Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

16 Ocak 2016 Cumartesi

Lale'nin Bahçesi 10 Yaşında

Naziş, Ege Üniversitesinde ki okul yıllarını noktalamış artık öğretmenliğe başlamış, Gamsegamse üniversiteye yeni başlamıştı.Çok karlı bir gündü o gün ve okullar kar tatilindeydi. Naziş ile kahvelerimizi almiş, pencereden, yağan karı izliyorduk. O da bana öğrenciyken nasıl yemek yaptıklarını anlatıyordu. Yemek bloglarına bakıyordum deyince, blog ne ki diye sordum.Hemen bilgisayarı açıp gösterdi.Hadi sana da açalım dedi ve ben, ben ne yazacağım ki dememe kalmadan çat blogu açtı. 
İlk yazım; kısacık bir merhaba yazısıydı. O zamanlar "blogcu"da yazıyordum. oranın diğer blogculara ulaşma şansı daha çoktu.Çünkü, blog yazısını girdiğinizde ,yazı aynı şimdi facebook sayfasında olduğu gibi ana sayfaya düşüyordu. O yüzden aynı frekansta olduğumuz arkadaşlarla birbirimizi bulmamız çok kolay oldu. İlk yorumum Avusturya'da yaşayan ve Şeker Radyoda dj olan Kelebek Gibi'den geldi. O sevincimi hiç unutamam. :)
O günlerde facebook, instagram, twitter yok tabi.Türkiye'de de blogculuk yeni başlamış, hatta haberlere bile konu olmaya başlamıştı.Çok eğlenceli günlerdi. Birimiz hastalansa 200-300 kişi birden seferber olur, biri doğum günü mü kutlayacak her sayfada bu kutlamaya yer verilirdi. Dünyanın her tarafına dağılmış eski dostlar gibiydik. Bir çoğu hala hayatımda ve gerçek yaşamımın içinde. Hatta onlarla blogdan tanıştığımızı bile unuttum.

