Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

13 Şubat 2017 Pazartesi

Döşeme

Bloggeriniz geldi haniiiimmm... Başlığın anlamı yazının sonunda :) Valla bu kez acaip dolu geldim. Notlarınızı alın, kitaptır, dizidir, falandır filandır bir sürü foto var. Yani ben susacağım fotoğraflar konuşacak.
Hızlı  ve çok yoğun  geçen bir hafta oldu. Ayvalık'tan Zuz geldi bizim evde bir  bayram havası :) Yemekler,pideler pişti, filmler izlendi, gülündü, kavga edildi.Gece yarılarına kadar oturuldu, anlı şanlı kahvaltılar hazırlandı, kahvaltılar öğlene kadar sürdü. 
Bugün O'nu yolcu ettik ve ben kendi rutin hayatıma döndüm inşallah maşallah.

Zuz gelince  havanın güzel olduğu nadir günlerden birinde Kuzen Oya ile sabah kahvaltısında buluştuk, Beşiktaş kahvaltıcılar sokağında bir yere gittik.Adını veremiyorum çünkü bu ad altında iki kahvaltıcı var. Tek hoşumuza giden şey  üçümüzün birlikte olmasıydı. Zuhal'in önüne kırık servis tabağı koymuşlardı.Zuhal bu tabağı atın dedi :) Gelen her şey birimiz yesek diğeri aç kalacak şekildeydi.  Bu fiyasko kahvaltıdan sonra oturup kahvelerimizi  de orada içsek kafamıza kuş konadı sanırım.

Hadi Ihlamur Kasrına gidelim dedim ben, her zaman en iyi programı yapan olaraktan. Oya'nın programı foslamıştı çünkü:) 
Şimdi alttaki fotoğrafa bakın ve  en iyi ben program yaparım dememe hak verin :)
Daha Ihlamur Kasrı'ndan içeri girer girmez bizi şu güzellik karşıladı. Erkeğim demedi salına salınaa gezdi.
 Biz kahvelerimizi içerken dört döndü etrafımızda. 
Sonra Kasrın içini gezdik. Ihlamur Kasrı, Nigoğos Balyan'a Abdül Mecit taradından yaptırılmış.Merasim Köşkü ve Maiyet Köşkü olarak yapılmış. Merasim Köşkü müze olarak Maiyet Köşkü kafe olarak hizmet veriyor.
İki yeni dizim var , bu kış ... 
Once Upon  Time / Evvel Zaman İçinde 
Nazlı'nın dizisiydi aslında bana da tavsiye etti ve birlikte izlemeye başladık.
Once Upon A Time" Hele de çocuğunuzla ortak masallarınız varsa acaip keyifli oluyor izlemesi. 
Merak edenler ya da diziyi bilmeyenler için söylüyorum "Grimm  Kardeşler"masalllarını  bilmiyorsanız ki bilmeyen yoktur zaten izlemek çok keyifsiz olur, yani izlemek anlaşılmaz olur. Benim bilmediğim bir masal vardı, Nazlı anlattı onu da... Hani masal dedim ama bir yetişkin dizisi...
Pamuk Prenses'in cadı annesinin lanetiyle tüm masal kahramanları gerçek bir insana dönüşerek bir kasabada yaşamaya başlarlar. Kendileri bu durumu bilmemektedir. Durumu bilen Cadı Üvey Anne kasabanın belediye başkanı ,  Kırmızı Başlıklı Kız, kendini gerçek insan sanan diğer masal kahramanlarla birlikte yaşadığı kasabanın otelini büyükannesi ile birlikte işletmektedir.Pamuk Prenses ise kasabanın okulunda öğretmen😍

This İs Us için ne desem az. Kendi içinde katman katman açılan, her an şaşırtan, sürpriz yumurta gibi ama bir o kadar da sakin bir dizi. Dawnton Abbey ve Mr. Selfridge'den sonra kendime göre bir dizi bulamıyordum bu tam oldu.Üçüz çocuklar etrafında dönen bir dizi diyeyim yeter. Şimdi ne desem spoiller olur.
Haydi şimdi kitaplara gelelim.

