Bu sene kış; kışlığını yaptı...Yağmurunu karını esirgemedi bizden şükür. Geçtiğimiz yıllarda herhalde artık karı göremeyeceğiz diye düşünmeye başlamıştım... Bu yıl Allahıma şükür karda mahsur kalıp iş makineleri tarafından kurtarılma macerası bile yaşadım :)
Dün sabah ; artık geldim diyen bahara uyandık gerçi bugün gerisin geri gitmiş gibi ama :)... Ben kuşlar gibi şakıya şakıya kalktım yataktan. Kendime yeşil çay yaptım,onu yudumlarken de kahvaltıyı salondaki masaya hazırladım. Çoktan izlemek istediğim filmi de hazırladım. Milleti ayaklandırdım. Gerçi dır dır konuşmaktan filmi izleyemedik. Ben artık yalnızken izleyeceğim. Çünkü; ''Bana Masal Anlatma'' vizyona girdiğinde izleyenlerce çok beğenilmişti ama ben izleme fırsatı bulamamıştım.
Kahvaltıdan sonra biz yine pazar klasiğimiz DSİ Çamlıca Sosyal Tesislerinde toplandık. Bir hafta öncekinin aksine her taraf yeşillenmiş ağaçlar çiçeklenmiş, papatyalar, ballıbabalar açmıştı...İstanbul'un ortasında ama ağaçlar arasında üstelikte dostlarla olmak haftada bir bile olsa bedenime ,ruhuma iyi geliyor. Banü ile yürüyüşler yaptık, çiçek topladık en önemlisi kocalarımızı okeyde yerden yere çaldık :) Gençlik hareketi arada gezindi arada kafamıza toplaştı :) İlk kez babam da katıldı bize, baktım hiç sıkılmadı. Kah gazetesini okudu, çayını kahvesini içti hatta bir ara, bir parti okey bile oynadı bizimle...
Bu hafta yeni bir kitaba başlıyorum... İsabel Allende'nin aslında okumakta çok da geç kaldığım kitabı: Eva Luna... Aslında İsabel Allende kitaplarını biraz geç okuma nedenim çok yanlış bir zamanla okuduğum ''Paula'' dır. Bir yazarın hasta çocuğunun başında beklerken yazdığı kitabı hasta çocuğunun başında beklerken okursan etki 100 le çarpılıyor.
Şimdilik adiyö
Lalenin Bahçesi
Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...
23 Mart 2015 Pazartesi
21 Mart 2015 Cumartesi
Yağsın yağmur çaksın şimşek sen de otur evinde azıcık :)
Bugün Naziş ile evdeyiz. Hava zaten evde oturma havası...Yağmur damlacıkları camlardan süzülmekte ve bu da en sevdiğim görüntülerden biridir.Biz Naziş ile kafamıza göre takılıyoruz ...O belgesellerini açtı ben filmimi...
Çağan Irmak'ın son filmi ''Unutursam Fısılda''yı izleyememiştim,ağlaya zırlaya onu izledim. Çağan Irmak insanın yüreğine nasıl dokunacağını biliyor. Her oyuncu ayrı güzeldi ama benim favorim Işıl Yücesoy. Bu kendi de sesi de kocaman kadın her rolde daha da kocamanlaşıyor. Şarkıların da hakkını yemeyelim onlar da çok güzeldi... Tek istedikleri müzik yapmak isteyen iki gencin hatta üç gencin hikayesi...
