Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Eylül 2009 Çarşamba

bir expresso makinesin ettiği


Bu gün Ruhdağı, bir yazı yazdı, aldı beni nerelere götürdü. Konu kırmızı renkli bir expresso makinesiydi. Benim çocukluk yıllarım, babama yurt dışından bir arkadaşı expresso makinesi getirmiş. Getirmiş de Türkiye henüz hazır kahve ile yeni tanışıyor. Amerikan kahvesi ve o yıllardaki en bilindik marka olma nedeniyle nescafe diyor. O da çok ünlü resteurantlar da veya yurtdışı ilişkileri olanlar da var. Adam makineyi fabrikaya bırakıp gidiyor. Babam kahve makinesiymiş dediyse de Annem onun Avrupa usulü demlik olduğuna karar verdi ve onunla ara ara çay demledi bize. Makineyi geçen senelerde gördüm , tezgahın altındaki dolapta, babam hala saklamış. Boru değil 60 lı yılların sonlarına denk gelen bir çocukluk yaşadık . Dedemn Amerika dan getirdiği kahveleri Anneannem inatlaTürk usulu pişirirdi. Dedem , bunu sıcak suya karıştıracaksınız, kaynatmayacaksınız dedikçe , hiç öyle olur mu ? der kızardı. Bizim makine resimde gördüğünüz. Ocak üstüne oturtuluyor. Şimdiki makineler aynı uzay aracı gibi kalıyor bunun yanında. Zuz görünce hemen hatırlayacaktır olayı:)). Yani insanların olduğu gibi eşyaların da bir kaderi var galiba. Bu makine bizim ev de tabiatina aykırı bir yaşam sürdü. Hayatta umduğunu bulamadan bizim tezgahın altını boyladı:)))

Sonra yine Almanya dan gelen bir grundig marka radyo. Yıllarca Anneme eşlik etti mutfak da. Biz İstanbul'a yeniden döndüğümüz de, yıl 1974 , Türkiye artık tv ile tanışmış. Aşk-ı Memnu , Zengin ve Yoksul, Kaçak , Kaptanlar V e Krallar yerleşmiş baş köşeye. Annem yine mutfağının baş köşesine oturttu onu. Bir gün ikimiz de mutfaktayız, radyoda, yüksek yüksek tepeler ev kurmasınlar, aşrı aşrı memlekete kız vermesinler çalıyor. Ağladı annem, ben güldüm ne komik bir türküye ağlamak diye. Şimdi ne zaman bu türküyü duysam ağlarım. Annem İstanbul'a ilk gelişin de; tanıdığım bir kuş bile yoktu derdi. Zeynep Kamil de , Zeynep Kamil Hastanesinin karşısındaymış evimiz. Ben doğunca , hastane odasının penceresinden bakar, evimi özledim diye ağlarmış. Aradan yıllar geçip de yeniden döndüğünde aynı gurbet duygusunu yaşaması tuhaf gelirdi bana. Yıllarca yaşadığın, çocuklarının doğduğu, artık geniş bir çevrenin olduğu bir yer halbuki derdim. Gerçi, yıllar geçince Ordu O'na gurbet gelmeye başladı. Ordu yazlarının yerini Kumburgaz, Yalova yazları aldı.

Ruhdağının yazısını okuduğumdan beri Ordu'dayım ben. Zaferi Millinin yokuşlarına tırmanıyorum, okuldan çıkıp çantamı ters çevirip yokuştan aşağı eve ışınlanıyorum. Mehmet Amcanın frenk üzümlerine dadanıyorum. Dut ağaçlarının tepesine tırmanıyorum.


Dip not. Yamayı unutmuştum dün, Zaferi Milli mahallesi deyince aklıma geldi. Dün karı koca İstiklal de yürüyoruz. O sırada karşıdan Karşıdan Ordu'lu olup, dizilerde , reklamlarda sıkça karşılaştığımız tanınmış biri gelmek de. Çemberimde Gül Oya da Selda Alkor'un kocasıydı diyeyim anlayın siz. Tam karşımıza geldiğin de , Zaferi Milli den Lale değil mi dedi. Ta kendisi dedim. Kocamla tanıştırdım, ayak üstü sohbet ettik. Belki 25 yıldır görmemişimdir kendisini. Ayrılınca , kocama döndüm dedim ki-böyle de unutulmaz bir şahsiyetimdir anla dedim:)))

29 Eylül 2009 Salı

Salının akşamı

O yeni nesil bebeklerden, ilgi alanında bilgisayarlar, cep telefonları var. Naziş de baktı ona fırsat vermiyor, bu önlemi aldı. Artık birlikte çalışıyorlar. Arada yine ablasınınkine sarkmıyor da değil yine de. Bizim açık renk salonun ortasında , masanın baş köşesinde duran cart mavi sandalye O'na ait. Her gelen de soruyor bu kimin diye, biz de bu , bizim evin yeni efendisinin tahtı diyoruz:))

Bu gün, öğleden sonra karı- koca yollara düştük. Beyoğlu, Cihangir, Çukurcuma da dolaştık. Eniştemi ziyaret ettik. Kemancı Bar da çıkan kavgaya tanık olduk. Yollar birbirine girdi, polisler koşuşturdu, bizim meraklı millet oraya doluştu. Biz tam oradan geçerken olayın patlak vermesi de enteresandı hani. Sonbahar gelmişti Taksim'e. Lavanta satıcıları, kestaneciler çıkmışlardı piyasaya. Hava çok güzeldi, biz birer t-shirt le çıktık. Ama bot, çizme giyen hatunlar vardı. Tamam kombineleri güzeldi, mini elbiselerin altında uzun çizmeler pek yakışmıştı ama kışın ne giyeceğiz anacım. Bu ara kocamın iş yeri tadilatta , fırsattan istifade geziyoruz, bir programım da Ada'ya.



Benim okey grubumla buluşmalarım da başlıyor. Perşembe günü sancak alabanda deyip bizim ev de başlıyoruz turlara.

