Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

21 Mart 2016 Pazartesi

İnadına bahar bahçe

Etrafımıza korkudan duvarlar çekip, bizi evlerimize kapatmak isteyenlere inat sabahtan çıktık evden.
Bizim oraların "evvelbahar"ydı dün...Evvel baharda açık havaya çıkılır, evlerde hiç iş yapılmaz, bahar karşılanır hoşluklarla gelsin diye.
 
Nasıl böyle olduk, ne olacak halimiz dediğimiz günlerden geçiyoruz. Her yanımız ayrı bir acı, denizlerimiz çocuk cesetleri atıyor kumsallara...Yaz gelse de uzansak şezlonglarımıza, kitaplarımızı okusak sıcaktan bunalınca serin sularına atlasak dediğimiz kumsallara, denizlere...
Bu arada durmayan, durmaması gereken bir hayat var.
Geçtiğimiz  perşembe günü yolum, kendi yolculuğuna bizi ortak eden @ethelmulinas ile @tavsiyeevi 'nde kesişti.  Tesadüfleri iğne deliğinden geçiren kader bu buluşmayı tam da benim diyete girdiğim bugünlerde ayarladı.

 😍Ethel Mulinas 158 kilodan 85 kiloya düşme başarısını göstermiş ve bunun yapılabilirliğini de yoğun bakımdayken yazdığı hikayesiyle anlatıyor bizlere. Bunu anlatmayı ise kendi sanatıyla anlatmayı seçmiş doğal olarak.  Yaşadığım acıları tatlı yiyerek bastırmaya çalıştım ve yıllar içinde bu kiloya ulaştım diyerek bize aslında kilo verişini değil yaşam yolculuğunu anlattı.
 Oyunun hikayesini kendi yazmış, Murat İpek oyunlaştırmış ve Çiçek Dilligil'de sahneye koymuş.
Oyunun biletleri biletix de 55 TL, gişelerde 45 TL.... Ammaaa oyunu görmek isteyenler adını bana bırakırsa , adınız gişeye bırakılacak ve 35 liraya izleyeceksiniz.
Bu arada diyetteyim demiştim ya, 3kg verdim 17 günde, hedefim ayda 5 kg verebilmek. Diyetisyenimin verdiği listenin dışına asla ve kat'a çıkmıyorum ve bol bol yürüyorum.Yürümediğim günlerde evde kondisyon bisikletinde açığımı kapatmaya çalışıyorum.

Geçtiğimiz hafta  biri sinemada biri evde olmak üzere iki film izledim.
Sinemada izlediğim "Annemin Yarası" nı çok beğendim. Bosna- Hersek ve Sırbistan'da çekilen filmde savaş sonrası acıları anlatılmıştı. Ozan Güven, Belçim Bilgin, Meryem Uzerli ve Okan Yalabık hepsi hepsi muhteşemdi ama genç oyuncu Bora Akkaş'da yanlarında hiç ezilmemiş rolünün  hakkını vermişti.



Evde  izlediğim film ise Waitress- Garson Kız, yine çok beğendiğim bir film oldu. Çalıştığı yerde yaptığı birbirinden lezzetli turtalar yapan genç kadının, çok kıskanç ve bu kıskançlığı şiddete vardıran kocası ve kasabaya gelen yeni doktorla aralarında başlayan aşkı, turta dükkanındaki çalışanlarla ilişkileri  var filmde.Alt metinde ise bir kadının özgürlük arayışı, kendine ait bir hayatı istemesi verilmiş.




Geçtiğimiz hafta Ayla Kutlu'nun son kitabı olan "Yedinci Bayrak"ı okudum.Osmanlının, Balkanlardaki topraklarını kaybederken oralarda yaşayan Türk Halkının çektiği acıları kaleme almış bu kez Ayla Kutlu.Savaşın acıları, yok ettiği yaşamlar, parçalanan aileler ve savaşın önüne katıp oradan oraya sürüklenen insanlar. Ne acıdır ki tarih bize hiç bir şekilde ders olmuyor ve dünya hala savaş çığlıkları ile inliyor.

