Lalenin Bahçesi
Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...
30 Mayıs 2012 Çarşamba
Motosiklet Günlüğü
Bugün yine bir filmim var. Motosiklet Günlüğü... Ernesto Che Guavera'nın henüz 23 yaşındayken, bir arkadaşıyla yaptıkları Güney Amerika gezisi... yalnız bu filmi sinemada izlemek varmış. Görsel açıdan da çok zengin bir filmdi çünkü.
Başlangıçta lay lay lom amaçlı başlayan gezi Che'nin de olgunlaşma sürecidir. Yollarda rastladıkları ülke insanları, kendi topraklarında evsiz, yurtsuz kalanlar Che'yi derinden etkiler. Seyehat bittiğinde geğişen zaman mı? benmiyim sorusunu sorar kendine. Arjantin, Şili, Brezilye ve Peru'yu kapsayan bu gezi filmini izlerken uçsuz bucaksız manzaralar ve Che'nin bu gelişimine tanık olmak da filmin bonusu...
Film demişken bir de kitap diyelim...Hangi kitap olduğu malum...1Q84... Sevdiğim bir cümleyi not aldım.
Sorun insanın ruhunun kutsallığıydı...Oraya çamurlu ayakkabılarla girmeye kimsenin hakkı yoktu...
1Q84 sayfa 225
Sıra bugünde...Yürüyüşümüzün rotasını Nakkaş Tepe'ye çevirdik bugün. İstanbul bir başka güzel oradan. Yeditepe resteurant-cafede Bir çay molası, bir öğle yemeği ya da bir akşam içkisi için uğrayabileceğiniz bir yer. Eğer giderseniz mutlaka cafenin içindeki patikadan yürüyüp, o doyumsuz manzaraya bakmayı ihmal etmeyin ve kulaklarımı çınlatın...Ben patika yürüyüşü sırasında çimlere uzanıp dört yapraklı yonca aramaya koyuldum ama bir süre sonra canı sıkılan kocam, kertenkele sana ne biçim bakıyo, gözlerini öööyle dikmiş deyince, zıpladım ayağa kalktım.Teras kısmına geçip çaylarımızı içtik.
Eve dönüşte biraz yoruldum, dizim ağrıdı.Neyse dinlenince geçti. Akşam yemeğimiz vardı ama yarın için tavuklu patates pişirdim. Yarın ki programımı söylemeyeyim, çünkü hemen yağmur yağıyor:)
28 Mayıs 2012 Pazartesi
Yağmur, film , gevezelikler
Dün gece gök gürültüleriyle birimiştim yazımı, öğleye kadar devam etti, sonra güneş çıktı, sonra bir ara yine çiseledi yine açtı...Sanırım yine yağmurlu bir hafta geçireceğiz.
Sabah gökgürültüleri, şimşek çakmaları eşliğinde film izledim. Aldım bir demlik çayı yanıma, kendime ait odama geçtim, yağmur camlardam süzüm süzüm süzüle dursun ben filmimi izledim.
Zelary son derece başarılı bir Çek yapımı bir dram filmi...Kveta Legátová’nın Jozova Hanula adlı romanından uyarlanmış.2004 yılında yabancı film dalında Oscar adayı olmuş.Çek topraklarının Nazi işgali olduğu yıllarda tıp öğrenimini yarıda bırakarak hastanede hemşire olarak çalışmaya başlayan Eliska ile köylü Joza'nın hikayesi... Eliska doktorların katıldığı bir direniş örgütündedir. Gestapo örgütü ortaya çıkarınca sevgilisi bir gecede ülkeyi terkeder. Arkadaşları ücra bir dağ evinde emniyettte olacağını düşünerek, köylü Joza ile birlikte onu Zelary'e 150 yıllık dağ köyüne gönderirler. Burada şehirli Eliska'nın köylü Hana'ya dönüşümü e köy sosyal yaşamına ayak uydurma dönemi çok başarılı verilmiş.Zelary'de zaman 150 yıl önce durmuştur. Elektrik bile yok. Aydınlanma gaz lambasıyla yapılıyor. Ağaçları, dağları, çiçekleri ile masalsı bir köy Zelary...Bir de küçük kız var ki Helenka, bu filmin kaçırılmaması konusunda başlıca unsur diyebilirim. Bu filmi izlemezseniz küserim kategorisine koydum. Dikkat ederseniz çoktandır bu kategoriye koyabileceğim bir film çıkmamıştı karşıma.
Cumartesi genel temizlik yapmıştım, dün evden çıkmadan önce yemek işini de halletmiştim, o yüzden bugün şöyle bir toparlanmaca dışında hiçbir şey yapmadım. Filmimi izledikten sonra kitabımı okudum. Çaydır , kahvedir derken akşam olmuş. Gamse aradı- Anne kuafördeyim, gel bana arkadaşlık et dedi. Aldım kitabımı gittim...Bana alışıklar, hemen bir fincan çayımı önüme koydular, kitabımı okudum-Uzaktaki Küçük Güneş Kuşları-arada Gamse ile arada Ordulu kuaför ile gevezelik ettik. Çıkışta markete uğradık, saat sekiz olmuş haberimiz yok. Sonrası akşam yemeği, Survivor izlemece falan filan. Şimdi yazımı bitirince biraz da kitabımı okurum.
düzenleme:
Bu yazı yazıldıktan sonra, 1Q84 okudum 40-50 sayfa falan okudum uykum geldi , yatağa zor koştum ama 05.00 de zıp diye uyandım. Biraz debelendim tekrar uyumak için ama baktım faydasız. Salona gelip, tv izledim biraz. Çağla Şikel, Ögür Çevik,Zeki Alasya ve Melek Baykal'ın oynadığı Romantika adlı müzikali izledim. Sonra blogun yan tarafındaki okuduklarım bölümünü değiştirdim. Şimdi okuduklarım ve sıra bekleyenler olarak. Ben bunlarla uğraşırken baktım Gamse kalktı, meğer okula gitme saati gelmiş.Bense uykum gelse de bir iki saat daha uyusam derdindeyim:)
Sabah gökgürültüleri, şimşek çakmaları eşliğinde film izledim. Aldım bir demlik çayı yanıma, kendime ait odama geçtim, yağmur camlardam süzüm süzüm süzüle dursun ben filmimi izledim.
Zelary son derece başarılı bir Çek yapımı bir dram filmi...Kveta Legátová’nın Jozova Hanula adlı romanından uyarlanmış.2004 yılında yabancı film dalında Oscar adayı olmuş.Çek topraklarının Nazi işgali olduğu yıllarda tıp öğrenimini yarıda bırakarak hastanede hemşire olarak çalışmaya başlayan Eliska ile köylü Joza'nın hikayesi... Eliska doktorların katıldığı bir direniş örgütündedir. Gestapo örgütü ortaya çıkarınca sevgilisi bir gecede ülkeyi terkeder. Arkadaşları ücra bir dağ evinde emniyettte olacağını düşünerek, köylü Joza ile birlikte onu Zelary'e 150 yıllık dağ köyüne gönderirler. Burada şehirli Eliska'nın köylü Hana'ya dönüşümü e köy sosyal yaşamına ayak uydurma dönemi çok başarılı verilmiş.Zelary'de zaman 150 yıl önce durmuştur. Elektrik bile yok. Aydınlanma gaz lambasıyla yapılıyor. Ağaçları, dağları, çiçekleri ile masalsı bir köy Zelary...Bir de küçük kız var ki Helenka, bu filmin kaçırılmaması konusunda başlıca unsur diyebilirim. Bu filmi izlemezseniz küserim kategorisine koydum. Dikkat ederseniz çoktandır bu kategoriye koyabileceğim bir film çıkmamıştı karşıma.
Cumartesi genel temizlik yapmıştım, dün evden çıkmadan önce yemek işini de halletmiştim, o yüzden bugün şöyle bir toparlanmaca dışında hiçbir şey yapmadım. Filmimi izledikten sonra kitabımı okudum. Çaydır , kahvedir derken akşam olmuş. Gamse aradı- Anne kuafördeyim, gel bana arkadaşlık et dedi. Aldım kitabımı gittim...Bana alışıklar, hemen bir fincan çayımı önüme koydular, kitabımı okudum-Uzaktaki Küçük Güneş Kuşları-arada Gamse ile arada Ordulu kuaför ile gevezelik ettik. Çıkışta markete uğradık, saat sekiz olmuş haberimiz yok. Sonrası akşam yemeği, Survivor izlemece falan filan. Şimdi yazımı bitirince biraz da kitabımı okurum.
düzenleme:
Bu yazı yazıldıktan sonra, 1Q84 okudum 40-50 sayfa falan okudum uykum geldi , yatağa zor koştum ama 05.00 de zıp diye uyandım. Biraz debelendim tekrar uyumak için ama baktım faydasız. Salona gelip, tv izledim biraz. Çağla Şikel, Ögür Çevik,Zeki Alasya ve Melek Baykal'ın oynadığı Romantika adlı müzikali izledim. Sonra blogun yan tarafındaki okuduklarım bölümünü değiştirdim. Şimdi okuduklarım ve sıra bekleyenler olarak. Ben bunlarla uğraşırken baktım Gamse kalktı, meğer okula gitme saati gelmiş.Bense uykum gelse de bir iki saat daha uyusam derdindeyim:)
Sana bugün Nakkaştepe'den baktım ey aziz İstanbul
Dün gece rüyamda Cancan'ı gördüm. Sanırım özlemişim. Sabah aradım, erkenden, Berfu rüyanda mı? gördün dedi:)) he valla dedim.Biraz kendimize gelelim programlaşalım dedik.
Öğleden sonra Cancan'ım hepimiz için ayrı ayrı yaptığı resimlerle çıkageldi.Fakat şöyle bir derdimiz var, kardeşini hem seviyor, hem de yerden yere vuruyor. Uras cücesi de yürümeye başladı. Bugün biz çıkmak için hazırlanırken, sen git benim yeri keşfet, bir güzel baş köşeye kurul.Nasıl tatlıydı... gelin bakın diye seslendim. Seslenmez olaydım. Can'dan bir araba dayak yedi garibim. Neyse çıktık dışarı önce Cancan'ın deyimiyle bizim semtin spor klübesine uğrayıp, Babaanne ve Dedeye Uras'ı sattık.Biz de fazla uzaklaşmadan Nakkaş Tepe'de ki Yedi Tepe Reteurant-Cafe'ye gittik. Burası tam boğaza nazır, yemekleri, servisi çok güzel bir yer. Yemekten sonra gezinti yapabileceğiniz güzel bir gezi yolu ve bu yolun sonunda teleskopla Boğazı seyredebileceğiniz bir terası var. Hatta ben artık yürüyüş güzegahlarıma burayı da ekledim. Çay molamızı da burada veririz.Zaten dönüşte Naziş'le biz yürüdük.Burada gördüğünüz gibi Berfu Boğazı dikizlemekte :)(bu yolda Cankuşumla az koşmaca oynamadık:))
Eve geldiğimizde bizden kalanı akşam yemeğini yemişti. Sabahın köründe pişirdiğim dolmalara yumulmuşlardı.
Sonrası çaydı, Survivordu falan filan.
Kitapta sanırım uzun bir süre 1Q84'den söz edeceğiz. Henüz 160 sayfa falan okudum. Çünkü çok kalın ve bu yüzden açık hava okumalarına götüremiyorum. Uzaktaki Küçük Güneş Kuşları ile paralel gidiyor. 153..sayfadan sonra kitabın adının neden bu olduğunu anlıyorsunuz. Yani adı bende saklı değil:) Açık açık anlatıyor. Q'nun Question dan geldiğini, dünyanın soru işaretleriyle dolu olduğunu anlatmak istediği için bu ismi koyduğunu anlatıyor. Kadın kiralık katiller, paralel evrenler daha neler nelerin beni beklediğini bilmediğim bir dünyanın içine dalmış durumdayım. İlk dinlediğimiz müzik parçası; Janacék'in Sinfoniettas'ı...Murakami'nin olmazssa olmazı müzik hemen gösterdi kendini. Her kitaba bir müzik parçası damgasını vurur mutlaka...Yanlış hatırlamıyorsam Zemberek Kuşunun Güncesinde de Arşidük Üçlüsüydü bu...Murakami aynı zamanda bir maratoncu...kitaplarınıda bir maraton koşusundaymış gibi yazıyor. Yavaş yavaş giderken birden hızlanıyor. Ben usul usul gittiğimizi, karakterleri tanıdığımızı snaırken hooop birden paralel evren karmaşına düştüm.Kitabı okuyanlar açısından bu kadar yazmak yeterli sanırım.Yoksa, polisiye bir kitap verdiğiniz birine; katil uşak demeye benzeyecek iş:)
Şimdi gök gürlüyor. Sanırım yine yağmurlu bir hafta olacak...
Öğleden sonra Cancan'ım hepimiz için ayrı ayrı yaptığı resimlerle çıkageldi.Fakat şöyle bir derdimiz var, kardeşini hem seviyor, hem de yerden yere vuruyor. Uras cücesi de yürümeye başladı. Bugün biz çıkmak için hazırlanırken, sen git benim yeri keşfet, bir güzel baş köşeye kurul.Nasıl tatlıydı... gelin bakın diye seslendim. Seslenmez olaydım. Can'dan bir araba dayak yedi garibim. Neyse çıktık dışarı önce Cancan'ın deyimiyle bizim semtin spor klübesine uğrayıp, Babaanne ve Dedeye Uras'ı sattık.Biz de fazla uzaklaşmadan Nakkaş Tepe'de ki Yedi Tepe Reteurant-Cafe'ye gittik. Burası tam boğaza nazır, yemekleri, servisi çok güzel bir yer. Yemekten sonra gezinti yapabileceğiniz güzel bir gezi yolu ve bu yolun sonunda teleskopla Boğazı seyredebileceğiniz bir terası var. Hatta ben artık yürüyüş güzegahlarıma burayı da ekledim. Çay molamızı da burada veririz.Zaten dönüşte Naziş'le biz yürüdük.Burada gördüğünüz gibi Berfu Boğazı dikizlemekte :)(bu yolda Cankuşumla az koşmaca oynamadık:))
Eve geldiğimizde bizden kalanı akşam yemeğini yemişti. Sabahın köründe pişirdiğim dolmalara yumulmuşlardı.