Bu haftanın bir diğer filmi ise; Şebnem Burcuoğlu'nun aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan '' Kocan Kadar Konuş''Dün vizyona girdi ve hemen gidip izledim. Efsun adlı bir genç kadın üzerinden giderek Türkiye'de kadınların nasıl çocukluklarından itibaren evliliğe şartlandırıldıklarını anlatan bir komedi filmi. Ezgi Mola ve Murat Yıldırım baş rolleri paylaşmışlar. İkisi de rollerine çok yakışmıştı ama ilk bölüm o kadar zoraki ilerledi ki uyumamak için kendimi zor tuttum. İkinci bölümde film hareketlendi ve daha kolay aktı... Efsun'un oda kapısının arkasındaki postit de ki ^^kitabı filmle yargılamayın''cümlesini de gözden kaçırmayın :)
bir önceki gün de okey grubumla buluştum. Ayıptır söylemesi insan yediğinden içtiğinden utanır demedim vurdum da vurdum okeyleri :)Yani insan şu dolma tenceresinin hatırına bari azcık dururdu di mi ? :) Görümcem diye demiyorum hem çok iyi okey oynar hem de harika dolma yapar :)
Bundan gerisi iyilik sağlık bacım. Biraz önce yazmaya ara verip Naziş ile bana pırasa kayganası yaptım. Bir tava kayganayı gözünün yaşına bakmadan yedik. Gamsegamse 'yi sorarsanız o bugün ekmek parası peşinde :)
Ve son olarak...Malum bugün Nevruz...
Sen lalenin Nevruz'da yaptığı gibi
Fırsatın olursa eğer
Lale yanaklı bir dilberle
Beraber ol.
Kadehi eline al,
Sevinç ile şarap iç.
Zira hayat;
Bir rüzgar darbesi gibi
Mavi göğün altında
Seni altına alıp
Eziverir ansızın.
Ömer HAYYAM
Hayde gittim ben...
Çağan Irmak'ın son filmi ''Unutursam Fısılda''yı izleyememiştim,ağlaya zırlaya onu izledim. Çağan Irmak insanın yüreğine nasıl dokunacağını biliyor. Her oyuncu ayrı güzeldi ama benim favorim Işıl Yücesoy. Bu kendi de sesi de kocaman kadın her rolde daha da kocamanlaşıyor. Şarkıların da hakkını yemeyelim onlar da çok güzeldi... Tek istedikleri müzik yapmak isteyen iki gencin hatta üç gencin hikayesi...
Bu haftanın bir diğer filmi ise; Şebnem Burcuoğlu'nun aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan '' Kocan Kadar Konuş''Dün vizyona girdi ve hemen gidip izledim. Efsun adlı bir genç kadın üzerinden giderek Türkiye'de kadınların nasıl çocukluklarından itibaren evliliğe şartlandırıldıklarını anlatan bir komedi filmi. Ezgi Mola ve Murat Yıldırım baş rolleri paylaşmışlar. İkisi de rollerine çok yakışmıştı ama ilk bölüm o kadar zoraki ilerledi ki uyumamak için kendimi zor tuttum. İkinci bölümde film hareketlendi ve daha kolay aktı... Efsun'un oda kapısının arkasındaki postit de ki ^^kitabı filmle yargılamayın''cümlesini de gözden kaçırmayın :)
bir önceki gün de okey grubumla buluştum. Ayıptır söylemesi insan yediğinden içtiğinden utanır demedim vurdum da vurdum okeyleri :)Yani insan şu dolma tenceresinin hatırına bari azcık dururdu di mi ? :) Görümcem diye demiyorum hem çok iyi okey oynar hem de harika dolma yapar :)
Bundan gerisi iyilik sağlık bacım. Biraz önce yazmaya ara verip Naziş ile bana pırasa kayganası yaptım. Bir tava kayganayı gözünün yaşına bakmadan yedik. Gamsegamse 'yi sorarsanız o bugün ekmek parası peşinde :)
Ve son olarak...Malum bugün Nevruz...
Sen lalenin Nevruz'da yaptığı gibi
Fırsatın olursa eğer
Lale yanaklı bir dilberle
Beraber ol.
Kadehi eline al,
Sevinç ile şarap iç.
Zira hayat;
Bir rüzgar darbesi gibi
Mavi göğün altında
Seni altına alıp
Eziverir ansızın.
Ömer HAYYAM
Hayde gittim ben...
19 Mart 2015 Perşembe
kayıt lütfen
Günler patır patır geçiyor,yaz gelmiyor. Hava buz gibi...Dün sabah erken saatlerde İstanbul'a kar yağdı.