Hiç unutmuyorum çok kötü bir gecenin sabahında bulmuştum Ebrucuk'u ...Eski sevgilileri ile olan yemek maceralarını anlatıyordu.O kadar gülmüştüm ki gecenin izi bile kalmamıştı. Bir boza yazısıyla tanıştık Zeya ile şimdi sanki bizim ailenin bir ferdi, iki yıldır hala vermediğim kitapları var ben de. :) hala da şu kitabı aldım alma ben veririm der. :) Atletim canım benim, kız kardeşim online doktorum bir soba yazısıyla geldi hayatımıza, Ece'm ahretliğim; onunla bir yere gittiğinde gözüm hiç arkada kalmıyor der, kocam bile...Sarı lalelerle gelen Mavianne hemşehrim onun ışıltısı yeter bloga, Nalan'ın Dubai'deki yaşamını sanki biz de yaşadık.Bahçedeki çok konuşan Pakistanlıları, uzun gelen perdelerini bile birlikte kısalttık.Sonra Leylak Dalım var benim, blogspot günlerinde geldi O...Evinde misafir oldum, kendi evim gibi yayıldım hatta, Evimde canı gönülden misafir ettim. Uzak şehirlerde bile olsa hep bir tık ötemde. En ufak bir şey takılsa aklıma Leylak kıııss diye tıklarım saat kaç olursa olsun. Çok uzakta ama hep en yakınımda...Elimde tablet kıkır kıkır gülüyorsam - sen Leylak' la mı konuşuyorsun der hemen evdekiler.
Aysun Furtun, memleketimdeki kız kardeşim o benim.Birbirimizi blogdan bulduk onca oratak tanıdığımız varken.Ne zaman Ordu'ya gitsem bana yürekten açar evini ve tüm özlediğim lezzetlerle buluşturur beni.
Asisim,Alplerdeki kızkardeşim artık Gamse'nin bile ben portakallı çikolatayı çok severim diye sipariş bile verdiği biri  O  :) Baharlam blogcu yıllarının en eskilerinden evime ilk gelenlerden....Petunya- Rukiye, annem gittiğinden  beri yemedik dediğim yemeği uçakla taa Adana'dan gönderip akşam yemeğimize yetiştirip inanılmaz bir olay yaşattı bize.Angel-Aslı blogcudaki yazılarınınunutmak ne mümkün...
ilknur'cum  ailesiyle birlikte bize hiç unutamayacağımız bir tatil yaşattılar. Amasra'yı o kadar sevdiysek onun ve ailesinin yüzündendir. Zero, ekimde geleceğim deyip gtti Datça'ya ama orada harika bir yaşam kurdu kendine ve Murakami'yi onun sayesinde tanımışımdır.Ya Dilek, unutulmaz bir Ankara gecesi yaşatıp, evlilik yıldönümümüzde hediye ettiği tiyatro biletleriyle Yetkin Dikinciler ile nerdeyse gözgöze geldiğimiz harika bir oyun izlettirmişti bize. 
 Mihriban'ım Hüznün Tadım, Öyle bir candan Lale abla der ki gerçek ablası sanırım kendimi Macera Kitabım yazarı Özlem, Arkadaşlığını ta Antalya' dan hissettiren Hayat İzlerim, Sırf hoşuma gittiğini söyledim diye etamin işi kitap ayracını hemen bana gönderen Banucam...
Blog yazmam sayesinde tanıdığım Banu, Selgin ve Esra sayesinde,  İmza serisi kollektif kitapları içinde yer alıp hem yazmanın keyfini hem de bu kitapların gelirlerinin yardım kuruluşlarına bağışlanması nedeniyle birilerine ulaşmanın hazzını yaşadım. Yine bu blogdan yaptığım duyuruyla tanımadığım bile bir sürü insanın yardımıyla Doğu'da bir ana sınıfı yaptık. Hatta yardımlar o kadar çok oldu ki çevre okullara bile dağıtıldı Milli Egitim kanalıyla...
Ve Blogspotta yazmaya başladığımdan itibaren de benimle olan dostlarım  adlarınızı tek tek yazamadım sadece birlikte başladıklarımızı yazabildim ve de blog dışından izleyen arada ses verip beni çok mutlu eden sessiz sessiz okuyanlar...Kimler 10 yıldır burada bilemiyorum ama iyi ki vardınız, varsınız. Yaşamımın bu en renkli bölümünün renklerini sizler oluşturdunuz. 
Hepinize bin teşekkür...

15 Ocak 2016 Cuma

Kültürlere gelesin inşallah :)

 Yazmadığım günlerde başlıktan da anlaşılacağı gibi hep bir kültür şeysi içindeydim. :) Yani bu kez yatırımlarımı kendi gönlüme yaptım. Çok kitap okudum çok film izledim.  Arada unuttuklarım olursa döner döner anlatırım .

Üstteki fotoğraf "Oyuncak Müzesi"ndeki "Yasemin Sungur ve Kitap ile Sohbet" den. Tam sekiz yıldır süren bir oluşum bu. Sekiz yıldır salı günleri toplanıp seçilen kitaba ve yazara dair konuşuyoruz. Kitaba dair konuşurken hayata dair konuşmamak ne mümkün. Bu salı Kadın Destanı/ Ayla Kutlu idi konumuz.

