Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Eylül 2011 Cuma

yağmurda

Yağmur camlara tıp tıp vuruyor...Nasıl da özlemişim...Resmen tüm yazın; tozu , kiri aktı...Binaların kıvrımlarına, girinti çıkıntılara toplanan kir, pas aktı gitti...İstanbul yıkandı.

Balkon kapısını açtım, ,içime çektim o tertemizlik, arınmışlık duygusu veren havayı...

Elimde ki kitap dışarıda ki sanki yağmura nazire yapıyor...Yıldızlı ve Yağmurlu geceler...Maeve Binchy... Bu güne bir aşk romanı yakışır dedim...Bu İrlandalıların Kerime Nadir'i ni seviyorum...Ders falan vermeye , arada bir mesaj attırayım endişesine kapılmadan yazıyor. Aşksa aşk abi...Henüz çok başlardayım. Konu bir Yunan adasında geçiyor. Sanki bir Türk romanı okuyorum, baklavalar, patlıcan musakkalar, rakılar falan...

Kulağımda ki müzik...Not Over You...Gavin Degraw

Ağzımda ki tat...Nestle Clasic Bisküvili

Akşam yemeği...taze fasulye , pilav

Akşamın programı... Kuzguncuk da Yeni Hayat Kahvesinde dostlarla paylaşılacak bir gece

e daha ne olsun her gün böyle olsun... elde kahve , camdan seyredilecek yağmurlarla, yağmurda koşa koşa gidilecek sinemalarla, elde şemsiye ile girilecek sıcak kafelerde buluşulacak dostlarla, paylaşılan sohbetlerle dolu bir hafta sonu olsun...

Gitmeden hafta sonu için bir film tavsiyesi yeni vizyona giren

Goethe'nin İlk Aşkı benim hafta sonu filmim olacak...

29 Eylül 2011 Perşembe

Bu gün işte, filmli , korulu

Bu gün kahvaltı sonrası karı koca dışarı çıktık... Yürüyüş güzergahı için önce bi karar veremedik.Acep Kuzguncuk muuu, koru mu diye... Kuzguncuk yokuşun dibi, koru yokuşun başı:) Yol ayrımına gelince ben hadi koruya dedim. Bakalım , sonbahar çiçekleri açmışlar mı? Dikim aşamasında görmüştük. Koruya bi gittik ki; gökten sevgili yağmış. Ne güzel ne güzel dedik. Her bankta, her masa başında sevgililer. Bir çift önlerinden geçerken bizi farketmediler önce , bir öpüşüyorlardı ki, farkedince oğlan yüzünü kapattı, kız güldü...E Çelik değişti, devir de değişti...

Önce boğaz manzarasına karşı oturduk, ben bir karanfilli telledim...(Buradan bakıldığında iki köprü aynı karede görünüyor)


( Koru girişinde ki asırlık sakız ağacı)
Boğazda bu gün tatbikat vardı , o yüzden deniz trafiğine kapatılmıştı... O sakin o durgun halinin güzelliğini anlatamam... Anlatırım da çok uzun sürer....Sonra aşağılara doğru yürüdük, koru yollarında gezen kargaları izledik. Ecem için ; meşe palamudu topladık... Bazen küçük molalar verdik. İstanbul içinde böyle bir yere bir yürüyüş mesafesinde olduğumuz için ben yine milyonuncu kez şükrettim falan derken, hadi kahvemizi evde içelim dedik.Çünkü kahvemi içerken film izlemek çok hoşuma gidiyor.



Film stoğumu açtım , böyle ormanlık , yeşillik yerden gelince , filmim de manzaralı olsun dedim. Jane Austen uyarlaması ; Manastırda Aşk'ı seçtim.Orjinal Adıyla Northanger Abbey... Zeya hatırlayacaktır, geçen Vatan Kitap ekinde Jane Austen kitaplarının , geçtiği yerlerle ilgili bir yazı vardı. Çok hoş bir yazıydı. O yazıda anlatılan yerde geçiyor film... Geniş , yemyeşil İngizliz çayırları, şatolar, ormanlarda yapılan yürüyüşler bu günkü ambiansıma çok uydu....Konu tipik Austen romanı... Bu tür romanları severseniz , mutlaka izlemenizi öneririm... Danslar kostümler, atlı arabalar...O Manastırın görkemi... Bu filmi; izlerseniz seversiniz kategorisine koydum...


Bu akşam Fatmagül akşamı... Eskiden hatırlıyordum da iki dizi oynardı... Şimdi bir dizi tüm akşama yyaılıyor, gece yarısı bitiyor. Reklam aralarında hele zap yapılırsa ben o geçilen yere takılıyorum bazen ne izlediğimi de unutuyorum, e buna meyilli bi ruh halim de var zaten. Eğer kimse değiştirmezse orayı izleyerek bitirebilirim olayı ve dizi bitti diye de gider yatarım o kadar yani...

Oki , artık gittim ben...Hafta sonu hatta yarın akşamdan başlayarak çok feci bir program beni bekliyor ama bu arada soğuk hava ve yağmur geliyormuş. O yüzden ne çıkarsa bahtıma çıkarım onun tahtına...Biraz uymadı ama ben uydurdum işte idare edin...

28 Eylül 2011 Çarşamba

Dünden , falandan filandan

Çok keyifli bir sonbahar yaşıyor İstanbul. Eylül başlarında biraz ağustosumsu takıldı ama sonrası güzel geldi. Güneşli bir günün ardından gelen serin akşamların tadına doyulmuyor ama sanırım hava sıcaklığı düşecekmiş..

İlk olarak bir teessüfümü sunayım... Beni izlemeye alan arkadaşlar valla da bir izleyici paneli oluşturmadım ve kimseyi izleme formatı oluşturmadım. Baştan öyle gitti ve öyle devam ediyor. beni izlemeye alıp sonra onları izlemeye almadığım için beni silenlere söylüyorum. Bu tabiki sizin tasarufunuzda olan bir şey diyecek bir şey yok ama merak bu ya kim sildi acep diye tüm isimlere bakıyorum bana da yazık ayol:))

Şimdi de dün akşam bana keyif veren bir mailden söz edeyim. Geçen yıl Kocam bana, sevgililer günü hediyesi olarak, Meral Uyanık'ın İstanbul Rüyası adı altında tasarladığı tabaklardan almıştı .Üzerinden bu kadar ay geçtiği halde Meral Uyanık bu yazımdan haberdar olmuş ve o yazıya çok hoş bir mesaj yazmış. Artık o tabaklar iki kez anlamlı oldu. (resimde tabak ve bu günkü ıspanaklı börek arzı endan eyliyorlar)