Benim günlerde biraz rehavet var.Sabahları kendi kendime uzun kahvaltılar yapıyor, yaparken filmlerimi izliyorum. Yine bir film listesi yaptım ki dillere destan :)Kahvaltı için kolayını buldum.Önce kendime kocaman bir kupa yeşil çayımı hazırlıyorum veeeee şöyle gelişiyor olay :)
Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı diyen Cemal Süreya ne kadar doğru söylemiş...
işte size en sevdiğim kahvaltılığım ...
Roka,dereotu,maydanoz,kapya biber,yeşil biber ve taze yeşil soğan, bir kiraz domates. ince ince doğranır,üstüne de haşlanmış yumurta dilimlenir.Hatta azıcık peynir ve bir kaç zeytin ilave edilir.En sızmasından en hasından zeytinyağ,tuz,karabiber eklenir. Yanına bir dilim kızarmış ekmek,mutlaka tomurcuk çay ilave edilmiş iyi demlenmiş çay alınır bi de güzel keyifli bir film açıp karşısına geçilir. Bandıra bandıra yenilir.
(Levent Başar'a aittir bu tarif)
(Fotoları daha önce çekmiştim, belki de yayınlamışımdır bile)
Hafta sonları olağan DSİ sülale boyu buluşmaları,sohbetleri,okey oynamalar... Yemek saatine doğru gençlik kesimi katılıyor bize bazen eğer başka programları yoksa tabi... Sonra Survivor saatine evde oluyoruz. Kim ne derse desin arkadaş izliyorum. Keşke imkan olsa da siz de beni izleseniz o sırada...Sanırsınız maçtayım, bağırış çağırış izliyorum. Kocam iyi ki maça gitmiyorsun, kavga çıkarırsın diyor. Bu adrenalin bana iyi geliyor. Kafam boşalıyor.
Geçtiğimiz günlerde kocamın yeğeninin eşi Şive'nin konuğu olduk. Vur patlasın ,çal oynasın yedik içtik, Filiz'in doğum gününü kutladık.Şive; masada neye saldıracağını bilemediğin bir masa hatırlamıştı...Ev gezmelerini unuttuğumuz bir dönemde hem eski dostlarla buluşmak hem de bir masanın etrafında uzun sohbetler etmenin insan ruhuna ne kadar iyi geldiğini hatırlamak şahane oldu... Şu masaya baksanıza ayol :)
Kitap; yeminle hala aynı kitabı okuyorum :) Paul Auster'in radyoda okuduğu hikayeler yani...Bakın bu kitap da iyi geldi bana... Tavuk Suyuna Çorba hikayeleri gibi kısa kısa eğlenceli , hüzünlü, hadi ya doğru olabilir mi bu diyeceğiniz bi dolu hikaye...
Salı günü de Mine Flora'ya gittik Filiz ile...Gizem'in (Filiz'in kızı) düğününde davetlilere hatıra olarak vermek için minik kaktüsler seçtik. Minem güzel gönüllü Minem bizi nasıl ağırladı. Bu kez iş ziyareti desek de o kahveler, pastalarla ağırladı bizi binbir çiçek arasında...
Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz ağacın adı; Pavlonya imiş. Mine'nin bahçesinden tabi... Çin'de yetişen bir orman ağacıymış. Çinliler konut yapımında kullanıyormuş. 200 derecede ancak tutuşabilen ateşe çok dayanaklı bir ağaçmış, fakat evlerin bahçeleri için uygun değilmiş Sorun ki niye :) Çünküüü, alttan kökleri çok hızlı gelişen yayılan sürekli su arayan bir ağaç olduğu için su kanallarını tıkıyormuş.İlk fotoğrafi ben çektim diğeri yeşil halini de görebilesiniz diye netten...
Ha Mine'den gelince oturdum bir tencere pırasa dolması sardım... Tabi ki dolma sararken mutlaka film izlemem gerektiğinden önce kahvemi yapıp filmimi seçtim :)
Hadiii bir de filmden söz edip gideyim. Bugün okey grubumla buluşacağım...