O günkü öğleden sonra oturumuna katılmıştım. Çıkışta arkadaşlarla önce  bir akşam yemeği yedik sonra da Nisan Yaşam Atölyesinde "Feridun Andaç ile yazar okumasına"katıldık. Yazarımız Ellias Cannetti kitabımız Körleşme idi. Artık ayda bir kez de  kitabı olan bir film izleyeceğiz. Bostancı da olan bu atöyeye önce ulaşımı dert edip katılamamıştım. Ama önünden vızır vızır Kadıköy dolmuşları geçiyor ve karşıdan gelmek isteyenler içinse Taksim dolmuşu, Bostancı vapuru çok uygun. İskeleye beş dk mesefade ve cadde üstünde. O gece de hocamız Feridun Andaç ile çok keyifli bir sohbet gerçekleştırdik. 
Film akşamını heyecanla bekliyorum. 
Çarşamba günü ise aşağıda fotsunu gördüğünüz etkinliğe katıldım.Kadın dayanışmasının ne kadar önemli olduğunu anlattıkları gösteriyi gözlerimde yaşlarla izledim inanın... Banu Özkan Tozluyurt. Ebru Tuay Üzümcü ve Özge Uzun'un birlikte hazırlayıp sundukları bu gösteriyi rastladığımızda kaçırmamanızı kesinlikle öneririm. Derneklerinize, meslek odaları gruplarınıza davet etme fırsatını da değerlendirin. Bu konuda ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Benim izlediğim gösteri Criton Curi Gönüllüler evindeydi mesela.
Gelelim kitaplara...

Carol Oates, İlk Aşk kitabında arızalı bir aşkı anlatıyor.Daha ergenliğe yeni giren küçük bir kız ile annesinin kuzeninin oğlu arasındaki bu arızalı aşk yer yer rahatsız edici gelse de gerçek hayata döndüğümüzde  hayatın kitaplarda anlatılanlardan da sert olduğunu görüyoruz. Yaşadığımız akıl dışı şeylerden ruh sağlığını korumanın tek yolu edebiyata sığınmak...






Mario Vargas LLosa'nın kitabı Hınzır Kız; yıllardır Leylak Dalı ve benim aramda artık gelenekselliğe dönüşen yılın ilk okunan kitabınn birbirimize gönderdiğimiz kitaplar olması nedeniyle yılın okuduğum ilk kitabıydı. Çok beğendim. Peru- Lima ve  Paris'de geçen bir hikaye... Hayatının tek amacının Paris'te yaşamak olduğunu söyleyen bir adam ve çocukluğundan beri bir kaybolup bir ortaya çıkan Hınzır Kız adını verdiği aşkı arasında yıllara dayanan bir hikaye... Bu hikayenin  alt metninde o zamanki Peru'daki siyasal çatışmalara da tanık oluyoruz.
Tokyo Uçusu İptal/Rana Dagsupta : Bu kitap 2015 de okunması gereken en iyi kitaplar listesine konmuştu. Ben  beğenmediğimi söylemesem de en iyi kitaplar arasında olma nedenini son yıllarda yeniden moda olan "Dengbej " geleneğine bağlıyorum. Masal anlatıcılığı bir kaç yıldır revaçta çünkü ve de çok hoşuma gidiyor. Kitapta Tokyo'ya uçacak uçuş  hava şartları nedeniyle iptal olunca havaalanında otellere yerleştirilemeyen 13 yolcunun zamanı  geçirmek  için birbirlerine anlattıkları hikayeler var. Hatta iki hikayenin konusu da İstanbul'da geçiyor.
Düğüne/John Berger
John Berger, fotoğraf çeker gibi yazar. Sanırım fotoğrafçı olmasının bunda payı çoktur.  Bu kitap bir yol hikayesiydi aynı zamanda  yoldakiler bir düğüne gidiyordu. Ama kızla bu arada hem yoldakilerin hikayelerini okuruz hem yol manzaralarını izleriz tabiri caizsse hem de yolcuların yolda karşılaştıkları kişilerin hikayelerini okuruz. Evlenen kız ve erkeğin aşkları ve onların ayrı ayrı hikayeleri ise çok ama çok duygulu...
Ne yalan söyleyeyim kitabı okurken önceleri içine giremedim. Sanki bile isteye dışarda tuttu beni. Ama sonrasında şimdi n'olcak duygusuyla okudum.
John Berger kitabın gelirini bir sağlık kuruluşuna bağışlamış. O kurumun adını söylemek kitap için spoiler vermekle eş değerde olduğu için söyleyemiyorum😍💐



