Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

14 Nisan 2011 Perşembe

Gecenin bi yarısı...sakarcalı yazı



Bu gün şunu anladım ki, dizim benden kurtulmak istiyor. Free takılmak istiyor artık. Bense ona hiç aldırmadan , onu ardım sıra sürüklüyorum.
Bu gün Zuz'la Taksim'de tramvay durağında buluştuk. Hiç gelmeyeceksin sandım dedi...epi topu beş dk beklemiştir ama o daha çok beklediğini iddia etti.Simit sarayının karşısında aynı fiata simit satan simitçiye kızdı.O da ben de buraya beş yüz lira kira veriyorum dedi. Bir yerde bir simitçinin ayda en az ikibin lira kazandığını okuyunca atmışlar demiştim ama bu gün ilk ağızdan doğruluğunu öğrendim.İyi ya kazansın adamcağızlar... Bu gün kuzenlerle teyzemde buluştuk.Teyzem bize sakarca kızarttı heheheh. Ay o ne dersiniz şimdi. Sakarca Ordu ve çevresinde yetişen yenilebilir endemik bitki...Endemik bilmeyenler için ....sadece o yörede yetişen demek... Sakarca soğansı bir bitki. Taze soğana benzeyen bir başı ve ahtapota benzeyen yeşil saçakları var.Bu çok zor toplanan ve pişirilmeye hazırlanan bir diğer adı da beslek kaçırandır:)) Beslek de hizmetçi demek...Ben tabi hiç bir zaman yapmayı denemedim. Teyzem Ordu'dan getirmiş. Dondurucuya atmış, pişirmek için bizi beklemiş. Bu sakarca önce temizlenir, haşlanır ve suyu iyice sıkılır. Mısır unu ve bir iki yumurtayla harmanlanıp, tavada aynen mücver gibi altlı üstlü kızartılıp sirke ve sarımsakla mezeye de dönüştürülür mücver gibi de yenir. Biz çayın yanında mücver gibi yedik.
Bu kadar sakarca bilgisi yeterli olmuştur sanırım. Akşam olunca Zuz , Aylin^'i aradı üçümüz kız kıza Asmalımescitte takılalım biraz dedi. İyi dedim. Evi aradım. Tamam tamam dediler ama Kocanın sesi hasta gibi, grip olmuş, Gamse çok yorgunmuş sesi ondan öyleymiş. Naziş aradı sonra , gözlerine bir şey alerji yapmış, okulun doktoru damla vermiş. Çok akıyormuş, kötüymüş. Ay benim içim rahat etmez eve gideyim ben dedim. Yolda bin kez aradılar. Geliyorum içim rahat etmedi dedim. Eve geldiğimde ki manzarayı anlatayım, kocam yatakta ama maç izliyor, Naziş kucağında laptop kulağında müzik... Gamse anne çabuk koş koş sana bir şey göstereceğim diyor.Kocam eve gelirken kocaman bir Trabzon ekmeği almış, babam gelirken kocaman bir esmer undan yapılan ev ekmeği almış.Eve kıtlık var gibi bir çuval ekmek doldurmuşlar. Halbuki ev de yokum diye, bir tencere kabak ve biber dolması, makarna, çorba ve enginar pişirmiştim. Üstelik her zaman açlıktan kırılan insanlar saat yedi buçuk olmuş henüz yemek bile yememişlerdi.Neyse Gamse ile hemen yemekleri ısttık masayı hazırladık , Naziş'in göz damlasını damlattık.Sonra da oturup Muhteşem Yüzyılı izledik.

Yeni kitabım Serenad... Zülfü Livanelli'nin... Mavianne'nin Ankara hediyesi.Bu gece başlıyorum. Okudukça üzerinde konuşuruz her zamanki gibi...
Yarın akşam için çok heyecanlıyım...Zeya büyük bir sürpriz yapıp benim bulamadığım biletleri buldu ve İstanbul Film Festivali kapsamında oynayan ; Haruki Murakami'nin İmkansızın Şarkısı kitabının filmine gidiyoruz. Bu kitabın filme alınmasını Murakami istemiş. O sözler, o görüntüler filme nasıl yansıyacak çok merak ediyorum. En güzel yanı da benim gibi Murakami severlerle izleyecek olmamız...
gece yarısı sohbetimiz burada sona erdi... Şimdi birazcık da okuma vakti.