Bu arada alınacak kitaplar listem doldu taşıyor. İlk sırada Açlığın Şarkısı ve Moskof Cariye Hürrem var. Kitapları alayım, bir başlayayım , sonra bu konuda konuşuruz.


Yeter akşam akşam şimdi , Canım Ailem dizisini izlemek üzere salona yollanmalıyım.

SALI SALI

Günler kısaldı ama bizim için uzadı. Çünkü; gün artık bizim ev de , 05.45 de başlıyor. Malum okullar açıldı aslında nihayet açıldı demeliyim, Türk eğitim tarihi, böyle bir geç eğitime başlama tarih,i henüz görmedi. Neyse orası benim üzerime vazife değil, pek muhterem devlet büyüklerim varken, her bayram tatilinin kıçına iki üç gün daha yapıştırıp onu anlı şanlı tatile dönüştürenler varken. Laf aramızda çalıştığım dönemlerde pek hoşuma giderdi böylesi durumlar heheheheh. Şimdi işin ucu bana dokunmaya başlayınca böyle afra tafralar yapmaya başladım. E millet 10 gün ev de olup, üç öğün hizmet beklerse, mutfak 24 sat hizmet verirse olcağı bu :))).Karşıyım abi uzun tatillere karşıyım. Ben bu fırsattan istifade tatile gidersem olabilir :))).

Neyse işte! dediğim gibi, sabahın köründe pörtlüyoruz. Servislerin, trafik yüzünden erken yola çıkması sebeplerden bir tanesi. İkisinin de okulunda kahvaltı çıkıyor , kahvaltı merasimimiz yok ama, evde bir harket bir bereket sormayın gitsin. Bi de Anneee olmuş mu?? bu, bunla diye sormalar.Akşamdan hazırlanıyor giyinilecekler ama nedense bu soru hep sabah sorulur. Bir de hava soğuk mu?? acaba sorusu. Uzatın parmağınızı dışarıya bakın dimi.

Dün, Cancanla hasret giderdik. Biz O'na bol bol sarıldık O da bizi bol bol ısırdı. 12 gündür görüşemiyorduk. Tatilde, büyümüş, bronzlaşmış daha bi yakışıklı olmuş.Gelirken Kaş'ın çok sevdiğim kırık zeytininden ve kekiklerinden getirmeyi unutmamış. Geçen yıl Gamse ile son anda pazara dalmış, İstanbul'a gelince de niye az aldık diye hayıflanmıştık. Kırık zeytinler, tek tek elde kırıcıyla kırılıp, salamura yapılıyor. Üzerine de kekik serpin enfes olur. Cancanla birlikte kahvaltı yaptık. Naziş de Kipur nedeniyle evdeydi. Yabancı okullar da çalışmanın bir faydası da, bizim tatillere ek olarak bir de onların bayram tatillerinin olması. Naziş de hep yabancı okullarda çalıştığı için bu hakdan bol bol faydalanıyor. Geçen hafta da Roşaşana tatili vardı.

Dün akşam iki dizi başladı. Ezel ve Kapalıçarşı. Ezele bir baktım, senaryosunu yazdım. Kapalıçarşıyı da yazdım ama izlerim. Tüm zamanların en yakışılısı Nejat İşler ve ne kadar dram oynarsa oynasın benim için 7 Numaranın Sabiti olan, çok güzel Mihriban söyleyen Olgun Şimşek var. Erkan Can'ı da unutmayalım. Fırtınada ki İmam rolüyle kalbime taht kurmuştur.

Gece kabus görmüşüm, vik vik edince kocam uyandırdı. Sonrada ne gördün , ne oldu sorgulaması , sabah konuşuruz dedim. Garip bir suya düştüğümü hatırlıyorum, birinin parmağı kopmuş onu arıyormuşum. Suyun üstünde bir şeyler vardı onlara basarak yürüken cup diye düştüm. Su berraktı ama dibinde kalıntılara benzeyen bir şeyler vardı. Valla peşin peşin sölim, şuran açık kalmış, buran açık kalmış esprisi çok bayatladı. Ama yeni bir esprisi olan varsa çekinmesin yapsın.

Kalktım, yeşil çayımı içtim, tostumu yedim, sabah gazetelerini okudum, biraz nette gezindim, hadi bi yazı yazayım dedim , yazdım saat oldu 08.25. Gidip biraz şekerleme yapayım tv karşısında , sonra bir kahve ile kendime gelirim. Hadi bakalım gününüz aydın olsun, iyi bir gün olsun.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Evdeyim iki gündür . Dün temizlik yaptım , film izledim. Akşamı kahvaltı ile geçiştirdik. Çünkü saat dört gibi bir şeyler yemiştik Naziş'le . Kocam ve Gamsegamse de yarı tok geldiler. Dün akşam tam biz karı-koca kahvaltıdan bozma yemeğimizi yemiştik ki, Gamse arayıp , - Anne kuaföre gelsene dedi. Ay gelemem, dizim başladı, çayım elimde dedimse de kıyamadım gittim. Kuaför bizim evin üç apt yanında zaten. Çok şirin espritüel bir çocuk, Ordu'lu bi de heheheh. Neyse biz , O'nunla çene çaldık. O bir taraftan bizim kızın saçlarını fönledi. Gülmekten öldürdü beni. Hani diyor , şu sosyetik kuaförler var ya, bak onlar saçı şöyle fönler. Saçı sarıyor fırçaya , artistik bir biçimde yandan atıyor. Bak ben de yapabiliyorum,ama ne gerek var , saçı da , müşteriyi de , kendimi de yormaya. O eğitimi bizde alıyoruz, hafta da bir seminerlere katılıp, yenilikleri takip ediyorum. Müşreri tiplerinden söz ediyoruz, zor müşteriler var falan diyorum ben. O da , ama ben de zor kuaförümdür ha , diyor, müşteriye küserim, trip atarım, hep onlar mı? yapacak. Bu arada manikürcü gitmişti tabi, dur ben seni yarınlık idare edeyim dedi, Gamseye, tırnaklarını törpüledi, french yaptı ve extra bir kuruş da almadı.