Erol Mintaş; ilk uzun metrajli filminde nostalji hastalığına tutulmuş Kürt anne Nigar'ın hikayesini anlatıyor. Saraybosna film festivalinde en iyi film ve en iyi erkek oyuncu( Feyyaz Duman) ödüllerini almış...
İki kahve biri sade hadi bana müsade :)
Benim günlerde biraz rehavet var.Sabahları kendi kendime uzun kahvaltılar yapıyor, yaparken filmlerimi izliyorum. Yine bir film listesi yaptım ki dillere destan :)Kahvaltı için kolayını buldum.Önce kendime kocaman bir kupa yeşil çayımı hazırlıyorum veeeee şöyle gelişiyor olay :)
Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı diyen Cemal Süreya ne kadar doğru söylemiş...
işte size en sevdiğim kahvaltılığım ...
Roka,dereotu,maydanoz,kapya biber,yeşil biber ve taze yeşil soğan, bir kiraz domates. ince ince doğranır,üstüne de haşlanmış yumurta dilimlenir.Hatta azıcık peynir ve bir kaç zeytin ilave edilir.En sızmasından en hasından zeytinyağ,tuz,karabiber eklenir. Yanına bir dilim kızarmış ekmek,mutlaka tomurcuk çay ilave edilmiş iyi demlenmiş çay alınır bi de güzel keyifli bir film açıp karşısına geçilir. Bandıra bandıra yenilir.
(Levent Başar'a aittir bu tarif)
(Fotoları daha önce çekmiştim, belki de yayınlamışımdır bile)
Hafta sonları olağan DSİ sülale boyu buluşmaları,sohbetleri,okey oynamalar... Yemek saatine doğru gençlik kesimi katılıyor bize bazen eğer başka programları yoksa tabi... Sonra Survivor saatine evde oluyoruz. Kim ne derse desin arkadaş izliyorum. Keşke imkan olsa da siz de beni izleseniz o sırada...Sanırsınız maçtayım, bağırış çağırış izliyorum. Kocam iyi ki maça gitmiyorsun, kavga çıkarırsın diyor. Bu adrenalin bana iyi geliyor. Kafam boşalıyor.
Geçtiğimiz günlerde kocamın yeğeninin eşi Şive'nin konuğu olduk. Vur patlasın ,çal oynasın yedik içtik, Filiz'in doğum gününü kutladık.Şive; masada neye saldıracağını bilemediğin bir masa hatırlamıştı...Ev gezmelerini unuttuğumuz bir dönemde hem eski dostlarla buluşmak hem de bir masanın etrafında uzun sohbetler etmenin insan ruhuna ne kadar iyi geldiğini hatırlamak şahane oldu... Şu masaya baksanıza ayol :)
Kitap; yeminle hala aynı kitabı okuyorum :) Paul Auster'in radyoda okuduğu hikayeler yani...Bakın bu kitap da iyi geldi bana... Tavuk Suyuna Çorba hikayeleri gibi kısa kısa eğlenceli , hüzünlü, hadi ya doğru olabilir mi bu diyeceğiniz bi dolu hikaye...
Salı günü de Mine Flora'ya gittik Filiz ile...Gizem'in (Filiz'in kızı) düğününde davetlilere hatıra olarak vermek için minik kaktüsler seçtik. Minem güzel gönüllü Minem bizi nasıl ağırladı. Bu kez iş ziyareti desek de o kahveler, pastalarla ağırladı bizi binbir çiçek arasında...
Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz ağacın adı; Pavlonya imiş. Mine'nin bahçesinden tabi... Çin'de yetişen bir orman ağacıymış. Çinliler konut yapımında kullanıyormuş. 200 derecede ancak tutuşabilen ateşe çok dayanaklı bir ağaçmış, fakat evlerin bahçeleri için uygun değilmiş Sorun ki niye :) Çünküüü, alttan kökleri çok hızlı gelişen yayılan sürekli su arayan bir ağaç olduğu için su kanallarını tıkıyormuş.İlk fotoğrafi ben çektim diğeri yeşil halini de görebilesiniz diye netten...