Şu an da okuduğum kitap Kaderin Kızı/ İsabel Allende...Şili'de geçn daha sonra California'ya uzanan hikayede, bir sabah evinin önünde sandığa bırakılmış bir bebek bulan Rose bu bebeği annesi gibi büyütür. Kitapta; Sevdiği adamın evli olduğunu öğrenip ağabeyinin aralasına düşüp Şili'ye gelen Rose  ve bir zamanlar Amerika'yı saran altına hücum yılları ve dünyanın dört bir yanından altına hücum eden serüven düşkünleri arasında sevdiği adamı arayan Eliza'nın yaşadıklarını anlatmış  bu kez de İsabel Allende...



 Hayde bitti, şimdi gideyim mutfakta rengarenk biberlerden yaptığım dolmalarım pişmek üzeredir,yakıp da akşama milleti yemeksiz bırakmayayım. :)
 

14 Mart 2016 Pazartesi

Neydi Normal




 Bugünkü blog yazısında sizlere yine okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden, gezmelerden tozmalardan söz edebilseydim keşke. 
Ama ne yazık ki coğrafi kaderimiz yine  hayatımıza ket vurdu. Bir daha ne zaman  normal oluruz bilemiyorum.Bu memlekette yaşamak gerçekten çok pahalıya mal oluyor bizlere.

16 yaşındaki karaciğer yetmezliği olan çocuğu için Ankara'ya taşınan ona karaciğerini veren, hastalıktan kurtardım teröre kurban verdiim diyen babayı, oğuma bir şey olduysa yakarım bu memleketi  diyen anneyi, Oğuzcan'ı, 15 yaşındaki Eray'ı  unutacak mıyız biz.  Tek suçu oğlunun maçını izlemeye gitmek olan babanın, oglu nasıl normal yaşamına dönecek.

Biz bu nasıllarla nasıl yaşayacağız.



4 Mart 2016 Cuma

Mart

Bu sıralarda, sabah kalkar kalkmaz pencereye koşuyorum.Çünkü bu güzellikler bir kaç günekalmaz kaybolur.İnşallah mart iyi davranır onlarada donmazlar. Dantelden bir gelinlik giymiş gibi bu ağaçlardan gözümü alamıyorum.
Hep derim ya ben mahalle hayatına kurgulanmışım, her sabah kızlar okula giderken onları görüp arkalarından dua ettiğini söyleyen bakkal kadın, çatıya çıktığında bizim DigiTürk kablolarının çürüdüğünü görüp  bir daha servis çağırmasınlar diye bizimkini de değiştirip hiç bir ücreti kabul etmeyen Artur Bey, hala ağaçlara tırmanan çocukların olduğunu görebilmek mahalle yaşamının bize kazandırdıkları. Foto bizim mahallenin kahvesinden.
,

Mart ayında yeni bir başlangıç yapıp diyete başladım. Diyetisyenimin verdiği listeyi harfiyen uyguluyorum şimdilik... Rejim delmenin  tüm inceliklerini tüm üç kağıtlarını bildiğim için listeyi kocamın eline tutuşturdum ve bana askeri disiplin uygula dedim. :) Yürüyüşler yapıyorum. Telefonumda bir programım var sürekli hedeften uzaksın gayret etmelisin diye mesajlar veriyordu bana ama bugünlerde hedefi aştın diyerek kutluyor, Havalar biraz daha düzelsin deniz kıyısındaki yürüyüşlerime başlar orada denize uzanan taraçalarda keyifli kitap, çay molaları ile kendimi motive ederim.
Diyet demişken diyete başlamadan önceki son akşam elmalı kek  yapıp son bir ziyafet verdim  kendime...Bunu ilk kez denedim, şahane oldu ama uzun bir süre daha yapamam sanırım. Banu'dan aldım tarifi. Hatta fotodaki onun yaptığı, kendi yaptığımı fotoğraflamayı unutmuşum.Tarifi Facebook da Seferberlik Yemek Tarifleri sayfamda var.

Red Work kadın serimi bitirmek üzereyim bir tane dikiş diken kadın işleyeceğim tamam. Kırmızı renkle çerçeve ile çerçeveletmeye karar verdik ailece... Kocam ve kızlar gözümüzün önünde olsunlar, görelim dediler. Pek beğendiler çünkü...

Geceleri yatakta radyo tiyatrosu dinlemeye devam, tavsiye ederim. Günlük düşüncelerden sıyırıyor insanı...İnternette   eski radyo tiyatrolarının hepsi var. TRT nin sitesinden takip etmenizi öneririm, diğer siteler araya reklam almışlar. Youtube dan abone olursanız yeni eklenenleri mail adresinize gönderiyor. TRT1 de de gece 001 de radyo tiyatrosu yayınları var.