Sonrası çaydı, Survivordu falan filan.
Kitapta sanırım uzun bir süre 1Q84'den söz edeceğiz. Henüz 160 sayfa falan okudum. Çünkü çok kalın ve bu yüzden açık hava okumalarına götüremiyorum. Uzaktaki Küçük Güneş Kuşları ile paralel gidiyor. 153..sayfadan sonra kitabın adının neden bu olduğunu anlıyorsunuz. Yani adı bende saklı değil:) Açık açık anlatıyor. Q'nun Question dan geldiğini, dünyanın soru işaretleriyle dolu olduğunu anlatmak istediği için bu ismi koyduğunu anlatıyor. Kadın kiralık katiller, paralel evrenler daha neler nelerin beni beklediğini bilmediğim bir dünyanın içine dalmış durumdayım. İlk dinlediğimiz müzik parçası; Janacék'in Sinfoniettas'ı...Murakami'nin olmazssa olmazı müzik hemen gösterdi kendini. Her kitaba bir müzik parçası damgasını vurur mutlaka...Yanlış hatırlamıyorsam Zemberek Kuşunun Güncesinde de Arşidük Üçlüsüydü bu...Murakami aynı zamanda bir maratoncu...kitaplarınıda bir maraton koşusundaymış gibi yazıyor. Yavaş yavaş giderken birden hızlanıyor. Ben usul usul gittiğimizi, karakterleri tanıdığımızı snaırken hooop birden paralel evren karmaşına düştüm.Kitabı okuyanlar açısından bu kadar yazmak yeterli sanırım.Yoksa, polisiye bir kitap verdiğiniz birine; katil uşak demeye benzeyecek iş:)
Şimdi gök gürlüyor. Sanırım yine yağmurlu bir hafta olacak...
26 Mayıs 2012 Cumartesi
yüzünü yağmurlarla yıka
Bugün için yaptığım program hava şartları yüzünden iptal olunca du ben bir güzel temizlik yapayım dedim.Bir hışım başladım.Hemde yatak altı, pencere pervazı, dolap içi dolap üstü çekmece, itmece, silmece şeklinde. Ben kendimi böyle heba ede ede temizlik yaparken ve oda oda ilerlerken zır telefon ...
Gamsegamse-Anne, Capitolde buluşalım, sen bana şurada şurada fatura var, onu getir bir değişim yapıcam, hem de birlikte öğle yemeği yiyelim.
Ben-Hayatta olmaz, işim var yarım bırakamam...eve gel , sonra çıkarız.
Gamsegamse- Eve gelirsem , hayatta çıkamam bir daha:)
Pazarlık pazarlık , bir saat sonraya anlaştık...Ben tabi iki kat daha hızlandım, işimi bitirdim. Çıktım. Ama nasıl da açım anlatamam. Önce yemek diyorum ben, Gamse önce şu işi halledelim diyor. Tabi onun dediği oldu...Sonra ben kendime koca bir salata ve ızgara köfte siparişi verdim, Gamse milyon kalorili bir şey yedi..İstediğimiz bir film vardı.Moonrise Kingdom-Ama, bize uygun saatte olan seans başlamıştı, bir sonraki ise geç oluyordu...Biraz mağaza dolaştık hadi eve dedik.
Dışarı çıktığımızda hava iyice bozmuştu, hatta bizim sokağa girdiğimizde yağmura yakalandık.Kapıdan içeri girdiğimde beni misler gibi karşılayan ev çok hoşuma gitti. Arka tarafımızda apt ye ait bir bahçe var. Bahçede öyle çok çiçek yok ama , güller ve hanımelleri yetiyor. Sabah pencereleri açtığımda evin içine kokuları öyle bir doluyor ki, sabah sabah bundan daha iyisi olamaz diyorum.Yağmur iyice bastırınca pencereyi açtım yüzümü yağmura verdim.Bir süre durdum öyle ama sonra yeni komşu deli demesinler diye içeri girdim:)
Tamam , evi temizledik iyi hoş da akşama yemek bekler bu millet dedim. Akşamdan sosladığım şinitzelleri çıkardım, tavaya koydum biraz cızır cızır ettirdim. Diğer bir ocakta da , sivri biberleri ve mantarları önce biraz çok az yağda evirdim çevirdim, sonra üstüne bol domates doğradım, bir kaç diş sarımsak ve biraz da pul biber ilave ettim. Bıraktım pişsinler, biraz kızartma , ızgara havası versin diye cızırdattığım şinitelleri de üstüne dizdim. E biraz yayla çorbamız, biraz da zeytinyağlı pırasamız da vardı dolapta. Daha ne olsun abi ya...
Bu akşamın dizisi tabiki de Yalan Dünya idi. Bu dizideki en favori tipim O Karadenizli uşak :) yani Reis... Selahattin'in O'na taktığı Nemeçek isminin nedenini kaç kişi anlıyor çok merak ediyorum ve Gülse Birsel'in yaptığı bu göndermelere bayılıyorum. Pal Sokağı Çocuklarının en önemli karakteri çilli Nemeçek'i unutmayanların yüzünde buruk gülümseme oluştuğuna eminim o anlarda...
Şimdi okuma vakti...
Gamsegamse-Anne, Capitolde buluşalım, sen bana şurada şurada fatura var, onu getir bir değişim yapıcam, hem de birlikte öğle yemeği yiyelim.
Ben-Hayatta olmaz, işim var yarım bırakamam...eve gel , sonra çıkarız.
Gamsegamse- Eve gelirsem , hayatta çıkamam bir daha:)
Pazarlık pazarlık , bir saat sonraya anlaştık...Ben tabi iki kat daha hızlandım, işimi bitirdim. Çıktım. Ama nasıl da açım anlatamam. Önce yemek diyorum ben, Gamse önce şu işi halledelim diyor. Tabi onun dediği oldu...Sonra ben kendime koca bir salata ve ızgara köfte siparişi verdim, Gamse milyon kalorili bir şey yedi..İstediğimiz bir film vardı.Moonrise Kingdom-Ama, bize uygun saatte olan seans başlamıştı, bir sonraki ise geç oluyordu...Biraz mağaza dolaştık hadi eve dedik.
Dışarı çıktığımızda hava iyice bozmuştu, hatta bizim sokağa girdiğimizde yağmura yakalandık.Kapıdan içeri girdiğimde beni misler gibi karşılayan ev çok hoşuma gitti. Arka tarafımızda apt ye ait bir bahçe var. Bahçede öyle çok çiçek yok ama , güller ve hanımelleri yetiyor. Sabah pencereleri açtığımda evin içine kokuları öyle bir doluyor ki, sabah sabah bundan daha iyisi olamaz diyorum.Yağmur iyice bastırınca pencereyi açtım yüzümü yağmura verdim.Bir süre durdum öyle ama sonra yeni komşu deli demesinler diye içeri girdim:)
Tamam , evi temizledik iyi hoş da akşama yemek bekler bu millet dedim. Akşamdan sosladığım şinitzelleri çıkardım, tavaya koydum biraz cızır cızır ettirdim. Diğer bir ocakta da , sivri biberleri ve mantarları önce biraz çok az yağda evirdim çevirdim, sonra üstüne bol domates doğradım, bir kaç diş sarımsak ve biraz da pul biber ilave ettim. Bıraktım pişsinler, biraz kızartma , ızgara havası versin diye cızırdattığım şinitelleri de üstüne dizdim. E biraz yayla çorbamız, biraz da zeytinyağlı pırasamız da vardı dolapta. Daha ne olsun abi ya...
Bu akşamın dizisi tabiki de Yalan Dünya idi. Bu dizideki en favori tipim O Karadenizli uşak :) yani Reis... Selahattin'in O'na taktığı Nemeçek isminin nedenini kaç kişi anlıyor çok merak ediyorum ve Gülse Birsel'in yaptığı bu göndermelere bayılıyorum. Pal Sokağı Çocuklarının en önemli karakteri çilli Nemeçek'i unutmayanların yüzünde buruk gülümseme oluştuğuna eminim o anlarda...
Şimdi okuma vakti...
24 Mayıs 2012 Perşembe
Leylak'lı mim, bugün , film falan filan
Önce Mim, Leylak Dalı düzenlemiş. E hep mimlenecek değilya kadınceyiz bu seferde mimlemiş:))
Mim şöyle...Kitaplığınızın soldaki en üst rafından başlayıp yaşınıza denk gelen kitaba kadar sayıyor, alıyor, yaşınıza denk gelen sayfaya gelip sayfanın başındaki ilk paragrafı yazıyorsunuz ve kitabın adını, yazarını, yayınevini, basım tarihini, sayfa sayısını ve tabi ki kişisel görüşünüzü de.Bir de mümkünse fotoğraf koyuyorsunuz..(Natalicim, üşendim yazmaya , bu kısmı olduğu gibi senden kopyaladım)
Şimdi ben kitaplığın başına geçtim aynen Leylak'ımın dediği gibi yaptım ama şeytan azapta gerek ya tuttu Çerkesce bir kitap çıktı. Haydaaa dedim, diğer kitaplığın başına geçtim saydım yaşım kadar anah bu kez de Ortaçağda Büyü adlı kitap çıktı. Baktım ilk paragrafa dedim ki beni büyücü müyücü sanırlar, çıkarttım o kitabı yanındaki kitap yaşımın sayısı oldu haliyle ne ka aklılı olduğuma bir kez daha kendim de inandım bu kez. Neyse şimdi kitabımızın adı Gülün Adı. Ben bu kitabın önce filmini izleyen gruptan olduğum için fıldır fıldır kitabı da bir solukta okumuştum. Bu kitap hakkında bir söylenceye göre , Bizim Orhan Pamuk ve bu Umberto sahaflarda bir elyazması sandığını karıştırmışlar.İkisi de birer elyazması kitap almışlar ve sonra bizim ki Kırmızı'yı yazmış Umberto Bey de Gülün Adını... Sunay Akın'ın dişisi olarak bu bilgiyi size vermekten gurur duyarım. Doğruluğu konusunda söyleyenlerin yalancısıyım.
Kitapta 1327 yılında İtalya da ki bir manastırda geçen bir cinayet soruşturması anlatılıyor. Alt metinde ise ortaçağ Hristiyan dünyası var.
Kitabın ilk paragrafı.
Kasım sonlarında güzel bir sabahtı.Gece boyunca az kar yağmıştı;ama toprak üç parmak kalınlığını aşmayan soğuk bir örtü ile kaplanmıştı.Karanlıkta, alacakaranlık duasının hemen ardından,vadideki bir köyde ayini dinlemiştik.Sonra güneş çıkınca dağlara doğru yola koyulduk.
Gülün Adı
Umberto Eco
Can Yayınları 21.Baskı
740 sayfa
basım tarihi -Aralık 2010
basım tarihini görünce kitabın Nazlı'nın kitabı olduğunu anladım. İngilizce ve Türkçesini birlikte almıştı, kitaplığı için. Ayıptır sölemesi:) ben 1986 baskısını okumuştum...
Bu görevimi de ifa ettikten sonra gelelim Lalenin Bahçesi bugün ne yaptı ne ettiye...
Bu günün yürüyüş rotasında Kuzguncuk vardı. Yine yokuş aşağı indik pıtır pıtır kendimizi Kuzguncuk'da bulduk. Oturacağımız yere gelince baktık gölgeler kapılmış. Denize yakın oturduk ki denizden esinti gelir diye ama yine de bir şeyler yiyipiçmek ve kitap okumak için sıcaktı. Önce oturduk, ben etrafı kestim, kalkan olunca hemen gölgeyi kaptık:)) Sonra ben çantamdan simitlerimizi , simite eşlik edecek nevaleyi ve eeen önemlisi yeni keşfim derotlu peynirli poğaçayı çıkardım. Sehpamızı koşturdu garsoncu, çaylarımızı söyledik ve kitaplarımızı açtık. Tepemizde de adını bilmediğim güzel kokulu çiçekleri olan ağaç. Uzaktan defneye benziyor ama değil. Geçen gün Ece kuşum bana bir dal koparıp vermişti, hala mis gibi kokutuyor evi...Uzaktaki Küçük Güneş Kuşlarını okuyorum, dışarıda olan okuma saatlerimde. Çok rahat okunan, derdini dolaştırmadan anlatan bir kitap. Böyle olunca dışarıda ilgi dağılsa bile çok rahat okunuyor. 12 yaşındaki, Nijeryalı Blessing adlı kız çocuğunun gözünden Nijeryanın asırlardır süren gerçeği ile yüzyüze geliyoruz.Kitap hakkında yaacaklarımı bitinceye bırakayım şimdilik.Tabiki evde 1Q84 okumaya devam.
Yazım burada bitiyor, biterken hepinizin kandilini kutluyorum.
Kandilleri çok severim, dua etmeyi hatırlamak, dileklerimizi tekrar dile getirmek için bulunmaz fırsat diye düşünürüm.