Bu hafta pazardan mevsimin ilk ıspanağını aldık. Bir iki pişireyim, sonra sadece börek için dondurucuya atar kendine bir daha bulaşmam... Bir ara ıspanak ekimi durudurulsun, yenmesi yasaklansın diye pankartlar açasım, geceleri yazıya çıkasım vardı... Çünkü bir kez yıkamaya başladım mı? durdurabilene aşk olsun... Bir kilo ıspanağa dereler akar... Öyle bi huylanırım. Bu gün önce kendi usulümde pişirdim. Tencerede bi kıyma , soğan , salça , bir kaç diş sarımsak, karabiber, kırmızı biber alt yapısının üstüne doğranmış ıspanak konur, pirinç yerine de bulgur... Bunu bir de pastırma ile denemenizi öneririm... Bir de sakın ha, yoğurtla yemeyin , bu böle... Geri kalanını da börek içi olarak hazırlayıp, bir tepsi de börek salladım fırına...Hadi mutfağa girmişken, Mihriban'ın kulakları çınlasın, Kış hazırlığı yaptık... Kırmızı biberleri bu kez közlemedim... Çok sıkıcı bir iş anam o... Ben de bir bibere o kadar ayıracak vakit de yok. Onları halka halka doğrayıp, azıcık yağda tavada biraz evirdim çevirdim. Soğuyunca dondurucuya koydum. Bunlar, kışın makarnanın üstünde gelebilir masaya, sarımsaklı yoğurtla meze olarak gelebilir... Yemeklere katılabilir. Aklınıza ne gelirse işte...(Kitabım ve yastığım..yastığım, Beyoğlu sevdamı bilen Ecem'in hediyesi... tamamiyle kendi eseri...kitap okurken , hep kolumun altında, kucağımda olur...ayraç da Leylak Dalıcımdan, beyaz deri üstüne Osmanlı lale motifli , pek afilli bir ayraçtır))


Kitabım Bütün Düşler Nazlı'dır... Ben en çok da ismi nedeniyle aldım. Nazlı Eray'ın yaşam öyküsü... Kitabı okudukça aklıma Tozlu Altın Kafes geldi... Onun küçük bir özeti gibi zaten.Farklı bir kurgu ile yazılmış bir yaşam öyküsü, düşlerle harmanlanmış. Böylece Nazlı Eray2ın biraz fantastik bulduğum dünyasına da çok uymuş. Bu kitabı yazar , Nazlı Eray'ın isteği ile yazmış ve yazımı üç yıl sürmüş. Nazlı Eray'ın çocukluğu ve gençkızlığı anlatılmış, yazarlık yönüne çok az yer verilmiş. Yazar bu arada kendini de katmış öyküye, ara ara kendi yaşamından kesitlerle de karşılaşıyoruz...Okunması rahat bir kitap. Nazlı Eray'ı seviyorsanız ve nasıl bir yaşamı olduğunu, nasıl biridir diye merak ediyorsanız, bu kitap size göre...

Kitap Okuyan Kız'ın '' Bu kitap sizin olsun mu?' hediye kitap kampanyasına katılma süresi cuma gününe kadar devam ediyor... Unutmayın...

Oki gittim ben artık... Kendinize iyi bakın

not: Bu yazı dün gece yazıldı ama teknik bir arızadan dolayı yayınlanamamıştı...

Mağduruz da mağduruz.

Kargalardan bile önce kahvaltı saatlerimiz başladı... Saat yedi buçuğa kadar olağanüstü hareketlilik var... Saat sekize doğru ise olağanüstü sessizlik hakim oluyor ama heyhatt artık uykuya dönmek için de çok geç oluyor.... İster istemez erken kahvaltı yapıyorun, insanlar daha yeni yeni kahvaltı ederken ikinci çayı demliyorum... Demleme dedim de taze demlenmiş bir çayın kokusu nasıl da baş döndürücüdür. Azıcık da tomurcuk çay atıldaysa breh breh...Hiç bir içecek çayın yerini tutmaz benim için...

Dün kış hazırlığı yaptım biraz, film depoladım:))Çok güzel filmlerim var...İzledikçe beğenilerimi ve beğenmemelerimi paylaşacağım tabi... Akşam Öyle Bir Geçer Zaman Ki gecesiydi...Artık ondan da sıkıldığımı fark ettim. E daha ne olacak yani dedim... Biz yaz tatilindeyken , olan olmuş, Ali kaptan hapise girmiş çıkmış, Cemile artık zengin, Mete ünlü olmuş eeee şimdi yeniden başa sardık... Mete yeniden olmaz bir aşka doğru gidiyo, Berrin'in Ahmet'i geri döndü...Carolin geldi, Bıçakçının eski karısı bela bir üç kağıtçı ile evlendiğine göre, O Cemile'nin başına bela olacak demektir. Ay bana geldiler artık.Pazartesi akiamı dizim yok, böyle giderse salıyı da boşaltıcam.
Dizi izlerken reklam aralarında truffle yaptım. Çok güzel oldu ama bir daha yapmayacağımı da beyan ettim. ne o ya, pişir, oda sıcaklığına gelmesini bekle, dondurucuda bir saat beklet, çıkar, çikolataya bula bulaştır, tekrar dolaba koy bir saat daha beklet. Yuh ya,... benim yaptığım bir şey, pişecek , oturup yenilecek. Türk usulü yani, pişene kadar bekle, soğuyana kadar bekleme:)
Diziden sonra kitap okudum, Kızlar hemen yattı, Kocam bu senenin bitmez tükenmez maçlarından birini izledi... Bu şike meselesinin en mağdur kişileri bence kadınlar. Bütün maçlar sıkıştı...Olan bize oldu. Bir Galatasaray maçlarını bir de Milli takımı izlerim o kadar... Spor progrmları, mahalle kahvesine döndüğünden beri onlara da gıcığım....Ama ne yapsınlar, maç yayını yapmaları yasak olunca onlarda çan çan konuşmaya başladılar.Ahmet Çakar , bir duruma yorum ayapmadan önce saha etrafında bir kaç tur atıyo,Erman Toroğlu, asıl mesleğinin kabzımallık olduğunu hatırlayıp salatalıktan domatesten söz ederken bir anda spor programında olduğunu anlayıp, durumu kurtarmak için ona buna saldırıyo bu programlarda spor programı oluyo. Bazen öyle meğlenceli oluyor ki ben bile takılıp kalıyorum.


Farkındaysanız bir kaç gündür evdeyim.Ama cuma akşamı itibariyle sahnelere geri dönüyorum...Biraz alerji vakası ile uğraştım...Bu alerji denilen illet asla geçmeyen bir şey, sadece atak zamanlarında kontrol altına alabiliyorsunuz.... Benim ki bir de her yıl şekil değiştirir, ilacım dozu artırılır, düşürülür, hafif vakalarda şu , ağır vakalarda bu ilaç kullanılırla gidiyos bakalım ... Bazen sinirden zıp zıp zıplıyorum... Yeter diye. Düşünün gayet keyifli oturuyorsunuz,, birden , derinizin altında bi kıpraşma , bir iğnelenme, bir huzursuzluk başlıyor. Artık ilacı içip, normale dönene kadaer yaşadığım sinir bozukluğunu düşünün...Bu ara bu hallerdeyim...