12 Nisan 2011 Salı

şarkını söylediğin zaman


Ankaradan geldiğimden beri evdeyim.....rutin ev işleri dışında kitap okuyorum , film izliyorum.Biraz hırpalanan dizime tatil verdim.Ama yarın çıkıyorum. Zuz'la buluşup önce Balık pazarı içindeki Üç Horon Kilisesinde ki fotoğraf sergisine gideceğiz. Sergi konusu; İstanbul'da Nisan. Kocam söylemeseydi haberim olmayacaktı. Kendiasine sizlerin huzurunda teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu sabah Dayanılmaz Zulüm'ü izledim. George Colony'nin dişlerini göstere göstere oynadığı bu filmi ister izleyin ister izlemeyin. Nasıl derseniz eğlenceli derim.

Okuduğıum kitap; adıma imzalanmış , Leylak Dalı sponsorlu:))İnci Aral'ın'' Şarkını Söylediğin Zaman'' Kitabın en başta , kapak tasarımı insanı çarpıyor.Bizim öğrencilik yıllarımız ve bu günde geçiyor , dönüşümlü olarak. Bizim yaşlarımızdakiler okurken daha bir etkilenecektir.Fonda ülkenin o sancılı zamanları ve bir hüzünlü şarkıyı çağrıştıran aşk.Ne devrimden ne aşkdan vazgeçemeyen iki gencin yaşadığı ya da yaşayamadığı aşk...İnci Aral hep yazmalı dediğim yazarlardan. Leylak Dalıcım çok güzel bir benzetme yapmış...alış veriş listesi bile yazssa okurum demiş. Aynen öyle. Bir yeri betimlerken , ora gözümde canlanıyor ya onu seviyorum. Bir havuz, içinde kuru yapraklar derken... gözümün önüne hemen o manzara geliveriyor. Yani bu demek oluyor ki ; Lale bu kitabı sevdi.

Bu akşamın dizisi Öyle Bir Geçer Ki Zaman. Geçen bölümü yolda olduğumuz için izleyememiştik.

Haydii gittim ben...iyi akşamlar olsun...keyifli olsun

düzenleme: Sanırım sergi 14 nisanda başlayacak... kocam yanlış alarm vermiş olabilir. Biz yine de oralardayız yarın zaten , gidip bir bakarız.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Bir film Bir kitap

Artık rutinimize dönelim:)) Kaç gündür Ankara belgeseli ile idik...

Önce film daha doğrusu, Jane Austen'in Emma adlı romanının dört bölümlük dizisinin dvd si. Zeynebimin hediyesi. Jane Austen'i ne kadar sevdiğimi bildiği için almış bana. Gelir gelmez izledik.İki cd halinde 240 dk sürüyor. Biz önce iki bölümünü izledik. Yemek molası verip devam ettik. Çok başarılı bir uygulama...çok iyi senaryolaştırılmış.
Romola Garai’nın başrolünde oynadığı dört bölümlük BBC yapımı dizi-film Emma’da etkileyici ve ayrıcalıklı bir kadın olan Emma’nın babası ve çocukluk arkadaşı Bay Knightley’in onaylamayan bakışları altında çöpçatanlığa soyunmasını izliyoruz. Kendisinden daha az ayrıcaklı olan Harriet Smith ile tanışan Emma, ona dengi bir adam bulmaya çalışırken bu sefer işler planladığı gibi gitmeyecek. Zira asla evlenmeyi düşünmeyen, ama burnunu başkalarının aşk hayatlarına sokmaktan büyük keyif duyan Emma kendi tuzağına düşüp aşık olacak, daha önce tecrübe etmediği aşk hakkında aslında hiçbir fikri olmadığını görecektir. Emma’nın bu eğlenceli uyarlamasında Bay Knightley rolünde Dexter’da son sezonun kötüsünü canlandıran İngiliz aktör Jonny Lee Miller’ı izliyoruz.