Mim şöyle...Kitaplığınızın soldaki en üst rafından başlayıp yaşınıza denk gelen kitaba kadar sayıyor, alıyor, yaşınıza denk gelen sayfaya gelip sayfanın başındaki ilk paragrafı yazıyorsunuz ve kitabın adını, yazarını, yayınevini, basım tarihini, sayfa sayısını ve tabi ki kişisel görüşünüzü de.Bir de mümkünse fotoğraf koyuyorsunuz..(Natalicim, üşendim yazmaya , bu kısmı olduğu gibi senden kopyaladım)
Şimdi ben kitaplığın başına geçtim aynen Leylak'ımın dediği gibi yaptım ama şeytan azapta gerek ya tuttu Çerkesce bir kitap çıktı. Haydaaa dedim, diğer kitaplığın başına geçtim saydım yaşım kadar anah bu kez de Ortaçağda Büyü adlı kitap çıktı. Baktım ilk paragrafa dedim ki beni büyücü müyücü sanırlar, çıkarttım o kitabı yanındaki kitap yaşımın sayısı oldu haliyle ne ka aklılı olduğuma bir kez daha kendim de inandım bu kez. Neyse şimdi kitabımızın adı Gülün Adı. Ben bu kitabın önce filmini izleyen gruptan olduğum için fıldır fıldır kitabı da bir solukta okumuştum. Bu kitap hakkında bir söylenceye göre , Bizim Orhan Pamuk ve bu Umberto sahaflarda bir elyazması sandığını karıştırmışlar.İkisi de birer elyazması kitap almışlar ve sonra bizim ki Kırmızı'yı yazmış Umberto Bey de Gülün Adını... Sunay Akın'ın dişisi olarak bu bilgiyi size vermekten gurur duyarım. Doğruluğu konusunda söyleyenlerin yalancısıyım.
Kitapta 1327 yılında İtalya da ki bir manastırda geçen bir cinayet soruşturması anlatılıyor. Alt metinde ise ortaçağ Hristiyan dünyası var.
Kitabın ilk paragrafı.
Kasım sonlarında güzel bir sabahtı.Gece boyunca az kar yağmıştı;ama toprak üç parmak kalınlığını aşmayan soğuk bir örtü ile kaplanmıştı.Karanlıkta, alacakaranlık duasının hemen ardından,vadideki bir köyde ayini dinlemiştik.Sonra güneş çıkınca dağlara doğru yola koyulduk.
Gülün Adı
Umberto Eco
Can Yayınları 21.Baskı
740 sayfa
basım tarihi -Aralık 2010
basım tarihini görünce kitabın Nazlı'nın kitabı olduğunu anladım. İngilizce ve Türkçesini birlikte almıştı, kitaplığı için. Ayıptır sölemesi:) ben 1986 baskısını okumuştum...
Bu görevimi de ifa ettikten sonra gelelim Lalenin Bahçesi bugün ne yaptı ne ettiye...
Bu günün yürüyüş rotasında Kuzguncuk vardı. Yine yokuş aşağı indik pıtır pıtır kendimizi Kuzguncuk'da bulduk. Oturacağımız yere gelince baktık gölgeler kapılmış. Denize yakın oturduk ki denizden esinti gelir diye ama yine de bir şeyler yiyipiçmek ve kitap okumak için sıcaktı. Önce oturduk, ben etrafı kestim, kalkan olunca hemen gölgeyi kaptık:)) Sonra ben çantamdan simitlerimizi , simite eşlik edecek nevaleyi ve eeen önemlisi yeni keşfim derotlu peynirli poğaçayı çıkardım. Sehpamızı koşturdu garsoncu, çaylarımızı söyledik ve kitaplarımızı açtık. Tepemizde de adını bilmediğim güzel kokulu çiçekleri olan ağaç. Uzaktan defneye benziyor ama değil. Geçen gün Ece kuşum bana bir dal koparıp vermişti, hala mis gibi kokutuyor evi...Uzaktaki Küçük Güneş Kuşlarını okuyorum, dışarıda olan okuma saatlerimde. Çok rahat okunan, derdini dolaştırmadan anlatan bir kitap. Böyle olunca dışarıda ilgi dağılsa bile çok rahat okunuyor. 12 yaşındaki, Nijeryalı Blessing adlı kız çocuğunun gözünden Nijeryanın asırlardır süren gerçeği ile yüzyüze geliyoruz.Kitap hakkında yaacaklarımı bitinceye bırakayım şimdilik.Tabiki evde 1Q84 okumaya devam.
Yazım burada bitiyor, biterken hepinizin kandilini kutluyorum.
Kandilleri çok severim, dua etmeyi hatırlamak, dileklerimizi tekrar dile getirmek için bulunmaz fırsat diye düşünürüm.
Etiketler:
gülün adı,
kitap,
Uzaktaki küçük güneş kuşları
23 Mayıs 2012 Çarşamba
Filmdir, falandır filandır
Bugün ilk etkinliği karı koca Üsküdarda ne kadar eskici varsa gezmekti:)) Derdimiz, benim kendime ait oda dediğim yerde bir türlü oturma düzeni sağlayamamış olmak ve kafamdaki bir şeyi aramak. Aradığım iki kişinin oturabileceği büyüklükte bir sedir ya da çok küçük iki pufumsu koltuk.Eskiden fiskos koltuğu derdik öyle. yeni modeller hayvani malesef. Bir tane bulduk ama adam sanırım sayı saymayı bilmiyodu.Neyse anladık ki bize oradan ekmek çıkmaz. Kütüphaneye yollandık. Ödünç kitapları teslim ettim ve dört yeni kitap aldım. Hepsi Babam için... tarihi kurgu seçtim hepsini de...Kütüphanede ki görevli evden çıkamayanlar için evlere kitap servisi yapmakla ilgili bir proje hazırlığı içinde olduklarını söyledi. Böyle durumu olanlar varsa haberi olsun. Kütüphaneden sonra sahilde biraz yürüyüp eve yollandık.Koca beni yolda ekmeye çalıştı ama beceremedi:)) Evde öğle yemeği yedik , klübe kaçtı.
Benim öğleden sonram; yeni kitabımla hasbıhal etmekle, arada sözü geçen müzik parçalarını dinlemekle, mutfakda sulu köfte pişirip, yayla çorbası karıştırırken, çay içerken dahi okumaya devam etmekle geçti.
Sabahları film izleme etkinliği çok yapamadım bu evde... Nedense çok erkende uyanamıyorum, yani yedi buçukda falan ancak kalkıyorum. Biliyorum bu saat bile çok kişi için erken sayılır ama bana gün yetersiz kalıyor o zaman.
Dün sabah çoktandır izlemek istediğim ama izleyemediğim Atlıkarıncayı izledim. Çok acıtan, konuşulamayan bir konuyu çok rahatsız etmeden vermeye çalışılmış çok da başarılı olmuşlar. Ama rahatsız olmamak mümkün değil tabi. Ensest konusu malesef çok ama çok acı ama var... Filmi izlemeyenler olabilir o yüzden fazla bir şey yazmıyorum. Mert Fırat'ı çok başarılı buldum. İçimden, geber dediğim de anladım başarısının dozunu...
Bu sabah da My Fair Lady'i izledim. Tüm zamanların en zarif kadını Audrey Hepburn oynadığı 1964 yapımı 8 Oscarlı film... Yeşilçam türlü versiyonlarını yaptı ve zevkle izledik hatırlayacaksınız. Basit bir çiçekçi kızdan sosyetik bir kadın yaratma projesi:))
Bu akşamın dizisi bizim ev için Muhteşem Yüzyıl. Gamse Valide Sultan bu gece ölüyor dedi...
haydi gittim ben.
Benim öğleden sonram; yeni kitabımla hasbıhal etmekle, arada sözü geçen müzik parçalarını dinlemekle, mutfakda sulu köfte pişirip, yayla çorbası karıştırırken, çay içerken dahi okumaya devam etmekle geçti.
Sabahları film izleme etkinliği çok yapamadım bu evde... Nedense çok erkende uyanamıyorum, yani yedi buçukda falan ancak kalkıyorum. Biliyorum bu saat bile çok kişi için erken sayılır ama bana gün yetersiz kalıyor o zaman.
Dün sabah çoktandır izlemek istediğim ama izleyemediğim Atlıkarıncayı izledim. Çok acıtan, konuşulamayan bir konuyu çok rahatsız etmeden vermeye çalışılmış çok da başarılı olmuşlar. Ama rahatsız olmamak mümkün değil tabi. Ensest konusu malesef çok ama çok acı ama var... Filmi izlemeyenler olabilir o yüzden fazla bir şey yazmıyorum. Mert Fırat'ı çok başarılı buldum. İçimden, geber dediğim de anladım başarısının dozunu...
Bu sabah da My Fair Lady'i izledim. Tüm zamanların en zarif kadını Audrey Hepburn oynadığı 1964 yapımı 8 Oscarlı film... Yeşilçam türlü versiyonlarını yaptı ve zevkle izledik hatırlayacaksınız. Basit bir çiçekçi kızdan sosyetik bir kadın yaratma projesi:))
Bu akşamın dizisi bizim ev için Muhteşem Yüzyıl. Gamse Valide Sultan bu gece ölüyor dedi...
haydi gittim ben.
22 Mayıs 2012 Salı
İki gündür
İki gündür,
Dün klasik yürüyüşümüzü yapıp, yine artık bir klasik haline getirdiğimiz mekanımıza konuşlanıp, çayımızı içip, kitaplarımızı okuduk. Hava çok güzeldi...Kız Kulesi karşımda duruyordu... yine eski 45 likler çalıyordu ve garson ingilizce 12 lira nasıl söyleniyor diye sağa sola soruyordu.
Kitabımın adı Küçük Güneş Kuşları... Sahilde onu okuyorum, evde Murakami-1Q84
Sahil yürüyüşü dönüşü, alış veriş yapa yapa eve geldim ve mutfakda hem film izledim, hem de yemek stoklaması yaptım. Sezonun son zeytinyağlı pırasasını pişirdim, sulu köfte yapmak için misket köfteler hazırlayıp dondurucuya attım... Pilav yaptım ve de şakşuka,... şakşuka aslına bakarsanız ağır bir kızartmadır ama onu da çok az yağlı yapmanın yolunu buldum. Sebzeleri, teflon tavaya bir kaşık yağ koyup ızgaramsı gibi karıştıra karıştıra yarı kızartır gibi yapıp, üstüne bol domates doğrayıp birlikte pişmelerini sağladım. Çok da beğendiler.Bir kaç diş de sarımsak doğramıştım.Biraz da etli bir yemek yaptım pilav yanında servis yapmak için. Sorun bana bir pilav yemeyeli kaç ay oldu. Nasıl da severim domatesli pilav yanında cacık:(
Bu sabah artık Maltepe'ye taşınan İlmiye'me gittim. Tam bizim taşınma sırasında bir ameliyat geçirdi. Şimdi çok iyi çok şükür. Bizim kahvaltılarımız meşhurdur onunla... Sabah başlar, hiç kalkmadan akşama kadar sürer:) Otururuz kalkarız, yeniden çay demleriz , masa öylece durur. Bugünkü kahvaltımızı kocası Osman hazırladı. Ben daha kapıdan içeri girerken Osman çayı demledin mi? diye sordum zaten.. İlmiyem'i hiç kaldımadı valla benden yine tam not aldı.Bir tek resim çekmeyi beceremiyo:))
Giderken çok kolay gittim ama dönüşte her gelen araba salkım saçaktı. Sanırsınız Çin'deyiz. Hayatta binmem dedim. Tabi kendi kendime. Du bi fırıldak çevireyim dedim. Üsküdar yerine daha sık ve boş gelen Kadıköy arabasına bindim, Üsküdar arabalarının da geçtiği E5 Karaoluna çıkınca indim ve bomboş bir Üsküdar arabasına bindim. Ne ka akıllıyım di mi?
İzlediğim filmler var. İçimi acıdan cızır cızır yapan, beni lüzumsuz lüzumsuz güldüren ama onları ayrı bir post yaparım artık. Sonra yeni kitaplarımdan söz ederiz. Ama bu yazı şimdilik bitmeli.
Bitit bile
Dün klasik yürüyüşümüzü yapıp, yine artık bir klasik haline getirdiğimiz mekanımıza konuşlanıp, çayımızı içip, kitaplarımızı okuduk. Hava çok güzeldi...Kız Kulesi karşımda duruyordu... yine eski 45 likler çalıyordu ve garson ingilizce 12 lira nasıl söyleniyor diye sağa sola soruyordu.
