Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

11 Nisan 2009 Cumartesi

Bu gün ne güzel İstanbul. Ben evdeyim . Eğer biraz daha hastalıkla inatlaşırsam bunun burada kalmayacağı kafama en sonun da dün dank etti ve ettirildi:)). Ben de yarın yataktan çıkan namerttir dedim, sürünün.

Aynını yaptım , okuyorum izliyorum. TV rezalet kanallar arası uzlaşma var galiba aynı saatlerde aynı tür yayınlar var. Cumartesi sabahın köründe herkes magazin izlemeyi mi? tercih ediyor bu ülke de. Yatak odasında digitürk olmadığı için ulusal takıldık ama magazinden başka bir şey yoktu. Müjdeler olsun Gül Gölge ikinci kez hamile , Allahıma şükürler olsun Gülben Ergen de, ama sahneleri bırakmıyo.Evrenle Abdullah Gül'ün Köşkteki buluşmasına gözlerim doldu valla, benim için bir magazin haberi olduğu içi onu da ekleyeyim buraya. Hoca Efendi de sahalara döndü. Cezası kalkmış hasta diye ama , siyasete yeniden ısınıyo gibi , ne celalenmişti öyle Obama'ya şunu yaptılar bunu yaptılar diye.Obama'yı kıskandı zaar bu. Yeni doğan bebeklerine Hüseyin Baran Obama ismini veren aile hakkında ne düşünüyorsunuz peki. Ben bu geldiğimiz son noktadır diyorum bunun da üstüne çıkarsak vay geldi halimize .

Gamse'nin vizeleri başlıyor bir iki hafta içinde dokuz sınava girecek. Çalışmaya bu gün başladı. Bunun bizim ev için ne anlama geldiğini artık hepiniz biliyorsunuz. Evin her tarafı Gamsenin ders çalışma alanı. Onun tarzı da bu, kendi odası dışında her yerde ders çalışır , boncuk dizer, sürekli ne yiyeceğiz diye sorar(47 kg) . Bize sabır dileyin artık.

Nazlı da yaklaşan yıl sonu etkinlikleri için hazırlıkta ama Nisan ayı içinde bol bol bayramları olduğu için bu ay rahat. Bunun dışında fazlaca bi haber yok bizden. Eniştem yeniden hastahane de bu arada. Ama enfeksiyon görürebileceğim endişesiyle sadece telefonla kontak kurabiliyorum.

Yarına bomba gibi olacağım konusunda kocaman bir umudum var. Hadi bakalım yarın ola hayr ola,

10 Nisan 2009 Cuma

Alercili yazı

Ne güzeldir dimi bahar, her taraf çiçeklenir, yeşillenir kuşlar cıvıl cıvıl. Ama bunları cam ardından izlemek zorunda oalnlar da var.Tüm bahar alejililer birleşin, bahar gelmeden yaz olsun. Kıpkırmızı kulaklarımız, benekli suratlarımız , tıkalı burunlarımız , uykusuz gecelerimiz için birleşinnn

Vaziyetim aynen yukarıda anlattığım gibidir sayın okuyucu. Yine bahar geldi. İlaçlarımı alıyorum tabi ama artık onlar da alıştılar bünyeye ama durmak yok yola devam:)). Camdan izlemedim bu güzelliği ilaçlarımı yutup yutup gezdim, akşam eve gelince coşuyo meret newdense. Bi hatur hutur halleri, bi kızamık çıkartma durumları hehehehe işte böle. Bu durum İstanbulu kısadan yeşillendirelim diye , en kısa sürede büyüyen boyu bir kaç yılda üç metreye varan Kanada kavaklarını her boşluğa diken mümtaz belediyemizin biz İstanbullulara hediyesidir. Bi sürü bronşitli, astımlı ve de bencileyin gibi alrjili hastaları daha vahim durumlara düşürdüler. İstanbul'da yaşayanlar hatırlar bundan bir iki yıl önce İstanbul baharda aynen kar yağıyormuş gibi olurdu, bu Kanada kavaklarının polenleri kar gibi yağardı üstümüze, açık pencerelerden bile dalarlardı eve, hangi deliğe girsen orada bulurlardı insanı. Sonra uzmanlar feryat etti de yanlıştan dönüldü bir bir kesildiler.