Kitabım ; Yekta Kopan'ın yazdığı'' Bir de Baktım Yoksun'' Leylak Dalı patentli:)) Atıverdi çantaya oku çok güzel diye sonrada Nazlı Eray'ın Tozlu Altın Kafes'ini de attı arkasından... Asıl sürprizi ise adıma imzalatılmış İnci Aral'ın son kitabıydı... bunlar okundukça paylaşılacak. Mavianne'nin hediyesi Zülfü Livanelli'nin Serenad'ı ise sabırsızlıkla okumayı beklediklerim arasında. Anlayacağınız Ankara'dan da bi sürü kitapla döndüm.

Bir de Baktım Yoksun; Yekta Kopan'ın babasının ölümünden sonra yazdığı bir hikaye kitabı. Yunus Nadi Ödüllü... Bir ağıt gibi okudum ben. Dilimin ucunda hep Cemal Süreya'nın ''Sizin hiç babanız öldümü, benim bir kez öldü, kör oldum dizeleriyle... Cemal Süreya; Süreyya diye yazılan soyadında ki ikinci y harfini mahkeme kararı ile attırmıştır. Savurganlığa gerek yok diye. Bazı yerlerde Süreyya diye yazıldığını görüp kızıyorum...Kitaba dönersek , ben çok beğendim ve bir buçuk gecede bitirdim...Tavsiye ettiğim kitaplar arasına koyabilirsiniz.

Kamera arkasına eklemeler,
Zerrin Tekindor sergisine gittiğimiz gün başımıza gelen bir olay var. Sergi Siyah Beyaz filminin çekildiği barın olduğu mekandaydı.Sergi saat 12 de açılıyormuş ama biz saat 11 de kapıya dayandık.Zili çaldık açan yok. Leylak Dalıcım- geçen gelişimde , aşağı kattan girmiştik, durun bakayım dedi.Aşağı inmesiyle bir köpek havlaması geldi, aklınız durur. Bizim Leylak anında bizim kata ışınlandı.Köpeği üstüne atladı sanmış. Az kaldı köpekle kan kardeş olacaktın dedim.Meğer köpek içerden havlıyormuş:)) Ama sergi bizim için saat 11 de açıldı:)) rahat rahat gezdik, kendi kendimize...

Liva 'da yemek yerken , arka masamızda Jinekoloji öğrencileri vardı. Biz yemek yerken midemizi alt üst ettiler... Ama onlar için o kadar doğal şeylerden konuşuyorlardı ki, hiç keyiflerini bozmadık. Kalkarken başarılar diledik. Hatta sınava girebilecek kadar bilgilendiğimizi söyledik. Hep birlikte gülüştük. Çok tatlıydılar.

Bir de Sevilla restoranda sandviç olayımız var. Sevilla Atakule'de anlı şanlı bi restoran. Cafe hizmetide veriyor aynı yerde yemek de yiyebiliyorsunuz. Yani sandviç yiyin sonra balık ve karides sipariş edin bizim gibi:).Biz gittiğimizde henüz kahve saatimizdi. Gamse ben bir sosisli sandviç yiyeyim dedi. Rus salatalı bir sosisli sipariş etti. Birazdan geldi. Bizimkilerin bir huyu vardır, yiyecekleri şeyin ille de bi içine bakarlar. Mesela böreği, tostu. Gamse içini açtı ki, sandviçin içindeki sosis, paketi açılmış pişirilmeden direk konmuş . Rus salatasıda yok ayrıca. Doldurmuşlar domates dilimlerini. Pabuç kadar şeyin içinede bir tane küçücük pişmemiş sosis koymuşlar. Afilli şef garsonu çağırdık. Bu arada güzel güzel kızlar garson en az altmış yaşında oranın sahibi gibi dolaşan adam da şef garson. Kızlar masaya kadar getiriyor, altmışlık kahveyi masaya bırakıyor. Afilli geldi , içine baktı, hiç bir şey demeden tabağı aldı gitti. Yarım saat sonra pişirilmiş, içine rus salatası konmuş sandviç geldi.