Kitabımın adı Küçük Güneş Kuşları... Sahilde onu okuyorum, evde Murakami-1Q84
Sahil yürüyüşü dönüşü, alış veriş yapa yapa eve geldim ve mutfakda hem film izledim, hem de yemek stoklaması yaptım. Sezonun son zeytinyağlı pırasasını pişirdim, sulu köfte yapmak için misket köfteler hazırlayıp dondurucuya attım... Pilav yaptım ve de şakşuka,... şakşuka aslına bakarsanız ağır bir kızartmadır ama onu da çok az yağlı yapmanın yolunu buldum. Sebzeleri, teflon tavaya bir kaşık yağ koyup ızgaramsı gibi karıştıra karıştıra yarı kızartır gibi yapıp, üstüne bol domates doğrayıp birlikte pişmelerini sağladım. Çok da beğendiler.Bir kaç diş de sarımsak doğramıştım.Biraz da etli bir yemek yaptım pilav yanında servis yapmak için. Sorun bana bir pilav yemeyeli kaç ay oldu. Nasıl da severim domatesli pilav yanında cacık:(
Bu sabah artık Maltepe'ye taşınan İlmiye'me gittim. Tam bizim taşınma sırasında bir ameliyat geçirdi. Şimdi çok iyi çok şükür. Bizim kahvaltılarımız meşhurdur onunla... Sabah başlar, hiç kalkmadan akşama kadar sürer:) Otururuz kalkarız, yeniden çay demleriz , masa öylece durur. Bugünkü kahvaltımızı kocası Osman hazırladı. Ben daha kapıdan içeri girerken Osman çayı demledin mi? diye sordum zaten.. İlmiyem'i hiç kaldımadı valla benden yine tam not aldı.Bir tek resim çekmeyi beceremiyo:))
Giderken çok kolay gittim ama dönüşte her gelen araba salkım saçaktı. Sanırsınız Çin'deyiz. Hayatta binmem dedim. Tabi kendi kendime. Du bi fırıldak çevireyim dedim. Üsküdar yerine daha sık ve boş gelen Kadıköy arabasına bindim, Üsküdar arabalarının da geçtiği E5 Karaoluna çıkınca indim ve bomboş bir Üsküdar arabasına bindim. Ne ka akıllıyım di mi?
İzlediğim filmler var. İçimi acıdan cızır cızır yapan, beni lüzumsuz lüzumsuz güldüren ama onları ayrı bir post yaparım artık. Sonra yeni kitaplarımdan söz ederiz. Ama bu yazı şimdilik bitmeli.
Bitit bile
21 Mayıs 2012 Pazartesi
OLMAYAN
Hani bazen sorulur ya, şu an da nerede olmak istersin diye...Cevabımız hep olduğumuz yerin dışında bir yerdir. Yani hemen herkes olmadığı yerde olmak ister.Olmayan, olmayanlarımızın hikayesi... Olmayanlarımızın da hayatımızın bir parçası olduğunun hikayesi.
Olmayan: Bahri Gördebak'ın yayınlanan ilk kitabı... Benim için de bir ilk, yeni evimize bizimle aynı anda girdi. Kitabı getiren postacı ve nakliye kamyonu aynı anda geldi. Ve bizim evin tarihinde, bu eve giren ilk kitap olarak yer aldı.
Ben yazarların ilk kitaplarını çok severim. Başka bir tadı, başka bir kokusu vardır sanki.Olmayan da öyle oldu. Amak-ı Hayal kolleksiyonu yapan bir kahramanı var kitabın hem de benim kadar kokoreç seviyor:) Başka kitaplara kapılar açan kitaplar vardır. Olmayan bunlardan biri... Amak-ı Hayal ve Küçük Prens'e kapılar açıyor. Yıllar önce okuduğum Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi'nin Amak-ı Hayal adlı kitabı tasavvuf metafiziğini merak edenler için bulunma nimettir.Kitabın başından itibaren hissettiğim bir şeyin kitabın sonunda doğru olduğunu anlamak da hoş bir sürpriz oldu.Ama sanki bir devam hikayesi de gelebilir gibi bitti...
Olmayan bir Ankara hikayesi... Ankara bambaşka bir kimliği ile üniversite gençliğinin gözünden anlatılmış ve bir Ankara ile barışma hikayesi var ki, ben de Ankara'ya küsmüş tam 12 ıl sonra Leylak Dalı, Mavianne, Balkahve ve Gümüşay sayesinde yeniden barışmıştım. Hatta bir barış şenliği gibi olan üç gün yaşamıştık.
Ben okurken hep kendimden birşeyler buldum. Hemen herkes içinde böyle olacağından eminim.
Yolu bahtı açık olsun...Umarım istediği okuyucu kitlesine ulaşır.
Mavianne'nin yazar ile yaptığı röportaj, Ankara Hürriyet'de yayınlandı.Röportaj burada
Olmayan: Bahri Gördebak'ın yayınlanan ilk kitabı... Benim için de bir ilk, yeni evimize bizimle aynı anda girdi. Kitabı getiren postacı ve nakliye kamyonu aynı anda geldi. Ve bizim evin tarihinde, bu eve giren ilk kitap olarak yer aldı.
Ben yazarların ilk kitaplarını çok severim. Başka bir tadı, başka bir kokusu vardır sanki.Olmayan da öyle oldu. Amak-ı Hayal kolleksiyonu yapan bir kahramanı var kitabın hem de benim kadar kokoreç seviyor:) Başka kitaplara kapılar açan kitaplar vardır. Olmayan bunlardan biri... Amak-ı Hayal ve Küçük Prens'e kapılar açıyor. Yıllar önce okuduğum Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi'nin Amak-ı Hayal adlı kitabı tasavvuf metafiziğini merak edenler için bulunma nimettir.Kitabın başından itibaren hissettiğim bir şeyin kitabın sonunda doğru olduğunu anlamak da hoş bir sürpriz oldu.Ama sanki bir devam hikayesi de gelebilir gibi bitti...
Olmayan bir Ankara hikayesi... Ankara bambaşka bir kimliği ile üniversite gençliğinin gözünden anlatılmış ve bir Ankara ile barışma hikayesi var ki, ben de Ankara'ya küsmüş tam 12 ıl sonra Leylak Dalı, Mavianne, Balkahve ve Gümüşay sayesinde yeniden barışmıştım. Hatta bir barış şenliği gibi olan üç gün yaşamıştık.
Ben okurken hep kendimden birşeyler buldum. Hemen herkes içinde böyle olacağından eminim.
Yolu bahtı açık olsun...Umarım istediği okuyucu kitlesine ulaşır.
Mavianne'nin yazar ile yaptığı röportaj, Ankara Hürriyet'de yayınlandı.Röportaj burada
Pazar pazar
Bizim gibi ev sahibini Allah düşmana bile vermesin:)...Dün akşamdan bizde kalan Neslihan'ı evde uyurken bırakıp, Naziş okulda görevli olduğu için okula, Gamse öğrencisine derse ben de neredeyse bir aya yakın süre önce yapılmış programım gereği Zeya'ya kahvaltıya gittim.Neyseki kızların işleri öğleye kadardı da eve döndüler.
Bugünün ayrı bir özelliği de mayıs yedisi olmasıydı. Mayıs yedisi Ordu'nun ve Gresun'un bir nevi Hıdırellezidir. Mayıs yedisi hicri takvime göre , miladi takvimde 20 mayısa tekamül eder. Bugün Hızır ve İlyas peygamberin her yıl yedi mayısta deniz kıyısında buluştuğuna inanıldığı gündür. Şenliklerle kutlanır. İnsanlar deniz kıyılarına akın eder. Teknelerle denizde gezilir., yedi dalgadan geçilir. Dilekler dilenir, denize yedi çift bir tek taş atılıp, derdim belam denize denilir. Gece fener alayları düzenlenip, havai fişekler atılır. Biz de bugün bunu küçük çapta yaptık, kahvaltıdan sonra sahile inip, taşlarımızı ve dileklerimizi denize attık.
Akşam çayımızı da deniz kıyısında içtik ve evlerimize dağıldık.Ben Caddeden Kadıköy dolmuşuna bindim. Ama ay dolmuş geldi bineyim derken baktım ki içinde shrekler bana el sallıyor. Ne oluyoruz ülen dedim. Ama komediler beni takip ediyormuş ki, sonraki bindiğim dolmuşun şoforü de , artık yerlerini ezberlemiş olacakki, caddede promosyon standı kuran tüm firmaların dağıtım standtlarının önünde durup arabaya servis yaptırdı. Önce Sütaş ayran standından bir kıza seslendi, hey buraya da getir, yolculara da dağıt dedi, biz gülerken durun şimdi ilerde de süt standı var dedi oraya da uğradı. Ne güldük ama , böyle gırgır şamata Kadıköy'e geldim.İkinci stantda, arabaya süt dağıtımı yağan görevli:)
Bugün ayrıca nihayet Haruki Murakami'nin bekleye bekleye deramanımın kalmadığı:) 1Q84 adlı tam 1256 sayfalık kitabına da kavuştum. Serrose bu kitabın Japonya'da 4 cilt olarak piyasaya sürüldüğünü yazmıştı. Dört ciltten geçtim, bari iki cilt yapsalardı çok daha rahat okunabilirdi.
Akşam Survivor gecesiydi onu izledik. Şimdi yazımı da yazdım mı, kitabımı okumaya gidiyorum.
Bugünün ayrı bir özelliği de mayıs yedisi olmasıydı. Mayıs yedisi Ordu'nun ve Gresun'un bir nevi Hıdırellezidir. Mayıs yedisi hicri takvime göre , miladi takvimde 20 mayısa tekamül eder. Bugün Hızır ve İlyas peygamberin her yıl yedi mayısta deniz kıyısında buluştuğuna inanıldığı gündür. Şenliklerle kutlanır. İnsanlar deniz kıyılarına akın eder. Teknelerle denizde gezilir., yedi dalgadan geçilir. Dilekler dilenir, denize yedi çift bir tek taş atılıp, derdim belam denize denilir. Gece fener alayları düzenlenip, havai fişekler atılır. Biz de bugün bunu küçük çapta yaptık, kahvaltıdan sonra sahile inip, taşlarımızı ve dileklerimizi denize attık.
Akşam çayımızı da deniz kıyısında içtik ve evlerimize dağıldık.Ben Caddeden Kadıköy dolmuşuna bindim. Ama ay dolmuş geldi bineyim derken baktım ki içinde shrekler bana el sallıyor. Ne oluyoruz ülen dedim. Ama komediler beni takip ediyormuş ki, sonraki bindiğim dolmuşun şoforü de , artık yerlerini ezberlemiş olacakki, caddede promosyon standı kuran tüm firmaların dağıtım standtlarının önünde durup arabaya servis yaptırdı. Önce Sütaş ayran standından bir kıza seslendi, hey buraya da getir, yolculara da dağıt dedi, biz gülerken durun şimdi ilerde de süt standı var dedi oraya da uğradı. Ne güldük ama , böyle gırgır şamata Kadıköy'e geldim.İkinci stantda, arabaya süt dağıtımı yağan görevli:)
Bugün ayrıca nihayet Haruki Murakami'nin bekleye bekleye deramanımın kalmadığı:) 1Q84 adlı tam 1256 sayfalık kitabına da kavuştum. Serrose bu kitabın Japonya'da 4 cilt olarak piyasaya sürüldüğünü yazmıştı. Dört ciltten geçtim, bari iki cilt yapsalardı çok daha rahat okunabilirdi.
Akşam Survivor gecesiydi onu izledik. Şimdi yazımı da yazdım mı, kitabımı okumaya gidiyorum.
19 Mayıs 2012 Cumartesi
Biz bugün
Dünkü fırtınaya yakalanınca , mazallah bugün de aynısı olur diye evden çıkmamaya karar vermiştik. Hatta Kızlar,sabah 19 Mayıs törenlerine katılmak için evden çıkarlarken; Gamse , bugün birlikte birşeyler yapalım mı? deyince Naziş-yok yok, meteoroloji bugün için de uyarı yaptı, film seyredelim evde dedi. Ha iyi dedim, madem onlar gelene kadar ben de temizlik işini bitireyim dedim. Yarın ve hafta içi için programım yoğun çünkü. Tam temizlik yaparken Gamse aradı- Anne, ablam programını yaptı da gitti bile dedi:))...
E biz geri kalırmıyız, Babamı da ayaklandırdık, soluğu Beylerbeyinde aldık.Herzaman ki balıkçımızda herzaman ki yerimize oturup herzaman ki mönümüzü siperiş ettik. Ay hepimize iyi geldi. Babamın da hoşuna gitti.
Yemekten sonra biraz da deniz kıyısında oturduk, çayımızı içtik baktık hava serinledi koşa koşa evimize geldik. Az önce de Naziş aradı, Neslihan bu gece bizde kalacak dedi. Kalktım biraz yemek takviyesi yaptım. Önce geç saate kadar otururlar acıkırlar diye, peynirli börek , un kurabiyesi ve çikolatalı elmalı kurabiye sonra da bezelye , pilav pişirdim. Zeytinyağlı taze fasulyemiz de var. Daha ne olsun abi ya... Yazılarımın altında ki bu çizgiler de neyin nesi. Bir türlü kaldıramadım. Neyse eğri yazmam bu sayede:)
Bahri Gördebak'ın Olmayan adlı kitabını bitirdim. Bunu ayrı bir post olarak yazmak istiyorum.Benim için çok özel bir kitap oldu, çünkü taşındığımız gün eşyalarla birlikte girdi içeri. Postacı ile nakliye kamyonu aynı anda geldiler , çok ama çok hoş, unutulmaz bir hatıra oldu.
Yarın 1Q84 ile nihayet buluşuyoruz. Hemen akşamına da başlarım. Bu kitabı çok ama çok bekledim. Hatta yayınlayacağını duyuran ve geciktiren Doğan Kitap'ı taciz bile ettim.
Şimdilik bu kadar... Umarım iyi bir hafta sonu geçiriyorsunuzdur.
E biz geri kalırmıyız, Babamı da ayaklandırdık, soluğu Beylerbeyinde aldık.Herzaman ki balıkçımızda herzaman ki yerimize oturup herzaman ki mönümüzü siperiş ettik. Ay hepimize iyi geldi. Babamın da hoşuna gitti.