Radyo tiyatrosu demiş size nostalji rüzgarları estirmişken, yeniden ajandaya günlük notlar almaya başladım. Bir kaç yıldır tablette bir  günlük ajanda, not defteri  tutuyordum ama bunun keyfi de bambaşka... 
Nostalji nostalji demişken, bundan bir kaç gün önce ilkokul, ortaokul arkadaşım Jale alttaki fotoğrafı gönderdi. Size basketbolcu Lale'yi takdim ederim. :) Ayaktakilerden, sağdan ikinci üç numaralı oyuncuyum. O zamanlar saçlarımı hep böyle iki yandan bağlardım. O yıl şampiyon olmuştuk ve bizi çok beğenen Ordu Lisesinin çalıştırıcısı bizim takımı olduğu gibi almıştı.  Neyseki iki dönem oynamak kısmet oldu,  lise takımında.Sonra biz yeniden döndük İstanbul'a... Takımdan dört kişi İle hala görüşüyoruz, Jale, Nurgül ve Gülden...Zaten hiç ayrılmazdık. Jale hemen benim önümde oturan sağdan ilk oyuncu... Yine oturanlardan soldan ilk oyuncu Gülden yanında ki de Nurgül.

i


Ay hüzünlendim ben bi hadi dağıtalım bu havayı..

İki güzel film izledim bu hafta ilki Aşk Zamanı... Müzikleriyle, çekimiyle şiir gibi bir film. Aynı apartmanda oturan bir erkek ve bir kadın eşleri sürkli yurt dışında olduğu için birlikte vakit geçirmeye başlarlar ve eşlerinin birlikte olduğunu anlarlar...Bu kadar diyeyim ben size...

İkinci filmden de çok keyif aldım.Gişede hezimete uğradı gerçi ama tam bir Yeşilçam filmi havasında ve renklerinde...Türkan Şoray'ın yönetmenliğini kızı Yağmur Ünal'ın yapımcılığını yapıp hem de rol aldığı Uzaklarda Arama... Kasabaya yeni açılan pavyonla  kasaba halkı  pavyonda çalışan kadınlara cephe alır.Hikaye kasaba yaşayanları ve bu kadınlar arasında geçiyor.

Haydi biraz da kitap

Bahçede felsefe, Jane Austen, Sartre gibi 10 ünlü yazarın doğa ile ilişkilerini anlatan bir kitap. Jane Austen' in bahçesiz bir yerde yaşarken yazamadığını, Sartre'nin bakımsız bir parkla karşılaştıktan sonra hayat boyu süren bir "Bulantı" ya yakalanışını anlatan ilginç bir kitap
"Sinek Isırıklarının Müellifi"nde en sevdiğim kitap kahramanlarından Cemil,insanları ikiye ayırır.Vüs'at O Bener okuyanlar ve okumayanlar olmak üzere.
Bu aralarda uykum kaçtığında öykü kitabı okuyorum.Böylece bölünmüşlük duygusu olmuyor.Dün gece dinlediğimiz radyo tiyatrosu heyecanlı çıkınca uykum geleceğine tüm hücrelerim ayağa dikildi sanki.  İşte o zaman Vüs'at O Bener'in öykü kitabını aldım elime.  Havva adlı öyküsünde halıdaki beyaz kuşu kesip çıkaran besleme Havva'yı anlatır.  Kitabı okuyan Diyarbakır'da ki bir lise öğretmeni bu hikayeden çok etkilenir ve öğrencilerine mektup örneği yaptıracağı derste önce bu hikayeyi okur sonra da hepsinden Havva'ya mektup yazmalarını ister. Daha sonra bu mektupları Vüs'at O Bener'e gönderir. Bu mektuplar kitap olur ve orjinalleri YKY sergi salonunda sergilenir.  


Foucault'u sayıklamak; bana Macera kitabım blogunun sahibesi Özlem'in geleneksel yeni yıl hediyesiydi. Her yıl Leylak Dalı ve onun bana ne kitap seçeceğini heyecanla beklerim. Çok beğendim kitabı...Foucault'un etkisindeki bir başka yazarı araştırmak isterken onun etkisi altına girip hayatı tamamiyle  değişen bir doktora öğrencisi ve kız arkadaşının akıl hastanelerine kadar uzanan hikayeleri...Satırlar arasındaki kişiye dokunmak ister misiniz bazen , işte bu kitap  tam da o...