Vejeteryan oldukça ilginç ama biraz sert bir kitap. 2016 Uluslararası Man Booker Ödülünü almış. Ödülü veren jüride Elif Şafak da varmış.Ve dee Orhan Pamuk da adaymış.Elif Şafak'ın oyunu kime kullanıldığı merak edilmiş :)
Sıradan bir evkadını olan Yonğhe gördüğü bir rüyalar yüzünden bir sabah kalktığında vejeteryan olduğunu söyler ve buzdolabında ne kadar et ve et ürünü varsa çöpe atar. Ve hikaye bundan sonra başlar. İlişkilerde şiddet ve cinselliğin ve saplantıların geldiği son noktayı üç ayrı kişinin ağzından üç ayrı hikaye gibi yazıp ama tek bir hikaye anlatmış  Han Kang.


 Bozkırda Altmışaltı tam da Vejeteryan'ın sertliğini alıp insanı  böyle yumşak yumşak eden bir kitap.
Aşık olduğu kadının göz rengimin yeşiline uygun bir yeşil bulamayıp, aslında yosun yeşili diyecekti ama hayatında yosun görmemişti.O yüzden  Handan yeşili dedi. Saçlarının düzlüğünü anlatmak için; Sanki kafasından zeytinyağ dökmüşsünde saçları arkadan gelmiş gibi dedi. Kitabın kapağına baksanız anlaşılır zaten o sıcaklık,o keyif.



Okudum, izledim ama izlemeleri yaparken hanımcık canımcık motiflerimi birleştiriyorum. İnşallah  maşallah Keçiören metrosu ile birlikte bitecek bu kış😍 Keçiören Metrosu ' da başlayalı şunun şurasında dört yıl olmuş anca )
Bu da bir öneri size,benim gibi bu telefondur, tablettir gibi zımbırtıları başucunda bulundurmak istemeyenler için. Hemen elimin altında, yatağın bazasına takılıyor, İkea'dan almıştım.
Bu da son foto, koroya gidip şarkı söylüyorum dışarı çıktığımda gördüğüm bu ışıltıdan mest oluyorum. Gece güzeli  İstanbul.
Tamaam bitti... Yazmadım yazmadım ama buraları da  döşedim öyle gidiyorum.



6 Şubat 2017 Pazartesi

Yunanistan 2 çelınç ve hafta sonu

 Yunanistan seyatimizin  ikinci bölümünde  Kavala, Gümilcine, İskeçe ve Dedeağaç vardı.
 Kavala en beğendiğimiz yer oldu. Daha denizle içiçeydi sokakları ve evleri Safranbolu havasındaydı.


 Kavalalı Mehmet Paşa sayesinde burayı hiç kan dökmeden aldıkları için heykelini dikmişler ve onun yaptırdığı eserleri korumuşlar.

 Şehre bir su kemerinin altından giriliyor. Kemer Osmanlıdan kalma... Bizim Unkapanı'ndaki Valens Su Kemerlerine benziyor.
Otobüsten inince, ilk önce Kavalalı Mehmet Paşa'nın atının  üstünde tüm Kavala'ya denizden baktığı heykelinin olduğu tepeye çıktık. 
Yokuş boyunca sağlı sollu Safranbolu evlerine benzeyen evler vardı. 
Şehrin eski şehir kısmına Panagia adını veriyorlar. Eski şehire çıkacağınız yolun başında hemen bir cami var Kanuni Sultan Süleyman'ın İbrahim Paşa için yaptırdığı cami minaresi yıkılıp,çan eklenerek sonradan kiliseye çevrilmiş.

Yunanistan'da Kavalalı Mehmet Paşa çok seviliyor ve kendisinden Mısır Valisi olarak söz ediliyor. Evinde Mısır bayrağı çekili ve orası Mısır toprağı sayılıyor.


Kavala'da çok güzel kapılar gördük.
Rehberimiz hemen aşağıdaki okulun bahçesinden içeri geçerek Yeni Kavala'yı kuş bakışı görebileceğimiz ve deniz feneri olan yeri kaçırmamızı söyledi. Burada manzara gerçekten de çok güzeldi.


 Aşağı doğru inişe geçtiğimizde artık acıkmaya başlamıştık ve hemen limanın karşısındaki tavernada yemek yedik. Yunanistan'da tüm balık lokantalarına taverna deniyor bunu da söyleyeyim :) Lokanta kalabalıktı çünkü; pazar ayininden çıkan Kavalalılar da aileleri ve arkadaşlarıyla yemeğe gelmişlerdi. Jumbo karides, ızgara kalamar ve midyeli pilav sipariş ettik. Hepsi muhteşem ve çok tazeydi. Eğer yolunuz düşerse özellikle midyeli pilavı kesinlikle atlamayın.