Eve geldiğimiz de Hanımın çiftliği yarı olmuştu zaten. Yeniden çay demledik.Çok mu? içtim nedir, gece uyuyamadım daha doğrusu zor uyudum. Salona gittim, baktım naziş uyumuş, uyandırmadım geri yatağa döndüm. Orada da tv açmadım bu kez de kocam uyanır. Sabah olunca, salonda uyumayı yasak etim. Rahat yataklarını bırakıp, battaniye ile oraya buraya kıvrılmaya bayılıyorlar, hafta sonları öyle yapmak hoşlarına gidiyormuş.

Bu gün ne yemek yapmayı teklif ettiysem hepsi burun kıvırdı. Ben de akşama kadar bir şey yapmadım, akşam üzeri kalkıp orman kebabı yaptım. Valla orman kebabı dile geldi:))) . Yanına da bi pilav çektim .Ama ne yazık ki ,kızların ikisi de yemeğe gelmedi.

Yarın için hiç bir planım yok, yarın ola hayrola.

25 Eylül 2009 Cuma

Dünkü gün

Biz dün karı- koca hadi hava ne kaa güzel, Üsküdar'a yürüyelim dedik, yürüdük de , ama sonra hadi karşıya geçelim dedik. Vapura bindik. Ben vapur beklemeye hep üşenip motora bindiğim için; yeni vapurlarla henüz tanışmamıştım. Çok güzeller, çok rahatlar. Pencereleri çok geniş ve büyük olduğu için deniz seviyesinde gibi gidiyorsunuz. Duvarlarda büyük ekran tv ler var. Bir de sanki hiç hareket halinde olduğunuzu hissetmiyorsunuz. Sessiiz sessiz gidiyor. Motorun pata kütesine , dalgalara bata çıka gitmesine alışık olan bana biraz garip geldi bu durum tabi:))

Eminönüne geçtik. . Kocam gel , ben sana bir güzergah çizeyim dedi. Hadi çiz bakem dedim. Sirkeci'den Babamların eski yazıhanesinin olduğu , bizim de tanışmamıza vesile olan Kayseri Han önünden yürüyüp Bahçekapıya geçtik. Kapalı olan Birinci Abdülhamitin türbesinin açık olduğunu ve kalabalığı görünce biz de girdik. Tarihçesini okudum. Önce cami olarak tasarlanmış ama sonra hemen yanıbaşında olan görkemli Yeni Cami yanında sönük kalacağı düşünelerek imarethaneye çevrilmiş. İçerde 40 kadar da sultan ve şehzadenin de sandukası vardı. İçim bir garip oldu. Küçücük sandukaları görünce. Kocam onların saltanat korkusuyla boğdurulan şehzadeler olduğunu söyleyince bi acaip oldum, hemen çıktım. İçeride Hz Muhammedin ayak izlerinin olduğu bir taşın sergilendiği bir bölüm de var.


Oradan da Mısır çarşısına yürüdük. Eski aktarlar yol artık, gidenler bilir. Dikkatimi değişik çaylar çekti. Gül çayı alacaktım , o ara nar ve balla ve de Şam fıstıkla yapılmış nugatların tadına baktırıken satıcı, dalgaya düştüm. Her tür meyve ile yapmışlar, portakalından kivsine kadar. Çok da farklı bir şey gibi gelmedi. Görüntü muhteşem, çeşitli renklerde minik tepecikler, içlerinde türlü kuru yemiş. İncecik makasıyla kesip tatırıyor. Meraklısı için her çeşitten rulo gibi sarıp , paketlemişler. Tadı müsli barlara benziyor. Merak eden marketlerden alıp yesin. Turist taifesi çok meraklı bunlara, kapış kapış alıyorlar, tadına bakıyorlar. Zaten dün gökyüzünden turist yağmıştı. İstanbullularda hadi bu gün hep beraber Mısır Çarşı Kapalı Çarşı yapalım demişlerdi. İnanılmaz kalabalıktı. Mesela Hasırcılar Çarşısına giremedik bile. Caddenin başından baktım, beni hiç bir kuvvet buraya sokamaz dedim.


Bir ara oturup bir yemek yedik, tam o sırada Cancan' dan hareketli görüntüler geldi, telefonuma hem yedik, hem onlara baktık. . Sonra Vurduk Mahmut Paşa yokuşuna . Gamsegamse'nin istediği ıvır zıvırları aldık. Silikon tabancası, silikon, makas ve kare motif yapma aleti aldık. Geçen yıl yuvarlak olanıyla yaptıklarımızı hatırlarsınız. Sonra Kocam bir iç çamaşır ve çorap toptancısına soktu beni. Adamın malları süper, hepsi bilindik markalar ama, gelgelelim adam , tok satıcı. Alsan da hoooş almasan sanki daha da hoş. Ben seçerken yenge ihtiyacın olmayanları alma diyor hatta. Almayacam da , senin kadar iyi mal satan yoktu diyecem adama töbe töbe . Neyse ailenin iç giyim ihtiyacını aldık. Malum kış geldi artık elbiselerin altına çorap neyin giyiyoruz, bir iki kutu da çorap aldık çıktık. Ne tok satıcıydı adam dedim, kocam da o yüzden oradan alış veriş yapalım dedim zaten dedi, yılış yılış satmak için yapmadıkları kalmayanlardan alış verişi sevmiyorum dedi. Anam yok mu ??dur bunun bir orta yeri.


