Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

2 Şubat 2017 Perşembe

Yunanistan, kitap kulübü,çelınç falan filan

Yazmadığım günlerde bir koşu Yunanistan'a gidip geldim   :)
Hem turistik bir gezi oldu hem de bir düğüne katıldık. Damat Türk, gelin Yunanlı idi ama biz kız tarafıydık. :) Kızların öğretmen arkadaşı  İsmini ile Umut'un düğünüydü...
Biz, düğün tarihi belli olunca o tarihlere rastlayan bir tur araştırdık ki gitmişken gezilecek, görülecek yerleri de hakkıyla  gezelim diye...Şansımıza da ETS Tur'da tam da o tarihlere rastlayan bir tur bulduk. 
Turumuz, Selanik, Kavala, İskeçe,Gümİlcine ve Dedeağaç'ı kapsıyordu.
Turumuzun en güzel yanı rehberimiz Sahir Bey'di. Enerjisiyle, güler yüzüyle, her konuda yanımızda oluşuyla gönlümüzü fethetti ve çok güzel anılarla dolu bir gezi yapmamızı sağladı. Yani freeshopda biz lavaboya giderken o yukarıda çantalarımızı bile bekledi. Hatta Naziş, hadi gitmiyor muyuz demiş de, Annenle, kardeşinin çantalarını bekliyorum demiş🙃
(Rehberimiz Sahir Halil)


Yolculuğumuz İstanbul'da başladı  ve İpsala sınır kapısına kadar hiç durmadık. Türk sınır kapısında ,tüm yolcular otobüsten indik ve tek tek polis noktasında sıraya girip  pasaport kontrolünden geçtik.  Hava çok soğuktu, tabiri caizsse donduk. Yunanistan'a girdiğimizde otobüsten aşağı inmedik, Yunan Polisi otobüse bindi ve bir pasaporta bir yüzümüze bakıp kontrolünü yapıp gitti. :) Sanırım biz tur otobüsünde olduğumuz için böyle oldu. Çünkü;  bizden yarım saat önde giden otobüste olan  kızların arkadaşları hem aşağı indirilmiş hem didik didik aranmışlar hatta yalnız yolculuk  eden bir adamın cüzdanındaki paralara bile bakmışlar. 
 Yunanistan'a girdiğimizde bomboş otobanlar bizi bekliyordu, saatlerce gittik ne giden ne de gelen bir araca rastlamadık. Kavala'ya 40 km kala kahvaltı molası verdiğimizde , kahvaltılıkları görünce yurt dışında olduğumuzu anladık :) Bu zeytin, peynir olayı Türk insanının kanına işlemiş bence... Ispanaklı ve peynirli böreğimsi bir şey yedik çok lezzetliydi. Demleme çay da vardı. Türk turist çok olduğundan  bir çok yerde demleme çay var ve çoğu kişi bir iki kelime Türkçe biliyor.
Sabah Selanik 'i görünce  her Türk  çocuğunun beynine çakılı olan cümle geldi aklıma..."Atatürk, 1881 yılında Selanik'te iki katlı,pembe aşı boyalı bir evde doğdu"  

Selanik'te ilk önce  Kaleiçi'nde Panorama Tepesi'nde durup  Selanik'i tepeden izledik. Tanrılar dağı Olimpos'u, Beyaz Kale'yi  gördük.  Panorama kelimesi buradan çıkmıştır dedi rehberimiz.

Burada kendi başıma çok takıldığım için kızlarım tarafından belgelenmişim.

İkinci durağımız Aya Dimitri Kilisesi oldu. Sabah ayinine rastladık.Dileklerimizi yazıp , kutuya attık. Rehberimiz kiliseyi gezdirdi, anlattı fakat bizim Bizans tarihine meraklı Naziş,buranın  mutlaka ayazması vardır dedi ve arayıp aşağıya inen merdiveni buldu. Gamsegamse, ben ve Naziş aşağı indik ki tüm aşağı kata yayılan şahane bir müze, paraların atıldığı dilek havuzu ve sergilenen Bizans eserleri vardı. Orayı Nazlı keşfetmese  göremeyecektik.
Kilisenin kapısında Türkçe dilenen dilenciler vardı. 

Tur otobüsümüze binince Selanik içinde panoramik bir gezi yaptık. Selanik Halkı henüz sabah rehavetini atmadan biz bütün şehri çok rahat dolaştık.
  Üçüncü durağımız hepimizin merekla beklediği "Atatürk Evi" oldu. Burada hepimiz  çok ama çok duygulandık. Orada olmanın hissettirdiği duyguları tarif edecek kelimeleri bulamıyorum. Ata'nın doğduğu odada olmak, eşyalarını görmek  her Türk için inanılmaz bir şey. 
Atatürk Evi'nin hemen karşısındaki kafe ziyaretçilere ücretsiz demleme çay ikram ediyor.