Kavala'ya gidip de  Kavala kurabiyesi almadan dönülür mü? Ama kurabiyeyi Kavala'dan değil, şehire 40 km mesafede olan bir köydeki işletmeden aldık. Asıl Kavala kurabiyesinin çıkış yeriymiş.ilk yapan babaanne mübadele zamanında Niğde'den göç etmiş. Tarif Niğde'den çıkma yani... Geldikten iki gün sonra Ayhan Sicimoğlu'nun aynı yerde  çektiği programı izledik. O da aynı şeyleri anlattı. Kurabiyeci bize  içebildiğimiz kadar semaverde demleme çay ve yine yiyebildiğimiz kadar kurabiye ikram etti.

Kavala'dan sonra Türklerin yoğun olarak yaşadığı Gümilcine'ye geçtik.Gümilcine' de her yer kapalıydı ve sokaklar bomboştu. Hadi pazardı diyelim ama halk hiç yoktu ortada... Rastladığımız bir iki kişi Türkçe hoşgeldiniz Gümilcine'ye dediler. Tüm sokaklar ağaç tünelleri şeklindeydi çok hoşumuza gitti. Rehberimiz bizi Çukur Kahve'ye götürdü. Hem kahve içtik hem satın aldık. İçimi çok güzel bir kahvesi var. Üç ayrı cins çekirdekten yapılıyormuş. Köpüğü için kafeini için, lezzeti için farklı çekirdekler kullanılıyormuş. Paket paket aldım, çok beğendim çünkü. Gümilcine sokaklarında dolaştık. 


Gümilcine'nin simgesi kılıçmış, Kılıç Anıtını gördük. 14 mt boyunda büyük bir metal kılıcın işlendiği dikey bir anıt.Kimilerinin askeri cunta için kimilerinin ise Türklere düşmanlığı simgelediğini söylediği anıt. Tüm törenler burada yapılıyormuş.

Gümilcine çarşısı bizim Anadolu kasabalarına benziyordu. Rehberimiz Gümilcineli olduğu için buranın sosyal yaşamı hakkında daha gerçekçi bilgiler verdi. Halk olarak hiç Türk-Yunan ayrımı yaşamadıklarını birbirlerinin evinde büyüdüklerini ama askerliğini Yunan Ordusunda yaparken çok zorlandığı  ve 24 ayda 18 ayrı yere sürüldüğünü anlattı. Buradaki  Türklerin  bütün resmi işlemlerini müftü yapıyormuş. Doğum, düğün,evlilik akdi, boşanma, ölüm her şey müftüden geçiyormuş. Türkler öyle belediye nikahı yapmazlar müftü evlendirir müftü boşar dedi.  Yakın zamana kadar Türkler mallarını satabiliyor ama mal satın alamıyorlarmış. Şimdi artık satabiliyorlar da dedi. Rehberimizin Gümilcine anıları ve askerlik anıları da gezi boyunca keyifli ve renkli anlar yaşattı bize.

İskeçe'de Türklerin yoğun  olarak  yaşadığı yerlerden. Çok güzel bir sahili var. Hatta yaz tatili için düşünmedim desem yalan. :)Bir öğrenci şehri ve o yüzden her yerde kafeler var. Yunanistan Türk Üniversitelerinin denkliğini kabul etmediği için Türk öğrenciler Türkiye'de öğrenim yapmıyormuş.Bu şehrin simgesi ise saat kulesi.



Yol boyunca bazı yerlerde küçük kilise objeleri gördük. Bunlar orada trafik kazası geçirip ölenlerin anısına koyuluyormuş. Hem sürücü için caydırıcı olup hızı engelleyip dikkatli olmasını sağlıyor hem ölen için dua ediliyor.İçinde para, şeker, ekmek ve ölenin kişisel eşyaları fotoğrafı oluyormuş. Ekmek, şeker ve para yolda kalan olursa  o anlık ihtiyacını karşılaması içinmiş.

Dedeağaç; İstanbul'a en yakın Yunan şehri. Havaalanı da var. İpsala sınır kapısından çıktıktan 40 km sonra Dedeağaç'a varıyorsunuz. 50.000 nüfuslu fakat Balkanların en büyük hastahanesine sahipmiş.Bir liman kenti.Yazın bizim Ege'deki sahil kentlerine dönüşüyormuş.