Salı günü malesefki malesef evdekileri ve sizleri dinlemeyip okey oynamaya gittim. Arkadaşımım kocası evden aldı eve bıraktı. Oyunu sorarsanız ben hastalıktan kafayı toplayamadığımdan kaput gittim hehehe. Neyse akşam oldu yedik içtik yatağa girdim derken ben bi öksürük böhür böhür köhür köhür. Heee dedim bu hastalığın dıçına alerjim ekleniyor, çünküm ben bunu tanıyorum. Kalk fısfıslan ilaç milaç iç sabah oldu yine bişe yok iyiyim yav turp gibiyim. Kocamın yeğeninin eşi aradı bu gün boş günüm ille de gel. Uzun zamandır görüşemediğimiz bi sürü arkadaş geliyo dedi. . Bu kez kesin öldürürler beni dedim ama gittim mi gittim. Naziş de Pesah tatilindeydi zaten ana kız tuttuk Ataşehirin yolunu. Ay iyikide gitmişim, uzun zamandır görüşemediğim ama görüşünce araya hiç yıllar girmemiş gibi olduğum insanlarla yeniden bir araya geldik. Kakarakikiri , yedik içtik, dönüşte hatta Naziş le biraz mağaza gezisi bile yaptık akşam sekiz gibi falan geldik eve. Uy uy yatınca ben yine aynı. Ünlü fıkrada olduğu gibi du bakali nolcek. Bilmeyenler için fıkra burada , sizin için araştırıp nette buldum biraz değiştirlmiş ama aşağı yukarı özü bu

7 Nisan 2009 Salı

hastayım hasta

Dünkü yazımı yazdıktan 15-20 dk sonra burnum çeşme gibi akmaya başladı, boğazım da acıyordu. Hiç aldırmadım pazara gittim ama kazın ayağı öyle değildi, geri döndüm. Yarım saat kadar yattım, geri kalktım. Kuru patlıcan dolması ve kabak dolması yaptım, patates kavurdum, kek yaptım.
Gittim yattım. Gözlerim burnumdan daha fazla akmaya başladı ve bir çizgi haline geldi. Ev halkından uzak durayım dedim yatak odama gittim. Kocam geldi- ben biliyodum böyle olacağını, illede artistlik yapıcan güneş var diye hemen ince giyineceksin dedi. Bana ballı limonlu bi çay yaptı, bi de ilaç verdi aaaa iyi oldum. Ama yataktan çıkmadım uyur uyanık tv falan izledim. Gidin yanımdan dedikçe kızlar yanıma doluştu, bi de üstelik izlediğim diziyle ilgili o ne , bu kim, niye öle dedi diye soru yağmuruna tutup, beni zıvanadan çıkarıp yeniden hasta ettiler. Gece burnum tıkandı burun fısfısıyla arkadaş olduk. Sabak kalktım çay falan içtim , burnumun akması gitmiş, hafif tıkanık hala.
Bu gün arkadaşlarla okey oynayacaktık. Evden kati suretle gitmeyeceksin ültimatomu aldım. Arkadaşım kocasının beni gelip evden alacağını söyledi. Ben şimdi diyorum ki ev de kalsam ben yine iş miş bişe uydururum, en iyisi gidim çayım , çorbam önüme gelsin , bakım yapılsın he ne dersiniz kulağıma söyleyin ev halkı duymasın bi de akşam hastalığın tekrarlamaması garantisi istiyorum zira yarın da programım var:)))


notArkadaşlar son günlerde bloglarda akıllı blog ödülü mimi var. Biliyorum bir yerden gelip banada bulaşacak. Şimdiden çok teşekkür ediyorum. Lütfen bu konuda beni mimlemeyin. Seçim yapamıyorum ağzıma gözüme bulaştırıyorum ondan bundan kopya etmeye kalkışıyorum falan ..işte öle