Tamam tüm kültürel etkinlikleri bitirdik. Şimdi de geçen gün yaşadığım bir güler misin ağlar mısın hikayesiyle vedalaşalım...
Çarşamba günü okey grubumla buluştum.
Okeyde hiç şansım yaver gitmedi.Gelirken yağmur tepemden boşaldı, taksi bulamadım.İskeleye kadar tahminen 2km yürüdüm. Halimi gören dolmuş kahyası şemsiyesini bana verdi. Yanımdaki kıza sen  de gel dedim, geldi. Sonra da beni hep ıslatıyorsunuz dedi. Bir çalım bir eda şemsiyenin altından çıkıp yağmur altında sucuk gibi ıslandı.  Ben de dedim ki şemsiyeyi al, ben arkadaki dükkanların tentesi altına giderim dedim. Kahya da orada bekliyordu. Bu küsmüş bana, yok dedi. Ben de senin için yapmıyorum. Ben zaten gidiyorum dedim. O zaman sahibine ver dedi. Anladım ki çok küsmüş bana. 
Ha o sırada, ben durağa yürürken bi kadın, Bağlarbaşı dolmuşu nereden kalkıyor diye sordu. Ben de ona gidiyorum dedim, peşime takıldı. Hızlı hızlı yürürken, bir taraftan da beni kaybetmesin diye arkama bakıyordum. Dolmuşu beklerken o da tente altına sığınanlardandı. Neyse dolmuş geldi, bindik.Bu demesin mi, araba gelmiş, beni çağırmadan bindin. Hasbinallahhhh dedim içimden.
Şöfor soruyor buna, abla neresi parası alıcam, bu-bilmiyorum görünce inicem. 
Eve geldiğimde kirpiklerimden su damlıyordu ama yeni demlenmiş çay vardı.
Tek tek  gelin anacım, bakın nasıl dövüşüyorum...
Hadi gittim ben, görüşmek üzere diyelim.




25 Şubat 2016 Perşembe

İşte geldim burdayım :)

Dün geceden başlamak istiyorum yazıma, zira çok keyifliydi.Dün gece kitap kulübü gecemizdi. Ayda bir kez ,ayın son çarşambası Kazım Karabekir Kültür Merkezinde toplanıyoruz ve kitaptan, bizden, herşeyden konuşuyoruz.Dün akşam ki kitabımız Seyrek Yağmur/ Barış Bıçakçı idi. Başlarken hepimiz kitabı çok sevemediğimizi söylesek de konuşurken bir de baktık ki sevmişiz.En güldüğümüz, en hüzünlendiğimiz bölümleri konuşurken özellikle farkettik bunu.  Gelecek ayın kitabını seçerken biraz zorlandık ama sonu da Kaderin Kızı/ İsabel Allende olarak karara vardık.

Bugünlerde çok hamaratım ben :)" red work" e merak sardım. Google'den ve pinterestden bulduğum modellerden  yararlanıyorum. Zaten red work yazdınız mı yüzlerce örnek çıkıyor karşınıza. Dünyada baya meraklıları var. Çok basit, annelerimizin iğneardı dedikleri stille işleniyor. Ben akşamları televizyon izlerken bir taraftan da fiti fiti iş işliyorum. :) İlk başladığımda evdeki malzeme ile başladım, etamin üzerine , etamin iş orlonu ile işledim. Bir de ayrıntılı model seçmişim, Ali Babanın çiftliği ay o tavukların horozların ibikleri, tüyleri beni deli etti. Sonra Üsküdar' a inip ekru keten, sekiz numara kırmızı fındık kuka aldım. Henüz ne yapacağıma karar vermedim. Belki bu kadın konseptini çerçevelerim bir duvarada sergilerim. Çiftliği bez çanta üzerine dikmeyi düşündüm. Yastı yaparım, bu kadınları, kumaş üstüne yerleştirip, bakalım işte.... Yapmak isteyenler için tarif edeyim. Modelinizi çoktı alın. Kağıdı kumaş üstüne iğneleyin, araya da karbon kagıdı koyun ve üstten ince bir kalemle çizin.Ben önceleri mavi karbon kağıdı kullandım ama bu yola baş koyduğumu gören koca, bana kırmızı karbon kağıdı buldu.