Bir kitabım ve bir filmim var ama onları ayrı bir yazı konusu yapayım...Bu arada Filmekimi başlıyor... Kendime bir kaç film seçtim. Umarım izleyebilirim.

İbrahim Tatlıses dün akşam evlenmiş. Hayatında ki diğer kadınlar bence yırttı...

Yazı başlığımı, şike mağduru kadınlara, İbrahim Talıses'in eski sevgililerine, ve havuz mağduru spor programı suınucularına ithaf ettim. Bu havuz, maçların önce bir havuz da toplanıp, yayın kuruluşlarına kakalndığı pardon satıldığı havuz oluyor. Havuzun sahibi kim mi, e geçen yıl blogspot niye kapandıydı ayaol, kim verdiydi mahkemelere, maç yayını yapıyorlar diye he!
Aşağıda ki mağdurum videosu tüm mağdurlara gelsin...




Bu günün programında koru yürüyüşü var, sezonın ilk ıspanaklı böreği var...Çünkü kızlar dün akşam artık , hiç bir şey yapmadığım için isyan ettiler. Kalktım truffle yaptım ama yok ona kanmadılar.

27 Eylül 2011 Salı

Bu kitap sizin olsun mu?


Gece alerji ilacımı alıp yatınca, küp gibi uyumuşum. Sabah kalktığımda evde bir ben bir de kendim vardı... Önce mel mel bi baktım her zaman ki gibi, neredeyim , kimim diye... Biliyormusunuz ben her sabah uyanınca bi adaptasyon sorunu yaşarım....Nedenini bilmiyorum, kardeşlerimle bu kadar benzeşmeseydim, uzaydan düştüğüme inanabilirdim. Neyse , nerede ve kim olduğumu anlayınca gidip yeşil çayımı yaptım, laptopu kucağıma alıp salona geçtim. İlk iş ülkede neler olup bitiyor ona baktım, mailerimi okudum biraz blog gezdim falan filan işte.

Bu arada size , Kitap Okuyan Kızdan kitap kazanma fırsatının haberini vereyim... Bu kitap sizin olsun mu? etkinliğinin ilk kitabı; Venedik'te Bin Gün...Cuma günü son katılım günü...Yapacağınız tek şey bir cümleyi tamamlamak...

İkinci kültürel haber Murakami severlere... Ekim ayında bir üçlemeyle geliyor... Bin sayfalık bir üçleme bu...Kitap, her gün biraz daha gerçekliğini yitiren bir dünyada yaşayan kiralık katil Aomame ve romancı Tengo’nun hikâyesini anlatıyor. “1Q84” üçlemesinin ilk iki kitabı tek baskı olarak 18 Ekim’de, üçüncü kitap ise 25 Ekim’de ABD’de satışa sunulacak.Umarım en kısa zamanda bizde de satışa çıkar....

Şimdilik bu ka...

26 Eylül 2011 Pazartesi

Bir kitap iki film azcık da biz

Hep işkencelerden ve işkencecilerden söz edildi. Sıra ele verilenle , ele verene geldi...Aslı Erdoğan , yazarken insanın gözünün yaşına bakmaz, sert yazar... Seni kitaba , hikayeye ortak da etmez ,sadece izlersin, olaylara tanık olursun... İçin acır, sertleşirsin...Taş Binave Diğerleri de öyle...Aslı Erdoğan'ın çok kendine ait bir okuyucu kitlesi var... Öyle, boş zamanlarını kitap okuyarak değerlendirenlerin yazarı değil O... Okuyucunun yazarı...gerçek okuyucunun... Yoksa bu imgeler dünyasına girip, çıkmak, Taş Binaya girip çıkmak kadar zor... Bir kez girdin mi? Taş binaya, artık nasıl çıkacağın belli olmaz. Biraz da benim dönemimin , kaybolan bir kuşağın hikayelerini yazdığı için seviyorum Aslı Erdoğan'ı....

Bu hafta sonuna iki de film sığdı, ilki neden seyrettiğimi bile anlamadığım ama sonunda yüreğimin fena burkulduğu bit Kore filmi... Bir yeşilçam senaryosu gibi başladı bitti...Ben böyle diyorum ama eleştirmenler 5 üzerinden 4.3 vermişler. Bir gerilim, suç filmi ve +18 lik sahneler var... Filmin en ilginç sahnesi hehehe +18 likler değil canım, bir avize sahnesi var öle baka kalmışım...

İkinci film kesinlikle tavsiye edebileceğim bir film... Benim Hikayem ya da Barney's Version...Film Oscara aday gösterilmiş ve Altın Küre en iyi erkek oyuncu ödülünü almış. On yıla yayılan bir hikaye... Kötü evlilikler,arkadaşlık, cinayet zanlısı olma, Baba oğul hikayesi, ki baba rolünde Dustin Hofman var...Kanada , İtalya manzaraları, Roma sokakları, meydanları... Bir drama böyle eğlenceli hale getirilebilirdi... İzlediğiniz bir dram filmi ama feci eğleniyorsunuz:)


Pazartesinin konusu biz de temizlik, alışveriş , ilk iş gününden yorgun ve aç dönen kızlar günüdür...Pazartesi günü akşamı dizimiz yok çok seviniyorum:) Mor Menekşeler pazartesiye konursa evelallah yoksa başka diziye niyetimiz yok. Nurgül Yeşilçaylı Sensiz Olmazı sevmedik. Kadına iyice yapıştırdılar annelik rolünü... Her filmde , dizide çocuklu, sorunlu kadını oynuyor.Onur Saylak için izleyecektim ama olmadı ya, sarmadı...
Hafta sonunun en güzel yanı Cancan'dı... Nasıl bir beyefendilik sergiledi, nasıl anlayışlıydı anlatamam...Uyuturken , artık kendim uyurim dedi... Aaa ne güzel ben de yanında yatarım dedim, bi süre yattık sonra salla dedi, iki salladım uyudu...Gamse'ye sakız verirken- yutmisun, çiynisun demiş. Bizim oğlan işi lazlığa bağladı. Nasıl da hoşumuza gidiyor ama merak da ediyoruz, bu konuşma şeklinin nedenini...

Kızlar gittiler geldiler, yemeklere , kahvaltılara gittiler ama eve geldiklerinden hep açtılar... Ben de oooh ne güzel diye boşa sevindim durdum... Annemin;elde yiyen , yolda acıkır sözü bir kez daha doğrulandı... BURADA Kİ EL SÖZÜ, DIŞARDA, YABANCI YERDE ANLAMINDA...Bu sözlerin büyük harfle yazılmış olmasının tek nedeni caps lock tuşunun açık olması :)

Bunun dışında kayda değer bir şey yok...Film ve kitap yazısı sanırım yarın yazarım... Şimdi yatmalıyım...