6 Nisan 2009 Pazartesi

Ben, bu hafta sonu( zambak reçeli yüzünden yeniden düzenlendi)))))

Fena bir hafta sonu sayılmazdı. Bir tek Eniştemi ziyaret edince hüzünlendim. O ele avuca sığmaz insanın yatağa bağlı , konuşamadan sadece gözlerimizin içine bakması beni çok yaralıyor. Cumartesi bir Beyoğlu seferi düzenledim. Hava nasıl pırıl pırıldı. Giyindim kuşandım , güneş gözlüklerimi taktım fırladım evden . Ama o da ne, sahtekarrrrr. Meğer pırıl pırıl görüntüsünün altında buz gibiymiş. Üsküdar'a yürüyecektim vaz geçtim. Hemen bir arabaya atladım , sonra da motora bindim ver elini Kabataş. Ama heyhattt sayın okuyucu , kader ağlarını örmüştü bir kez. Finüküler çalışmıyordu. Zavallı turistler, tabi obnlara Kabataş'dan finüküler yoluyla Taksim'e ulaşacakları öğretilmiş. Şaşkın ördek gibi Taksim Taksim diyerek dolanıyorlardı. Ben de tünelin başında , bekleyip çalışmıyor diyen görevliye höykürdüm, ne yani bu mu dur. Çalışmıyor dedin bitti, insanlar da habire çoğalmakta. Telefon açtı , zırt diye Taksime servis yapacak otobüsler geldi. Ondan sonrası bilindik, Beyoğlu ekibiyle bağırış çağırış sohbet, çay kahve yeme içme. Eve biraz geç döndüm. Kızlar evdeydi, Gamsenin arkadaşı gelmişti. Naziş de yorgunluktan pes düşmüştü. Pesah dolayısıyla çok yoğun bir hafta geçirdi. Sınıf gezileri de eklenince çok yoruldu. Üstelik de pazar günü Pesah yemeğine katıldı. Neyseki salıdan sonra pazartesiye kadar bayram tatili. Tatmamız için Matsa ekmeği getirmişti, bir kaç gündür kahvaltımı onunla yapıyorum. Bizim yufkalara benziyor biraz. Pesah ve matsayı burada anlatmak uzun süreceğinden link verdim , üzerlerine tıklayabilirsiniz. Pazar günü yine erkenden uyandım saat 11 e kadar yatakta kitap okudum. Oyun okuduğum kitabın adı yazarı A.S Byatt. kitabın arka kapağında kitap hakkında şunları yazıyor.

Birçok okurun Booker ödülüne layık görülen Possession adlı romanıyla tanıdığı A.S. Byatt'ın bu romanında olaylar iki kız kardeş arasında geçer: Julia ve Cassandra, çocukluklarında kurmaca bir ortaçağ dünyasında geçen bir "oyun" geliştirmişlerdir aralarında. Oysa yetişkin yaşa geldiklerinde yalnızca kurdukları bu düşsel dünyayı geride bırakmak zorunda kalmamış, aynı zamanda birbirlerinden de kopmuşlardır. Bu kopmayı yaratan ise geçmişlerinden çıkıp gelen, ikisinin de bir zamanlar aşık oldukları bir erkektir. Her ikisini de kendi amaçları için yönlendiren bir erkek.

Her iki kardeş de, bir yandan zeki ve yetenekli, öte yandan kinci, kıskanç ve bencildir. Güzel ve hayat dolu Julia romantik romanlar kaleme alırken, akıllı ve ciddi olan ablası Cassandra Oxford'da öğretim görevlisi olan bir ortaçağ uzmanıdır.