Leylak Dalıcım bunları unutmuşsun yaz dedi... ben de yazdım.Kimbilir yazmayı unuttuğum ne çok şey kalmıştır:)

10 Nisan 2011 Pazar

KAMERA ARKASI

Ankara'da yedik içtik gezdik ama bunların bir de kamera arkası var.Onlarda bu üç günün neşesi oldu.İşte şimdi sıra onlarda

Otobüste gelirken bir ara ama bir ara dalmışım, gözümü açtığımda Ankara ovasına yayılan ; Ankara ışıklarını gördüm. Tuhaf dedim, uzaktan bakınca, Ankara göründü diyebiliyor insan. Ama İstanbul için bu söz konusu olamaz. Ankara'nın ova oluşu bunu mümkün kılıyor.
Terminale gelince ilk önce AŞTİ servislerinin nereden kalktığını sorduk. Çünkü Melih Gökçek firmaların servis kaldırmasını yasaklamış. Bir sürü servis sırayla bekliyor ama iyice dolmadan hatta tışış etıkış ayakta yolcu almadan kalkmıyor. Biz ayakta binmeyelim diye servisi beklemeye başladık. O sırada boş servisler hizmete sokulmuyor ama. GAMSE, bana Anne sen şu bankta otur ben bekleyeyim dedi. Bankta otururken etrafta kalabalıklaşmaya başladı. O sırada Gamse'nin sesini duydum- buranın amiri kim, buranın amiri nerede diye bağırınıyor. Ben panikledim tabi, bu kız amiri memuru niye arıyor diye. Ben ona ulaşana kadar amir ona ulaşmıştı. Bizimki- ne yani hizmet bu mu, boş servisler beklerken insanlar ellerinde bavullarla ayakta gidiyorlar , diyor. Amir ne yaptı dersiniz. Hemen boş servisi hizmete sokup, bizi oturttu:))Yani ağlamayana meme yok sözü , doğruymuş.

Bir başka kamera arkası olay, Leylak Dalı ve Gamse'nin takside ön tarafı kapma yarışıydı... Taksiciler şaştılar bu işe ama onlarınki öne oturan parayı daha çabuk verebiliyordu da ondandı. ben rahattım. Çünkü Gamse'ye baştan toplu ödeme yapmıştım:))

Leylak Dalıcım'ın kuaförünün kocamın memleketlisi yani Niksar'lı olması ayrı bir muhabbet konusu oldu. Biraz da peltek konuşan bu genç çocuk çok özendi saçımıza başımıza hem de konuşmalarıyla bize espri kaynağı oldu:)Anlattıklarının yarısını anladıksa da yarısını anlamadık. Köylerinin adını on kez söylettim kocama söyleyeyim diye ama nafile, anlamadım.Ankara'da başımıza yani benim başıma gelen en komik olay, Balkahve ve Gümüşay ile birlikte yemek yediğimiz gecede oldu. Balkahvecim biz Ankara'ya gitmeden önce yemek davetini yapmıştı. Bende sırf o gece için yanıma bir elbise ve en sevdiğim takıyı aldım. Yemek öncesi bir güzel giyindim , takımı taktım. Kuaföre gidip saçlarımızı fönlettik. Hatta evden çıkarken , Leylak Hanım - ne kadar güzel bir kolye demişti. Neyse buluşacağımız resterona gittik. Gamsegamse'de arkadaşıyla buluşmuştu , o yüzden bizden ayrı gitmişti. Gittiğimizde O'da balkahve ve Gümüşayda gelmişlerdi. Sazlı sözlü yemeklerimizi yedik, şarap kadehlerimizi tokuşturduk. Bir ara Balkahve ve ben lavaboya yukarı kata çıktık. Aynada kendimi görünce ağzım bir karış açık kaldı. Gündüz kıyafetimle taktığım kocaman kolye de boynumda duruyor. Bakın ne kadar çok kolyem var der gibi üstüne de bir tane daha takmışım. Nasıl komik duruyorum şaşarsınız. Gamse hanım görmüşte beni tarz yaptım sanmış da, gülmekten ben gelir gelmez o yüzden tuvalete gitmiş de. Leylak Dalıcım restoranda farketmiş de:))Alttaki resimde komedi halimi görmektesiniz.Tiyatroya gittiğimiz gecede ayrı bir kamera arkası hikayesine konu oldu. Tiyatroya fotoğraf makinesi sokulması yasakmış. Cep telefonlarının fotoğraf çektiğini unutmuşlar zahir. Leylak Dalıcımın da fotoğraf makinesi çantasında kalmış gündüzden. Durun şunu ön göze koyayım dedi. İçeri girer girmez sanki öyle bir şey denilmemiş gibi ben, meyve tabağını andıran tavan süslemelerini görünce ay ne güzel fotoğrafını çekelim diye bağırdım. Tabi gamse ve Leylak Bacı bana tuhaf tuhaf baktılar.(resim netten buldum...tiyatronun kendi sitesinden yani:)
Yine tiyatroda bir gerilim sahnesi o kadar başarılıydı ki, arka sıradaki kadıncağız ayy diye bağırınca tüm salon güldü, gerilim sahnesi komedi sahnesine döndü. Sanırım oyuncular da şaşırmıştır.Tam çıkışta da o kadıncağızın kocası basamağı farketmeyerek boylu boyunca yere uzandı. Onlar için kötü bir geceydi yani.