Atatürk Evi'nden çıkışta 4 saat kadar serbest  zamanımız vardı. Buluşma yerimizi rehberimiz söyledi ve hepimiz Selanik sokaklarına dağıldık.  Biz ilk önce panoramik gezi sırasında rehberimizin Selanik'in Nişantaşı  ya da Bağdat Caddesi dediği Tsimiski Caddesindeki mağazaları gezdik. Sonra ünlü Aristotoles Meydanına gittik.

(Ah Aristo,Adnan Hocam'ın ruhu şad olsun)
Selanik 500 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldığı halde Osmanlıya ait hiçbir eser maalesef korunmamış ve Selanik nüfusuna kayıtlı hiç Türk yokmuş.
   Daha sonra aynı İzmir Kordona benzeyen sahilde yemek yedik, kahve içtik. Rehberimiz Yunanistan'da en çok duyacağımız sözün siga siga yani yavaş yavaş olacağını söylemişti. Gerçekten de öyle, Yunanlılar giç vir şey için acele etmiyorlar ve saat 14.00 da tüm iş yerleri kapanıyor ve akşam 19.00 da yeniden açılıyor. Bu ara siesta saati çünkü. Yemeğimizi yedikten sonra buluşma yerimiz olan Beyaz Kule'ye  gittik.Osmanlı döneminde zindan olarak kullanıldığı için geçmişin izlerini silmek için beyaza boyanmış ve adını da buradan alıyor.



Ah sonunda otelimizdeyiz,Capsis Hotel... Merkezde olduğu için çok rahat ettik. Kavala kurabiyesi ikramı ve Türkçe hoşgeldinizlerle karşılandık. Odaların küçüklüğü dışında iyiydi. Kahvaltılar Birliği üyesiymiş o yüzden şahane bir sabah kahvaltısı vardı, yok yoktu. Beni en çok  laz böreği şaşırttı, aynı bizim usuldeydi.
 
Biz  gurubun tavernaya gittiği gece İsmini ve Umut'un düğününe gittik. Merkezden servis kalkınca uzak bir yer diye tahmin etmiştim ama şehirler arası bir yolculuk olacağını tahmin etmemiştim🙃  Neyse görmediğimiz yerlerden geçtik  ve düğünün yapılacağı düğün salonuna ulaştık. Çok güzel bir düğün oldu,müzik Yunan müziğiydi ama bildiğiniz bizim halaylarla, oyunlarla karşılaşınca anladık ki hep kutuplaştırılan bu iki halkın birbirinden hiçbir farkı yok. Bizim için Türkçe menü hazırlanmış, hiçbir endişeye mahal vermemek adına her yemeğin yanına içeriği yazılmıştı.


Gece 01.00 gibi otele döndüğümüzde artık pes düşmüştük. Rüya bile görmedim gece ya da hatırlamıyorum. Sabah uyandırmanın ziliyle uyandık ve kahvaltıya indik O kahvaltı uyandıktan bir saat sonra olsaydı keyfini acaip çıkarırdım ama yine de  zengin bir kahvaltı yaptık.
Gezinin devamı bir sonraki yazıya olsun  yoksa sıkılacaksınız.

  Geldikten iki gün sonra Kitap Kulübümüzün  şubat ayı buluşması vardı. Kitabımız Kendine Ait Bir Oda/ Virginia Woolf 'tu... İlk feminist yazarlardan olan Virginia Woolf'un  bilinç akışıyla yazdığı bu kitabı çok eğlenceli bir biçimde ele aldık.Çok keyifli bir akşam oldu. 


Gelelim çelınçımıza bu seferki soru yani 11. soru : Dolabınızdaki en eski kıyafet (fotoğrafı ve anlamı)

Şu fotoğrafta üstümde gördüğünüz beyaz hırka teyzem duymasın da sanırım 60 yıllık vardır.
Biz giymediğimiz kıyafetleri köye götürüyoruz. Sedirlerin altındaki sepetlere koyuyoruz. Yazın fındık zamanı işler çok yoğun oluyor, gelen giden çok oluyor. Geldim mesela köye, tarlaya girerim fasulye toplayayım, fındık bahçesine gireyim diyorsunuz, ya bir çalıya takarsınız elbisenizi ya çamura batarsınız o yüzden çekersiniz seleyi oradan bir kıyafet giyersiniz olur biter. Ben her gitmede o seleleri bir dökerim. Bir keresinde döktüm ve bu hırka çıktı. Ay çocukluğumda Sabahnur Teyzem 2,5 numara şişle dantel örer gibi ördüğü hırka. Hemen kaptım, ben bunu götürürüm dedim. Yakasına da bir kırmızı gül taktım. Anam bir tatlandı bir kıymetlendi. Şaziye Teyzem demez mi, Teyzen onu bıraktı ama alacak, yemezler canım dedim, kapıcan di mi dedim🙃Odur budur o benim kıymetlim.



Hadi şimdi gideyim, sonraki yazıda ne maceralar var :)



2 yorum:

içinizden geldiği gibi yorumlayın ama unutmayın ki keser döner sap döner gün gelir hesap döner:))