Ha Mine'den gelince oturdum bir tencere pırasa dolması sardım... Tabi ki dolma sararken mutlaka film izlemem gerektiğinden önce kahvemi yapıp filmimi seçtim :)
Hadiii bir de filmden söz edip gideyim. Bugün okey grubumla buluşacağım...
Erol Mintaş; ilk uzun metrajli filminde nostalji hastalığına tutulmuş Kürt anne Nigar'ın hikayesini anlatıyor. Saraybosna film festivalinde en iyi film ve en iyi erkek oyuncu( Feyyaz Duman) ödüllerini almış...
İki kahve biri sade hadi bana müsade :)
11 Mart 2015 Çarşamba
yaza yaza yaz gelse çarşıya kiraz gelse :)
Böyle uzun aralar verince yazmaya, nereden başlayacağımı bilemiyorum benim canımın ta içi okuyucu... Eğer hala buralardaysan :) Halbuki bu blog tüm sosyal hesaplarımın içinde benim gözümün bebeği...Ama neden böyle oldu bilmiyorum. Eskisi gibi hergün yazmayı inanın çok ama çok istiyorum.
Önce bir Kadıköy dolusu Fenerli ile birlikte izlediğim Galatasaray- Fenerbahçe maçından söz edeyim. Gündüz yine her pazar olduğu gibi kocamın yeğenleri ve eşleri ile Çamlıca DSİ Sosyal Tesislerinde toplandık...Yedik içtik, okey oynadık derken Fatih hadi maçı da birlikte izleyelim deyince ben kendimi bir Fenerliler denizi içinde buldum...Yalnız Kadıköy olsa neyse, masadaki tek Galatasaraylı bile bendim. Daha masaya oturur oturmaz kocam beni, Galatasaray ile ilgili hiç bir tezahüratta en ufak bir sevinç gösterisinde bulunmamam konusunda uyardı... Zaten maç izleyeceğimiz yere gelene kadar defalarca kavgaya şahit olduk. Yanımızda Fenerbahçe atkısı ile yürüyen ezelden fanatik Fatma Abla'nın önüne atılarak yapılan, helal annemmmm, ellerinden öperim annemmm, bu can sana kurban annemmmm tezahüratları arasında Mercan Restauranta vasıl olduk...Biz Banu, Meral, Fatma Abla kitapçıları dolaşırken, benim kocamito, Fatih ve Ercü gidip en güzel masayı kapmışlardı. Ben de hırsımı midye dolmalardan aldım :)
Meral ise futboldan çok hoşlanmadığı için arada yeni aldığımız kitaplarına bakıp, çıkarıp okusam mı ki diye beni pek eğlendirdi :)
İstanbul'da mart ayı sert geçiyor. Bahar gelse artık. Pencereyi açtığımda hanımeli kokuları dolsun odaya hatta razıyım yav komşunun çamaşırlarının yumuşatıcı kokusu bile dolsun. Yeter ki bahar rüzgarı havalandırsın tülleri, kahve bardağıma girsin :)
Kitap yine bir e-kitap bir basılı kitap şeklinde okuyorum... Geceleri yatakta hafif, eğlenceli e-kitaplar tercih ediyorum... İki akşam önce ''Aşk Tanrıçasının Yemek Okulu/Melissa Senate ''ye başladım... Eğlenceli yemek tarifleri var içinde... Her tarife yalnız bir anı katmak gerekiyor, bu bazen bir tutam hüzünlü anı olabiliyor...
Diğer kitabım Paul Auster'in radyo programında okuduğu hikayelerden oluşan bir kitap. Siz sever misiniz bilmem ama benim hoşuma gitti... Bir sobanın arkasına kıvrılıp, eline kahveni alıp okumalık bir kitap. Sobada yanan fındık kabuklarının çıtırtısı gelse,üstünde çay kaynasa, bir de portakal kabukları atılmış olsa sobanın üstüne...onun kokusu yayılsa falan düşünüyorum okurken. Belki de hikayelerden birinin çook eskilere döndürmesinden oluştu bu duygular. Televizyonların siyah beyaz olduğu yıllarda bir film izlemiştim.