Coccinella pastanesinde bir baktık ki benim pardesü elden ele geziyor. Gamse- anne senin değil mi o dedi... Bir erkek müşterinin sanmışlar , yakasındaki koca kırmızı çiçeğe rağmen:))

Son olaylarımız döndüğümüz gün oldu. Bindiğimiz taksiye ; terminale dedik. Taksici ; hangi yolan gideyim deyince , Gamse biz yabancıyız bilemeyiz dedi. Taksici o zaman saat kaçta otobüsünüz dedi . Gamse'de İstanbullu taksiciler gibi, yabancı diye bizi gezdirmesin diye saat yedi buçukta kalkacak otobüsü saat yedide kalkıyor dedi. Adam imkanı yok, çok trafik var dedi. Bir ambulansın peşine takıldı, güçbela bizi saat yediye beş kala terminale getirdi. Çok mücadele verdim ama dedi. Ne yapalım İstanbullu meslektaşlarının ecrini o çekti:)))

İstanbula geldiğimizde saat gece yarısını geçmişti.Gece bir buçuk falandı. Srviste en son biz kaldık. Servis şöförü nerelisiniz dedi. O da Orduluymuş meğer. Bizi eve kadar getirmeye kalktı:)) Ama biz Üsküdarda inip taksiyle gelmeyi tercih ettik yine de.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Ankara Belgeseli4

Üçüncü günün sabahı uyandım...Yine deliksiz bir uyku çekmişim. Leylak Dalıcım yaseminli yeşil çayımı hemen tutuşturdu elime ve kahvaltıyı hazırladı. Simitli tulum peynirli cevizli kahvaltımızı yaptık. Eşinin kendi elleriyle çizdiği yeşil zeytinleri lüp lüp yuttuk. Ve üçüncü günün programını gerçekleştirmek için evden çıktık.