Mahmut Paşa'dan sonra Kapalıçarşı'ya girdik. Ben yine Bedesten de nereye bakacağıma şaşırdım. Şark Kahvesinde birer çay içtik dinlendik. Hangi sokağına girsem, nereye baksam yine şaşırdım. Yine çok ama çok kalabalıktı. Buraya üç dört gün ayırmak gerek dedim. Benim daha bir yaşındayken Kapalıçarşıda kaybolma hikayem vardır. Babam gelip Bedesten de bir vitrine mayıl mayıl bakarken bulmuş beni.Tabi bir yaşındaki çocuğun eli tutulmaz mı , nasıl bilmem. Güya çok kalabalıklarmış da, herkes biri tutuyor sanmış mış mış. Yedinci kapıdan çıktık dışarı, hemen çıkışta yine bir yere oturduk, dinlendik çay içtik. Arap doluydu. Sonra O Araplarla tuvalette karşılaştım yeniden:)). Sahaflara Çarşısına geçtik oradan da. Yalnız Kapalıçarşıdan direk Sahaflara çıkmak isterseniz dokuzuncu kapıdan , yani Fesçilerden çıkarsanız tam sahafların önüne çıkıyorsunuz. Biraz da kitap alışverişi yaptık. Naziş'in çoktandır istedikleri vardı. Sahaflardaki işimiz bitince Fesçiler kapısından Kapalı Çarşıya girdik yeniden. Bu kez de terlik alış verişi yaptım. Tekrar Mısır Çarşısına indik bu kez çiçekçilere girdik oaradnda Yeni Camii önünden alt geçitten iskeleye geçtik. Yalnız bir kez daha anladım ki biz de alt geçit kültürü yok. Biz de alt geçit demek, pis koku, çöp, en kötü malların satıldığı yer demek. Nerde alt geçide girdiysen aynen böyleydi. En turustik bölgelerde bile durum bu.

Üsküdar da Gamsegamse ve arkadaşıyla buluştuk, onlar yemeğe gitti biz ev kurabiyeleri satan bir bir yerden de akşam çayı için bir şeyler alıp eve geldik.

Akşam ne kadar dizi oynuyorsa izledim bööö üç tane falan vatdı galiba. Yorgunluktan uyuyamadım valla.Voltaren içtim , kremini bacaklarıma sürdüm ağrılar biraz geçti. Gecenin ikisinde de bir papatya çayı yaptım kendime sızmışım.

Bu günü ev de geçirdim, temizlik yaptım, kitap okudum film izledim. İlginç bir film di. Üç çocukları olan karı-koca, artık çocukları olamayacağını öğrenince, bir zenci, bir Vietnamlı ve bir kızılderili çocuğu evlat edindikler. Umarım filmi anlatmamı beklemiyorsunuzdur. Sahi okudunuz mu yazdıklarımı :))))

Deeeep not:


Gördünüz mü? ya da duydunuz mu? başımıza geleni; Rahşan Ecevit parti kuruyormuş. Ah Rahşan'ım vah Rahşan'ım, biliyorum canın sıkıldı senin ama sen de biliyorsun ki, yeterince sol partimiz var. Zaten bölüne bölüne görünmez hale gelecekler neredeyse, sayende biraz da diyeceğim de, Bülent Ecevit'in hatırı var.Halbuki ev işi falan yapmayı seversin, temizliğini bile kendin yapmakla övünürsün, yemeğini falan da kendin yaparsın. Az kaldı koskoca Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanını bakımsızlıktan öldürecektin ama... neyse. Türkiyenin bir sürü sosyal projeye ihtiyacı var, böyle bir şey yap, yine ideallerinin arkasında koş ama n'olur ama n'olur parti kurma.


en dip not. Yazmayı unutmuşum. Tam Tahtakale yokuşuna doğru tırmanıyoruz, birden gidemedim , çünkü kadının birinin çantasının fermuarı, benim hava serin diye giydiğim her tarafı delik :))) hırkama takılmış. Bir türlü kurtaramıyorum. Bir taraftanda diyorum ki, hanımefendi, bu kadarda mı burnumun dibine sokuldunuz, kadın bi mahcup bi mahcup, yanında onun da kocası var. İyi de ben hırkamı koparark ayrılmak zorunda kaldım ondan, o kadarcık da bir şey söylemeyeyim mi? yani. Ev de anlattığım da , kızlar çok kızdılar bana, neden kadını utandırdın diye. Zaten bizim ev de biri hakkında konuşulsa geri kalan ahali hakkında konuşulanın tarafını tutar. Behey akılsızlar, o kadın mı, yapacak şimdi yemeğinizi, yarın arkanızdan odanızı O mu toplayacak. Üstelik ona sahip çıktığınızdan haberi bile yok. Kimbilir içinden bana neler dedi . He ne olurdu deseydiniz ki , ne diye Annemizi yolundan alıkoydun, hırkasını yırttın:)))

hey gidi gözünü sevdiğimin teknolojisi hey, burada bu yazıyı yazarken bir taraftanda , salonda oturan Naziş le msn sohbeti yapıyorum. Bu gece salonda yatıp tv izleyeceğini bildirdi. . Yani salon yine işgalde

23 Eylül 2009 Çarşamba

Yaz Bitmişş

Yaz bitti , anlayın artık dedi kocam biraz önce. Hapşıra hapşıra hala, atlet bluzlarla evde gezen kızlara. Ben de hissettim bu gün delikli hırkamın deliklerinden giren soğuk hava nedeniyle:)). Tam benim tarzım. Hafiften üşümeliyim ben. Diri tutar insanı, uyanık tutar. Yazın o insanı mayıştıran sıcağınıda, zangırtan kış soğunu da sevmem. Efil efil, püfür püfür olmalı hava. Azcıktan karayele de bişe demem, hafif poyraza da.