Haydii  biraz da film, en son iki film izledim. Biri ne zamandır kitabını okuyup da filmini izlemek istediğim Düşlerin Terzisi idi. Kitabı okurken ya çeviri ya başka bilemediğim bir nedenden dolayı akıcı gelmemişti ama bundan ne şahane film olur demiştim ki öyle de olmuş. Çocukken ayrıldığı kadabaya elinde dikiş makinesi ile bir  gece yarısı gelen kadın, diktiği elbiselerlerle  kasabanın kadınlarını değiştirir ama bu arada çocukluktan kalma,kasabaya olan hıncını da çıkartmak istemektedir. Gördüğünüz gibi filmi izlerken de boş durmamış motif örmüşüm, yemiş içmişim. Hatta mutfak saati bile orada ki ocakta pişen yemek unutulmasın. Tek rakibim THY zaten. :)
İkinci filmim ise Danimarkalı Kız

Her sene Oscar yaklaşırken;aday olan tüm filmleri izler,tahminimi yapar öğünmek gibi olmasında büyük ölçüde de tuttururdum. Bu sene o performansı gösteremedim. Üç tane ancak izleyebildim ki bunlardan biri Fransa adına yarışacak Türk filmi olan "Mustang"di.Hiç beğenmedim.Fransa adına da yarışması iyi olmuş çünkü;Türklere Fransız kalmıştı.
Bugün ise "Danimarkalı Kız"ı izledim.Çok beğendim. Ben beğendim,baska film de izlemediğime göre bari izlediğim Oscar alsın. 

Şubat bitiyor, nergislere, sümbüllere veda ediyoruz artık. Bu sene, vazodakilerin solmasına fırsat vermeden tazelerini aldık. Sanırım memletin havası evin içerisine bari sızmasın diye.


Bu da Üsküdar'da red work için alış veriş yaptıktan sonra Meryamce Mutfağında kendime verdiğim çay çorba molasından. Meydandan gidip gelen, koşturan, parkta oturan insanları izlemek çok keyifliydi ama çorbam neredeyse ılık diyebilebiceğim ısıdaydı. Çok beyefendi ve hanımeefendi sahiplerinin hatırına ses çıkarmadan uslu uslu içtim çorbamı. :)


İşte böle böle

17 Şubat 2016 Çarşamba

Bahardandır bahardan

Şu  fotoğraftan beş dakika öncesinde hayat boyu ıspanak yıkayacağımı sandım hatta akan kumu gördükçe inşaat işine girmeyi ciddi ciddi düşündüm.

Bu nasıl girişti demeyin bu ıspanak feci darladı beni..
 Yazmadığım günlerde bakalım bakalım ne yapmışım.Öncelikle feci hastalandım a dostlar, süründüm desem yeridir. Size şöyle bir örnek vereyim; bir gün evde titreşimde çalan telefonu bulamıyorum, tabiki de bulamam o vuu vuu ses benden geliyormuş. Geceleri ıslık çaldı göğsüm gündüzleri de titreşime geçti  :)
Hasta olup eve çakılınca, teselliyi edebiyatta aradım. Bol bol okudum okurken de ballı ,zencefilli, limonlu sıcak içecekler içtim.Nasıl bir meretse hala akşamları kendimi yeniden hastalanacak gibi kırgın hissediyorum.
 Okuduğum kitapları size kolaj yaptım, tek tek bakıp gözlerinizi yormayın diye.Artık bu facebook ve instagram yüzünden kaç tane blog okuyan kaldıysa... Aslında bunda bizim de blogları biraz savsaklamamızın da payı var.
Kitapların hepsini okumuş olmaktan memnunum. Orhan Pamuk bir sürpriz yapıp hiç habersiz  Kırmızı Saçlı Kadın' ı çıkardı.Ben çok beğendim.Sophokles'in  Oidüpüs ve Firdevsi'nin "Rüstem ve Sührab"destanları üzerinden babalığı sorguladığı bu kitabı. Kırmızılı Kadın ise hikayenin aşk tarafında.

Kum Kitabı, hep okumak istediğim bir kitaptı ve nihayet okuma fırsatı buldum 13 hikayesen oluşan kitabı. En sevdiğim hikayesi parkta  gençliğine rastladığı ve ileride kör olacaksın ama korkma öyle birden bire değil , yaz akşamı gibi yavaş yavaş olacak dediği hikayeydi.