İstikamet Çankaya... Atakule.... Ben Atakule'nin altındaki Sevilla Resteuranta konuşlandırılıp Zeynep'le buluşacağım. Gamsegamse ve Leylak Hanfendi, botanik parkı gezecekler. Çünkü artık benim diz isyanları oynuyordu.Sen bizi oturduğun yerden izle dediler. Sevillaya yerleştikten kısa bir süre sonra Zeynep geldi. Son görüştüğümüzde ortaokul öğrencisi olan Zeynep ; artık evli barklı üstelik de dört buçuk yaşında bir kız çocuğu sahibiydi. Zeynep; Semra'nın kızı. Emre ve Naziş'in kavgalarında hep tampon olmuştur. Gamsegamse peşini bırakmazdı Zeynep Abla Zeynep Abla diye... Öyle muck muckdular ki Zeynep sarılık olunca karga tulumba Gamse'de hastaneye götürülüp aşı yaptırılmıştı.Biz Zeynomla oturduk sohbetler ettik, çayımızı kahvemizi içtik. Gamse ve Leylak'da pür neşe geldiler. Aşağıda çiçekler açmış, kuşlar cıvıldıyormuş. Yemeğimizi yedik onlar gelince. Ben bir alabalık tavayı götürdüm.Eğer yolunuz Atakule'de ki Sevilla resteuranta düşerse tavsiyemdir. Yalnız bu Ankara dizisi bitince bir kamera arkası yapacağım. Orada yazacağım bir sosisli sandviç hikayesi var buraya ait..( Sevilla Resteurantta...Botanik parkı manzarasına ve başka bir açıdan Ankara'ya karşı yaptığımız kahve keyfi)Gamsegamse botanik parkda böyle yayılmış çiçekler arasına

Yemekten sonra yine Atakulenin altındaki Hacı Bekir'e uğrayıp damla sakızlı şekerlemeler , badem ezmaleri ve Beyoğlu çikolataları aldık.

Şimdi artık her pasta yediğimde her uğur böceği gördüğümde aklıma gelecek olan COCCINELLA pasta evi ve Cafesine gitmeye sıra gelmişti.Coccinella , İtalyancada uğur böceği demekmiş.Pastaneye girdiğinizde zaten bunu anlıyorsunuz tüm dekor hatta çay tabaklarına varana kadar uğur böcekli. Oturduğunuz kanepede arkanıza aldığınız yastık uğur böcekli. Pastanızı paket yaptırmak isterseniz, pasta kutuları boy boy uğur böceği şeklinde. Bir de zarif hanımefendi sahibi var. Biz sanki bir pastaneye değilde o hanıma ev oturmasına gittik.
İstanbul'dan geldiğimizi öğrenince masamıza siparişlerimizin dışında ikramlar getirdi.Yani diyeceğim o ki, Ankara'ya gidip de COCCİNELLA'da pasta yemeden o şıklığı görmeden dönerseniz çok şey kaçırmış olacaksınız.Çıkıştaeği bir de içinde kalpli kurabiyeler olan bir uğur böceği hediye ettiler. Yani mekan kadar işletmecininde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım.Leylak Dalıcımın yediği limonlu tartta hepimizin aklı kaldı:)) Ama artık bir şey daha yiyecek halimiz kalmamıştı.Cocinelalla iletişim ve adres bilgileri buraya tık
Canım Zeynep, pastanede elimi saçıma götürdüğünde, bana baktığını farkkettim... saçımda bir şey mi var dedim.Yok Lale Teyze, ben senin her hareketine bakıyorum , inceliyorum dedin ya,kendimi zor tuttum ağlamamak için. Umarım yeniden komşu olabiliriz. Çok sevdiğin İstanbul'da yaşama şansını bulabilirsin.

Zeynep^le Çankaya'da vedalaşıp ayrıldık. O hayır hayır dedi ama bizim artık İstanbul dönüş yoluna girmemiz gerekiyordu. Bir taksiye atlayıp eve döndük. Dinlendik, sohbetler ettik. Resimlerimizi bilgisayara yükledik. Leylak Dalıcım bu kez Beğendik Kayseri Mutfağından seçkilerle ağırladı bizi ve Ankara Maceramız sona erdi. Şimdilik sona erdi. Çok eksiğimiz var daha. Mesela Müze Köşkü gezmek için önceden yazılı izin almayı unutmayacağız. Bizim aklımıza Anıtkabirde geldi. Telefon açtığımızda , ilgili bayan hemen bir fax çekersek , randevu ayarlayabileceğini söyledi ama fax çekebileceğimiz bir yer yoktu o anda ne yazık ki. Hem ben botanik parka yukarıdan baktım:))