Byatt'ın bütün yapıtlarında olduğu gibi, bu roman da simgelerle ve örtülü anlamlarla yüklüdür. Aslında asıl öykü Julia ile Cassandra'nın birbirleriyle ilişkilerinden çok, her birinin kendi kendisiyle olan ilişkisidir. Yazar belki de bizden düşlerde yaşamak ve yaşamdan fazla şey beklemek yerine, yaşamı bir oyundan farklı kılmamızı istemektedi
,

Kitabımı okurken ben çay ve tostla halletim işimi, çünkü kocam ve Nazlı gitmişlerdi. Gamse de kalkınca -Anne ben de bilgisayar da kahvaltı edeyim , bakacağım bir şeyler var dedi. O da harıl harıl plan , sunum hazırlamakta. Ekmekleri kızarttım birine krem peynir sürüp üstüne minik domatesler koydum, diğerine hafif tereyağ sürdüm , üstüne de bir kaşık zambak reçeli koydum. Açmayın gözlerini öle zambak reçelini anlatıcam yazının sonunda.Eniştemi ziyarete giderken , teyzemlere götürmek için mercimek köftesi ve irmikli pasta yapmıştım. Tabi eve de yapmıştım))). Onlardan da iki mercimek köftesi ve bir dilimde pastadan koyunca bizim kız bayıldı tabağa. Hepsini bir çırpıda yuttu da peynirliden bi tane daha istedi.



Sonra sonra Ben , görümcemin kızı Meral( O da benim kızlarla meslektaş) , görümcem, Canım Memo(görümcemin oğlu, küçüklüğünden beri birbirimize bayılırız. )) ve eşi Nilüfer ile Validebağındaki Adile Sultan Kasrına gittik. Sahtekarrr beni yine aldattı hava ve dondumm. Ya nası öyle pırıl pırıl olup da öyle dondurdu anlatamam. Ama inadına inadına dışarda oturduk. Zaten sonra da içerde yer kalmadı hehehehehe.İki saat falan oturmuşuzdur,Bir şeyler içtik, çok güzel kurabiyeler vardı. Yemeğe kalmayalım dedik kalktık. Görümcem yolda hadi bize gidelim , ben bişe anlamadım dedi. Ona gittik. Bize bir masa kurdu breh breh. Dondurucuda pide bile varmış , onlarıda fırına attı. Bi de sohbet patlattık , ısındık.

Şimdi gelelim zambak reçeli olayına. Biz kocayla evlenip, denizi olmayan yere gittik ya. Eski arkadaşlarım bilir, kar , boran fırtınagirmiştik kasabaya. İşte oraya giderken ailelerimiz bize çeyiz olarak sevdiğimiz yiyeceklerden de koymuşlar. Kocamın çeyizinden bu zambak reçelide çıktı. Ben bal kavanozu sandım, aynen bal renginde ve kıvamında çünkü. Ama kapağı açar açmaz o mis gibi çiçek kokusu beni çarptı, bi parmak ağzıma attım , tadı daha fena çarptı. Gül desem gül değil, bal desem içinde yapraklar var. Zambak reçeli dedi kocam. Kendi bahçelerinde açan zambaklardan yapıyormuş kayınvalidem. Ama biraz zor bir işlem, defalarca kaybnatılıp suyu değişiyormuş, yoksa acı oluyormuş. Sonra sıkılıp çıkarılıyor sudan yapraklar ve bal kıvamında kaynatılan şerbete atılıyor. Tabi bunun el ayarı falanda vardır. Ben hiç yapmaya kalkmadım. Kayınvalidemi kaybettiğimizden beri Eltim yapıyor hohooo ben bu elti lafına çok gülerim nedense. Neyse Nimet yenge bu konuda Kayınvalidemi hiç aratmadı. Ama sanırım onunla birlikte son bulur bu tat. Başka hi kimse yapmıyor çünkü. Bildiğimiz beyaz zambak merak edenler için. Uyy ne uzun yazı oldu bu , gittim ben ,iyi bir hafta sonu olsun. Yarın ve çarşamba günü programım var ondan sonra ne gele ne gele