Plmanın Pirinci, Portekizli ama ekonomik koşullar yüzünden Brezilya'ya göç etmek zorunda kalan bir ailenin 100 yıla dayanan hikayesi. Bu kitaptaki şu cümle beni çok yaraladı. "Aile bittiğinde tekrardan yapamayacağın bir yemektir."

Kadınsız Erkekler, ben de bir hayal kırıklığı yaratmasa da bir Murakami kitabı hissi vermekten biraz uzaktı. Neyseki son iki hikaye de yakaladım o hissi. Demekki Murakami uzun uzun anlatmaların adamı.Öykü işinde sevmedim.Sanırım ben iyi bir öykü okuyucusu değilim.

Bayan Ming'in Hiç Olmayan On Çocuğu, Çin ile oyuncak ticareti yapan bir Fransız iş adamının kaldığı otelin tuvaletçisi Bayan Ming'le arasında gelişen dostluğu konu edinmiş. İkinci çocuğa bile izin verilmeyen Çin'de on çocuğu olduğunu iddia eden bir kadın  ve onlarla ilgili ilginç hikayelerin anlatıldığı 67 sayfalık minik bir kitap.

Kuş Kadın ise Macar edebiyatından bir örnek. Kuşlar benim kardeşim diyen ve her türlü çıkışı doğada arayan kuş bilimci bir kadın ve kızının hikayesi.

Azgın Mevsimler de bir hikaye kitabı. Kitaptan çok yazarının hayat hikayesi ilgimi çekti diyebilirim.

Filmlere gelirsek vizyondaki Türk filmlerine rağbet ettik bu ara. En son Bizans Oyunlarını izledik. Tamam film iyi güzeldi de o ne belden aşağı replikler kardeşim yanımda oturan kızımdan, birlikte gittiğimiz insanlardan utandım. Yok mudur bunun bir ortası bir kararı...
Dün  aşağıda afişini gördüğümüz Aysel Özkan sergisine gittik karı koca...Bu kadar renkli bir İstanbul görmek isterseniz kaçırmayın derim.

Dün hava mayıs ayındaymışcasınaydı. Beşiktaş'da yürüdük, yemek yedik sonra sergiye gittik. Dün henüz canlanmamış ağaçlar ama altında açmış papatyalarla çok ilginç manzaralar sundu bize.
İşte böle böle...

3 Şubat 2016 Çarşamba

Günlerin getirdiği, götürdüğü falan filan


Yazmadığım günlerde kar yağmıştı ama ben çok hasta olduğum için ancak pencereden izleyebilmiştim. Çok güzel yağdı, rüzgar bizim evin etrafında dans etti. Bizim evin öyle bir özelliği var, azıcık bir esinti bile vuuu vuuu diye se çıkarır ve ben buna bayılırım. Yok yok dağ başında falan oturmuyoruz. :) Yan sokağımızda bulunan kilisenin sokak boyunca uzanan duvarları yüzümden tüm dolaşımını biziim sokak etrafında yapar rüzgar. :)
Yazmayalı uzun zaman olunca, bu yazı sanırım biraz fotoroman havasında olacak.


Orkidelerim coştu bu yıl ve hepsi hemen hemen aynı zamanda açtılar. Yetiştirebildiğim tek çiçek,çünkü niye çünkü çünkü çiçekçi su vermeyi unut demişti de bende bil demiştim. :)

Napoli Romanlarını okuyorum. Çocukluktan başlayarak iki arkadaşın 60 yıllık öyküsü.Bayıldım diyebilirim. Bir dörtleme kitap ve üçüncüsündeyim. Dördüncüsü henüz yayınlanmadı. İtalya'da dizi olarak çekilmeye de başlamış hatta. Bu kitaplar bitince Lenu ve Lila olmadan ne yapacağım bilemiyorum.Kitabın yazarının adının Elana Ferrante olduğuna bakmayın bir müstear yazar. Kimliğini sadece yayıncısı biliyormuş. Öfkeli ve feminist bir Jane Austen olarak tanımlanıyor.
Çok çiçeği burnunda bir kitap kulübümüz var. Kazım Karabekir Kültür Merkezinde her ayın son çarşambası akşamı toplanıp önceden seçtiğimiz kitap hakkında konuşuyoruz. İlk kitabımız Aşk ve Gurur/ Jane Austen oldu. Çok keyifli bir akşamdı. Kitaptaki bir cümleden nerelere gidiyor sohbet şaşarsınız.