Yemekten sonra biraz da deniz kıyısında oturduk, çayımızı içtik baktık hava serinledi koşa koşa evimize geldik. Az önce de Naziş aradı, Neslihan bu gece bizde kalacak dedi. Kalktım biraz yemek takviyesi yaptım. Önce geç saate kadar otururlar acıkırlar diye, peynirli börek , un kurabiyesi ve çikolatalı elmalı kurabiye sonra da bezelye , pilav pişirdim. Zeytinyağlı taze fasulyemiz de var. Daha ne olsun abi ya... Yazılarımın altında ki bu çizgiler de neyin nesi. Bir türlü kaldıramadım. Neyse eğri yazmam bu sayede:)
Bahri Gördebak'ın Olmayan adlı kitabını bitirdim. Bunu ayrı bir post olarak yazmak istiyorum.Benim için çok özel bir kitap oldu, çünkü taşındığımız gün eşyalarla birlikte girdi içeri. Postacı ile nakliye kamyonu aynı anda geldiler , çok ama çok hoş, unutulmaz bir hatıra oldu.
Yarın 1Q84 ile nihayet buluşuyoruz. Hemen akşamına da başlarım. Bu kitabı çok ama çok bekledim. Hatta yayınlayacağını duyuran ve geciktiren Doğan Kitap'ı taciz bile ettim.
Şimdilik bu kadar... Umarım iyi bir hafta sonu geçiriyorsunuzdur.
18 Mayıs 2012 Cuma
Tenenbaum Ailesi ve Fırtınalı saatler
Bu gün hem zeytinyağlı taze fasulye pişirdim hem de bu filmi izledim. Fasulyeleri ayıklama , pişmeye hazırlanma ve de pişme süresine bu film eşlik etti ha bir de yeşil çay.
Bir gün bana Magissa sormuştu, izleyeceğin filmleri nasıl seçiyorsun diye. Sanırım önce oyuncuları seçiyorum, sonra afiş, afiş önemli bakın, çok şey anlatır. Sonra da beni çeken bir şey oluyor. Bir çekim yani... Bu filmin adı ilgimi çekti önce sonra da oyuncuları... Filmin kurgusu biraz değişik. Mesela bir anlatıcı var,kitap gibi bölümden bölüme geçerken araya bir jenerik giriyor.Romantik bir film değil, aksiyondur maceradır yok. Ama izleyince sarıyor. Ben şahsım adına izlediğim için memnunum. Aşağıda ki notları özellikle okumanızı istiyorum. Okursanız filmi zaten izleyeceksiniz. Hatta tavsiye ederim, filmden sonra tekrar okuyun. Filme tekrar sahne sahne dönmek isteyebilirsiniz.
Bu notlara geçmeden bu film dışında bu gün ne yapmış Lale'nin Bahcesi.
Kızlarla Capitolde buluştuk akşam üzeri. Sonra görümcemin kızı Meral ve Mehmet'de katıldı bize. Önce akşam yemeği yedik ve yine her zamanki gibi hepsinin gözü benim yemeğimde kaldı. Akdeniz salatası üzerine ıgara mezgit filetom onları mahvetti. Hadi ucundan ucundan bakın tadına dedim:))Sonra D&R a gittik kiii diğer görümcemin kızı bebek arabasına attığı kızı Hande ile D&R dan içeri giriş yaptı. Aaa ooo derken bir gürültü bir kıyamet. Koca alışveriş merkezi kafamıza çökecek sandık. Bir patırtı bir kütürtü. Bu nasıl bir şey derken, dolu yağıyor dediler. Ama durmak bilmedi. Ben birden , ben görmek istiyorum deyince Mehmet ben de dedi, koşa koşa alt kata inip kapıdan bakmaya gittik ki, orası anababa günü, millet kapıya yığılmış. Dışarda bir afet var. O sırada dışarda olanlar ne yaptı Allah bilir. Hiç endişe etmeyin dedim, mahsur kalınabilecek en iyi yerdeyiz. Oturalım çay içelim, olmadı sinemaya girelim. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama olay sakinleşince hemen eve döndük.
Günün öetinden sonra tekrar dönelim filme... Daha önce sözünü ettiğim bilgiler aşağıda...
Anjelica Huston ve Gene Hackman kendilerine teklif edilen rolleri ilk başta karakter derinlikleri olmadığı için reddetmişlerdi. Ancak daha sonra karakterlerin yeniden düzenlenmesi ile birlikte filmde rol almayı kabul ettiler.
-Margot Tenenbaum'un bir parmağını kaybettiği bölüm aslında, Wes Anderson'ın Rushmore filmindeki Margaret Yang için yazdığı bir bölümdü.
-Etheline Tenenbaum(Anjelica Huston) karakteri, Wes Anderson'ın kendi annesi Ann Buroughs baz alınarak hazırlandı. Ann Buroughs da Wes Anderson'ın babası olan kocasından ayrıldıktan sonra arkeolog olmuştu. Ayrıca Etheline Tenenbaum'un gözlükleri de Ann Buroughs'tan ödünç alındı.
-Henry Sherman karakterinin adı Wes Anderson'ın ev sahibinin adından gelmekte.
-Dany Glover'ın filmdeki görünüşü Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan baz alınarak yaratıldı. Wes Anderson'ın fikri olan bu görünüş, yönetmenin, Glover'ın şahsi olarak tanıdığı Kofi Annan ile Birleşmiş Milletler etkinliğinde tanışmasını sağladı.
-Richie Tenenbaum'un yıkıldığı tenis maçının TV yorumcuları Wes Anderson ve Andrew Wilson'dı. Birçok izleyici Wes Anderson'ın önceki filmi Rushmore'un yıldızı Jason Schwartzman'ın sesi zannederken bir kısmı da ikinci yorumcuyu Owen Wilson zannetmiştir.
-Ari ve Uzi'nin köpeği Buckley'nin adı şarkıcı Jeff Buckley'den gelmektedir.New York'ta çekilen filmin genel şehir planlarında Wes Anderson'ın New York karakterini ortaya çıkartan gökdelenlerden kaçınmak için çekim hilelerine başvurdu. Royal ve Pagoda'nın parkta konuştukları sahnede, Pagoda (Kumar Pallana) özellikle Özgürlük Anıtı görünmeyecek şekilde tam önünde dikildi.
-Margot'nun sürekli olarak içtiği sigara markası, İrlanda'dan Amerika'ya 1970'lerden sonra ithal edilmeyen bir marka. Film için getirtilen sigaraların sebebi ise Wes Anderson'ın DVD ekstra sahnesinde söylediği gibi temanın 70'lere göndermeler yapması ve Margot'nun da gizli sigara alışkanlığının daha da garip durmasıydı.
-Wes Anderson, Royal Tenenbaum bölümünü Gene Hackman ile birlikte doğaçlama olarak yazdı.
-Filmin olmazsa olmazı Mordecai isimli şahin, çekimler sırasında çalındı ve karşılığında fidye istendi. Ancak yapımın gecikmemesi adına bir başka bir şahin bulundu. Richie'nin de çatıda Royal ile konuştuğu sahnede geri dönen şahin Mordecai'a bakarak "Benim şahinim olduğuna emin değilim, bunda daha fazla beyaz tüy var" demesinin sebebi de bu.
-Wes Anderson'ın arkadaşı olan Paul Thomas Anderson, filmin müzikleri için yönetmene yardım etti.
-Filmdeki birçok karakter direkt veya dolaylı yoldan filmin görüntü yönetmeni Robert D. Yeoman'ın kardeşinin kocasının ailesinden esinlenilerek yaratıldı.Filmdeki ilk yardım görevlilerinden birini canlandıran Brian Tenenbaum, Wes Anderson, Owen Wilson ve Luke Wilson'ın Texas Üniversitesi'nden yakın arkadaşı. Tenenbaum isminin kullanılma sebebi ise Wes Anderson'ın, arkadaşının soyadını çok sevmesi. Ayrıca Brian Tenenbaum'un kız kardeşinin adı ise Margot Tenenbaum.
-Danny Glover, Luke Wilson ve Owen Wilson, bu film için Ocean's Eleven'daki rollerini geri çevirdiler.
-Margot'nun Helen Scott ismi ile kurduğu stüdyonun adı ünlü fransız yönetmen François Truffaut'nun en yakın amerikalı arkadaşı Helen Scott'tan geliyor.
-The Royal Tenenbaums, Wes Anderson'ın Texas dışında çektiği ilk film.
-Richie Tenenbaum'un çatıda Mordecai'ın camdan kafesini yumrukladığı sahne doğaçlama olarak Luke Wilson tarafından yaratıldı. Çekim sırasında bir anda cama yumruk atan Richie ile Ralleigh (Bill Murray)in konuşmasının yarıda kesilmesinin sebebi ise Wes Anderson'ın bu doğaçlama sonrası Luke'un kendini ciddi şekilde yaraladığını sanmasıydı.
- The Rolling Stones'dan sıklıkla şarkı kullanan Wes Anderson ayrıca Richie'nin çadırında "Between the Buttons" albümünün görünmesini sağladı.
-Bill Murray'in hastanede Margot'dan sigara isteyip ardından "au revoir/hoşça kal" dediği sahne, Fransa başkanı Valéry Giscard d'Estaing'in 1981 yılında kaybettiği seçimlerden sonraki
davranışından alındı...
Bilgiler beyazperde.com dan...
Filmin bir traillerini de koydum ki, tam fikir sahibi olabilesiniz.
İyi bir hafta sonu diliyorum. Umarım planlarınız kapalı yerkerdedir. Çünkü İstanbul bu hafta sonunu yağışlı geçirecekmiş.
Bir gün bana Magissa sormuştu, izleyeceğin filmleri nasıl seçiyorsun diye. Sanırım önce oyuncuları seçiyorum, sonra afiş, afiş önemli bakın, çok şey anlatır. Sonra da beni çeken bir şey oluyor. Bir çekim yani... Bu filmin adı ilgimi çekti önce sonra da oyuncuları... Filmin kurgusu biraz değişik. Mesela bir anlatıcı var,kitap gibi bölümden bölüme geçerken araya bir jenerik giriyor.Romantik bir film değil, aksiyondur maceradır yok. Ama izleyince sarıyor. Ben şahsım adına izlediğim için memnunum. Aşağıda ki notları özellikle okumanızı istiyorum. Okursanız filmi zaten izleyeceksiniz. Hatta tavsiye ederim, filmden sonra tekrar okuyun. Filme tekrar sahne sahne dönmek isteyebilirsiniz.
Bu notlara geçmeden bu film dışında bu gün ne yapmış Lale'nin Bahcesi.
Kızlarla Capitolde buluştuk akşam üzeri. Sonra görümcemin kızı Meral ve Mehmet'de katıldı bize. Önce akşam yemeği yedik ve yine her zamanki gibi hepsinin gözü benim yemeğimde kaldı. Akdeniz salatası üzerine ıgara mezgit filetom onları mahvetti. Hadi ucundan ucundan bakın tadına dedim:))Sonra D&R a gittik kiii diğer görümcemin kızı bebek arabasına attığı kızı Hande ile D&R dan içeri giriş yaptı. Aaa ooo derken bir gürültü bir kıyamet. Koca alışveriş merkezi kafamıza çökecek sandık. Bir patırtı bir kütürtü. Bu nasıl bir şey derken, dolu yağıyor dediler. Ama durmak bilmedi. Ben birden , ben görmek istiyorum deyince Mehmet ben de dedi, koşa koşa alt kata inip kapıdan bakmaya gittik ki, orası anababa günü, millet kapıya yığılmış. Dışarda bir afet var. O sırada dışarda olanlar ne yaptı Allah bilir. Hiç endişe etmeyin dedim, mahsur kalınabilecek en iyi yerdeyiz. Oturalım çay içelim, olmadı sinemaya girelim. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama olay sakinleşince hemen eve döndük.
Günün öetinden sonra tekrar dönelim filme... Daha önce sözünü ettiğim bilgiler aşağıda...
Anjelica Huston ve Gene Hackman kendilerine teklif edilen rolleri ilk başta karakter derinlikleri olmadığı için reddetmişlerdi. Ancak daha sonra karakterlerin yeniden düzenlenmesi ile birlikte filmde rol almayı kabul ettiler.
-Margot Tenenbaum'un bir parmağını kaybettiği bölüm aslında, Wes Anderson'ın Rushmore filmindeki Margaret Yang için yazdığı bir bölümdü.
-Etheline Tenenbaum(Anjelica Huston) karakteri, Wes Anderson'ın kendi annesi Ann Buroughs baz alınarak hazırlandı. Ann Buroughs da Wes Anderson'ın babası olan kocasından ayrıldıktan sonra arkeolog olmuştu. Ayrıca Etheline Tenenbaum'un gözlükleri de Ann Buroughs'tan ödünç alındı.
-Henry Sherman karakterinin adı Wes Anderson'ın ev sahibinin adından gelmekte.
-Dany Glover'ın filmdeki görünüşü Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan baz alınarak yaratıldı. Wes Anderson'ın fikri olan bu görünüş, yönetmenin, Glover'ın şahsi olarak tanıdığı Kofi Annan ile Birleşmiş Milletler etkinliğinde tanışmasını sağladı.
-Richie Tenenbaum'un yıkıldığı tenis maçının TV yorumcuları Wes Anderson ve Andrew Wilson'dı. Birçok izleyici Wes Anderson'ın önceki filmi Rushmore'un yıldızı Jason Schwartzman'ın sesi zannederken bir kısmı da ikinci yorumcuyu Owen Wilson zannetmiştir.