Rosabud....Bir filmde adam ölürken son sözü olur ve film başlar. Çok sonra anlarız bunun ne demek olduğunu...çocukluğundaki kızağının adıdır...Kızağının üstünde bu sözcük yazılıdır.
İki de filmim var sözünü edeceğim ikisini de tavsiye filmlerim arasına koyabilir, izleme listelerine alabilirsiniz.
İlki yerli bir film. İlhami Algör'ün kitabından sinemaya uyarlanan ''Fakat Müzeyyen Derin Bir Tutku Bu'' ...
.
İkincisi ise;Türkçe adı Asabiyim Ben adlı film...Oldukça ilginç bir senaryo...OSCAR‘a aday olarak gösterildi. Cannes adaylığı da olan ve 20 ödül kazanan bir film...
Öfkenin ve intikam duygusunun insanlar üzarindeki etkisini çok güzel anlatıyor..
Önce bir Kadıköy dolusu Fenerli ile birlikte izlediğim Galatasaray- Fenerbahçe maçından söz edeyim. Gündüz yine her pazar olduğu gibi kocamın yeğenleri ve eşleri ile Çamlıca DSİ Sosyal Tesislerinde toplandık...Yedik içtik, okey oynadık derken Fatih hadi maçı da birlikte izleyelim deyince ben kendimi bir Fenerliler denizi içinde buldum...Yalnız Kadıköy olsa neyse, masadaki tek Galatasaraylı bile bendim. Daha masaya oturur oturmaz kocam beni, Galatasaray ile ilgili hiç bir tezahüratta en ufak bir sevinç gösterisinde bulunmamam konusunda uyardı... Zaten maç izleyeceğimiz yere gelene kadar defalarca kavgaya şahit olduk. Yanımızda Fenerbahçe atkısı ile yürüyen ezelden fanatik Fatma Abla'nın önüne atılarak yapılan, helal annemmmm, ellerinden öperim annemmm, bu can sana kurban annemmmm tezahüratları arasında Mercan Restauranta vasıl olduk...Biz Banu, Meral, Fatma Abla kitapçıları dolaşırken, benim kocamito, Fatih ve Ercü gidip en güzel masayı kapmışlardı. Ben de hırsımı midye dolmalardan aldım :)
Meral ise futboldan çok hoşlanmadığı için arada yeni aldığımız kitaplarına bakıp, çıkarıp okusam mı ki diye beni pek eğlendirdi :)
İstanbul'da mart ayı sert geçiyor. Bahar gelse artık. Pencereyi açtığımda hanımeli kokuları dolsun odaya hatta razıyım yav komşunun çamaşırlarının yumuşatıcı kokusu bile dolsun. Yeter ki bahar rüzgarı havalandırsın tülleri, kahve bardağıma girsin :)

Diğer kitabım Paul Auster'in radyo programında okuduğu hikayelerden oluşan bir kitap. Siz sever misiniz bilmem ama benim hoşuma gitti... Bir sobanın arkasına kıvrılıp, eline kahveni alıp okumalık bir kitap. Sobada yanan fındık kabuklarının çıtırtısı gelse,üstünde çay kaynasa, bir de portakal kabukları atılmış olsa sobanın üstüne...onun kokusu yayılsa falan düşünüyorum okurken. Belki de hikayelerden birinin çook eskilere döndürmesinden oluştu bu duygular. Televizyonların siyah beyaz olduğu yıllarda bir film izlemiştim.
Rosabud....Bir filmde adam ölürken son sözü olur ve film başlar. Çok sonra anlarız bunun ne demek olduğunu...çocukluğundaki kızağının adıdır...Kızağının üstünde bu sözcük yazılıdır.
Filmin adını unuttum, o sözü de...Ama o sahne gözümün önünden gitmedi...