Bu gün ramazan sonu ilk gezmemi yaptım. Hiç niyetim yoktu aslında , niyetim yayılmaktı evde . Sonra bi baktım , yahu niye oturuyorsun dedim. Çıktım İlmiye'me gittim. Akşama kadar karşılıklı kanepelerde yattık, kalktık çay içtik , yedik içtik, sohbet ettik. Bir kez daha çay demledik , yeniden hiç toplamadığımız masaya oturduk. Bi baktık akşam olmuş. Hadi dedim İlmiye'me geçir beni, durağa kadar yürüdük, yürürken bir turşucuya takıldı gözüm. Sanki mücevherci dükkanı gibiydi. Hemen daldık içeri. Kelek , kırmızı pancar ve biber turşusu sonracığıma lahana sarması; havuç ve kırmızı biber ince kıyılmış dolma gibi sarılıp, kereviz sapıyla bağlanmıştı.Öyle bir karışık yaptırdım işte. Eve gelince de buzluktan haşlamış yeşil mercimek ve , haşlanmış nohut çıkarıp bir güzel bulgur pilavı yaptım. Yani bildiğiniz bulgur pilavına bunları da katıp pişiriyorsunuz, tarife gerek yok. yemek sonrası Devrim Arabalarını izledik.

Yarın artık okullar resmi olarak açılıyor. Kızlar zaten bir aydır okuldalar da, öğrenci yoktu. Bakalım Gamsegamse ne yapacak. Henüz öğrencilerle tanışmadı.

Dün akşam iş arkadaşımın nişanına gittik. Eh işte iş yaşamının cilvesi böyle, senin yarı yaşında iş arkadaşların olabiliyor. Yurdanur'la masalarımız yanyana idi. Çok eğlenirdik birlikte. Ailesiyle de aile gibi olmuştuk. Dün gece nişan sayesinde çoktandır görüşemediğimiz arkadaşlarla da bir araya geldik. Gerçi onlar benden çok Zeki Abilerini yeniden gördüklerine memnun oldular. Öyle bir sarılıp kucakladılar ki, benim mahcup kocam daha bi mahcup oldu gördüğü ilgiden, azcık da şımardı tabi.


Zuz mevsimin son tatilini yapmakta, Marmaris- Selimiye de. Cancan da Kaş da. Cancan Annesi benimle konuşurken pencereden topunu attı ve gol gol diye bağırdı. Bu gün de iki kez denize girmiş ve pes düşmüştü. Her gün raporunu resimli olarak alıyoruz. Çok özledik çokkk.


Herkes bloggerda ki sorundan söz ediyor. Girilememiş falan. Anlamadım biz öyle bir sorunla karşılaşmadık. Yalnız bir yerde sınırlı internet kullananlarda sorun yaşandığını okudum. Ne derece doğru ya da ne alaka bilemem.

E hadi bitti bu yazı da. Kocaman bir kupa da kahve içtim bu arada inşalah uykumu bozmaz.


Not: gazete okuyorum hem de sadece kendi politik görüşüme uygun olanları değil. Kitap da okuyorum , her telden. Entel dantel ne istersen. Açılımın her türünden haberdarım fazla açılırlarsa boğulacaklarından endişeliyim az biraz. Döviz nereye gidiyor, döviz düşünce altın fiatları çıkar e ,onu da biliyom. Elimizden geldikçe sosyal projelerde varız, herkesin herşeyi bilmesi gerekmiyor düşüncesindeyiz. Ay azcık da gezip tozuyorum, bir iki tur okey oynuyorum ne istiyosunuz yav.

21 Eylül 2009 Pazartesi

ikinci günden

Bayramı da yoğun bir biçimde geçiriyoruz, hatta bitiriyoruz. İlk günü akşama kadar evdeydik. Zuz da bizdeydi. Misafirler yemeler içmelerle geçti. Akşam yemeğinden sonra biz çıktık bir iki ziyeret yaptık.



Eve geldiğimde Gamsegamse arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti. Naziş ve Kocam evdeydi. Bir yarım saat geçti aradan ve kapı çaldı. Kapıyı açtığımda aşağıda gördüğünüz topluluk aynı anda içeri girdi. Kocamın kabile mensupları olurlar kendileri. Pek severiz birbirimizi. Hepsi de görümcelerimin kızları, oğulları , gelinleri , damatları ve torunlarıdır. Hepsiyle türlü maceralar yaşamışızdır.Birlikte ne düğünler ne cenazeler gördük. Ne sevinçler ne acılar paylaştık.Bu gün hep birlikte bizim evi doldurupta , neredeyse oturmaya yer kalmayınca bu resim bu güne şahit olsun istedik. YIL 2009, AYLARDAN EYLÜL YER BİZİM EV.



Bu çok sevdiğim insanları siz de bilin tanıyın istedim. Hatta hepsini tek tek tanımanızı isterdim. Ahmet ve İlker ailemizin doktorları. Biri radyoloji diğeri kalp uzmanı. Eşleri de sağlıkçı; dr ve hemşire. Meral ve Naziş eğitim neferlerimiz. İki damat var resim de ikisinin adı da Ayhan. Bilge sayesinde ailedeki herkesin artık eğitimine yardımcı olduğu bir kardeşi var ( kardeşini seç kampanyasından). Meral ve Fatih aynı zamanda en samimi arkadaşlarımız.İrade Azerbaycan'dan Hatice Gaziantep'den katıldı aramıza. İkiside sağlıkçı Hatice hemşire , İrade dr.Filiz, annelerimizin yokluğunu paylaştık, annelerimizde birbirini o kadar severdiki anlatılmaz. Gizem, Cansu, Müge, Furkan ve Özge ise son jenerasyon.Resmi çeken ise Cem. Gamze gelip de resmi görünce pek hayıflandı evde olmadığına.

Misafirlerimizi yolcu ettikten sonra ben polar örtülerimiz çıkardım, koltukların üstüne attım, sıcacık sıcacık uzandık, kış geldi mi?? ne.

20 Eylül 2009 Pazar

bayram yazısı

Biz yağmurlu çamurlu bir İstanbul Bayramına uyanacağız yarın sabah. Siz okurken o yarın artık bu gün olmuş olabilir. Çünkü bu kayıt gecenin ikisinde düşülüyor.