-Ari ve Uzi'nin köpeği Buckley'nin adı şarkıcı Jeff Buckley'den gelmektedir.New York'ta çekilen filmin genel şehir planlarında Wes Anderson'ın New York karakterini ortaya çıkartan gökdelenlerden kaçınmak için çekim hilelerine başvurdu. Royal ve Pagoda'nın parkta konuştukları sahnede, Pagoda (Kumar Pallana) özellikle Özgürlük Anıtı görünmeyecek şekilde tam önünde dikildi.
-Margot'nun sürekli olarak içtiği sigara markası, İrlanda'dan Amerika'ya 1970'lerden sonra ithal edilmeyen bir marka. Film için getirtilen sigaraların sebebi ise Wes Anderson'ın DVD ekstra sahnesinde söylediği gibi temanın 70'lere göndermeler yapması ve Margot'nun da gizli sigara alışkanlığının daha da garip durmasıydı.
-Wes Anderson, Royal Tenenbaum bölümünü Gene Hackman ile birlikte doğaçlama olarak yazdı.
-Filmin olmazsa olmazı Mordecai isimli şahin, çekimler sırasında çalındı ve karşılığında fidye istendi. Ancak yapımın gecikmemesi adına bir başka bir şahin bulundu. Richie'nin de çatıda Royal ile konuştuğu sahnede geri dönen şahin Mordecai'a bakarak "Benim şahinim olduğuna emin değilim, bunda daha fazla beyaz tüy var" demesinin sebebi de bu.
-Wes Anderson'ın arkadaşı olan Paul Thomas Anderson, filmin müzikleri için yönetmene yardım etti.
-Filmdeki birçok karakter direkt veya dolaylı yoldan filmin görüntü yönetmeni Robert D. Yeoman'ın kardeşinin kocasının ailesinden esinlenilerek yaratıldı.Filmdeki ilk yardım görevlilerinden birini canlandıran Brian Tenenbaum, Wes Anderson, Owen Wilson ve Luke Wilson'ın Texas Üniversitesi'nden yakın arkadaşı. Tenenbaum isminin kullanılma sebebi ise Wes Anderson'ın, arkadaşının soyadını çok sevmesi. Ayrıca Brian Tenenbaum'un kız kardeşinin adı ise Margot Tenenbaum.
-Danny Glover, Luke Wilson ve Owen Wilson, bu film için Ocean's Eleven'daki rollerini geri çevirdiler.
-Margot'nun Helen Scott ismi ile kurduğu stüdyonun adı ünlü fransız yönetmen François Truffaut'nun en yakın amerikalı arkadaşı Helen Scott'tan geliyor.
-The Royal Tenenbaums, Wes Anderson'ın Texas dışında çektiği ilk film.
-Richie Tenenbaum'un çatıda Mordecai'ın camdan kafesini yumrukladığı sahne doğaçlama olarak Luke Wilson tarafından yaratıldı. Çekim sırasında bir anda cama yumruk atan Richie ile Ralleigh (Bill Murray)in konuşmasının yarıda kesilmesinin sebebi ise Wes Anderson'ın bu doğaçlama sonrası Luke'un kendini ciddi şekilde yaraladığını sanmasıydı.
- The Rolling Stones'dan sıklıkla şarkı kullanan Wes Anderson ayrıca Richie'nin çadırında "Between the Buttons" albümünün görünmesini sağladı.
-Bill Murray'in hastanede Margot'dan sigara isteyip ardından "au revoir/hoşça kal" dediği sahne, Fransa başkanı Valéry Giscard d'Estaing'in 1981 yılında kaybettiği seçimlerden sonraki
davranışından alındı...
Bilgiler beyazperde.com dan...
Filmin bir traillerini de koydum ki, tam fikir sahibi olabilesiniz.
İyi bir hafta sonu diliyorum. Umarım planlarınız kapalı yerkerdedir. Çünkü İstanbul bu hafta sonunu yağışlı geçirecekmiş.
17 Mayıs 2012 Perşembe
biraz resim çokça laf
Ev taşıma ve yerleşme tantanasına rastlayan Galatasarayın şampiyonluk keyfini biz tam anlamıyla yaşayamadık ama Cankuşum bunu gönlünce yaşadı. Hem stadda ki törene gitti hem de bana telefonda canlı canlı anlattı...
Yemeklerimizi artık bu bordo rengi bölümde yiyoruz.Tablolar neredeyse tavanda çıkmış gibi , bu benim eğile doğrula, çaprazlama resim çekme şeklimden dolayı biraz:)
Kendime ait bir oda dedim durdum. Burası bizim yatak odamızdan geçişi olan bir bölüm. Tam anlamiyle bitmedi. Çiçekli perdeleri asıldı, duvara tahtakaleden aldığım ahşap üzerine sanırım yapıştırma ya da şu peçete tekniği denilen teknikle yapılmış resimleri astım. Buraya bir sedir ya da ahşap , minderli bir kanepe düşünüyorum. Öyle düşünmemin nedeni ayaklarımı uzatıp yayılabilmek. Kafama göre bir şey henüz bulamadığım için şimdilik yer minderlerinin üst üste konulmasıyla elde edilmiş bir oturma alanı var. Ama sabah yataktan kalkınca buraya yayılmaya, yeşil çayımı burada içmeye bayılıyorum. En önemlisi de kendime ait olması...
Gördükleriniz,tuvalet kapılarına asmak için Tahtakaleden aldığım süsler:)
Gelelim bugüne, bu sabah erkenden Erenköy pazarına gittik karı koca... Çoğu erkeğin aksine benim kocam sever böyle işleri ama kalabalık olmayacak. Çünkü pazara giden kadınların karakter değiştirdiğine inanıyor:)) Biz yapsak bunları taciz derler diyor. Kimbilir kaç kadın omuz attı zaallı kocama... Eee savaşta ve aşk da her yol mübahtır şimdi buna bir de alışveriş eklendi:))Benim en önemli gitme nedenim, hiç bir yerde onun gibi eşofman altı bulamadığım
Viskoncu İbo... Kendi imalatı işleri satar. Zaten bir tek eşofman altı satar. Pantolon olarak da giyilebilen dikişsiz malları, asla iz yapmaz, deforme olmaz. Her gitme de iki üç tane alırım. Bu kez de üç tane aldım. Sultan Sokak'dan girdiğinizde ilk sağa dönün ve Migros hizasına kadar yürüyün. Migros minübüs caddesinde ama burası arkadan tam Migros hizasına gelir. Karayağız bir delikanlıdır. Selamımı söyleyin:)Pazar tam kalabalıklaşmaya başlamıştı ki biz çıktık.
Eve gelirken simit aldık, çayı koydum hemen eve girer girmez. Yumurtalarımı da haşladım süper bir kahvaltı yaptık.Çıkarken üstünkörü atıştırmıştık.Bu arada diyet aynen devam. Bu ara biraz kaçamak da yaptıysam erdiğim kilo tam 15 yazıyla on beş kilogram oldu...
Şimdi ben odama gidip biraz kitap okuyacağım...
Yemeklerimizi artık bu bordo rengi bölümde yiyoruz.Tablolar neredeyse tavanda çıkmış gibi , bu benim eğile doğrula, çaprazlama resim çekme şeklimden dolayı biraz:)
Kendime ait bir oda dedim durdum. Burası bizim yatak odamızdan geçişi olan bir bölüm. Tam anlamiyle bitmedi. Çiçekli perdeleri asıldı, duvara tahtakaleden aldığım ahşap üzerine sanırım yapıştırma ya da şu peçete tekniği denilen teknikle yapılmış resimleri astım. Buraya bir sedir ya da ahşap , minderli bir kanepe düşünüyorum. Öyle düşünmemin nedeni ayaklarımı uzatıp yayılabilmek. Kafama göre bir şey henüz bulamadığım için şimdilik yer minderlerinin üst üste konulmasıyla elde edilmiş bir oturma alanı var. Ama sabah yataktan kalkınca buraya yayılmaya, yeşil çayımı burada içmeye bayılıyorum. En önemlisi de kendime ait olması...
Gördükleriniz,tuvalet kapılarına asmak için Tahtakaleden aldığım süsler:)
Gelelim bugüne, bu sabah erkenden Erenköy pazarına gittik karı koca... Çoğu erkeğin aksine benim kocam sever böyle işleri ama kalabalık olmayacak. Çünkü pazara giden kadınların karakter değiştirdiğine inanıyor:)) Biz yapsak bunları taciz derler diyor. Kimbilir kaç kadın omuz attı zaallı kocama... Eee savaşta ve aşk da her yol mübahtır şimdi buna bir de alışveriş eklendi:))Benim en önemli gitme nedenim, hiç bir yerde onun gibi eşofman altı bulamadığım
Viskoncu İbo... Kendi imalatı işleri satar. Zaten bir tek eşofman altı satar. Pantolon olarak da giyilebilen dikişsiz malları, asla iz yapmaz, deforme olmaz. Her gitme de iki üç tane alırım. Bu kez de üç tane aldım. Sultan Sokak'dan girdiğinizde ilk sağa dönün ve Migros hizasına kadar yürüyün. Migros minübüs caddesinde ama burası arkadan tam Migros hizasına gelir. Karayağız bir delikanlıdır. Selamımı söyleyin:)Pazar tam kalabalıklaşmaya başlamıştı ki biz çıktık.
Eve gelirken simit aldık, çayı koydum hemen eve girer girmez. Yumurtalarımı da haşladım süper bir kahvaltı yaptık.Çıkarken üstünkörü atıştırmıştık.Bu arada diyet aynen devam. Bu ara biraz kaçamak da yaptıysam erdiğim kilo tam 15 yazıyla on beş kilogram oldu...
Şimdi ben odama gidip biraz kitap okuyacağım...
15 Mayıs 2012 Salı
Kitap ve Mim
Asortik Krepten gelen kitap mimi ile yazamama direncimi kıracağımı umuyorum...
1.Ne sıklıkta okursunuz.
Belli bir aralığı yoktur tek okuyamama nedenim yolda yürüyor olabileceğimdir. Onun dışında eğer kitap beni çok sardıysa, çorba karıştırırken, tv izlerken bile okuyabilirim. Sehpamın üzerinde daima bir kitap olur. Bu kitap ya bir denemedir, ya da bir hikaye kitabı... Reklam aralarında bir deneme okurum, ya da bir hikaye...Bundan korkunç zevk alırım. Hatta reklam aralarını dört gözle beklerim. Kitap okumak benim için olması gereken, göre icabı yapılan birşey değildir. Hayatımın doğal bir parçasıdır. Nasıl yiyip içiyorsam öyle de okurum.
2.En sevdiğim yazarlar
Çok sevdiğim yazarlar vardır, kitap yazsınlar diye dört gözle beklerim ve çıkar çıkmaz alırım. Mesela bu ara Ayfer Tunç bir kitap yazssa diye istiareye falan yatabilirim. Kitaplarını okumaktan korkunç haz duyarım.Haruki Murakami'nin son kitabının çıkması uzun sürünce Doğan Kitap'a mail bile attım hadiyin artık diye:)) Biraz sakat bir okuyucuyumdur anlayacağınız..Murat Gülsoy son dönem tanıdığım bir yazar ama karakterlerini çok sahici bulurum. Elif Şafak kim ne derse desin benim için iyi bir yazardır.Latife Tekin ilk kitabı olan Sevgili Arsız Ölüm ile beni tam zamanında bulmuştır. Kendimi tam da kitabın baş karakteri Dirmit gibi köklerimden kopmuş gibi hissettiğim bir dönemime denk gelmiştir.Latife Tekin yazarlığı olduğu kadar hayata karşı duruşu ile de ayrıca bir yer tutmuştur gönlümde...Cahit Uçuk ayağımı kırdığım, eve bağlandığım bir dönemde çıktı karşıma, geç keşfettim ama Bir İmparatorluk Çökerken adlı kitabıyla başlayan yürüyüşümüzü, tüm kitaplarına kadar sürdürdük.İhsan Oktay Anar üstüne tarihi kurguda kimseyi tanımam kendi adıma söylemem gerekirse...Onunla birlikte Eski İstanbul'da Galatanın karanlık dehlizlerinde dolaşmaya bayılırım. Canım Sevgi Soysal, ne erken ayrıldı aramızdan. Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu ve Yenişehirde Bir Öğle Vakti ile tam lise yıllarıma, siyasi görüşlerimin yeni yeni yerine oturmaya başladığı bir dönemime denk geldi.Selim İleri ise daha başka bir İstanbul'dan konaklardan, köşklerden seslendi ... Onunla hep şık sofralara oturup, küşklerin merdivenlerine tırmandık. Ama yazı dilini hep çok sevdim.Barış Bıçakçı , son dönem yazarlar arasında en sevdiklerimden biri... Özellikle Sinek Isırıklarının Müellifi ile...Burada daha önce yazmışım bu kitap hakkında...