23 Eylül 2011 Cuma

bir film bir kitap


Bu kitabı sadece kapak tasarımı için bile alabilirdim. Kırmızı Kedi Yayınları son derece kaliteli bir basım yapıyor , İnci Aral kitabı ve bir Jane Austen kitabı okuduğum dıugusunu veren Keyif Evi de buna örnekti. Kitabı, Leylak Dalıcım Ankara-İstanbul yolculuğu sırasında okumuş ve bana bırakmıştı... Ayraç yerine de zaten onun da ayraç niyetine kullanıp, kitabın arasında bıraktığı Kamil Koç firmasına ait otobüs biletini kullandım ve kitap bitince de aynen arasında bıraktım...

Kitap konusu itibariyle hayli ilginç... Hep yaptığım otobüs yolculuklarında, metroda, vapurda; birlikte yolculuk yaptığım insanlara bakar, kaç hikaye var, kaç acı var, kaç gizli gizli sevinçler var ...Öylesine denize, dışarıya bakan insanların ; kafalarından neler geçer acaba diye düşünürüm...Aslı Tohumcu , tam da buradan yakalıyor bizi ama okuyucunun kitabın içine girmesine asla izin vermediği bir mesafe var , kitapla okuyucu arasında... ben daldan dala giden hikayeleri çok severim ama burada bir olmamışlık duygusu sarıp sarmalıyor insanı... Giderek topluma hakim olan şiddet duygusu ön planda.. Kitabın en can alıcı yeri sonu...Zıvanadan çıkışın sonu aslında...Bu kitap hakkında sanırım az çok görüş sahibi yaptım sizi... Sonuç da derim ki, okuyun kararı siz verin... Herkesin ayrı bir görüşü olacağına adım gibi eminim.

Gelelim filme... Dün 15-20 dakikasını izleyip, Gamse hastayım diye telefon açınca yarım bırakmıştım...

.Irvin D. Yalom'un aynı isimli, basıldığı 1992 senesinde çok ses getiren kurgu romanından uyarlanan bu filmde, Psikanalizm in öncüsü Sigmund Freud'un gençliği ile de karşılaşacaksınız..Cast süper ama kitabı okuduysanız filme alınmasının ne kadar zor olacağını da tahmin edebilirsiniz...Nietzsche'yi anlamak da anlatmak da kolay mı?Ama '' Böyle Buyurdu Zerdüşt'' yazılış sürecine , doğuş sancılarına görsel olarak da tanık olabilirsiniz. Kitabı okuduysanız mutlaka izlemenizi öneririm...









22 Eylül 2011 Perşembe

Bizden

Dün öğleden sonra çaymı elime aldım , uzun zamandır beklettiğim filmimi de koydum, kitabını da çok sevdiğim bir filmdi... İlk 10 dakikasında gördüm ki, son derece başarılı senaryolaştırılmış, cast mükemmel ...akşam yemeği hazır,ev gıcır...Bi ev kadını daha ne istesin Tanrısından...Ama filmi 15-20 dk izlemiştim ki...Telefon , Gamsegamse- yes baby dedim...Annneeee ben hasta oldum revirde yatıyorum. Buyrun ne keyif kaldı ne bişi... Filmi de kapattım...

Geldiğinde iyiydi, yorgunlukmuş, bu gün okula gitmedi doktora gittik... Doktor , hiç bir şeyin yok, uyku düzenine dikkat et, stresten uzak dur dedi o kadar...

Doktordan çıkınca balık pazarına gittik,Önce Diyarbakır pide lahmacun fırınına uğradık... Burası tegah arkasında hemen fırını görebileceğiniz bir yer... Öyleki pidenizi , lahmacunuzu daha fırından çıkarken, kürekten gözünüze kestirebiğlirsiniz.))..Oturacağınız bir yer yok... Yani servis bir tek paket servis... Çayımızın yanına bir şeyler aldık, gitmişken balık mevsimi de açalım dedik.Pırıl pırıl kraça kıvamında ki istavritleri gözüme kestirdim. genelde küçük balıklar çok daha lezzetli olur. Akşam da bu kanıtlandı... Çıtır çıtır kızarmış balıklara yumulduk.Nalıkalrımızı yerken b ir tarftan da TRT1 de oynayan Yerden Yüksek adlı diziyi izledik... Pek keyifli bir dizidir.
Sonra üstüne de bir Fatmagül çaktık. Koca Beşiktaş maçına takıldı ve pek keyiflendi.

İlginç bir kitaba başladım... Sanki sıkacak gibi saanki ilginç gibi:)) Ama bir kapak tasarımı var , bayılırsınız... Biraz okuyayım söz ederiz. Yarım kalan filmimi de yarın tamamlayayım , ondan da söz ederiz. Yani bundan sonraki yazının başlığı belli... Bir film bir kitap...

21 Eylül 2011 Çarşamba

İstanbul'un Gözleri Mahmur


Son okuduğum kitabın ismi bu...Yazarı; Melissa Gürpınar.Kitap şiirsel bir dille anlatılmış , öykülerden oluşuyor... Öykülerin kahramanları ve mekanlar eski İstanbul'a ait ve hep bildiğim , dolaştığım bir iki anı kırıntımın benim de bir taş altına sakladığım yerler...Öyle olunca bir baktım ki, aynı dönemde yaşamış olsaydık, Feleknaz , İncifer ve Kamelya Hanımla koru yolunda karşılaşabilir, Özbekler Tekkesinin önünden geçerken kafamı kaldırsam pencerelerinden bakarken onları görebilirmişim....Ya da Sinekli Bakkal sokağında , ..Halama gittiğim de Tanburi Cemil Bey'in udunun sesini duyabilirmişim.... Aysel'e gittiğimde Nami Bey'le belki de yanyana araba bekleyecektik Kuyubaşı Durağında....Belki de Melekzade Şair Pakize Hanımefendi, Kocamın kuzeni, ailemizin doktoru Leman Abla'nın da tedavi ettiği bir hastası olacaktı, Yeldeğirmeninde... Ya da biz oradan geçerken evinin cumbasında kahvesini içerken bizi görecekti... Matmazel Despina ile arka arkaya inerdik Bağlarbaşı yokuşundan aşağı Üsküdar'a, bilinir mi?Ya da Üsküdar'lı Bedri Bey, hiç evlenmemiş bizim karşı komşu olabilir miydi...Peki ya evde kalmış Neriman...Annem beni Şemsipaşa çayırına oynamaya götürdüğünde , gelip başımı okşamış ya da elimden kaçan top onun ayaklarının dibine düşmüş olamaz mıydı?...Hem benim Annem de onun annesi gibi harika patlıcan silkmesi pişirirdi...belki de annemden alacaktı tarifi, kimbilir....Son hikayelerden birinin kahramanının annesi de Ordulu çıkmasın mı?, fasulye turşuları kavurmasın mı?... benim annem gibi....

Sizinde anladığınız gibi çok ama çok özel bir kitap oldu benim için İstanbul'un Gözleri Mahmur...Melissa Gürpınar ; bu kitabı İstanbulda yaşamış ve yaşayacak olan herkese ithaf etmiş. Ben sanki bana özel yazılmış bir kitap gibi okudum.