Herzaman ki bilindik hazırlıklar yapıldı. Zuz bu günden geldi. Ve kızlarla bir olup evi yeniden dağıtıp, bayramlıktan çıkardı canım tertemzi evimi:))


Cancan Kaş'a dalış yapmaya gitti. Dayım Ankaradan geldi ve hemen arayıp benimle olan rutin bayram programını telefonda yaptık. Bayram sonu anlatırım artık.

İlk gün evdeyiz. Ve sanırım oldukça kalabalık olacağız, çünkü kısa tatil nedeniyle çoğu kimse burada. Akşamı kocamla dışardayız.

İkinci gün dayımla programım var. Üçüncü gün Zuz tatile çıkıyor ben de arkadaş buluşması yapacağım. Meteorolojiye göre üç gün yağışlı.


Benim program bu kadar.

Hepinize mutlu sağlıklı bayramlar

16 Eylül 2009 Çarşamba

Sahur programı

Bu gün sabah kalkar kalkmaz, hemen karıkoca yardımlaşıp evi şöyle bir düzelttik ve dışarı çıktık. Yürüyerek Üsküdar'a indik. Fatih'e gittik.Hava şerbet gibiydi, ne sıcak ne soğuk.Ne kadar dışarda oturalım desem de kocam motorda içerde oturarak seyehati tercih etti.

Fatih Camiine gittik. Çok kalabalıktı.Ama avlu o kadar büyükk ki, kalabalığı hissetmiyorsunuz. Ben içeride epi bi dolaştım. Etrafı inceledim. gelen grupların yakalarındaki renk renk kurdeleleri görünce nedenini sordum. Turlar,kafilelerindekileri karıştırmamak için takıyorlarmış. Fatih Sultan Mehmetin türbesi önünde dua attim. İstanbul için teşekkür ettim O^na.Kocam dönüşte hadi bi Mısır Çarşisi, Kapalı Çarşı falan da yapalım dedi. Başlangıçta peki dedim ama iskeleye gelince , hadi evimize , yiyerek içerek çıkıyor gezmenin tadı bayramdan sonraya bırakalım dedim.

Üsküdar^da alış-veriş yapıp eve geldik. Ben içeri girer girmez doğru yatak odasına gttim,geceliğimi giydim yatağa girdim.Kocam da beni arıyormuş, getirdiklerimizi yerleştirmek için, ne yaparsan yap dedim. Bir saat yatıp, iftar hazırlığı için kalktım. Gamze^^nin verdiği listeyi hazırladım.Bu ramazan da yeni iş yaşamının verdiği yorgunlukla, oruç tutamamıştı, Kadir Gecesi münasebetiyle bu gün tutmuştu. Buğday çorbası pişirdim, köfte ve biber kızarttım.Domatesleri de ikiye bölüp ızgara ettim.Birde pilav bir de cacık, tatlı olarak da hemen en kolay kemal paşa.

Bu yazıyı sahurda yazıyorum. En büyük özelliğim sahurda;kalkmak bilmem, yatmak bilmem. Sürüne sürüne kalkarım, masada uyuklarım,ilk çaydan sonra açılır, yatmak bilmem sonrasında.Elif Şafak röportajı izledim. Tekrar programdı.Eyfel kulesine aşık olan ama harbiden aşık ha,öyle bir kadından söz ettiler. Objelere aşık olma diye bir hastalık varmış yahu.
Sahurda yaptığım canlı yayın burada sona eriyor, biraz uyuyayım gidip.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Yazmadığım süre içinde, kayda değer hiç bir şey yaşamadık, yağmur bekledik, İstanbul'u alt eden sel, derenin intikamı olkarak yorumlandı, vatandaş suçlu bulundu. Kızlar okula gitti geldi. Yemekler pişti, yendi içildi misafirler ağırlandı.Sabahları yataktan kalkmak istemedim, geceleri ise yatmayı hatırlamadım.

Dün Nazlı'nın okulunda yapılan partiye katıldık. Bizim torpilimiz Can'dı bu kez. Çünkü parti bir buçuk iki yaş bebeklerin partisiydi. Havada köpük balonların uçuştuğu, miniklerin havuzdan kepçeyle balık avlamaya çalıştığı bir partiydi bu. Mercimek havuzlarına saklanmış oyuncakları buldular, hamur yoğurdular.Dans ettiler, müzik odasında, Uzak Doğudan gelen değişik vurmalı aletlerle müzik yaptılar.Resimleri daha sonra koyarım. Parti çıkışı kendimizi Zuz'un evine zor attık. Hışırımız çıkmıştı. Akşam altıda Berfu bizi eve bırakır bırakmaz Gamze ve Ben koşa koşa yataklarımıza gittik ve yemek saatine kadar uyuduk

Benden bu kadar, bu gün çok yoğun bir gün beni bekliyor.

10 Eylül 2009 Perşembe

Sabahın köründe cörk diye açtım gözlerimi. İşe giderken niye açılmazdı bilmem. Ha yağdı ha yağacak denen, yağmur buraya gelmedi, hava yine açık.Gece bir ara yağar gibi yaptı o kadar.Gündüz gözüyle hiç yağmur mağmur görmedik. Tv de ki görüntülerden tüylerim diken diken hala. Kanal 24'ün konuğu , Nasuh Mahruki idi. Çok güzel açıklamalar yapıyordu ama sunucu kadun fırsat vermedi ki. Anam bacım. madem o kadar biliyodun, sen anlatsaydın ya, adamcağız yorgun argın gelmiş, bu gün 67 kişiyi kurtardık diye anlatıyor sana rağmen ama yok sen susmadın. Ve cümle alem öğrendi senin ne kadar bilgili olduğunu kafana tüy dikerler inşallah. Zaten çok moda. İçim tuhaf oluyo o kafalarında kuş tüylü kızları görünce. Gamze de demez mi, çok hoşuma gidiyor diye:))))

Ha böyle oturup salına salına yazı yazdığıma bakmayın, akşam yemekte misafirim var. Her yer de her yerde maşallah. Yetmez gibi, Naziş de masaya su dökmüş, örtüyü banyoya atmış, masadakileri sehpaya doldurmuş.