Yabancı yazarlar sıralamasında herkes bilirki Murakami en sevdiğim yazardır. Onun gerçeklikle gerçek üstülük arasında ki gelgitlerinde ordan oraya savrulmak başlıbaşına bir serüvendir. Türkçede yayınlanan tüm kitaplarını okudum. Hayatı hakkında bildiklerim, en sevdiği şarkılara kadardır söyleyeyim:)) İlk kez bir rugby maçı sırasında yazma anının geldiğini anladığı ve sahibi olduğu caz barda yazmaya başladığını, iyi bir maraton koşucusu olduğunu da söyleyebilirim. Amin Maolouf'dan ne kadar Ortadoğu hikayeleri okumayı seviyorsam Gabriel Garcia Marquez'den de o kadar Güney Amerika hikayeleri okumayı severim. Birinden Semerkant diğerinden Yüzyıllık Yalnızlık... Terazinin iki kefesine koysam benim için denk değerdedir. Hangisi seç deseler seçemem. Margaret Mazzantini henüz iki kitabı basıldı Türkiye'de ama her ikisi de ilk 10 kitabım arasına girebilir diyebileceğim kitaplar oldu. Sen Dünyaya Gelmeden ve Sakın Kımıldama... Muriel Barbery yine iki kitabıyla yazarlarım arasına girdi. Ömrünün son anına kadar, damağında kalacak son lezzeti arayan Gurmenin Yemeği ve Farklı insanları nasıl gözden kaçırdığımızı anlatan Kirpinin Zerafeti...Ve bir şeyi son kez gören olan mı?, İlk kez gören olan mı? olmayı tercih edersiniz diye sorup, bana bunu aylarca düşündüren John Berger.Paul Auster tüm kitaplarıyla , özellikle Yanılsamalar Kitabıyla, Tom Robbins, Parfümün Dansı ile benim en sevdiğim yazarlardandırlar. Irving D.Yalom; yine tüm kitaplarını okuduğum sevdiğim bir yazar. Bu yazdıklarım aklıma gelenlerdir.
3. En beğendiğim kitaplar( Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir. En sevdiğin yazarlardan bazılarının kitapları yok burada diye... Bu da okuyucunun yazara cilvesi. En sevdiğin yazar değil de hiç tanımadığın bir yazar çok sevebileceğin bir kitap yazabiliyor)
1. Sevgili Arsız Ölüm- Latife Tekin
2. Evvel Zaman Aşkları- Günhan Kuşkanat
3-Puslu Kıtalar Atlası-İhsan Oktay Anar
4-Hepsi Alev-Selim İleri
5-Kumral Ada Mavi Tuna-Buket Uzuner
6-Bir Düğün Gecesi- Adalet Ağaoğlu
7-Araf-Elif Şafak
8-Hayatım-Kazım Karabekir
9.Muz Sesleri- Ece Temelkuran
10-Çalıkuşu-Reşat Nuri Güntekin
Gelelim yabancılara
1.Semerkant ve Doğunun Limanları-Amin Maolouf
2-Nitzche Ağladığında ve Divan- Iring D. Yalom
3-Parfümün Dansı- Tom Robbins
4-Ruhlar Evi-İsabel Allende
5- Kolera Günlerinde Aşk ve Yüzyıllık Yalnızlık- Gabriel Garcia Marquez
6-Boyalı Kuş-Jerzy Kosinski
7-Her Gece Josephine-J.Susann
8- Sen Dünyaya Gelmeden ve Sakın Kımıldama- Margaret Mazzantini
9- Kirpinin Zerafeti- Muriel Burbery
10-Küçük Arı-Chris Cleave
Murakami'nin tüm kitaplarını kategori dışı yaptım. Çünkü tüm kitapları benim için bu listeye girer. Özellikle Sahilde Kafka
Aslında yazmışken çocukluk kitaplarımda burada kayda geçsin isterim.
Pal Sokağının Çocukları, Kırmızı Bisiklet,Kız Robenson, İki sene mektep tatili, Şişedeki mesaj,101 Dalmaçyalı...
4-Yerli yabancı hangi kitapları tercih edersiniz
Bu konuda düşünmem bile... Kitabı sevmem önemli olan.
5-Bu güne kadar en beğendiğiniz kitap serisi
Ayşe Kulin'in Veda- Umut- Hüzün- Hayat dörtlemesini bir Türkiye panoraması çizmesi açısından beğenmiştim.
6-Daha çok hangi tarz okumaktan hoşlanırsınız.
Kişisel gelişim dışında her tür kitap okurum. Ama biyografiler ve gezi kitapları daha çok ilgimi çeker.
7-En son hangi kitabı okudunuz
Elma Çekirdeği-Katherina Hagena
8-Şu an da hangi kitabı okuyorsunuz
Olmayan-Bahri Gördebak
9-Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsunuz yeterli mi?
Çok severek izlediğim kitap blogları var. Ama cümleyi öğelerine ayırır gibi kitap analizi yapanları sevmiyorum.
10-Kitap okumak sizce ne ifade ediyor.
Kitap okumak kısaca beni ifade ediyor. Kitap benim için özgürlük demek, olduğum mekanın dışına çıkmak demek. Bazen, ya kitap okumayan biri olsaydım diyorum ve tüylerim diken diken oluyor.Her kitapla yeni bir yolculuğa çıkıyorum ben. Ve kitaba başlamadan önce yolculuğa haırlanır gibi hazırlanırım. Yazarını tanımıyorsam önce hakkında araştırma yaparım. Kitaba uygun ayraç seçerim. Tarihi kurgu okuyorsam, Ayasofya Müzesinden aldığım ayraçları , Murakami okuyorsam kedili ayraçlarımı kullanırım mesela.Kitap okumak bir pagan ayini gibi benim için.
Mimi ben de Anne mahsustan blogcu Ayşegül'e ve Baykuş Gözüyle'den Nataliye pasladım.
1.Ne sıklıkta okursunuz.
Belli bir aralığı yoktur tek okuyamama nedenim yolda yürüyor olabileceğimdir. Onun dışında eğer kitap beni çok sardıysa, çorba karıştırırken, tv izlerken bile okuyabilirim. Sehpamın üzerinde daima bir kitap olur. Bu kitap ya bir denemedir, ya da bir hikaye kitabı... Reklam aralarında bir deneme okurum, ya da bir hikaye...Bundan korkunç zevk alırım. Hatta reklam aralarını dört gözle beklerim. Kitap okumak benim için olması gereken, göre icabı yapılan birşey değildir. Hayatımın doğal bir parçasıdır. Nasıl yiyip içiyorsam öyle de okurum.
2.En sevdiğim yazarlar
Çok sevdiğim yazarlar vardır, kitap yazsınlar diye dört gözle beklerim ve çıkar çıkmaz alırım. Mesela bu ara Ayfer Tunç bir kitap yazssa diye istiareye falan yatabilirim. Kitaplarını okumaktan korkunç haz duyarım.Haruki Murakami'nin son kitabının çıkması uzun sürünce Doğan Kitap'a mail bile attım hadiyin artık diye:)) Biraz sakat bir okuyucuyumdur anlayacağınız..Murat Gülsoy son dönem tanıdığım bir yazar ama karakterlerini çok sahici bulurum. Elif Şafak kim ne derse desin benim için iyi bir yazardır.Latife Tekin ilk kitabı olan Sevgili Arsız Ölüm ile beni tam zamanında bulmuştır. Kendimi tam da kitabın baş karakteri Dirmit gibi köklerimden kopmuş gibi hissettiğim bir dönemime denk gelmiştir.Latife Tekin yazarlığı olduğu kadar hayata karşı duruşu ile de ayrıca bir yer tutmuştur gönlümde...Cahit Uçuk ayağımı kırdığım, eve bağlandığım bir dönemde çıktı karşıma, geç keşfettim ama Bir İmparatorluk Çökerken adlı kitabıyla başlayan yürüyüşümüzü, tüm kitaplarına kadar sürdürdük.İhsan Oktay Anar üstüne tarihi kurguda kimseyi tanımam kendi adıma söylemem gerekirse...Onunla birlikte Eski İstanbul'da Galatanın karanlık dehlizlerinde dolaşmaya bayılırım. Canım Sevgi Soysal, ne erken ayrıldı aramızdan. Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu ve Yenişehirde Bir Öğle Vakti ile tam lise yıllarıma, siyasi görüşlerimin yeni yeni yerine oturmaya başladığı bir dönemime denk geldi.Selim İleri ise daha başka bir İstanbul'dan konaklardan, köşklerden seslendi ... Onunla hep şık sofralara oturup, küşklerin merdivenlerine tırmandık. Ama yazı dilini hep çok sevdim.Barış Bıçakçı , son dönem yazarlar arasında en sevdiklerimden biri... Özellikle Sinek Isırıklarının Müellifi ile...Burada daha önce yazmışım bu kitap hakkında...
Yabancı yazarlar sıralamasında herkes bilirki Murakami en sevdiğim yazardır. Onun gerçeklikle gerçek üstülük arasında ki gelgitlerinde ordan oraya savrulmak başlıbaşına bir serüvendir. Türkçede yayınlanan tüm kitaplarını okudum. Hayatı hakkında bildiklerim, en sevdiği şarkılara kadardır söyleyeyim:)) İlk kez bir rugby maçı sırasında yazma anının geldiğini anladığı ve sahibi olduğu caz barda yazmaya başladığını, iyi bir maraton koşucusu olduğunu da söyleyebilirim. Amin Maolouf'dan ne kadar Ortadoğu hikayeleri okumayı seviyorsam Gabriel Garcia Marquez'den de o kadar Güney Amerika hikayeleri okumayı severim. Birinden Semerkant diğerinden Yüzyıllık Yalnızlık... Terazinin iki kefesine koysam benim için denk değerdedir. Hangisi seç deseler seçemem. Margaret Mazzantini henüz iki kitabı basıldı Türkiye'de ama her ikisi de ilk 10 kitabım arasına girebilir diyebileceğim kitaplar oldu. Sen Dünyaya Gelmeden ve Sakın Kımıldama... Muriel Barbery yine iki kitabıyla yazarlarım arasına girdi. Ömrünün son anına kadar, damağında kalacak son lezzeti arayan Gurmenin Yemeği ve Farklı insanları nasıl gözden kaçırdığımızı anlatan Kirpinin Zerafeti...Ve bir şeyi son kez gören olan mı?, İlk kez gören olan mı? olmayı tercih edersiniz diye sorup, bana bunu aylarca düşündüren John Berger.Paul Auster tüm kitaplarıyla , özellikle Yanılsamalar Kitabıyla, Tom Robbins, Parfümün Dansı ile benim en sevdiğim yazarlardandırlar. Irving D.Yalom; yine tüm kitaplarını okuduğum sevdiğim bir yazar. Bu yazdıklarım aklıma gelenlerdir.
3. En beğendiğim kitaplar( Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir. En sevdiğin yazarlardan bazılarının kitapları yok burada diye... Bu da okuyucunun yazara cilvesi. En sevdiğin yazar değil de hiç tanımadığın bir yazar çok sevebileceğin bir kitap yazabiliyor)
1. Sevgili Arsız Ölüm- Latife Tekin
2. Evvel Zaman Aşkları- Günhan Kuşkanat
3-Puslu Kıtalar Atlası-İhsan Oktay Anar
4-Hepsi Alev-Selim İleri
5-Kumral Ada Mavi Tuna-Buket Uzuner
6-Bir Düğün Gecesi- Adalet Ağaoğlu
7-Araf-Elif Şafak
8-Hayatım-Kazım Karabekir
9.Muz Sesleri- Ece Temelkuran
10-Çalıkuşu-Reşat Nuri Güntekin
Gelelim yabancılara
1.Semerkant ve Doğunun Limanları-Amin Maolouf
2-Nitzche Ağladığında ve Divan- Iring D. Yalom
3-Parfümün Dansı- Tom Robbins
4-Ruhlar Evi-İsabel Allende
5- Kolera Günlerinde Aşk ve Yüzyıllık Yalnızlık- Gabriel Garcia Marquez
6-Boyalı Kuş-Jerzy Kosinski
7-Her Gece Josephine-J.Susann
8- Sen Dünyaya Gelmeden ve Sakın Kımıldama- Margaret Mazzantini
9- Kirpinin Zerafeti- Muriel Burbery
10-Küçük Arı-Chris Cleave
Murakami'nin tüm kitaplarını kategori dışı yaptım. Çünkü tüm kitapları benim için bu listeye girer. Özellikle Sahilde Kafka
Aslında yazmışken çocukluk kitaplarımda burada kayda geçsin isterim.
Pal Sokağının Çocukları, Kırmızı Bisiklet,Kız Robenson, İki sene mektep tatili, Şişedeki mesaj,101 Dalmaçyalı...
4-Yerli yabancı hangi kitapları tercih edersiniz
Bu konuda düşünmem bile... Kitabı sevmem önemli olan.
5-Bu güne kadar en beğendiğiniz kitap serisi
Ayşe Kulin'in Veda- Umut- Hüzün- Hayat dörtlemesini bir Türkiye panoraması çizmesi açısından beğenmiştim.
6-Daha çok hangi tarz okumaktan hoşlanırsınız.
Kişisel gelişim dışında her tür kitap okurum. Ama biyografiler ve gezi kitapları daha çok ilgimi çeker.
7-En son hangi kitabı okudunuz
Elma Çekirdeği-Katherina Hagena
8-Şu an da hangi kitabı okuyorsunuz
Olmayan-Bahri Gördebak
9-Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsunuz yeterli mi?
Çok severek izlediğim kitap blogları var. Ama cümleyi öğelerine ayırır gibi kitap analizi yapanları sevmiyorum.
10-Kitap okumak sizce ne ifade ediyor.
Kitap okumak kısaca beni ifade ediyor. Kitap benim için özgürlük demek, olduğum mekanın dışına çıkmak demek. Bazen, ya kitap okumayan biri olsaydım diyorum ve tüylerim diken diken oluyor.Her kitapla yeni bir yolculuğa çıkıyorum ben. Ve kitaba başlamadan önce yolculuğa haırlanır gibi hazırlanırım. Yazarını tanımıyorsam önce hakkında araştırma yaparım. Kitaba uygun ayraç seçerim. Tarihi kurgu okuyorsam, Ayasofya Müzesinden aldığım ayraçları , Murakami okuyorsam kedili ayraçlarımı kullanırım mesela.Kitap okumak bir pagan ayini gibi benim için.