İstanbul'a kimler kondu
Kimler geçti beş yüz yılda
Kimlerin taşlarda kaldı adı
Kimlerin boşlukta

20 Eylül 2011 Salı

keyifsiz

Çok keyifli bir yazı olabilirdi... Size dün akşam Zeya, Ebrucuk ve Zuz ile payllaştığımız sohbet dolu geceyi, tren yolu boyunca yaptığım o güzel yürüyüşü, sabah Zuz'un kitaplığını karıştırıp bulduğum 20--25 sayfalık kitabı yeşil çayımla payşalmamı anlatacakrım ama yok, bu ülkede mehter marşı formunda giden yürüyüşte geri adım kısmına geçtik yine... Ankara'da olan patlama yine bize hatırlatmasını yaptı... Size rahat yok, her lokmanız boğazınızda kalacak, azcık güldünüz mü arkasından gelen yüzünüzde donacak dedi... RTE yeni rolünün peşinde koşadursuuun...

Patlama haberini duyar duymaz ilk iş Leylak Dalıcımla haberleştim. Çünkü ona yakın bir yerde olduğunu tahmin ettik. Ettik diyorum çünkü, hayatında yön duygusu nedir bilmeyen ben asla bunu tahmin edemezdim ama neyse ki kocam , bir kere gittiği yeri sonra helikopterden bile gösterebilecek yetenek de...Bomba patlayan yer Leylak Hanımlara çok yakın dedi. Tüm Ankaralılara geçmiş olsun...

Bu sayfanın yazarının; kendine ait bir siyasal görüşü her ne kadar dandiri dindiri , dünya yansa bir halbur samanı yanmaz görünse de , bir yaşam felsefesi vardır elbet, ama burası yeri değildir O'nun içinA ama yetti yav artık, tak dedi... Her yaptığınızın alltından bir şey çıkması, kendi evini bırakıp başka köylere gelin başı bağlamaya giden yönetici gürühu, her şeyi eline yüzüne bulaştırmalar,yok HES adı altında yaptığınız PES doğrusu dedirten uygıulamalarınız, ülen sizin yüzünüzden millet tarlayı çapayı bıraktı, eline pankart aldı dere tepe geziyor, yok yaptığınız gizli görüşmelerin bile ertesi gün beşikte uyuyan bebelrin bile kulağına gelmesi ... İyi ilişkiler içinde olduğumuz bir komşumuz dahi olmaması, kalmaması.... İnsan bazen düşünüyor ya biz gökten mi indik diye...Terör örgütünün artık okul kapılarında katliam yapacak boyuta gelmesi yani say say bitmez.

Bu keyifsiz yazı bitsin



.

18 Eylül 2011 Pazar

PAZAR OLA

Pazar günü de cumartesi günü gibi ağır aksak gidiyordu ki bir atraksiyon yapıp Capitol'e gittik Gamse ile dün akşam Zuz'da kalan Naziş ve öğretmen arkadaşları diğer Gamse'de bize katıldı... Önce biraz alış veriş yaptık. Sonra yeme içme faslına geçtik, gördüğünüz gibi Pizza-Hut da pizzaları hutlarken görünüyoruz...
Yeme içme faslı bitip, gözümüzün önünde ki açlık perdesi kalkınca herkes kendi ilgi alanlarına dağıldı... Biz Naziş ile doğru D&R'a gittik. Önce kırtasiye dükkanına girmiş gibi bir afalladım meğer okulların aaçılması nedeniyle kırtasiye kısmı ön tarafa itelenmiş. İyi olmuş, ben de arka kısmı gönlümce dağıttım:) Bütün Düşler Nazlıdır- Atilla Şenkon ve İstanbul'un Gözleri Mahmur- Melissa Gürpınar benimle birlikte eve geldi...


Bu gördükleriniz lale sakısısı değil, tuzluk ve karabiberlik... Evdekiler kırılınca ve Migrosta yeniden rastlayınca hemen aldım...
Bu da böyle bir pazardı...

16 Eylül 2011 Cuma

bu günün akşamından



Hafta sonu için hiç bir plan yapmadım. Planın sadece ve sadece ev ev ev... Pazartesiye kadar böyle olmasını umuyorum...diliyorum...istiyorum. Pazartesi akşamı ağır bir programım var:)
Fena Halde Leman'ı okuyorum... Gittim geldim ona yumuldum...Murathan Mungan romanı okurken de aynı duyguya kapılırım... Betimlemeler hep şiirimsi olur... İnsan beyninin bu gücüne hayranlıkla karışık şaşırırm...Kitabın henüz cinsellik boyutu yeni başlıyor ki , kitap en çok bu yönüyle tarışılmış. Ben şimdilik, kitapta geçen fransızca cümleler niye dipnotla verilmemiş boyutundayım. Ara ara translate olayına baş vuruyorum ki bu da konsantrasyon kaybı oluyor.

Dün yine ipin ucunu kaçırıp fazla yemek yapmışım... Bir tanesini sırf kendim için yaptım ama bayıldılar... Geçenlerde kabak dolması yaparken kabaklar fazla gelince, bıraksam kullanmaz , çürütürüm diye doğrayıp dondurucuya atmıştım... Tencereye soğan doprayıp, sıvı yağda öldürdüm(mbu öldürme lafı çok komiğime gider).Sonra kabakları attım içine, bir havuç, iki üç tane biber doğradım, iki de domates, yarım fincan da bulgur koydum. Kendi sularında yavaştan usuldan piştiler. Piştikten sonra bolca dereotu doğrayp altını kapattım... yerken yoğurt koyduk üstüne breh breh...Valla benim tar,fim , konmasın kimse üstüne:)Bi ad bulayım şimdi buna...Kabaklama nasıl...Var mı bu isimde bir yemek... hem otatntik bir isim gibi e durdu..

Bir de şu İstanbul'un silüetini bozma olayı var ki nasıl gıcığım bu işe anlatamam...İstanbul'un içine .... ......bunları birileri durdurmalı...

15 Eylül 2011 Perşembe

Kirazın tadı

Bu günün sabahı... ev toparlamaca ve yemek olayı... Benim tamamen basit olsun beni oyalamasın diye yaptığım yemeğe Meral'de dahil herkes bayıldı... Parça tavukları tuzlayıp baharatladım, patatesleri soyup sadece boylamasına ikiye, soğanı dörde böldüm, yedi sekiz diş sarımsak attım... iki domatesi iri iri parçalar halinde doğradım... Yağ yok su yok... Tencerenin ağzını kapatın... Kapak ısınana kadar ocak normal ateş ama tencerenin kapağı ısınınca en kısık hale getirdim. Hiç kapağını açmadan 45- 50 dk pişirin... Ben cam kapak kullanıp, kontrolü elde tuttum. Yemek pişince bu kadar su nereden geldi diye soracak lezzete şaşacaksınız...Bunu sebze koymadan sadece tavuk olarak da yapabilir, pilav yanına servis edebilirsiniz...

