Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

9 Ağustos 2012 Perşembe

Sensiz


Bu yıl Ordu' yine sensizdi Anne...
Sevdiğin denizlerde denize girdim... yürüdüğün yollardan yürüdüm. Köye gittiğimizde hiç tanımadığım yaşlı bir kadın bana; Bize , Mesture'nin hatırası dedi.Fındıklar olmuştu artık. Bir tane bile yemedim.Bilirsin sevmem. Çam ağacının altına yattım, uyudum harmanda... Rıhtım boyu yürüyemedim bu yıl, vakit olmadı, ama balkondan rıhtımlar boyunca baktım senin için de... Yengemle , sabah kahvemizi denizlere, sahillere , Boz Tepe'ye baka baka içtik.Sen hep derdin ya, Uludağ gibi buraya da teleferik yapılsa diye valla yapıldı artık. Bu yaz, çaya kahveye bile Boz Tepe'ye çıktım. Hem de teleferik istasyonu evin karşısına yapıldı.
İlk torunun evlendi, Burcu... Nasıl güzel bir gelin oldu... Vasiyetin üzerine incini taktım boynuna.Doğa güller serpti ablasının yürüdüğü yollara...Metin kızlarıyla nasıl gururluydu, gözlerini görmeliydin.

Zuhal, nihayet hayalini gerçekleştirdi ve Cunda'da bir pansiyon açtı... Tam senin zevkine göre herşey. Hatta senin el işlerinden de koymuş , görenler çok beğeniyormuş

Nazlı ve Gamze en sevdikleri işi yapıyorlar.Okula kurabiye götürürdün ya, belki şimdi de götürürdün kimbilir...Şimdi de öğrencileriyle paylaşırlardı.

İstanbul sen gideli daha karışık, daha kalabalık ve daha sıcak. Sen İstanbul'a ilk geldiğinde hani tanıdığın bir kuş bile yokmuş ya, ne çok gülerdim bu sözüne... Yazlık, hafta sonları dolup dolup boşaldığında derdin en çok da:))Şimdi İstanbul'un martıları , kedileri, sokaktan geçen eskicileri bile tanıdık, her semtinde oturan bir arkadaşım, bir kuzenim bir ahbabım var. Fındıkzade'ye gitmedim uzun zamandır. Birgün Zeki ile evin karşısında ki ''Goralı'' ya gidip nostalji yapacağız.

Sen gideli tam 14 yıl oldu...Bizi merak etme iyiyiz ama çok sensiziz...

Ev Erkeği... Her eve lazım

Bugünün yazısı burada:))

yorumlarınızı yazarsanız sevinirim.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

işte böyle böyle


Bizim dünümüze damgayı yine olimpiyatlar vurdu. Potanın Perilerini yüreğimiz ağzımızda izledik,Melissa May ile sevindik, Nevin Yanıt'dan bir madalya bekledik ...olmadı ama Türkiye rekoru geldi hiç olmazsa...

Bugünkü filmim Balkan sinemasından Sessiz Düğün...Nunta Muta...Silent Wedding
1953 yılında, komünist yönetim altındaki bir Romen köyünde genç çiftler evlenmektedir. Eğlencenin dorukta olduğu ve acı olayları bile gülerek karşılayabilen bir halk, Sovyet lideri Stalin’in ölümüyle ulusal yas ilan edilmesi sonucu eğlenmeyi bırakır. Bu sırada düğüne müziksiz ve çalgısız devam edecek olan insanlar, ilginç bir düğün yaşayacaklardır.
Filmi daha önce de izlemiştim ama Kocamla bir kez daha izledim.Hatta baktım şimdi, 13 eylül 2010 da izlemişim:))Filmin en önemli sahnesi düğün sahnesi...kadeh tokuşturulmadan önce bardakların bezlere sarılmış olması, gelinin babasının gürültü yaptıkları için çatal bıçakları toplatması, çoluk çocuğun ağzının bağlanması, çalgıcıların çalıyormuş gibi yapması vs. hele bir "kulaktan kulağa" var ki bu kadar olabilir dedim.Ha bir de filmin başlarında bir ütü yapma sahnesi var, en favori sahnem diyebilirim.Evet bu filmi izlenilesi filmler kategorisine koydum.