Her şey için , başta sadece biz kapalı mekanlardayken yağmur yağıp dışarı çıktığımızda bize güneşle karşılayan Ankara^ya
Bizi evine davet edip, kendi evimizdeymişcesine bir ortam sunup, her sabah elime yeşil açyımı tutuşturan, gerçek bir Ankara uzmanı, gerçek bir dost , hem gönlümüzü hem gözlerimizi şen eden Leylak Dalıcıma... Enfes çaylar ve zeytinler için Eşine... gürültümüze katlanan oğluna... İşten izin alıp öğleden sonrasını bizimle paylaşan ,, kale ve yahudi mahallesi, Cermodern gezilerimize renk katan Mavianne^ye.Tüm gününü bize ayıran Semsama... Bize şahane bir Ankara Gecesi yaşatan Balkahve ve Gümüşaya... Çocuğunu okulda unutacak kadar bize dalan Zeynoma çok ama çok teşekkür ederiz. Telaş etmeyin, Zeynep'in eşi soğukkanlı bir İngiliz. Zeynep hemen arayınca - no problem dedi ve kızlarını okuldan aldı:))

Ankara yzıları burada bitti... bir de kamera arkası yapacağım. Çünkü bu görülenlerin ardında yaşananlar var daha:)

8 Nisan 2011 Cuma

Ankara Belgeseli 3

İkinci günün öğleden sonrasının programında; Ata'yı ziyaret vardı. Taksiye atladığımız gibi soluğu Anıt Kabirde aldık. Servislerle Aslanlı Yola kadar getirildik ve hemen nöbet değişimi törenine rastladık. Burada olsun Dolmabahçe'de olsun bu tören , benim tüylerimi diken diken eder.Çoluk çocuk herkes yine oradaydı. Afyonlu öğrenci grubu rehber eşliğinde geziyordu. Rehberleri profösyöneldi ve izci kıyafetindeydi. Bir süre onlara takıldık. Son ziyaretimden sonra yapılan değişikliklerde çok güzel olmuştu. Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı canlandırmaları çok başarılıydı. Hendekler, kum torbaları, yaralı askerler hepsi gerçek gibi olmuş.

Anıtkabir gezimizi sürdürürken Hüznün Tadı da bize katıldı. Kendisi İstanbul'lu bir blogcu ama tanışmak Ankara'ya kısmet oldu. Anıtkabrin Cafesinde çay molası verdik.Biz çaylarımızı içerken korkunç bir sağnak başladı Ankara'da ... biz çay , pasta merasimini bitirince de yağmur dindi ve çok güzel bir güneş açtı... Hemen servisi yakaladık, daha doğrusu bizi aynadan görüp bekledi asker şoförümüz...

(Anıtkabir servisinde...Leylak Dalı ve Hüznün tadı ile
Biz çaylarımızı içerken korkunç bir sağnak başladı Ankara'da ... biz çay , pasta merasimini bitirince de yağmur dindi ve çok güzel bir güneş açtı... Hemen servisi yakaladık, daha doğrusu bizi aynadan görüp bekledi asker şoförümüz..yukardaki.Yukardaki resimler Aslanlı Yola çıkan yoldan...

Anıtkabir çıkışı Hüznün tadı bizden ayrıldı biz Kızılaya gittik. Ankara'ya gelip ünlü Dost kitabevine uğramadan olmazdı...Güven Parkda kafama pike yapan kuşa ne demeli...peki bu anı yakalayan Leylak hanfendüye ne demeli...
Artık eve dönmeli ve Tiyatro akşamına hazırlanmalıydık. Ankara simitleri aldık. Eve gelip çayımızı demledik. Leylak'ın eşi birkaç çeşit çayı alıp harman yapıp, kavanoza dolduruyormuş.Sonra kavanozun kapağını üç ay açmıyormuş ki araomaları birbirine iyice geçsin. İçmelere doyamadığım bir içimi vardı.Orhan Veli ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın evlerinin olduğu tarihi Evkaf Apartmanının önündeyim...Bu bina da bulunan Küçük Tiyatro'da Soğuk Bir Berlin Gecesi adlı oyunu izledik ve çok beğendik. Biletlerimiz Leylak Dalı hanım tarafından önceden alınmıştı bize jest olarak.Oyunu çoook beğendik... Gerilim sahnelerinde baya bi gerildik. Hatta arkamızdaki kadın ufak bir çığlık attı...
Tiyatro çıkışı eve geldik. Çayımızı koyduk. Resimlerimize baktık derken bir de baktık ki saat gece yarısı ikiyi geçmiş...Hemen yattık.Çünkü ertesi gün bizi yine dopdolu bir gün bekliyordu...