Şimdi Paul Auster'in Babamın Tanrı Olduğunu Sandım kitabını okurken Salıncaklı Sandalyem adlı hikayede rastladım...Yurttaş Kane den bir sahneymiş...Kitapları okurken kendimize doğru yolculuklar da yapıyoruz zaman zaman...İki de filmim var sözünü edeceğim ikisini de tavsiye filmlerim arasına koyabilir, izleme listelerine alabilirsiniz.
İlki yerli bir film. İlhami Algör'ün kitabından sinemaya uyarlanan ''Fakat Müzeyyen Derin Bir Tutku Bu'' ...
.
İkincisi ise;Türkçe adı Asabiyim Ben adlı film...Oldukça ilginç bir senaryo...OSCAR‘a aday olarak gösterildi. Cannes adaylığı da olan ve 20 ödül kazanan bir film...
Öfkenin ve intikam duygusunun insanlar üzarindeki etkisini çok güzel anlatıyor..
E eee gerisi iyilik sağlık işte :) Hadi bana müsade...
son olarak daaaa müsaitim müsaitsin müsait...
son olarak daaaa müsaitim müsaitsin müsait...
4 Mart 2015 Çarşamba
Çarşı Pazar -
Mahzun Kırmızıgül son filmini Niksar'da çekti... Filmi sülale boyu izledik dün gece...Biz tabi filmden çok Leylekli Köprüyü, Arasta Çarşısını ve film boyunca rastladığımız tanıdık simalarla ilgilendik
smile ifade simgesi
Beni blogdan tanıyanlar bilir,10 yıldır yazar dururum ya yok denizi olmayan yer yok eğri çatılı ev, karları belimize kadar çıkan küçük Anadolu kasabası diye... Aha işte oralar nasıl bir yerdi, evleri, sokakları, çarşıları nasıldı acaba diye merak ettirdiklerim için...
.Filmden mi, bir arada olmaktan mı, Niksar anılarını tazelemekten mi bilemem ama sonuç da
2 Mart 2015 Pazartesi
Hayallerine Dokun
“HAYALİME DOKUN”
Yönetim Danışmanı / Eğitmen Banu Tozluyurt ile Hayalime Dokun Pozitif Kadın Semineri 6 Mart 2015 Cuma günü 11:00 – 13:00 saatleri arasında Happy
Nest Etiler’de gerçekleştirilecek.
Hayalime Dokun, Pozitif Kadın Semineri’nde ülkemizde yaşayan
farklı eğitim ve gelir seviyesindeki kadınların hayattan beklentilerine ve
hayallerine yönelik farkındalık kazandırmak ve mevcut durumlarını irdeleyerek,
kendilerine bir yol haritası çıkarmalarını sağlamak amaçlanmaktadır.
·
Yaşam amacımı bulamıyorum, bir vizyona ihtiyacım
var!
·
Kendimi daha değerli ve önemli hissetmek
istiyorum!
·
Anne oldum, işi bıraktım ama evden çalışmak
istiyorum, ne yapabilirim?
·
Yıllar önce iyi bir üniversiteden mezun oldum
ama hiç çalışmadım, şimdi iş hayatına başlamaya korkuyorum!
·
İşyerinde hep kendi işimi yaptığımı hayal
ediyorum, ama nasıl yapacağımı bilmiyorum!
Bu ve benzeri soruların yanıtını bulacağınız seminer için
yerinizi ayırtabilirsiniz.
Ücretlidir. (100 TL)
Yer: Etiler, Happy Nest
Onaran sok. No:4
www.happynest.com.tr
Tel: 0212.257.85.85
Banu Tozluyurt:
İktisat Fakültesi mezunu, kurumlara Yönetim, Satış, İletişim ve Kişisel Gelişim konularında eğitimler verip,
danışmanlık yapmakta. Bireysel koçluk sertifikası sahibi, koçluk çalışmaları
devam etmekte. Yayınlanmış 4 kitabı mevcut. 10 yıldır hayata dair yazılarını
paylaştığı bloğu var. STET, Sınır Tanımayan Ebeveynler Topluluğu Derneği’nde
Başkan Yardımcısı. Evli, 1 kız çocuğu annesi.
www.banutozluyurt.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)