Bir de biz şimdi böyleyiz


ama eskiden böyleydik:))
Birbirimizin en mutlu anlarında en acılı anlarında hep birlikte olduk hatta büyüklerden bile daha çok diyebilirim. Birlikte çok eğlenen hatta çılgınca eğlenen bir ekibiz gördüğünüz gibi yaş ortalamalarımız aynı gibi. Aramızda birer ikişer yaş var neredeyse... Ben bu ekibin en büyüğüyüm. En son Cucu'nun düğününde hep bir araya geldik. Bundan sonra ki randevu kimbilir nerede ve ne için...

7 Ağustos 2012 Salı

bir film bir kitap sonrası falan filan



Dün bir film izledim, adı;Daima Mutlu...İnadına, inadına mutlu olanların filmi...Herkesin hayata karşı duruşu başka... Kimi endişeli, kimi öfkeli, kimi alaycı kimi başkalarının felaketlerinden mutlu olarak bakar hayata...Polly , sıradan bir İngiliz vatandaşı günlük yaşam içinde karşılaştığı zorlukları aşma çabaları değişik. Hatta izlerken biraz gıcık olabilirsiniz bile. Bisikleti çalındığında- aaa vedalaşamamıştım bile der mi? insan... Çalana şöle sunturlu, en yakası açılmadık küfürleri savurmaz mı? belaları arka arkaya sıralamaz mı?...Ben şahsen öyle yapardım ...Film; 2009 yılında en iyi senaryo dalında Oscara aday gösterilmiş diyelim ve bu konuyu kapatalım.


Ev Erkeği bitti ama bu kitap hakkındaki düşüncelerimi Kitap Okuyan Kız'a yazdım. Okursanız sevinirim. Kitap umduğumdan da iyi çıktı. Bilindik bir konu dedim ama işleniş biçimi, bir dizi film, ya da bir sinema filmi olur bundan dedirtecek kadar güzeldi.

Bu sabah herkes uyurken, ben başka bir kitaba başladım ve yarıladım bile...Leylak Dalıcım'ın geçenki postasından çıktı... Bana her gelen postadan komşuda pişer bize de düşer hesabı kızlarda sebepleniyolar:)O gördüğünüz defter kapağı geçen yaz, Leylak'ımın İstanbul seyehatinde bir Fransız turistin bana attığı omuzun simgesi:)İstiklal cadesinde tam tramvaya binerken bana bir omuz atıp önüme geçip tramvaya binmişti ama, öbür taraftan da inmek zorunda kalmıştı:)Bizim Leylak bu defteri görünce ahanda Lale demiş, ben de görünce o günü hatırladım zaten.Bu arada laf karıştı:) başladığım kitap resimde de görüldüğü üzre ''BANGIR BANGIR FERDİ ÇALIYOR EVDE''...

Kitap okuma , film izleme koca ile Olimpiyat izleme dışında, kış hazırlıklarım var... Bugün türlü hazırladım mesela, biraz fasulye, bir kabak, bir havuç, domates ve sivri biberden oluşan torbalar hazırlayıp attım dondurucuya... Sıkışınca altına etli ve soğanlı Türk usulü harcımızı yapar, bir tane de patetes doğrar, en üste de bunu oturtur pişiririm sonra giderim okeye akşam eve gelince de yanına bi pilav bir de salata çektik mi al sana akşam yemeği...

Haydiii gittim ben

5 Ağustos 2012 Pazar


Bugün Naziş sabah erkenden, Koca'da öğleden sonra firar edince Gamse ile evde kaldık başbaşa... Önce bana bir sürü seçenek sundu, sonra bir şey dememe fırsat vermeden hepsine bir bahane buldu derken neredeyse akşam oldu. Akşam yemeği için ne yapalım derken hadi balık yapalım dedi. Birlikte Üsküdar Balıkçılar çarşısına gittik. Balıklara baktık, levrek yapmaya karar verdik. Deniz levreğinin Ordu-Perşembe'den geldiğini söyledi balıkçımız:)) Levrek , tanış çıktı yani...

Eve gelince yeniden yıkadım balıkları ve iftara bir saat kala fırına attım. Bigoş'un gönderdiği defne yapraklarından da attım bir kaç tane üzerlerine...Balıklar pişince arkasından da fırın helvayı saldım fırına...E salatasız da olmaz , balıklar pişerken salatamızı da yaptım, oldu bitti.Bu ara salatalarımızda,limon yerine, Kemal Kükrer ballı elma sirkesi kullanıyoruz. Bal, sirekenin, asidini mi? kırıyor nedir, inanılmaz bir lezzet katıyor salatalara. Bir denemenizi öneririm.