Günün kahve keyfinin keyfi... Vatan kitap Eki



Bu günün öğle sonrası filmi ; İran Sinemasından geldi...Kirazın tadı...Sinema bir tek eğlenmek değildir diyebilenler için bu filmi tavsiye edebilirim ancak.Şimdi aynı yönetmenin ''arkadaşımın evi nerede'' adlı filminin peşindeyim...

‎1997 İran yapımı Abbas Kiyarüstemi filmidir. Tahran'ın kenar mahallelerinden birinde arabasıyla dolaşarak para karşılığında kendisini öldürecek birini arayan orta yaşlı bir adam hakkında, minimalist bir filmdir.






Çekim senaryosu, kitap olarak basıldı. Film, gösterildiği yıl, Cannes Film Festivalinde Shohei Imamura'nın Yılanbalığı filmiyle Altın Palmiye ödülünü paylaştı.



Bu iki kitabı almalıyım...Müzeyyen ile Nezahat-İlhami Algör ve Rüzgarın Gölgesi-Carlos Ruiz Zafon

Biz Leylak ile gezerken bizim kızların biri yogaya biri sanat tarihi kursuna yazılmış...Yogacı bu akşam başladı...

Bu günün akşamı ... Fatmagül ...portakallı çikolata... çay... Fena Halde Leman


Seni seviyorum Beşiktaş, bu akşam golleri sıralayıp kocamı sevindirdiğin için... ama maç bitmedi daha... Bu sezon kadınlara maçların ücretsiz olduğunu biliyormuydunuz...

düzenleme:maç bitti...5-1 bitti... Aslansın Beşiktaş, Aslan Cimbom kadar...bizim ev fifti fiftidir de


bu kadar yani

14 Eylül 2011 Çarşamba

Bu gün ama ne gün


Bu sabah Alplerden bir konuğum vardı... Butterfly nam-ı diğer Asis , kısacık İstanbul ,gezisinde bir gününü bana ayırmak zarifliğinde bulundu... Sabah kahvaltımızı Kuzguncuk'da benim deniz balkonumda yaptık...Önümüzden vapurlar, tekneler, koca koca şilepler geçerken, martılar üzerimize üzerimize pike yaparken biz Asisle çaylarımız , simitlerimiz ve İstanbul'un en güzel poğaçalarını yapan Dilim Pastanesinin poğaçalarıyla kahvaltımızı yaptık... Dilim pastanesinin bir özelliği de adres tarif edilirken bolca kullanılmasıdır... Dilim pastanesinden dön... Dilim pastanesinin önünden karşıya geç gibi:)

Kahvaltımızı yaptıktan sonra kahvelerimizi içmek için Hayat Kahvesine geçtik... Ama bu arada tüm ara sokaklara daldık çıktık... Bu gün aynı zamanda Kuzguncuk da pazar vardı... Kahvelerimizi içtik yanında gelen organik ballı keke hayır demedik...Sohbetimiz ise baldan tatlıydı...

Hayat Kahvesinden çıkınca yalılar boyunca yürüye yürüye Koru'nun Paşa Limanına açılan kapısına geldik... Koruya girip Bordo Köşkde soluklanma ve soğuklanma molası verdik:) Aaaa bi baktık , saatler geçmiş farkında olmamışız ve acıkmışız... Bu kez Fethi Paşa'nın Beyaz Köşk'üne geçip öğle yemeğimizi yedik... Çok kalabalıktı ama aksar diye düşündüğüm servis neyse ki aksamadı...Yemek için her zaman tavsiye edebileceğim bir yerdir, hem ambiası iyidir, servisi ona keza ve fiyatları da ehvendir... Heheheh Başbakan ha bire Arapça sesleniyo ya Arap illerinden ben de azcık katkıda bulunayım dedim. Ehven mehven.))Yemeğimizi yedik, sohbetimizi ettik... Ben kulakları çınlasın Ataletim'in , Asis'in sigarasından bir sigara da orada telledim...

Sonrasında da sahil boyu yürüyerek Üsküdar İskelesine geliş ve Asisimle bir daha ki Türkiye ziyaretine kadar vedalaşma vakti...Canım Asis yine her zamanki gibi ağzımızı tatlandırıp, gönlümüzü şenlendirmiş ince zevkiyle ama en özeli, artık koruma altına alınan İsviçre dağ çiçeklerinin tohumları ve çimlendirme aparatları... Boyları 5cm olunca saksılara alınacakmış. ama inşallah bir aksilik olmaz ve becerebilirim...Alplerde açan yıldız şeklinde beyaz çiçekleri olan, bizim dört yapraklı yonca gibi şans ve uğur getirdiğine inanılan bir çiçekmiş.Güneşe en yakın açan çiçek olarak anılıyormuş... Bu konuda Mine Hanım'dan yardım isteyeceğim.

Eve geldim , Asis en çok ihtiyacım olan şeyi bulmuş, bilmiş ... bitkisel enerji çayı...bardağımda ve kutusunda Süper Mum yazıyor))).Çayımı yaptım yazmaya öyle başladım.

Asis'den ayrılıp eve gelmek için dolmuşa bindim.. Arka sırada oturan hanım, Lale Hanım dedi-evet dedim... Yazılarımı okuyorlarmış ailece. Filiz Hanım ve Kızı Ece...ikinize de çok teşekkür ederim gönlümü hoş ettiniz sizi tanıdığıma inanın ben daha çok memnun oldum...

Bu akşam ilk vizyon filmimizi izledik...Bu günün üstüne cila oldu... Dün akşam haberlerin sonunda yeni vizyona giren filmlerin tanıtımı vardı... Bu filme fragmanından çarpıldım... Tam dişime göre bir film dedim ve öyle de oldu... Beğenenler olacaktır, beğenmeyenler olacaktır... Tamam bu yıla damgasını vurmaz ama ben çok beğendim hatta sonunda salya sümük ağladım...Hafiften fantastik bir öğesi de olan bir film... Bu filmi izlerseniz pişman olmazsınız kategorisine koydum...Konuk oyuncularının tanrı rolünde Woopie Goldberg ve Marley'in annesi rolüyle Kathy Bates'in yer aldığı 'Bir Tutam Cennet' filmi, hem güldürüp hem de ağlattı beni...Kate Hudson Goldie Hawn'ın kızı olup Kurt Russel'in endazesinden geçtiğini hiç inkar etmedi... Hep iyi oyunlar çıkardığını düşündüm, BEN...Babası da sanatçı ama Kurt Russel'i hep öz babası gibi sevdiğini söylemiş... Bu kadar magazinsel bilgi yeter...