Akşam Milli Takım da Afrika dan uzağa attı bizi. Terim hep son dakika zaferlerine alışıktı ama bu kez olmadı.Çok erken terkettik sahayı yav.

Dün hayat çok bayattı. Seldi Van'dan gelen şehit haberleriydi, Milli Takım hezimetiydi. Umarım bu gün daha bir umutlu bakıyoruzdur yarına

9 Eylül 2009 Çarşamba

Hala haberleri izliyorum, sanki başka bir yerden söz ediyor gibi , bakıyorum ekrana. Çünkü İstanbul da görülmemiş felaket yazıyor ekranın alt kısmında. Dışarıya bakıyorun masmavi gökyüzü, parlak güneş. Akşama doğru gelecekmiş bu tarafa.

Karı-koca Üsküdar!a indik , yürüyerek.Yarın akşam yemeğe misafirimiz var.Kocamın yeğeni ama benimde kardeşim kadar sevdiğim FATİH ve eşi MERAL ve de çocukları gelecek. Çocuk dediysem artık birer delikanlı ve genç kız olan Cem ve Cansu. İkisi de bizim kızlarla az yaş ralıklarına sahipler ve birbirlerini de çok severler.Fatih le yıllaradır hamsilipilav muhabbeti yaparız. Kaç kez yemek yedik birlikte, ya hamsi mevsimi olmadı ya da denk gelmedi.. Acaba iftar için uygun olur mu? diye düşündüm aslında, ama kocam ,ağır olmayacağını savundu. Ve gittik hamsi aldık.Karadenizli için farketmez, yani benim kabileden birileri için asla böyle düşünmezdim, çünkü kahvaltıyı bile balıkla yapabilecek bir ailenin ferdiyim. ).Dayım inkar etsin dursun, ben çok gördüm onu sabah sabah balık yerken.

Kızlar bir bir telefon açıyorlar, okuldan çıkan program yapmış dışarda, kızım yağmur gelecekmiş diyorum ikisine de ama , ooo hava çok güzel diyorlar. İnşalah yakalanmadan evin yolunu bulurlar.

İlk kez bir günde iki yazı ekledim Allah hayırlara yazssın İnşallahhhhh:))
İstanbul bir büyük ülke, şu anda haberleri diniyorum, her taraf sular altında ditor,10 kişi hayatını kaybetmiş, arabalar sürüklenmiş. Burada sabaha karşı biraz yağdı,şimdiyse hiç bir şey yok. Anadolu yakasına, öğleden sonra gelecekmiş yağmur.İzlediklerimden şaşkına dönmüş durumdayım, Vali açıklama yapıyor.Son yılların en büyük afetini yaşıyormuşuz.Bir saatte doksan kilogram yağmur düşmüş. Ve yağmalamalar var diyor spiker. Su basan iş yerlerine yapılıyormuş. Başkalarının felaketinden yarar sağlamaya çalışamanın bir hastalık olduğunu biliyormusunuz. Hatta tıp dilinde bir adı var bunun ama hatırlayamadım şimdi.

Söyleyecek başka sözüm yok bu gün.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Benim gibisi yok:))))))))))))))))))))))))))))))))

Yazıma başlamadan önce hepinize selam ederim ,giriş yapmak üzere kumanda paneline girdiğimde izleme listesinden bir kişinin daha beni sildiğini gördüm heheheheh. Galiba şöyle oluyor, önce beni izlemeye alıyorlar sanırım buna karşılık benim de onları almam gerekiyor, ben de başından beri böyle bi liste geliştirmedim, hal böyle olunca siliyorlar. Canınız sağ olsun yanaklarınızdan öptüm ama bu izleme listesi işini beceremedim yav, o yüzden kusuruma bakmayın. Bi ara her gördüğüm yeniliği sayfama uygulardım ta ki bir gün o desteği veren site hacklenince benim sayfam da o yüzden mefta olunca, hatta zeya ya da sebep olunca vaz geçtim bu işlerden. Zeyaların şirketten teknik destek alıp da ancak sayfalarıza kavuşabilmiştik.

Bu gün yine Annemin deyimiyle otuz iki çarşambayı bir araya getirdim. Yani bir sürü işi bir arada yaptım. Sabah önce banka işimiz vardı kocamla, çıkışta pazara daldık. Ha şu ha bu derken ben yıllık sebze alış verişi yapmışım. Eve gelince önce dondurucunun fişini çektim ve ve kazıma işini kocama devrettim. Arada bende el attım. Koca bir tencere şeftali reçeli yaptım, yarısı Zuz'un.Dört kilo kırmızı biberi közlenmesi için fırının ızgarasına dizdim , onlar pişerken dört beş kilo domatesi soyup doğradım. Bu arada hangi ara ben de bilemiyorum bir tencere bamya ve etli kabak ve biber dolması yaptım.Közlenen biberlerin kabuklarını soydum, kilitli buz dolabı poşetlerine yerleştirip tertemizzz bomboşşşş dondurucuya yerleştirdim. Domatesleri de aynı işleme tabii tuttum.Akşam iftardan sonrada çiseleyen yağmur altında kocamla arkadaşlarımıza çaya gittim. Üç beş sokak ötede yağmurun y si bile yoktu, elimizdeki şemsiyeye şaşırdılar. Yani anlayacağınız çocuk da yaparım kariyer de:))

Ansiklopedimi bitirdim ve yeni bir kitaba başladım. Bu ara efil efil kitaplar okdum, oruç ve Can münasebetiyle o yüzden yeni kitabım İsrail-Filistin sorununu ve bu arada yaşanan gerçek bir hikayeyi anlatan Limon Ağacı. Çoktandır kitaplığımdaydı anca sıra geldi. Hatta daha önce sözünü etmiştim. O ara başlamış, havasına girememiş bırakmıştım. Ha bi de böyle bir derdim var, kitabın havasına girmek. Moda deyimle içine girmek. Yani okumam için o olay şart. Bir problemimi aşmak üzereyim sanırım. Hani daha önce sözünü ettiğim, sesini tanıdığım yazarların kitaplarını okuyamamak. Şöyle oluyor bu hatırlayacaksınız, kitabı okurken bir kaç sayfa sonra yazar okumaya başlıyor bana heheheheh. Bunu ilk kez Can Dündar'ın Uzakları okumaya başladığımda farketmiştim. Ama Allahım adamın o romantik sesi kulağımda. Sonra Yılmaz Erdoğan'ın Hijyenik Aşklarını deneyeyim dedim, yine aynı olay oldu. O yüzden yazar röportajlarını izlemiyordum. Geçende İclal Aydın'ı denedim, olmadı, yani okumadı İclal bana:)).