Mimi ben de Anne mahsustan blogcu Ayşegül'e ve Baykuş Gözüyle'den Nataliye pasladım.
14 Mayıs 2012 Pazartesi
geceden notlar
Bu evde nedense henüz yazma ve okuma moduna giremedim...
Evde hemen hemen yerleşme işi tamamlandı gibi... Kendime ait bir yer yapacağımdan söz etmiştim. Orada bir kaç iş var.Masa almadım henüz. İKEA'dan çamaşır sepeti alarak döndüğümü hatırlatırım. Tül ve perdesini Zuz gönderdi ama henüz elime geçmedi.Belki oradaki iş biterse , kitaplarıma ve filmlerime dönerim.
Cumartesi günü Kızlar okulun bağlı olduğu vakfa gitmişlerdi. Naziş , oraya gitmişken Eminönünde buluşalım , Tahtakale e Mısır Çarşısına gidelim demişti. Önce yok gelmemşimdi bi sürü saçma sapan şey alır, yine ei doldururum dedim. Kocam sakın ha gıldır gıcık doldurmayın evi dedi heheh... Attıkları, verdiklerimi, dağıttıklarımı taşıya taşıya zor bitirdi adam ne de olsa...
Neyse bir tek surfle makası ve tuvaletlerin kapısına asmak için minik süsler aldım. Pek şirin şeyler. Bir kaç resim koyucam size de, ah bir fırsat bulabilsem.
Bu gün Anneler Günü münasebetiyle aile yemeği yedik. Çok uzaklara gitmedik hemen yanıbaşımızdaki KETE'de yedik. Sonra ben kendime hediye seçtim:)) Dört mevsim giyilebilen bir yürüyüş ayakkabısı aldı(rdı)m. Yarın da siftahını yaparım, artık.
Bu akşam Survivor izledik. Ailece Nihat'ı destekliyoruz. Bize ne faydası varsa:))) Ama dizilerden sonra iyi geldi...Şimdi bir taraftan da yeni başlayan 2 Yaka İsmail'i izliyorum.Erdal Özyağcılar var.
Galatasaraylı olarak şampiyonluğa çok sevindim de bir gün Türkiye'de insanlık da şampiyon olur mu? diye merak içindeyim.Neydi o rezalet.
Şimdilik bu kadar...
Evde hemen hemen yerleşme işi tamamlandı gibi... Kendime ait bir yer yapacağımdan söz etmiştim. Orada bir kaç iş var.Masa almadım henüz. İKEA'dan çamaşır sepeti alarak döndüğümü hatırlatırım. Tül ve perdesini Zuz gönderdi ama henüz elime geçmedi.Belki oradaki iş biterse , kitaplarıma ve filmlerime dönerim.
Cumartesi günü Kızlar okulun bağlı olduğu vakfa gitmişlerdi. Naziş , oraya gitmişken Eminönünde buluşalım , Tahtakale e Mısır Çarşısına gidelim demişti. Önce yok gelmemşimdi bi sürü saçma sapan şey alır, yine ei doldururum dedim. Kocam sakın ha gıldır gıcık doldurmayın evi dedi heheh... Attıkları, verdiklerimi, dağıttıklarımı taşıya taşıya zor bitirdi adam ne de olsa...
Neyse bir tek surfle makası ve tuvaletlerin kapısına asmak için minik süsler aldım. Pek şirin şeyler. Bir kaç resim koyucam size de, ah bir fırsat bulabilsem.
Bu gün Anneler Günü münasebetiyle aile yemeği yedik. Çok uzaklara gitmedik hemen yanıbaşımızdaki KETE'de yedik. Sonra ben kendime hediye seçtim:)) Dört mevsim giyilebilen bir yürüyüş ayakkabısı aldı(rdı)m. Yarın da siftahını yaparım, artık.
Bu akşam Survivor izledik. Ailece Nihat'ı destekliyoruz. Bize ne faydası varsa:))) Ama dizilerden sonra iyi geldi...Şimdi bir taraftan da yeni başlayan 2 Yaka İsmail'i izliyorum.Erdal Özyağcılar var.
Galatasaraylı olarak şampiyonluğa çok sevindim de bir gün Türkiye'de insanlık da şampiyon olur mu? diye merak içindeyim.Neydi o rezalet.
Şimdilik bu kadar...
12 Mayıs 2012 Cumartesi
başlarımızda gelin tacı denilen çiçeğin dallarından taçlar takılırdı, bembeyaz elbiseler giyerdik ve müsamereye çıkardık. Annem nedense hep geç kalırdı ama gelirdi... Bir ay öncesinden bugüne hazırlanırdık. Çayda çıra oynarken bir tek benim mumlarım düşerdi, ta o zamanlardan sakarmışım demek ki...İnci her seferinde şiir okurken ağlardı.Ağlayınca daha bi kıymete binerdi şiiri. Ülen bi de ben ağlayabilsem, bi hislenebilsem şiiri okurken derdim ama asla İnci gibi yapamazdım. Bi keresinde her seferinde beyaz elbise diktirmekten bıkan annem, beyaz tül altına pembe saten koydurup diktirmişti elbisemi, üstelik de bir iki tanede inci diktirmişti aralara, öğretmen görünce şok olmuştu ama sıkıysa bi laf desin. Annem cevap bile vermezdi ki...
Bir defasında da kelebek olmuştum, öğretmenim üşüyorum diye, bir başka öğrencinin eski, kocaman bir kırmızı hırkasını giydirmişti elbisemin üstüne de annem elbiseyi öldürdünüz diye kızmıştı.Bir kız bir erkek olarak sahneye çıkmıştık. Erkekler kızların bellerinden tutuyorlardı... Kon kon kelebek bu kanatlar, İlkbaharın gülü yapraklar, bak ne güzel olmuşlar, bir çiçek üstüne konmuşlar deyip, çiçek kılığında yerde oturmakta olan arkadaşlarımızın başına tünüyorduk. Benim eşim okul müdürünün oğluydu. Yıllar sonra facebook aracılığıyla karşılaşınca ikimizin de aklına o müsamere geldi ve babasından korkusuna kelebek olmaya razı olduğunu anlattı...
Anneme gidip hediye aldığımı çok az hatırlıyorum. Bir veya iki... O zamanlar yoktu bu ticari anlamlandırma olayı...
Tamam işte yazdım anneler günü yazısını...
Bir defasında da kelebek olmuştum, öğretmenim üşüyorum diye, bir başka öğrencinin eski, kocaman bir kırmızı hırkasını giydirmişti elbisemin üstüne de annem elbiseyi öldürdünüz diye kızmıştı.Bir kız bir erkek olarak sahneye çıkmıştık. Erkekler kızların bellerinden tutuyorlardı... Kon kon kelebek bu kanatlar, İlkbaharın gülü yapraklar, bak ne güzel olmuşlar, bir çiçek üstüne konmuşlar deyip, çiçek kılığında yerde oturmakta olan arkadaşlarımızın başına tünüyorduk. Benim eşim okul müdürünün oğluydu. Yıllar sonra facebook aracılığıyla karşılaşınca ikimizin de aklına o müsamere geldi ve babasından korkusuna kelebek olmaya razı olduğunu anlattı...
Anneme gidip hediye aldığımı çok az hatırlıyorum. Bir veya iki... O zamanlar yoktu bu ticari anlamlandırma olayı...
Tamam işte yazdım anneler günü yazısını...
10 Mayıs 2012 Perşembe
Bizim evden insan manzaraları
-Kocam, sence evin yerleşme işi ne zaman bitmiş olacaktır?
-Eve geldiğimde, seni elinde yeşil çay , kucağında laptopla bulduğum zaman...
Budur adamın kafasında ki Lale resmi budur...
-Naziş, resminizin yerini beğendin mi?
- Resim mi?, resimleri mi? astınız.
Gamsegamse, okuldan eve gelir, kapıdan içeri girdiğinde bir taraftan da telefonda konuşmaktadır...
- Aaaa resimlerin yeri hiç olmamış, duvarı ortalamanız gerekirdi...
- Biz kapıyı ,ortaladık.
devam edecek...
-Eve geldiğimde, seni elinde yeşil çay , kucağında laptopla bulduğum zaman...
Budur adamın kafasında ki Lale resmi budur...
-Naziş, resminizin yerini beğendin mi?
- Resim mi?, resimleri mi? astınız.
Gamsegamse, okuldan eve gelir, kapıdan içeri girdiğinde bir taraftan da telefonda konuşmaktadır...
- Aaaa resimlerin yeri hiç olmamış, duvarı ortalamanız gerekirdi...
- Biz kapıyı ,ortaladık.
devam edecek...
Macera dolu günler
Çok yakında Lale'nin Bahçesi yeniden vizyona giriyor.Taşınma ve yerleşme maceraları ile...
Gamse nasıl elbiselerini kimselere emanet edemeyip, kedi yavrusunu taşır gibi bir bir taşıdı onları...
Naziş her defasında işlerden nasıl yırttı...
Taşımacılar neye- bu çok mu? lazım bir şeydi abla dediler...
En çok zorlanılan şeyde nasıl telefon desteği sağlandı ve iki saatte olmayan iş bir saniyede çözüldü...
Bardak dolabını bardaklarla birlikte taşıyabilen kahraman taşıma elemanı nasıl
ödüllendirildi...Ödül öncesi tehditler nelerdi...
Kocanın bardak alımını yasakladıktan bir saat sonra eve bardak alıp kim geldi... Bu bardakların özelliği neydi...
Evdeki ilk gece eşya yığıntısı içinde yapılan sürpriz parti de neyin nesiydi...
Bu hengamede yapılan Malatya Kebapçısı kaçamağı...İMÇ macerası
Koskoca bir İKEA gecesinde, balkon masası almak için gidip, pasta ve çamaşır selesi ile dönme başarısı
Artur Bey ve kedileri ve de köpekleri
Hepsi hepsi geliyor ama iki gün daha ...
Gamse nasıl elbiselerini kimselere emanet edemeyip, kedi yavrusunu taşır gibi bir bir taşıdı onları...
Naziş her defasında işlerden nasıl yırttı...
Taşımacılar neye- bu çok mu? lazım bir şeydi abla dediler...
En çok zorlanılan şeyde nasıl telefon desteği sağlandı ve iki saatte olmayan iş bir saniyede çözüldü...
Bardak dolabını bardaklarla birlikte taşıyabilen kahraman taşıma elemanı nasıl
ödüllendirildi...Ödül öncesi tehditler nelerdi...
Kocanın bardak alımını yasakladıktan bir saat sonra eve bardak alıp kim geldi... Bu bardakların özelliği neydi...
Evdeki ilk gece eşya yığıntısı içinde yapılan sürpriz parti de neyin nesiydi...
Bu hengamede yapılan Malatya Kebapçısı kaçamağı...İMÇ macerası
Koskoca bir İKEA gecesinde, balkon masası almak için gidip, pasta ve çamaşır selesi ile dönme başarısı
Artur Bey ve kedileri ve de köpekleri
Hepsi hepsi geliyor ama iki gün daha ...
1 Mayıs 2012 Salı
Son Gece
Bu evde ki son gecemizi yaşıyoruz.Bu eve gelişimiz büyük sevinçlerle birlikte olmuştu. Naziş , üniversiteyi bitirmiş, Gamsegamse üniversiteyi yeni kazanmıştı...Yine bu evdeyken kepini havaya attı...Kocam bu evde emekliliğe adım attı, ben bu evde çalışma hayatına veda ettim.Blog dünyasına bu evde girdim. Bu evde benimle sizlerde yaşadınız bir anlamda ... Pişen yemekler, okunan kitaplar, izlenen filmler. Bu eve gidenler , gelenler, bu evde yaşanan sevinçler, hüzünler hep birlikte yaşadık sanki... Anıtlar Yüksek Kuruluna kayıtlı, ulular ulusu ceviz ağacımızı bilmeyen var mı? mesela...Cancan biz bu evdeyken doğdu... Her köşesine imzasını attı... Duvarlara mercimek çorbası attı, oyun hamuru yapıştırdı olmadı çizdi...Her gelişi bayram oldu bize...giderken arkasında virane bıraksa da:)Ama gün geldi artık ev bize yetmez oldu, her taraftan taşmaya başladık.
Neyseki çok uzaklara gitmedik, yine buralardayız. Kocamın , Gamsenin ilkokuldan beri, Naziş'in ortaokuldan beri benimse doğduğumdan bu yana olduğumuz yerdeyiz, Üsküdar'dan vaz geçemedik. Balıkçısına girdiğimde- hoşgeldin yenge, Zeki abi nerelerde diyen, Yolda yürürken kızların arkadaşlarının annelerine rastlayıp - sizin kız ne yapıyor, sizin oğlan ne alemde muhabbetini yaptığım,Bir şey tamir olması gerektiğinde tamircinin- ne demek abla, yapmak ne demek hatta yıkar yeniden bile yaparım diyen... Sağda ki yokuştan indiğimde Kuzguncuk'da, soldaki yokuştan indiğimde kendimi Kız Kulesi'nde bulduğum, buram buram kar yağarken ya da şakır şakır yağmur yağarken görümcelerimle okey partileri yapabildiğim yerdeyim. Sadece başka bir sokakta devam edecek macera...
Şimdi yarın saat 08.30 itibariyle bu evden taşınıyoruz.Hazırmısınız, yeni komşulara, yeni bakkala, yeni çöpçüye, başka sokak kedilerine , köpeklerine, pencereden baktığımızda göreceğimiz başka manzaralara, yepyeni kitaplara, filmlere hazırmısınız....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)