Ve bir şiir, dünkü şiirli yazım üzerine Turuncu Sıcacık Umut Dolu'dan geldi... O kadar güzel ki, sizlere de ulaşsın istedim... Hiç tanımadığım bir şairden Onat Kutlar'ın çevirisiymiş aynı zamanda...Furuğ Ferruzad ile tanışmak bu sabaha kısmetmiş...Eğer Turuncu ve Sıcacık'ı ziyaret ederseniz; şairi nasıl keşfettiğinin hikayesini ve Furuğ Ferruzad hakkında geniş bilgi alabilirsiniz. Ve ne kadar da güzel bir kadın olduğunu görürsünüz...

Üşüyorum
Üşüyorum ve sanırım artık hiç ısınmayacağım
Ey sevgilim! Ey tek sevgilim "kaç yıllıktı acaba o şarap?"
Bak burada
Ne kadar ağır zaman
Ve nasıl kemiriyor balıklar benim tenimi!
Niçin hep denizin altında tutuyorsun beni?
Üşüyorum ben ve sedef küpelerden nefret ediyorum
Üşüyorum ve biliyorum
Bir yaban lalesinin kırmızı düşlerinden
bir kaç damla kandan başka
Hiç bir şey kalmayacak yerde.

....

Yeniden tarayabilecek miyim
Saçlarımı rüzgarla?
Menekşeler dikebilecek miyim yeniden bahçelere?
Ve pencerenin ardında duran
Gökyüzüne sardunyalar dizebilecek miyim?
Acaba yeniden dansedebilecek miyim kadehler üstünde?
Kapı zili çağıracak mı beni yeniden bir bekleyişe?

"Artık bitti" dedim Anneme
"Düşünmeye fırsat bile kalmadan olur olanlar...

..."

Soğuk Mevsimin Başlangıcına İnanalım şiirinden..

13 Eylül 2011 Salı

Öyle işte

Bu günkü film haydi bre idi... Orhan Oğuz filmi diye izledim... Bir Makedon aile etrafında gelişiyor... Konu ilgi çekiciydi aslında ama tüm Makedon filmlerinde aynı isimlerin olması şartmıdır ...Suzan Kardeş ve şimdi adını hatırlayamadığım Elveda Rumeli'de oynayan bir kaç kişi ki bunları yine benzer rollerde izledim... Bi de bir şey eksikti... tuzu mu eksikti yoksa fazla mı kaçmıştı, bir baharatı eksikti yani...

Kitap ise Attila İlhan'ın okumaya geç kaldığım bir kitabı...''Fena Halde Leman''... Bir zamanlar şair olarak sevdiklerimin romanlarını.... romancı olarak sevdiklerimim şiir kitaplarını okumazdım... Sanırım o yüzden oldu bu da...Öyle çok şiirden falan çok anlamam... Öğrencilik yıllarımda her törende bana da şiir okuturlardı, sanırım kışı düşünüyorlardı... Siz şimdi anlamadınız ama Ece, Leylak ve Zero anladı:)... Neyse işte günün mana ve ehemniyetine uygun okuduğumuz şiirlerde arkadaşlarım duygulanır, coşarlar, hatta ağlarlardı okurken....ama ben bildiğiniz taş... Ne kadar gözlerimi falan yaşartmaya çalışsam da bunu başaramazdım... Ama kötü de okumazdım...Ortaokuldayken eve gelen kitapların arasından Pablo Neruda'nın Kara Ada Defteri ilgimi çekti... Önce fırtınalı bir denizin resmedildiği lake cilt kapağı sonra kitabın adı... Okuyunca şiirleri de çok sevdim... Sonra İstanbul'u Dinliyorum'la Orhan Veli ve Ben Sana Mecburum'la Attila İlhan ve Tagore ...Hasan Hüseyin ve de Eteğimde ki taşlarla Murathan Mungan belki şu an aklıma gelmeyen bir iki şair daha...Yazdıkça aklıma geliyor , benim kuşağımdan olup da Edgar Allan Poe'nin Annabell Lee'sini bilmeyen varmıdır...Alın işte ipin ucu yine kaçtı. Sanki şiir yazısı yazıyordum. Okumaya başladım işte Fena Halde Leman'ı... 1981 aralığında basılan dördüncü baskısı... Karacan yayınlarından çıkmış... Sahaflardan aldığımı yazmıştım daha önce. Yaprakları sararmış ama cildi sağlam...

Gelelim bizim evin hallarına... Kızlar artık, dün itibariyle öğrencileri ile eğitim öğretim yılına giriş yaptılar... Bizim ev de gün daha erken başlıyor artık ve daha erken sessizliğe bürünüyor... Akşam yemekleri daha erkene çekildi...

Sonbahar biraz yaz havasında geçiyor... Sıcaklık düştü, rahatsız etmiyor ama ben biraz çılgın sonbahar severim. Yapraklar sararsın, rüzgar biraz daha serince essin... Hafif hırkalar giymeye başlayalım... Hala pencereler, balkon kapıları gece yarılarına kadar açık ve kolsuz bluzlar ve elbiselerleyiz...

Oki yeter bu kadar ben kahve kitap olayına gireyim... Dün ev miis gibi gıpgıcır oldu, yemek işi de tamam.... geriye kalan yat yuvarlan, çay kahve,film , kitap

12 Eylül 2011 Pazartesi

Ölümsüz Anlar

Bir günde iki kez nadiren yazarım ama bu film kimseden kaçmasın istedim... Bu gün kızlar okula gidince vira Bismillah deyip , izlenmedik film kalmasın etkinliğimin sezon açılışını şahane bir film ile yaptım... Çoktandır bir köşede bekliyordu zamanını... Bu filmi ; izlemezseniz küserim kategorisine koydum... Güzel kadın , yakışıklı erkek yok , kimsenin başrol kaygusu yok film gibi film...İsveç’te sosyalist hareketlerin ortaya çıkmaya başladığı dönemi bir aile baz alınarak anlatılmış.Kadının aile ve toplum içindeki yerini, işçi sınıfının yaşadığı politik ve ekonomik baskılar gibi konuları bir yazarın, bir eleştirmenin, bir siyasetçinin gözünden değil de bir ev kadınının gözünden dile getirmiş. Film, İsveç’in adayı olarak Oscar yarışına da gönderilmişti. bir kızın dilinden annesi...Annesinin gözünden 1907 li 1914 lü yılların İsveç'i...
Jan Troell in yedi yıllık bir aradan sonra çektiği ve İsveç in 2009 Oscar adayı olan bu şiirsel film, sanayileşme ve kentleşmenin yanı sıra sosyalist ve evanjelist hareketleri de ele alırken kültürel değişimleri at sırtında bir şövalyenin gözünden değil de bir ev hanımının ailesi aracılığıyla irdeliyor. 1900 lerin başlarında İsveç te, emekçi sınıfından genç bir kadın olan Maria, çekilişten bir fotoğraf makinesi kazanır ve hayatı tamamen değişir. Elinde tutmaya karar verdiği makine sayesinde Maria dünyayı yeni gözlerle görmeye başlar aynı makine alkolik kocası için bir tehdit unsuru, hikâyeyi anlatan kızı için ise ilham kaynağıdı

Filmi izledikten sonra benim için en ölümsüz anlar hangileriydi diye düşündüm ve çektiğim fotoğrafları artık sadece bilgisayarda bırakmayıp basmayı da düşündüm. Gerçi iki yıldır çok beğendiğimiz resimleri zaten basıyoruz...Hatta birazdan gidip bir kaç tane basacağım... Onu eline alıp bakmak, hissetmek çok farklı bir şey...