Düzenleme-1 yorumlardan anladığım kadarıyla zambak reçeli güne damgasını vurdu. Tarifini az biraz yazdım. Aslında elimde zambak olsa ben bu tarife göre yaparım ayol. Bence deneyin korkmayın ama bizim zambakların kökü ooooo belki seksen doksan senelik , ilk olarak kim tarafından soğanları diklip , üretilip çoğaltılmış bilemiyorum. yani hiç bi kimyasal işlem gübre mübre , ilaç milaç görmemiş. O yüzeden bilemiyorum bu çiçekçilerdekinden olurmu. Hem ne kadar alacaksınız, bizimkilerin neredeyse zambak tarlası var, bi topluyolar ve reçellik yapraklarını ayırıyorlarki, kazanlar doluyor. Haşlayıp sıkınca da bir lokmacık kalıyor. Sonra da kızlara gelinlere torunlara torbalara birer kavanoz birer kavanoz dağıtılıyor. E aile de gittikçe genişliyor varın hesaplayın olayı hehehehe.İstesen de iki kavonoz düşmez ama arad bi torpil gördüğümüzü söylemezsem de ayıp olur))

Düzenleme 2. Ecenin dediği oldu, son 15 dakidır, kendiliğinden şıpır şıpır akan bir burna ve acıyan bir boğaza sahibim artık

3 Nisan 2009 Cuma

Ben bu gün,

Ben bu gün gözümü açtım ki aaaa Naziş dışında herkes evde. Kocam kendine izin vermiş:)), Gamse2nin boş günü. Du ben biraz daha yatayım yav derken aaa dedim bu gün can geliyo, Zuz ve Berfu'nun toplantısı var. Farkındaysanız Cancan çaktırmadan haftada iki gün gelmeye başladı :)))

Olsun be yav dedim, onlar ancak 11 e doğru gelirler, ama Gamse bendeki kıpırdanmayı fark eder etmez -Anneee ben çok açım dedi. Valla ben de açım dedim. Birer yeşil çay yanına da birer tost aldık. Cancan ta saat 12 de geldi. o gelene kadar biz ikinci parti kahvaltıyıda yaptık. Gamse babasının en sevdiği şarkıları sırayla çalıp onun uyanmasını sağladı)))

Öğleden sonra Cancan'ı da alıp dışarı çıktık. Baktık hava rüzgarlı, markete yöneldik. Böylece Can ilk market macerasını yaşadı çığlıklar ata ata dolaştık markette..Kocam bizi market sonrası ekti. Akşam eve de bi çuval balıkla geldi. Az kaldı kapıda tepeleyecektim O^nu ama neyse temizlettim dedi elimden kurtuldu.

Sonra Gamse tuturdu benim dizlerim tutmuyo , çok ağrıyo demeye daha doğrusu iki üç gündür diyodu da Volteren falan sürüyoduk. Baktık olmayacak babsıyla Dr a gitti. Artık o hastane zaten Gamse'ye çalışıyo. Tabi gidince Dr bunun tipinden anlamış, ağır botlar giyme senin sınavın mınavın yok mu onlara çalış demiş.

Akşam yemeği sonrası hadi çayı Ercüler de içelim dedik. Ercüyü bi çoğunuz tanıyorsunuz havuz maceralarından. Neyse gittik , Ercü Niksar'dan , Niksar Belediyesinin hazırladığı kitaplardan getirmiş, bizimkiler bütün gece boyunca o kitaplara baktılar biz de Banu ile sohbet ettik. Ben o ara bir demlik falan çay içmişimdir sanırım. Yani bu gece Kayhan'ın Haram Geceler şerkısı benim kimselere vermem.

Bu gece yeni bir kitaba başlıyorum ama henüz seçmedim. Naziş Ne kadar Agatha Christie varsa eve getirmiş , ama ben pek polisiye okumam okuduğum son polisiye sanırım Taş Meclisi ya da Kurtlar İmparatorluğuydu.

Şu anda radyoda bahça DUVARINDAN AŞTIM , SARMAŞIK GÜLLERE DOLAŞTIM diye çığıran bi kadın var. O kelimelerin büyük harfle yzılmış olması tamamiyle yenlışlık hehehehe, üşendim silip yeniden yazmaya. Anladığınız üzre cıvıtmak üzereyim, ufaktan ufaktan gideyim ben en iyisi.