Yunanistan gezisi çok keyifliydi.  Türkiye sınırına girmeden rehberimizin sorduğu soruyu herkesten önce doğru cevaplayarak ev yapımı papaz şarabını da Gamsegamse'nin kazanmasıyla geziye keyifli bir nokta koyduk.





Bir sürü unuttuğum  şey olmuştur mutlaka... Selanik'de ki Jamaikalıları ya da ille de kahvesini bana ikram etmek isteyen Yunanlı'yı ya da her seferinde otobüse en geç Gamsegamse ile benim binip Naziş'i fıtık etmemizi ama rehberimizin de yoo geç kalmadınız daha vakit var demesini...  Son anda tura katılmaya karar verdiğimiz için arka sıralara düştüğümüz için önce hayıflandığımızı ama bizim gibi olan bir grupla arka  beşli koltuğu( orası boştu) rezidans olarak kullanıp  herkes iki kişi otururken bizlerin ikili koltuklara bire birer oturup yayıla yayıla seyahat ettiğimizi, neredeyse misafir gününde gibi birbirimizi ağırladığımızı, arka tarafın çok eğlendiğini hatta bizi o kadar iyi ağırlayan bir çift vardı ki tüm arka grup onlar nereye giderse bundan sonra onlarla gitmeye karar verdiğini,  Garsondan hesap istediğimizde garsonun acelesi yok sakin olun dediğini... bi sürü bi sürü şeyi anlatamadım. Az şey anlattım çok şey bize kaldı. :)

Sıra çelınç 12. soruda :Son 10 yılda hayatında neler değişti.
10 yaş aldım  :)  Blog yazmaya başladığım zamanlara denk  geliyor ki, blog sayesinde hayatıma çok şey katıldı. Dünyanın her tarafından arkadaşım oldu. Bir çok yazarla birebir tanışma fırsatım oldu.Kızlarım öğrencilikten çalışan kısmına geçtiler. Üç kollektif kitapta yazım yayınlandı. Bir tv yarışmasına katıldım.Kazanamadık ama çok eğlendik. Başka bir evde yaşamaya başladık. 

Gelelim hafta sonuna ...
Cumartesi günü Zuz ve Naziş ile evde oturduk ve Oscar adayı  Lion'u izledik.Çok beğendik.Hindistan'da trende uyuya kalıp evinden kilometrelerce uzağa gidip kaybolan Saru'nun  Avustralyalı bir ailenin evlat edinmesiyle değişen hayatı ve sonradan ailesini bulmaya çalışması hikaye edilmiş.

Pazar günü ise biz karı koca evden kaçtık ve Banu ve Ercü ile buluştuk. Vurduk okeyin gözüne :) Ağaçlar altında serin yürüyüşler yaptık.DSİ lokali yemekhanesi fırınından çıkma çıtır,sıcak simitlerle çay keyfi yaptık. Akşam da Beşiktaş-Fenerbahçe maçı için eve döndük.

Bugün okullar açıldı ve kızların yarıyıl  tatili bitti ve okullarına döndüler.


2 Şubat 2017 Perşembe

Yunanistan, kitap kulübü,çelınç falan filan

Yazmadığım günlerde bir koşu Yunanistan'a gidip geldim   :)
Hem turistik bir gezi oldu hem de bir düğüne katıldık. Damat Türk, gelin Yunanlı idi ama biz kız tarafıydık. :) Kızların öğretmen arkadaşı  İsmini ile Umut'un düğünüydü...
Biz, düğün tarihi belli olunca o tarihlere rastlayan bir tur araştırdık ki gitmişken gezilecek, görülecek yerleri de hakkıyla  gezelim diye...Şansımıza da ETS Tur'da tam da o tarihlere rastlayan bir tur bulduk. 
Turumuz, Selanik, Kavala, İskeçe,Gümİlcine ve Dedeağaç'ı kapsıyordu.
Turumuzun en güzel yanı rehberimiz Sahir Bey'di. Enerjisiyle, güler yüzüyle, her konuda yanımızda oluşuyla gönlümüzü fethetti ve çok güzel anılarla dolu bir gezi yapmamızı sağladı. Yani freeshopda biz lavaboya giderken o yukarıda çantalarımızı bile bekledi. Hatta Naziş, hadi gitmiyor muyuz demiş de, Annenle, kardeşinin çantalarını bekliyorum demiş🙃
(Rehberimiz Sahir Halil)