Filmlere gelirseekkk 😻Bayan Amerika, "Filmekimi"nin en çok izlenen filmlerindendi.New York'a öğrenci olarak gelen bir genç kızın annesinin evlenmek üzere olduğu adamın kızıyla tanışıp Nev York'un gecelerine gündüzlerine dalmasıyla  ikisinin yaşadıkları.O kadar samimi bir sinema dili vardı ki film izliyormuşum duygusundan çok gözlerimin önünde yaşanan gerçek bir olay duygusuyla izledim.

Eden, tam bir mutfak filmi, kesinlikle aç karnına izlemeyin derim.Kendi aile işletmelerinde garson olarak çalışan  kadınla enges yemekler yapan, testoranında bir yıldan önce yer bulmanın mümkün olmadığı şişman aşcı ve kadının down sendromlu kızı arasında gelişen hikaye bambaşka yerlere gidiyor. Yemekler yapılırken ağzınızın sulanmaması mümkün değil. :)




Yetmez mi bu kadar, artık ben gideyim ana ım...Kendinize iyi bakın. Yarın görüşürüz çünkü yarın özel bir günü kutlayacağız hep birlikte...

1 Ocak 2016 Cuma

2016'nın ilk saatleri

  Ben 2016'nın ilk dört saatinde uyanıktım  :) Yeni yılı her zamanki gibi evde karşıladık. 




Ben gündüzden yemeklerimi yaptım. Bisküviden yeni yıl evimi bile yapmıştım, hem de yapıştırma suradında o sıcak şeker parmaklarıma yapışa yapışa, parmak uçlarım yana yana yani.Bacadan içeri girmeye çalışan Noel Baba'ya kadar her türlü dekorasyon bizzat kendime aittir söyleyeyim...Bu akşam çayın yanına parçalanacak bi güzel...

Öğleden sonra yeni yılımı kutlamak için sürpriz bir şekilde gelen Meral ve Mehmet ile çayımı içtim. Hatta bu ikili, apartmandan biri çıkarken fırt girin içeri, iç kapıyı çalın saklanın. Ben de apartman görevlisi sanıp açmamla flaş  yüzümde patladı...Ben de gözüne fener tutulmuş tavşan gibi böyle şaşa kaldım. :)

 Akşama  doğruda ağacımın ışıklarını, mumlarımı yaktım, giyimdim kuşandım, kırmızı rujumu sürüp parfümümü de iki fısladıktan sonra ev halkının eve gelmesini bekledim. Yeşil elbisem ve kırmızı bandanamla Gamsegamse beni kokinaya benzetti  :) 
Yedik içtik, kanepelerimize yayıldık ve gece bir buçuğa doğru bizimkiler yatağın yolunu tuttu. Öncesinde ben de onlara uydum ama bi 15-20 dk yatakta tepindikten sonra yastığımı ve yeni yılın ilk kitabını kapıp salona geri döndüm.

Ağacımın ışıklarını yeniden yaktım. Yandaki parkta gençler bağıra bağıra karlar düşer şarkısını söylüyorlardı. Demek ki gece daha genç dedim.

Saat dörde doğru yattım ama yine de en erken ben kalktım. Çayımı yapıp, açık pencere önünde içtim,hem de...


Dün ve önceki gün ev halkını yeterince ağırladığım için  bugün için istifa ettiğimi söylemiştim.  O yüzden herkes kendisine kaşarlı sucuklu tost yaptı. Ama çayı demlemiştim hatta sucukları da doğramıştım. :)

Bugün  Viyana Falarmoni Orkesrasının canlı konserini dinledim, izledim. Mest oldum.


Onun dışında ilk gün için fena değildi  2016... En azından sakin...