Dostluk Hüznü Paylaşmaktır

Leylak Dalıcım'la son kez birlikte kahvaltı yaptık ve sonra yeniden tez zamanda gelesin inşallah diyerek Ankara'ya uğurladık...
Bi öylee bakakaldım ardından, biraz daha kalsaydı, bir Kariye bir Yedikule Zindanları yapardık falan diye düşündüm...Fincanlarımızla bir kahve içme fırsatı bile bulamadık...

Şöyle bir toparlandıktan sonra, bütün gün yattım kitap okudum... Ataletim canım benim, çok güzel bir öykü kitabı seçmişti bize... Yattım kalktım bir hikaye okudum...Dostluk Hüznü Paylaşmaktır adı gibi güzel bir kitap.Okumaya Ataletim'in benim için işaretlediği öyküden başladım... Ayracın işaret yerine gelen yerde ki cümlede- Bu şehrin tüm telefonlarında sen mi? varsın- diyor...Kitabın arka kapağını bana yazdırsalardı şöyle yazardım...Gençliğiniz yetmişli yıllaramı denk geldi?Hayatınızın en değerli gençlik yılları ; tam da toplumun değişme sürecine mi rastladı? Aşklarda , arkadaşlıklarda , dostluklarda biraz çuvalladınız mı?...Kitaptaki herkes 78 kuşağı çünkü yazarda o kuşaktan... Bir dilim ekmeği, bir bardak suyu paylaşır gibi , paylaşırmısınız hüznü de... Evet diyorsanız bu kitaptaki hikayeler sizin için yazılmış demektir...Yazarı SÜHEYLA ACAR...

Sahaf Festivalinde dolaşırken üçümüz de , bizi çeken kitabı hemen alacağız dedik... Bir yıldır arayıp da bulamadığım çünkü artık basımdan kalkmış., Attila İlhan'ın ''Fena Halde Leman''ın dördüncü baskısı pat diye önüme çıktı... Tamam dedim ben kitabımı buldum...Sanırım yarın okumaya başlarım...Atilla İlhan'lı günlere hazırlanın:))Arada şiirlerine de takılırız... Ben sana mecburum bilemezsin deriz...üçüncü şahsın şiirini okuruz...

Kızların ikisinin de programı vardı...çook sakin bir gün geçirdik... Bir ezo gelin çorba koydum ocağa , biraz Maria Callas dinledim. Hatta Gamsegamse geldiğinde Anne coşmuşun dedi:))

Akşam kabilemin Ordu kısmı ile uzun uzuun telefonn konuşmaları yaptım...yarım dizi izledim... Falan filan




11 Eylül 2011 Pazar

biz gezerken, hep kendi şarkılarını söyledi İstanbul

Bir şehri neden seversiniz... Tarihi için mi?, çok güzel bir coğrafyaya ait olduğu için mi?alışkanlıktan mı?,sırf doğduğunuz için mi?, memleketiniz diye mi?...Bunların hepsi olabilir tabi ama ben bir kez daha anladım ki, İstanbul'u sevme nedenlerim arasında saydığım herşey var ama en önemlisi ben bu şehrin her köşesine , her taşına bir anı saklamışım,her rastladığımda çıkarıyorum onları gün yüzüne, biraz bakıp, tekrar yerine koyuyorumçünkü İstanbul bizden çok daha vefalı anılara...Şimdi Leylak Dalı ile ile geçirdiğimiz bu bir hafta sonunda yine, yeniden , en baştan yazdım bu şehire kendi tarihimi....Daha da vaz geçilmezim oldu...

Leylak Dalıcım'ın İstanbul seyir defterini dün gece Beyoğlunda noktaladık...Ataletim canım benim baş kişiydi bu kez... Leylak , gelmeden çok önce planlandı ve tıkır tıkır işledi... Biz Atalet ile çocukluğumuzun kitapçılarını, tiyatro salonlarını aradık... Leylakcım ile yeni dükkanlar keşfettik... Cihangir'de artizler kahvesinde sabah kahvemizi içtik,Tramvayda turistler tarafından ezilme tehlikesi geçirdik. Ama onlar biletleri geçersiz olduğu için , bir taraftan binip , diğer taraftan inince gülmekten öldük...Leylak Dalıcım tramvayda...



Fıccın'da öğle yemeğimizi yedik... Müzik yapmaların yasaklanan sokak çalgıcılarına destek verdik...

Balıkçılar çarşısında Üç Horon Kilisesine giderken, yapışkan garsonlarla mücadele ederken oraya gideceğimizi unuttuk... Sahaflar Fuarını gezeken üçümüzde bizi kendine çeken kitapları bulduk...
Pera Otelinin terasında soluklandık...
İstiklal caddesi üzerinde ki bir binanın üstündeki işlemeleri bile yarım saat inceleyip, detayların güzelliğine hayran hayran bakakaldık.

Tunel Pasajında bira patates eşliğinde güzel bir akşam ve sohbeti paylaştık...Biz üç kadın, anılar deştik, anılar topladık onları da torbalarımıza attık... Tüm güzel şeyler gibi bu da bitti... Ama tüm bitişler daha da güzellerinin başlangıcı olsun...Leylak tez zamanda yeniden gelsin...İstanbul şarkılarını söylemeye, şiirlerini yazmaya, resimlere konu, ressamlara ilham olmaya devam etsin...

9 Eylül 2011 Cuma

Haliç'de bir Leylak bir Lale



Bu gün harika bir gündü... Anlatacak vakit yok... Ancak bir kaç resimle günün şahaneliğini anlatayım dedim....Bu gün Haliç Leylak koktu yani, Leylak Dalı İstanbul turuna devam ediyor...
Balat'da sokak ortası, simit aldık, çay karşı kahveden geldi...Leylak Dalıcım'da karşımda çay simit keyfi yapmakta o anda...




kiliseden camiye çevrilen Gül Baba Camii...
Gül Baba camii tavan süslemeleri

Bu resim Ece için..Arkadaki sarı ev, Gönülçelen dizisindeki ev...



Haliç'e pencere:)






Fener Rum lisesi...54 öğrencisi varmış...
Fener Rum Lisesi...Haliç vapurundan görüp gözümü alamadığım binaya çok hoş bir tesadüfle, Leylak Dalıcımın arkadaşı sayesinde girdik. Rüyamda görsem inanamazdım...Sınıflardan biri...

Ben Fener Rum Lisesine tırmanırken artık yorulmuşum, Leylak da basmış denklaşöre...Patrikhane
Patrikhane avlusu...