Olimiyatlar başladı başlayalı, sadece yarışmaları izliyoruz. İzliyoruz da, aman bizim sporcular, bizim mahalleden geçmesinler. Kocamın bir iki sorusu var onlara...Şu, üzerimizde çok baskı var, ondan kazanamıyoruz lafının hesabını soracakmış. Bi tek sizde mi var bu baskı, turistik geziye gittiniz, Londra güzelmiydi gibi sorular hazırladı. Bakın soruları verdim , torpilinizi de yaptım ona göre.

Şimdiden uyarıyorum kış geldiğinde aman yaz gelsin , yaz gelsin diyenler bir iki çift lafım olacak. Her zaman sözümdeyim iki hafta yaz yeter de artar bile. O da kararında bir sıcaklık ve ben tatilde olduğum zamanlar olabilir:) Millet sıcak dedikçe ben oh, bizim ev püfür püfür diyordum bir haftadır klima altı cam cam, öpsün bizi ''Cancan' vaziyetlerindeyiz. Salonun şeklini bile klimaya göre ayarladım.

Şimdilik bu kadar, gittim ben...

4 Ağustos 2012 Cumartesi

öneriler falanlar filanlar


Şu an itibariyle, gök gürlüyor, yağmur yağıyor. Kulağıma en güzel şarkıyı dinliyormuş gibi geliyor yağmur sesi ve ona eşlik eden gök gürültüsünün sesi... Dün de bir ara böyle oldu hemen kendimizi dışarı attık. Hem iftarı evde hazırlanmadan ''Kete'' de yaptık . Burası Capitol2ün içinde ama insanı AVM havasından uzak tutan bir yer. Merdivenle çıkıp, o ortamdan uzaklaşıyorsunuz hem de yeşil alana bakıyor. Camlarda açık olunca bir an bir al alış veriş merkezinde olduğunuzu unutuyorsunuz. Özellikle sarma Beytisini ve zencefilli limonatasını tavsiye ederim.Sonra biraz da ''Englishome'' alışverişi yaptık. Tekstilde üstlerine rakip tanımam, hem fiyatları iyidir hem de tasarımları. O koca koca İngiliz güllü tasarımlarını çok severim. Kullandığım çarşaftan, yastık kılıfına hatta kalemliğe, hatta saklama kutularına hatta kalemliğe kadar :)) Valla bu iki firmadan reklam parası falan talep etseydim keşke:))) Ama bu blogun misyonu birazda nerede ne yenir, nerelerden alışveriş yapılır, ne izleyelim ne okuyalıma döndü . Mail yoluyla aldığım geri dönüşler biraz böyle olduğunu gösteriyor. Sizler memnunsanız ben de memnunum bu hal ve gidişten...
Capitol'e gitmişken, Capitol Dilek Ağacı kampanyası için dileğini gerçekleştirdiğimiz çocuğun hediyesini de teslim ettik. Bu Capitol'ün geleneksel hale getirdiği bir kampanya, dilek ağacından alacağınız gibi internet üzerinden de seçebilirsiniz. Geçen yıl Mardin içindi kampanya bu yıl Nevşehir ve köyleri için. Bu yıl dilek sayısını bire indirmişler. Geçen yıl üç dilek hakkı vardı bir çocuğun, siz ister hepsini isterseniz dilediğiniz birini seçiyordunuz hatta bizim miniğin istekleri o kadar küçüktü ki hepsini gerçekleştirebilmenin sevincini yaşadık. Bu yıl kızların yüzde sekseni Barbie bebek, oğlanlar bisiklet istemişler.Hediye paketinizin içine bir de ona hitaben mektup yazıyorsunuz. Hediyesi eline geçen çocuk da size mektup yazıyor.

Ramazan akşamları yemekten sonra rehavet çöküyor yayılıp kalıyoruz ama geçen akşam Naziş bizi hareketlendirdi, hadi kalkın Adile Sultan'a gidiyoruz dedi. Fasıl dinleyerek içelim çayımızı kahvemizi... Öyle de yaptık. Adile Sultan Kasrı Hababam Sınıfı filmlerine palato görevi yapıyordu bir zamanlar şimdilerde Öğretmenevi olarak hizmet veriyor. Ben her gittiğimde şimdi bir yerlerden İnek Şaban ya da Güdük Necmi çıkacakmış hissine kapışırım ya da Kel Mahmut şimdi merdiven başına çıkıp elindeki zili sallayacak:)) Fasıl da iyiydi, kızları pek açmadı ama karı koca bize iyi geldi...

