıl bu kadar ustalıkla hissettirilir görmüş, oldum.Nazi Almanya’sı Bruno’nun babasını görevli olarak Polonya’ya gönderir. Bruno, kasabadaki toplama kampının tel örgülerinin öbür yanındaki bir çocukla arkadaş olur. Ancak iki çocuk arasında gelişen bu dostluk, özellikle oğlunun bu kampla ilgili gerçeği öğreneceğinden kuşkulanan Alman annenin (Vera Farmiga) endişelerini artıracaktır. Bruno ve ailesinin yeni evleri birbuçuk milyon Yahudinin Nazilerce öldürüldüğü Auschwitz toplama ve yok etme kampı'nın bitişiğindedir.

Yanda gördüğünüz resim;Auschwitz toplama kampındaki mahkum elbisesi.


Sanırım biz, bu filmin biz olmazsak da torunlarımız İsrail -Filistin versiyonunu izlerler...Bu filmi, izlemezseniz valla da billa da küserim kategorisine koydum.

Bu filmin etkisinden beni akşam Seksenler dizisi kurtardı. Diziyi hoşlananlara bakıyorum bizim jenerasyon... Bizim kızlar mesela ne bu ya diyorlar:))Ama biz karıkoca kah gülerek kah hüzünlenerek ya ya evet evet diyerek izliyoruz.Yani seksenlerde gençseniz izleyin:))


Bu gün ödül yemeğimi acaba ne yesem ne yesem derken, Kocam; pideyi ne kadar sevdiğimi bildiğinden, geçenki pide seni açmadı, gel seni bir yere götüreceğim dedi, hadi bakalım dedim. Kar inceden atıştırırken çıktık. Beni bir pideciye götürdü ki gerçekten de dediği kadar vardı. Üsüdar Doğancılar yokuşunda Musahipzade Celal Sahnesinin yanında Yaşar Bafra Pide salonu... Hah işte dedim ya, pide bu, tabi bizim Ordu'da ki yediklerimiz dışında. Ben bir pide eksperi olarak söylüyorum size eğer Ordu'da Aktaş veya Dıgı'nın yerinde pide yemediyseniz hayatınızda pide yememişsinizdir. Neyse ben önce onları sorguya çektim, içini çiğden mi yapıyorsunuz, kavurarak mı? içinde kıyma soğan tuz ve karabiberden başka dış mihraklı bir şey varsa ve pide harcı çiğden koyuluyorsa hamurun üstüne, zinhar yemem o çakma lahmacunu. Garson, kibar çocuk , tüm sorularımı tek tek yanıtladı, resimli anlattı hatta:)) Pidem gelince bi kokladım oki dedim. Yanında da çay içtim. Çay da süperdi. Şimdiii eğer yolunuz Üsküdara düşerse , ve de bir pide yiyeyim derseniz buraya geleceksiniz. Biz pidelerimizi götürürken pardon yerken iki kadın müşteri de hararetli hararetli, sohbet ediyorlardı. Konuşmalarından anladık ki biri İstanbul'lu değil, diğerine misafir gelmiş. Koca tutturdu bunlar da blogcudur, aynı Leylak Dalı ile sana benziyorlar. Yok dedim, değiller , nereden anladın dedi. E, yediklerinin içtiklerinin resmini çektiler mi ? yok o zaman blogcu değiller:)))Resimde gördüğünüz pide benim deeel haaaa, benim ki tek yumurtalıydı. O kadar da uzun boylu değil yani:)

Yeme içme faslı bitince , üstüne birer bardak çay daha içip çıktık. Koca dedi ki-şimdi seni direk ŞemsiPaşa Kütüphanesinin önüne indiricem ara sokaklardan, Babana kitap seçer ,alırsın hemi de. geçen de kitapları geri verdik ama başka yere gideceğimiz için almamıştık. Neyse Doğancıların arka, ara sokaklrından beni indire indire Kız Kulesinin önüne , kütüphanenin belki iki üç km gerisine indirmesin mi? Ay bi pide ısmarladın,onu da ille eritecen yani dedim. Kar da coştu mu? sana gözümün içine gire gire yağdı mı? Beremin üstüne kapşonu çektim, atkıdan bir tek gözlerim görünüyordu. yani beni görseniz banka soyguncusu falan sanabilirdiniz. Neyse yine de güzel bir yürüyüştü. Denizde çok balık vardı galiba ki balıkçı sandalları ve martılardan denizde iğne atsan suya düşmezdi.

Kütüphane havaya rağmen kalabalıktı. Dört kitap babam için iki kitap da kendim için aldım. Geçen hafta D&R siparişlerim gelmişti daha onlara bile başlayamamışken bunları görünce dayanamadım.













Eve geldim hemen sıcak bir çay yaptım kendime, biraz gazete okudum sonra kalktım, sabah kahvaltıdan önce patatesleri haşlamaya koymuş, kahvaltıdan sonrada bol soğanlı, karabiberli kavurup bırakmıştım. Ondan bir tepsi patatesli börek yaptım. Baktım hem iç arttı hem de iki adet yufka. İki yufkadan bir tepsi daha börek çıkmaz derken aklıma buzluktaki dört tane kalmış milföy geldi. Bir adet yufkayı alta koydum, araya da bu milföyleri koydum, harcı milföylerin üstüne yaydım. Geri kalan bir yufka ile de üstünü kapatıp, böreği tamamladım.İki tepsi böreğimiz oldu. Bunlardan biri piştikten sonra dondurucuya girecek. Yok öle yağma...

Hadi bir de kakaolu kek yapayım dedim. Aslında Gamsegamse artık canına tak ettiğini, çarşamba gecesi Hürrem'i izlerken patatesli börek ve kakaolu kek istetdiğini söylemişti. Keki de yaptım. Ben yiyemeyeceğim zaten bari bir güzel koksun da canım daha çok istesin diye iki paket vanilya koydum.Zuz kahvaltı için kaymak almıştı, yarısı kalmıştı. O bozulmasın diye onu da attım kekin içine ama bu sefer yağı çok az koydum. Üstüne de ceviz serpip fırına gönderdim. Az kaldı ceviz yerine , gözlüksüz yaptığım için papatya kurularını serpecektim. Şimdi an itibariyle hepsi pişti . Biraz önce Naziş aradı arkadaşlarıyla okul çıkışı kahve içmek için Capitol'e uğramışlar, Gamse'de karşı masada kendi arkadaşlarıyla oturuyor dedi.

E tamam buı kadar artık, yetmez mi?