Ankara Belgeseli2

İkinci günün sabahında uyandığımda; gece hiç uyanmamış olduğumu fark ettim. Sanki kuş tüyü döşeklerde yatmış gibiydim... Leylak Bacı hemen elime yaseminli yeşil çayımı tutuşturdu, bilgisayarın düğmesine de ayağıyla toktu:) sen bilgisayara bak ben çayı koyayım dedi. İyi de anam bacım F klavye kullanıyor. Harf aramaktan gözlerim pörtledi. Bizim laptopu da açmaya üşendim. Gittim mutfak da onu taciz ettim. Şuna lüzüm yok buna lüzüm yok diye:)) Ama o dinlemedi tabi, ne tulum peynirimi ne de yanında cevizimi ihmal etti.

İkinci günün programının ilk durağı; yeniden restore edilen Hamamönüymüş. Restorasyonu mükemmel olmuş Koca kişisi ile de gelmeliyiz buraya diye diye gezdim.Burayı görünce ben çok hislendim hemen bir kahve molası verelim bir karanfilli sigara tüttüreyim dedim. Gamse'de duygularını mercimek çorbası ile bastırdı da biz O'nun hangi ara acıktığını anlamadık...

Kahveyi içince daha bi canlandık ve geziye başladık...80 yıldır yıpranan ve hiç dokunulmayan sokaklardaki evlerin dış cepheleri tarihi dokuya uygun şekilde restore edilmiş.Sokaklara bayıldım... Küçük küçük kahveler, cafeler öğrenciler doluşmuş... çok güzel bir görüntüydü. Bak Ankara'ya giderseniz ve Hamamönüne gitmezseniz valla da küserim. Resimlere çok ekleyeceğim bir şey yok. Herşey anlaşılıyor zaten...Mehmet Akif Ersoy'un Evi'de burada... Tacettin Dergahının içinde... Bu dergahı başka bir şekilde de hatırlayacaksınız.Muhsin Yazıcıoğlu'nun mezarıda bu dergahın bahçesinde. İzin alınmadan oraya konduğu ve kaldırılacağı söylenmişti hatta bir ara... Buranın beni ilgilendiren kısmı; Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmayı nasip etmesin diyen Milli Şair Mehmet Akif Ersoy. Ben hep birilerinin şairleri paylaşmasına çok ama çok uyuz olurum, sölim bu arada.
M. Akif Ersoy İstiklal Marşımızı bu evde yazmış ve karşılığında verilen ödülü almamıştır.
Arkamız da görünen yer M. AkifErsoyûn evi

Artık öğle vakti gelmişti... Bacıkuş dedi ki yemeği eski bir konakta hizmet veren Liva' da yiyeceğiz. Liva yine Hamamönünde. Buraya gelirseniz yemeğinizi mutlaka burada yiyin. Bahçesinde 162 yıllık bir meşe ağacı bulunan gerçek bir Ankara lokantası...Ben tercihimi Ankara pilavı( dereotlu ve mantarlı) ve kavurmadan yana kullandım . Gamsegamse de aynını söyledi ama ortaya herzaman ki gibi içliköfte köydurmayı ihmal etmedi. Leylak Dalıcımın hazırladığı zeytinyağlı tabağı ise dillere destandı...
Yemeğimizi yedik karnımız doydu. Aşağı kata inince Leylak Bacı bize tuvalete gidin dedi. Meğer nedeni varmış.Artık istikametimizde Anıtkabir var... Hiç Atamızı ziyaret etmeden, şükranlarımı bir kez daha sunmadan dönermiyim İstanbul'a... Anıtkabir var akşama da Evkaf Apartmanında yer alan Küçük Sahnede izleyeceğimiz bir tiyatro oyunu var...