Bir sabah kalktık ki evde üçümüz kalmışız, Gamsegamse yataktan mesaj atmış, hadi dışarıda kahvaltı yapalım diye. Gittiğmiz yerde Açık hava sobalarını yaktırıp kahvaltımızı dışarıda yaptık.

Bu haftanın yerli filmleri de İftarlık Gazoz ve  Dedemin Fişi oldu.  Muğlanın Ula kasababasında geçen öyküde yetmişli yıllarda ki insan ilişkileri, tütün işcileri, Türkiye'nin o zamanki siyasal panoroması çok güzel işlenmişti. Yani şimdi ne desem spoiller olacak , gitmek isteyenleri göz önünde tutarak yazmayayım daha fazla... Dedemin Fişi ise televizyondaki Güldür Güldür oyuncalarının oynadığı bu kez de Malatya'nın bir ilçesinde geçen bir hikayeydi. Onu da beğendim diyebilirim. Bence sinemaya gidip Türk filmlerini izleyip destek vermeliyiz ki sonra oturup ağlanmayalım biz de niye iyi filmler yok diye.Var efenim var ve biz gidip izledikçe, destek berdikçe daha da çok olacak.


Ankara'dan Dayı Bey Ayvalık'tan Zuz Hanım gelince hep methettiğimiz mahallemizin mekanı Nev Mekana gidilmezmi, gidip de bir kahve içilmez mi ? 

 

Nev Mekan dönüşü baktık bizim Antikacılar sokağının resimleri de değişmiş ohh ne güzel olmuş. Bu arada yazının başında sözünü ettiğim sokak boyunca uzanan kilise duvarını da görmektesiniz. Burası bizim yan sokağımız, duvarları sokakta bulunan bir sanat galerisi tarafından sürekli yenilenen resimleri  ile özellikle geceleri çok güzel olur.
Zuz gelmiş, kızlar yarıyıl tatilinde kuzen Oya'nın kocası iş seyehatinde e toplanılmaz mı, bir pijama partisi yapılmaz mı ? Hepiciği de yapılır elbet. Gülmekten gözlerimizden yaş geldiği için bu fotoyu zor bela çektik.

Bir de konserim var breh breh ...O gece Neşe Karaböcek şarkılarıyla ne coştuk ne coştuk. Yetmişli yıllarda söylediği ve Altın Plak aldığı şarkıları belki beş yüz kişi hep bir ağızdan söyledik.

İşte bu kada....


16 Ocak 2016 Cumartesi

Lale'nin Bahçesi 10 Yaşında

Naziş, Ege Üniversitesinde ki okul yıllarını noktalamış artık öğretmenliğe başlamış, Gamsegamse üniversiteye yeni başlamıştı.Çok karlı bir gündü o gün ve okullar kar tatilindeydi. Naziş ile kahvelerimizi almiş, pencereden, yağan karı izliyorduk. O da bana öğrenciyken nasıl yemek yaptıklarını anlatıyordu. Yemek bloglarına bakıyordum deyince, blog ne ki diye sordum.Hemen bilgisayarı açıp gösterdi.Hadi sana da açalım dedi ve ben, ben ne yazacağım ki dememe kalmadan çat blogu açtı. 
İlk yazım; kısacık bir merhaba yazısıydı. O zamanlar "blogcu"da yazıyordum. oranın diğer blogculara ulaşma şansı daha çoktu.Çünkü, blog yazısını girdiğinizde ,yazı aynı şimdi facebook sayfasında olduğu gibi ana sayfaya düşüyordu. O yüzden aynı frekansta olduğumuz arkadaşlarla birbirimizi bulmamız çok kolay oldu. İlk yorumum Avusturya'da yaşayan ve Şeker Radyoda dj olan Kelebek Gibi'den geldi. O sevincimi hiç unutamam. :)
O günlerde facebook, instagram, twitter yok tabi.Türkiye'de de blogculuk yeni başlamış, hatta haberlere bile konu olmaya başlamıştı.Çok eğlenceli günlerdi. Birimiz hastalansa 200-300 kişi birden seferber olur, biri doğum günü mü kutlayacak her sayfada bu kutlamaya yer verilirdi. Dünyanın her tarafına dağılmış eski dostlar gibiydik. Bir çoğu hala hayatımda ve gerçek yaşamımın içinde. Hatta onlarla blogdan tanıştığımızı bile unuttum.