Yolculuğumuz İstanbul'da başladı  ve İpsala sınır kapısına kadar hiç durmadık. Türk sınır kapısında ,tüm yolcular otobüsten indik ve tek tek polis noktasında sıraya girip  pasaport kontrolünden geçtik.  Hava çok soğuktu, tabiri caizsse donduk. Yunanistan'a girdiğimizde otobüsten aşağı inmedik, Yunan Polisi otobüse bindi ve bir pasaporta bir yüzümüze bakıp kontrolünü yapıp gitti. :) Sanırım biz tur otobüsünde olduğumuz için böyle oldu. Çünkü;  bizden yarım saat önde giden otobüste olan  kızların arkadaşları hem aşağı indirilmiş hem didik didik aranmışlar hatta yalnız yolculuk  eden bir adamın cüzdanındaki paralara bile bakmışlar. 
 Yunanistan'a girdiğimizde bomboş otobanlar bizi bekliyordu, saatlerce gittik ne giden ne de gelen bir araca rastlamadık. Kavala'ya 40 km kala kahvaltı molası verdiğimizde , kahvaltılıkları görünce yurt dışında olduğumuzu anladık :) Bu zeytin, peynir olayı Türk insanının kanına işlemiş bence... Ispanaklı ve peynirli böreğimsi bir şey yedik çok lezzetliydi. Demleme çay da vardı. Türk turist çok olduğundan  bir çok yerde demleme çay var ve çoğu kişi bir iki kelime Türkçe biliyor.
Sabah Selanik 'i görünce  her Türk  çocuğunun beynine çakılı olan cümle geldi aklıma..."Atatürk, 1881 yılında Selanik'te iki katlı,pembe aşı boyalı bir evde doğdu"  

Selanik'te ilk önce  Kaleiçi'nde Panorama Tepesi'nde durup  Selanik'i tepeden izledik. Tanrılar dağı Olimpos'u, Beyaz Kale'yi  gördük.  Panorama kelimesi buradan çıkmıştır dedi rehberimiz.

Burada kendi başıma çok takıldığım için kızlarım tarafından belgelenmişim.

İkinci durağımız Aya Dimitri Kilisesi oldu. Sabah ayinine rastladık.Dileklerimizi yazıp , kutuya attık. Rehberimiz kiliseyi gezdirdi, anlattı fakat bizim Bizans tarihine meraklı Naziş,buranın  mutlaka ayazması vardır dedi ve arayıp aşağıya inen merdiveni buldu. Gamsegamse, ben ve Naziş aşağı indik ki tüm aşağı kata yayılan şahane bir müze, paraların atıldığı dilek havuzu ve sergilenen Bizans eserleri vardı. Orayı Nazlı keşfetmese  göremeyecektik.
Kilisenin kapısında Türkçe dilenen dilenciler vardı. 

Tur otobüsümüze binince Selanik içinde panoramik bir gezi yaptık. Selanik Halkı henüz sabah rehavetini atmadan biz bütün şehri çok rahat dolaştık.
  Üçüncü durağımız hepimizin merekla beklediği "Atatürk Evi" oldu. Burada hepimiz  çok ama çok duygulandık. Orada olmanın hissettirdiği duyguları tarif edecek kelimeleri bulamıyorum. Ata'nın doğduğu odada olmak, eşyalarını görmek  her Türk için inanılmaz bir şey. 
Atatürk Evi'nin hemen karşısındaki kafe ziyaretçilere ücretsiz demleme çay ikram ediyor.




Atatürk Evi'nden çıkışta 4 saat kadar serbest  zamanımız vardı. Buluşma yerimizi rehberimiz söyledi ve hepimiz Selanik sokaklarına dağıldık.  Biz ilk önce panoramik gezi sırasında rehberimizin Selanik'in Nişantaşı  ya da Bağdat Caddesi dediği Tsimiski Caddesindeki mağazaları gezdik. Sonra ünlü Aristotoles Meydanına gittik.