Ve yeni bir çocuk doğdu blog dünyasında http://fincandakimucize.blogspot.com/ inter aktif bir blog hehehe yani fotoğraflar ve yazılarla sizinde katılabileceğiniz bir blog. Gönderin resimlerinizi yazılarınızı paylaşalım.Ben iki yazı yapıştırdım bile şak diye:))Ece, Zero, Leylak Dalı ve Bendeniz tarafından oluşturuldu... Güzellikler sadece anılarda kalmasın diye...




Kitapta hala Ev Erkeğini okuyorum beni ayıplamazssınız umarım:))) Aç maymun oynamaz hesabı:)))

2 Ağustos 2012 Perşembe

Köker Üçlemesi

Son iki günü İran'ın dünyaca ünlü yönetmeni Abbas Kiarostami'nin bu üçlemesine ayırdım. Bu yönetmenin anlatımında ki basitliği ve doğallığı çok severim. Filmlerinde genelde gerçek kişiler kullandığından olsa gerek, başınızı çevirseniz filmden birini görebileceğinizi sanırsınız.

Kiyarüstemi'nin bir çok filmi Avrupa'da alkışlanırken İran Devleti, yönetmenin filmlerinin memleketi İran'da gösterilmesine izin vermeyi reddetti. Kiyarüstemi(okunuş şekli) buna, "Hükümet geçtiğimiz on yılda hiçbir filmimi göstermemeye karar verdi. Bence filmlerimi anlamadılar ve yalnızca istemedikleri bir mesajın ortaya çıkması olasılığına karşı gösterilmesini önlediler." sözleriyle karşılık vermiş...

Bu yönetmenin daha önce izlediğim ; intihar olgusunu anlattığı filmi ''Kirazın Tadı''nı ve ''Kaplumbağalarda Uçar '' ı da daha önce önermiştim size zaten. Eğer atladıysanız bu iki filmi de de bir yerlere not edin...




Arkadaşımın Evi Nerede; Üçlemenin ilk filmi... Bir vicdan ve dostluk anlatısı...Filmi izlerken İran köylüsünün sosyolojik ve kültürel yaşamını da izleme fırsatını buluyorsunuz , zorluklarla mücadele etme şeklini de tabi...Konusu kısaca, öğretmenlerinin ödevleri mutlaka deftere yapılmasını istediği sınıfta, arkadaşının defterini yanlışlıkla eve getirdiğini farkeden Ahmet'in komşu köyden , okula gelen arkadaşına defteri ulaştırma çabaları...Çocuk masumuyetinin şiirsel bir dille ancak böyle anlatılabilirdi. Yönetmenin aynı zamanda şair olmasının bize getirisi bu anlatım tarzı olmuş.

Üçlemenin ikinci filmi; ''Ve Hayat Devam Ediyor''...
1990 yılında ki İran depreminin ardından, bir baba ve oğlu'' Arkadaşımın Evi Nerede?'' filminin iki çocuk oyuncusunun akibetlerini öğrenmek için Kuzey İran'a doğru yola çıkarlar.Yolda bu iki çocuğun memleketinde,depremin onca yıkımına karşın, yaşamında olanca haşmetiyle sürdüğünü görürler.Bu film aynı zamanda bir yol filmi olma özelliğini taşıyor. Bu filme bir yaşama övgü filimi desek hiç yanlış bir tanımlama yapmış olmayız.'93 Sao Paulo Film Eleştirmenleri Özel Ödülü ve 93 Rimini Özel Ödül, Rimini Kenti Ödülü almış..


Üçlemenin son filmi; ''Zeytin Ağaçları Altında''
Bu filmde de yönetmen, sanat ve yaşamın birbiriyle ilişkisini irdelemiş.ilk film Arkadaşımın Evi Nerede'nin çekim öyküsüne dayanan ikinci film Ve Yaşam Sürüyor'un yapım öyküsüyle ilgili bir film olmuş...

Bu üçlemeyi izlemenizi şiddettle öneriyorum...İzlenmesi mutlaka gerekli filmler kategorisine koydum.