
Bu gün şunu anladım ki, dizim benden kurtulmak istiyor. Free takılmak istiyor artık. Bense ona hiç aldırmadan , onu ardım sıra sürüklüyorum.
Bu gün Zuz'la Taksim'de tramvay durağında buluştuk. Hiç gelmeyeceksin sandım dedi...epi topu beş dk beklemiştir ama o daha çok beklediğini iddia etti.Simit sarayının karşısında aynı fiata simit satan simitçiye kızdı.O da ben de buraya beş yüz lira kira veriyorum dedi. Bir yerde bir simitçinin ayda en az ikibin lira kazandığını okuyunca atmışlar demiştim ama bu gün ilk ağızdan doğruluğunu öğrendim.İyi ya kazansın adamcağızlar... Bu gün kuzenlerle teyzemde buluştuk.Teyzem bize sakarca kızarttı heheheh. Ay o ne dersiniz şimdi. Sakarca Ordu ve çevresinde yetişen yenilebilir endemik bitki...Endemik bilmeyenler için ....sadece o yörede yetişen demek... Sakarca soğansı bir bitki. Taze soğana benzeyen bir başı ve ahtapota benzeyen yeşil saçakları var.Bu çok zor toplanan ve pişirilmeye hazırlanan bir diğer adı da beslek kaçırandır:)) Beslek de hizmetçi demek...Ben tabi hiç bir zaman yapmayı denemedim. Teyzem Ordu'dan getirmiş. Dondurucuya atmış, pişirmek için bizi beklemiş. Bu sakarca önce temizlenir, haşlanır ve suyu iyice sıkılır. Mısır unu ve bir iki yumurtayla harmanlanıp, tavada aynen mücver gibi altlı üstlü kızartılıp sirke ve sarımsakla mezeye de dönüştürülür mücver gibi de yenir. Biz çayın yanında mücver gibi yedik.
Bu kadar sakarca bilgisi yeterli olmuştur sanırım. Akşam olunca Zuz , Aylin^'i aradı üçümüz kız kıza Asmalımescitte takılalım biraz dedi. İyi dedim. Evi aradım. Tamam tamam dediler ama Kocanın sesi hasta gibi, grip olmuş, Gamse çok yorgunmuş sesi ondan öyleymiş. Naziş aradı sonra , gözlerine bir şey alerji yapmış, okulun doktoru damla vermiş. Çok akıyormuş, kötüymüş. Ay benim içim rahat etmez eve gideyim ben dedim. Yolda bin kez aradılar. Geliyorum içim rahat etmedi dedim. Eve geldiğimde ki manzarayı anlatayım, kocam yatakta ama maç izliyor, Naziş kucağında laptop kulağında müzik... Gamse anne çabuk koş koş sana bir şey göstereceğim diyor.Kocam eve gelirken kocaman bir Trabzon ekmeği almış, babam gelirken kocaman bir esmer undan yapılan ev ekmeği almış.Eve kıtlık var gibi bir çuval ekmek doldurmuşlar. Halbuki ev de yokum diye, bir tencere kabak ve biber dolması, makarna, çorba ve enginar pişirmiştim. Üstelik her zaman açlıktan kırılan insanlar saat yedi buçuk olmuş henüz yemek bile yememişlerdi.Neyse Gamse ile hemen yemekleri ısttık masayı hazırladık , Naziş'in göz damlasını damlattık.Sonra da oturup Muhteşem Yüzyılı izledik.
Yeni kitabım Serenad... Zülfü Livanelli'nin... Mavianne'nin Ankara hediyesi.Bu gece başlıyorum. Okudukça üzerinde konuşuruz her zamanki gibi...
Yarın akşam için çok heyecanlıyım...Zeya büyük bir sürpriz yapıp benim bulamadığım biletleri buldu ve İstanbul Film Festivali kapsamında oynayan ; Haruki Murakami'nin İmkansızın Şarkısı kitabının filmine gidiyoruz. Bu kitabın filme alınmasını Murakami istemiş. O sözler, o görüntüler filme nasıl yansıyacak çok merak ediyorum. En güzel yanı da benim gibi Murakami severlerle izleyecek olmamız...
gece yarısı sohbetimiz burada sona erdi... Şimdi birazcık da okuma vakti.