1 Nisan 2009 Çarşamba

1Nisan şaka gibi nişan töreni ve hoş geldin KEREM BEBEK

Dün akşam kocam Lale iki saat sonra 1 Nisan deyince ben tam 30 yıl geriye gittim. Babamla Annem salonda, yani Aksaray Ordu Evinde 1 1-Nisan dan başka gün olmadığı için, o tarihe nişan töreni tarihini aldıklarını söyleyince , biz iki nişanlı adayı birbirimizin suratına baka kalmıştık.Nasıl yani dedik, insanlar şaka sanıp gelmezlerse.
Olmadı tabi öyle bir şey bizim taaa Ordu dan da gelen cümbür cumaat sülaleyle ve kalabalıklıkta bizden hiç de aşağı kalmayan kocamın sülalesiyle ve arkadaşlarımızla hıncahınç doldurduk salonu ve tam 30 yıl olmuş. Hadi nice otuzlara diyelim ve gelelim bu güne.

Zeya ile sabah 10 da Kadıköy- Haldun Taner Tiyatrosunun önünde buluştuk . Çocuklaçocuk'tan Özlem'in bebeği Kerem'e dünyaya hoş geldin demeye Şifa Hastanesine gittik. Nasıl şeker bir bebek. Upuzun simsiyah saçları var. Benim kızlarım bir yaşına geldiklerinde bile onun yarısı kadar saçları olmamıştı. Özlem'i de ilk kez tanıdık bu vesileyle, Annesiyle de tanıştık. Özlem hiç de yeni bebek sahibi olmuş biri gibi değildi maşallah ,kilo sorunu bile yok. Kısmete bak dedik biz bebeği Çocuklaçocuğun diğer ortağı Fulya'dan önce gördük)). Bebek şekerlerimizi de aldık kalktık. Özlem, zeya ve bana belli olmaz biz kaynar içmeye bile geliriz heheheh.

Özlemden ayrılınca zeya ile iskeleye doğru yürüyelim dedik ve Alkım kitapevine girdik. Ben sırada bekleyen 20 kitap var almayacağım biraz dolaşırım sadece dedim ama dayanamayıp A.S.Byatt'ın Oyun adlı kitabını aldım. İki kızkardeşin aralarında oynadıkları bir oyunu ve sonrasını anlatıyor.Arka kapak yazısı dikkatimi çekti. Yazarın daha önce başka kitabını da okumamıştım. Zeya'ya söylemedim ama kapak resminde biri zayıf diğeri kilolu iki kızkardeşin temsili resmi var . Gamse daha içeri girer girmez farketti, kapaktaki resmi. -Hani kitap almayacaktın elindekiler bitene kadar dedi. Bahanem hazır, promosyon vardı, kaçırmayayım dedim)). Ama promosyon işi gerçek valla. Gezen Kitap projesi için alıp bir kaç yere bırakmak istiyorum. Bırakacağım yerleri bile ayarladım. Bir tanesi İstiklal Caddesi girişindeki taramvay durağı mesela. Zeya dururmu O da iki kitap aldı ve Alkım önünde vedalaşıp ayrıldık.

Be deniz kıyısında biraz yürüdüm. Sonra da eve geldim ki Gamse açım açım çok açım diyor. Ben de acıkmıştım zaten hemen bir şeyler yedik. Şimdi biraz evi toparlayıp kızımla takılacağım...

31 Mart 2009 Salı

ondan bundan

Gezdim tozdum, okudum , izledim , pişirdim taşırdım ama canım yazmak istemedi nedense.
Sabahları mide ağrısıyla uyanıyorum, bir iki gündür belki ondandır. . Yedi sekiz yıldır unuttuğum bir şeydi ama hortladı birden. İlaçlarıma başladım ve bu gün nispeten daha iyi.

İstanbul bir kaç gündür daha sabahtan güzel bir hava vaad ediyor insana. Hadi dışarı dışarı diyor. Naziş dün Fethi Paşa korusunun açılışını yaptı. Çok güzeldi dedi. Bazen kışın da yürüyüşlere gidserdim ama bu kış hiç gitmedim. Bazen kızıyorum kendime burnumun bu kadar dibindeki bir güzellikten yeterince yararlanamadığım için. Mahallenin kadınları her sabah yedide yürüyüşe , spora gidiyorlar. Sabahları Spor Akademisinden spor hocası geliyormuş, aletler de var ama işte...