Hiç unutmuyorum çok kötü bir gecenin sabahında bulmuştum Ebrucuk'u ...Eski sevgilileri ile olan yemek maceralarını anlatıyordu.O kadar gülmüştüm ki gecenin izi bile kalmamıştı. Bir boza yazısıyla tanıştık Zeya ile şimdi sanki bizim ailenin bir ferdi, iki yıldır hala vermediğim kitapları var ben de. :) hala da şu kitabı aldım alma ben veririm der. :) Atletim canım benim, kız kardeşim online doktorum bir soba yazısıyla geldi hayatımıza, Ece'm ahretliğim; onunla bir yere gittiğinde gözüm hiç arkada kalmıyor der, kocam bile...Sarı lalelerle gelen Mavianne hemşehrim onun ışıltısı yeter bloga, Nalan'ın Dubai'deki yaşamını sanki biz de yaşadık.Bahçedeki çok konuşan Pakistanlıları, uzun gelen perdelerini bile birlikte kısalttık.Sonra Leylak Dalım var benim, blogspot günlerinde geldi O...Evinde misafir oldum, kendi evim gibi yayıldım hatta, Evimde canı gönülden misafir ettim. Uzak şehirlerde bile olsa hep bir tık ötemde. En ufak bir şey takılsa aklıma Leylak kıııss diye tıklarım saat kaç olursa olsun. Çok uzakta ama hep en yakınımda...Elimde tablet kıkır kıkır gülüyorsam - sen Leylak' la mı konuşuyorsun der hemen evdekiler.
Aysun Furtun, memleketimdeki kız kardeşim o benim.Birbirimizi blogdan bulduk onca oratak tanıdığımız varken.Ne zaman Ordu'ya gitsem bana yürekten açar evini ve tüm özlediğim lezzetlerle buluşturur beni.
Asisim,Alplerdeki kızkardeşim artık Gamse'nin bile ben portakallı çikolatayı çok severim diye sipariş bile verdiği biri  O  :) Baharlam blogcu yıllarının en eskilerinden evime ilk gelenlerden....Petunya- Rukiye, annem gittiğinden  beri yemedik dediğim yemeği uçakla taa Adana'dan gönderip akşam yemeğimize yetiştirip inanılmaz bir olay yaşattı bize.Angel-Aslı blogcudaki yazılarınınunutmak ne mümkün...
ilknur'cum  ailesiyle birlikte bize hiç unutamayacağımız bir tatil yaşattılar. Amasra'yı o kadar sevdiysek onun ve ailesinin yüzündendir. Zero, ekimde geleceğim deyip gtti Datça'ya ama orada harika bir yaşam kurdu kendine ve Murakami'yi onun sayesinde tanımışımdır.Ya Dilek, unutulmaz bir Ankara gecesi yaşatıp, evlilik yıldönümümüzde hediye ettiği tiyatro biletleriyle Yetkin Dikinciler ile nerdeyse gözgöze geldiğimiz harika bir oyun izlettirmişti bize. 
 Mihriban'ım Hüznün Tadım, Öyle bir candan Lale abla der ki gerçek ablası sanırım kendimi Macera Kitabım yazarı Özlem, Arkadaşlığını ta Antalya' dan hissettiren Hayat İzlerim, Sırf hoşuma gittiğini söyledim diye etamin işi kitap ayracını hemen bana gönderen Banucam...
Blog yazmam sayesinde tanıdığım Banu, Selgin ve Esra sayesinde,  İmza serisi kollektif kitapları içinde yer alıp hem yazmanın keyfini hem de bu kitapların gelirlerinin yardım kuruluşlarına bağışlanması nedeniyle birilerine ulaşmanın hazzını yaşadım. Yine bu blogdan yaptığım duyuruyla tanımadığım bile bir sürü insanın yardımıyla Doğu'da bir ana sınıfı yaptık. Hatta yardımlar o kadar çok oldu ki çevre okullara bile dağıtıldı Milli Egitim kanalıyla...
Ve Blogspotta yazmaya başladığımdan itibaren de benimle olan dostlarım  adlarınızı tek tek yazamadım sadece birlikte başladıklarımızı yazabildim ve de blog dışından izleyen arada ses verip beni çok mutlu eden sessiz sessiz okuyanlar...Kimler 10 yıldır burada bilemiyorum ama iyi ki vardınız, varsınız. Yaşamımın bu en renkli bölümünün renklerini sizler oluşturdunuz. 
Hepinize bin teşekkür...