(Ah Aristo,Adnan Hocam'ın ruhu şad olsun)
Selanik 500 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldığı halde Osmanlıya ait hiçbir eser maalesef korunmamış ve Selanik nüfusuna kayıtlı hiç Türk yokmuş.
   Daha sonra aynı İzmir Kordona benzeyen sahilde yemek yedik, kahve içtik. Rehberimiz Yunanistan'da en çok duyacağımız sözün siga siga yani yavaş yavaş olacağını söylemişti. Gerçekten de öyle, Yunanlılar giç vir şey için acele etmiyorlar ve saat 14.00 da tüm iş yerleri kapanıyor ve akşam 19.00 da yeniden açılıyor. Bu ara siesta saati çünkü. Yemeğimizi yedikten sonra buluşma yerimiz olan Beyaz Kule'ye  gittik.Osmanlı döneminde zindan olarak kullanıldığı için geçmişin izlerini silmek için beyaza boyanmış ve adını da buradan alıyor.



Ah sonunda otelimizdeyiz,Capsis Hotel... Merkezde olduğu için çok rahat ettik. Kavala kurabiyesi ikramı ve Türkçe hoşgeldinizlerle karşılandık. Odaların küçüklüğü dışında iyiydi. Kahvaltılar Birliği üyesiymiş o yüzden şahane bir sabah kahvaltısı vardı, yok yoktu. Beni en çok  laz böreği şaşırttı, aynı bizim usuldeydi.
 
Biz  gurubun tavernaya gittiği gece İsmini ve Umut'un düğününe gittik. Merkezden servis kalkınca uzak bir yer diye tahmin etmiştim ama şehirler arası bir yolculuk olacağını tahmin etmemiştim🙃  Neyse görmediğimiz yerlerden geçtik  ve düğünün yapılacağı düğün salonuna ulaştık. Çok güzel bir düğün oldu,müzik Yunan müziğiydi ama bildiğiniz bizim halaylarla, oyunlarla karşılaşınca anladık ki hep kutuplaştırılan bu iki halkın birbirinden hiçbir farkı yok. Bizim için Türkçe menü hazırlanmış, hiçbir endişeye mahal vermemek adına her yemeğin yanına içeriği yazılmıştı.


Gece 01.00 gibi otele döndüğümüzde artık pes düşmüştük. Rüya bile görmedim gece ya da hatırlamıyorum. Sabah uyandırmanın ziliyle uyandık ve kahvaltıya indik O kahvaltı uyandıktan bir saat sonra olsaydı keyfini acaip çıkarırdım ama yine de  zengin bir kahvaltı yaptık.
Gezinin devamı bir sonraki yazıya olsun  yoksa sıkılacaksınız.

  Geldikten iki gün sonra Kitap Kulübümüzün  şubat ayı buluşması vardı. Kitabımız Kendine Ait Bir Oda/ Virginia Woolf 'tu... İlk feminist yazarlardan olan Virginia Woolf'un  bilinç akışıyla yazdığı bu kitabı çok eğlenceli bir biçimde ele aldık.Çok keyifli bir akşam oldu. 


Gelelim çelınçımıza bu seferki soru yani 11. soru : Dolabınızdaki en eski kıyafet (fotoğrafı ve anlamı)

Şu fotoğrafta üstümde gördüğünüz beyaz hırka teyzem duymasın da sanırım 60 yıllık vardır.
Biz giymediğimiz kıyafetleri köye götürüyoruz. Sedirlerin altındaki sepetlere koyuyoruz. Yazın fındık zamanı işler çok yoğun oluyor, gelen giden çok oluyor. Geldim mesela köye, tarlaya girerim fasulye toplayayım, fındık bahçesine gireyim diyorsunuz, ya bir çalıya takarsınız elbisenizi ya çamura batarsınız o yüzden çekersiniz seleyi oradan bir kıyafet giyersiniz olur biter. Ben her gitmede o seleleri bir dökerim. Bir keresinde döktüm ve bu hırka çıktı. Ay çocukluğumda Sabahnur Teyzem 2,5 numara şişle dantel örer gibi ördüğü hırka. Hemen kaptım, ben bunu götürürüm dedim. Yakasına da bir kırmızı gül taktım. Anam bir tatlandı bir kıymetlendi. Şaziye Teyzem demez mi, Teyzen onu bıraktı ama alacak, yemezler canım dedim, kapıcan di mi dedim🙃Odur budur o benim kıymetlim.



Hadi şimdi gideyim, sonraki yazıda ne maceralar var :)