Cumartesi günü erkenden İlmiyem aradı, hava çok güzel gel balkonda çay içelim dedi. Yok karşıya geçiyorum dedim ama ne yaptı etti beni razı edip, fikrimi değiştirtti. Küçük bir operasyon geçirmişti onu kullandı bana karşı bi de pizzayı hehehe. Neyse bir de çok tatlı bir iş arkadaşı gelmişti Sema Hanım. Güzel güzel oturup sohbet edip çay içtik.

Pazar günü ise malum seçim. E iyi oldu, anladık ki kriz bize teğet geçmiş gerçektende. Kimse ağlayıp zırlamasın artık dinlemem . O kadar oyu tek başıma ben vermiş olmama dimi))


Prenses Günlüklerini okudum.Burada sözünü edeceğim Kastilya Prensesi Dona İzabel'in günlükleri. Sonradan İspanya Kraliçesi oluyor. Hayatında bir kara leke bir de yüz akı var. Kara lekesi engizisyon mahkemelerini kurdurmuş olması. Çocukluğundan başlayan günlüğünde o kadar naif , resim yapmaya çalışan, nakış işleyen, hasta annesi için o kadar endişelenen bir genç kızın engizisyon mahkemeleri kurdurmaya kadar giden hayatı. Ve de Kristof Kolomb'a verdiği destekle dünyanın seyrini değiştirmesi. Gerçi Kristof Kolomb onu bile din adına diyerek arazı ediyor. Yeni dünyadaki insanları da hristiyan yapmak için. İlginç bir kitaptı.



Her sabah kadife elbisemi giyip saçlarımı altın simli ağla toplayıp Portekizli elçi ile piskoposa tatlılıkla gülümsemek için hazırlanıyorum. Yüzüm gülüyor ama içim kan ağlıyor! Bu kadar iyi bir oyuncu olduğuma ben bile şaşırıyorum. Bütün bunları, henüz hakkında çok az şey bildiğim biriyle evlenmek için yapıyorum.

1400lü yılların ortalarında yaşayan prenses İzabel hem kaba saba bir adam olan erkek kardeşi Kral Enrique ile mücadele etmek zorundadır; hem de onu zorla evlendirmek istedikleri, Portekiz Kralı Afonsodan kurtulmak. Küçük prensesin mücadelesi zor ve acılı olur ama Amerikayı keşfeden denizci Kristof Kolomba verdiği destekle tarihin akışını değiştirir. Afonso ile değil, aşık olduğu Kral Fernando ile evlenmeyi başaran İzabel artık İspanyanın Altın Çağını yaratan bir Kraliçe, Amerika Kıtasının Anası olarak anılacaktır..



Bunlar dışında hayat bizim evde bildiğiniz gibi akıyor. Okula gidenler, işe gidenler, yoldan açım ne yiyeceğiz diye arayanlar. O, bu nerede diye soranlar. Pişenler taşanlar, gelenler gidenler, çalan telefonlar, kapılar. Hayatımıza acaip bir renk tat katan Can var bi de. Bu gün gelecek. Kokusunu almaya başladım bile. Ona okuyacağım kitapları hazırladım. Bi kitaba bakacak bi yüzüme arada bir de çaktırmadan tadına .

Hadi gittim ben kahve saati....



Not. Anam bu yazıyı ben size Pasifikten yazıyorum. Ne ettiysem ayarlayamıyorum saati.Hep pasifik saatine göre yazım çıkıyor. Bakın şimdide yazım pazartesi yazıldı çıktı hehehe idare edin.


Not.2-Zuhal Olcay'ın o buğulu , hüzünlü bakışlarının nedeni makyaj alerjisiymiş. İnsanın kendine ettiğini kimse edemez derdi annem ne doğru dermiş.