Cancan'ın Babaannesi İngiltere'den döndü. Bu gün O'nunla birlikteydi, hiç yemek yememiş, Bizi özlemiştir O dedim. Yarın bize geliyor, nasılsa akşama da iftara davetliyiz, hiç işimiz yok, tek işimiz Can'la oynamak.

Tamamm yazı işini de hallettim süperim valla. Ha bu arada Konya uçağına binen kadınmış. Bundan önceki yazımda sözünü etmiştim. Ne sandınız bu sayfa süreklilik arz ediyor. Konuyu kaçırdınız mı? ne uçağı ne kadını dersiniz böyle.

Bu günlük ADİOS.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Paldır küldür bir ramazan yaşıyoruz. Ev de sürekli bir devinim var. Sanki iş yetiştirmeye çalışan bir konfeksiyon atölyesiyiz ya da ha bire un öğüten bir değirmeniz, ,bir fabrikayız sanki. Bilinmedik bir telaş içindeyiz ya da tabakhaneye bi şey yetiştiriyoruz.Ay ayile kadını çizgimden kaydım hehehehe. .Bu gün akşam saatlerine doğru , pilim bitti benim dedim. Hedefim akşam yemeğinden sonra yatağa koşmak ve ansiklopedimi okumak.. Okuduğum kitabın 700 sayfa olduğunu söylemişmiydim. Bu akşam biter sanırım. Çayımı yatağıma istiyorun aklıma gelmişken onu da evdekilere beyan edeyim.

Kocam ilk kez benden önce okuyor bir kitabı demiştim ya, Bab-ı Esrarı okuyor. Geçen akşam nasıl kitap dedim güzel mi???-Adam uçakla Konya'ya gitti dedi.Valla süpermiş dedim. Hayatımda ilk kez duyduğum bu eleştiri biçimi karşısında , başka söz bulamadım çünkü:)))

Dün Beyoğlundaydım. Pek sakindi canım peek.Motorla karşıya geçerken baktım dışarda, motorun kıç tarafında , oyuracak yerler var.Daha kaç güb bulurum bu havayı dedim oraya oturdum. Biraz sonra bir genç kız geldi karşıma oturdu, sonra da yine gençten bir kadın geldi yanıma oyurdu. Genç kızın telefonu çaldı. Konuşmadan anladığımıza göre, çünü bunu hep birlikte anladık heheehehh, arayan sevgiliydi. Kızın motorda olduğunu öğrenince , neden çıkmadan araamdımn dedi, kız işte fırsat bulamadım falan dedi. Sonraki konuşma şu minvalde devam ediyor. Kız Nişantaşına gidiyor ve daha önce altı yıl orada oturmuş.Annesinin babasının iş yeri de oradaymış. Ama sevgili pek telaşlı,masıl gideceksin, metroylamı, falanla mı? filanla mı, o ses ne, motorun sesi mi???. Kız da ama hayatım, ma canım diyerek cevaplıyor, aslında diyor ki, ben altı yıl orada oturdum, salakmıyım embesilmiyim ulannnn. Ama karşıdaki zevzek, embesil, anlatılanı anlamaktan aciz, bu yollla ilgi şefkat gösterdiğini sanan dangalak tam bir saat uzattı uzattı veee sonunda oradaki üç dört kişi biz gülmekten yerlere yatacak hale geldik. Tam o sırada o topluluk kaynaştı birbiriyle, yanımdaki kadın Fındıkzade de daha önce oturduğumuz aptnin bitişiğinde oturuyormuş. Tesadüfe bak dedik.

Şimdiii, bilgisayarımız halen bozuk, Naziş'ten fırsat bulunca hemen çöküyorum O'nun laptopunun başına.Bazı sayfalara ,okuyorum ama bundan yorum yazamıyorum. Mesela çocuklaçocuğa. Örgü Aslana bayıldığımı, güllaçsız ramazan olmaza katıldığımı bilmenizi isterim kızlar.

şimdi masamızı hazırlamam, karpuzu buzluktan çıkarmam gerek. Knorun fesleğenlive kekikli ve de sirkeli sarımsaklı salata soslarını denemenizi öneririm. Tamam her şey doğal olsun tabi de arada bazı lezzeteler denenebilir:)))Kekikli ve fesleğenli sosu, pizza yaptığımda sosounun içine de koyuyorum.Hha bunları yazdım ya knor şimdi bana madalya takar artık.

3 Eylül 2009 Perşembe

Eylül de geeeelll

En sevdiğim mevsim de ve en sevdiğim aydayız. Nedenini bilmiyorum ama öyle. Belki havaların yavaş yavaş serinlemesi , yaprakların sararmaya başlaması olabilir. Bir renk cümbüşü olur, aynı ilkbaharda olduğu gibi. Sararan kızaran yaprakları izlemeye bayılırım.

Ha gayret okuyorum, ha gayret izliyorum.Her akşam kızlarımı heyecanla bekliyorum. Naziş okulunun Anadolu yakası şubesine geçti, Gamze ise mesleğinin ilk günlerinde. Naziş yeniden yabancı dilde eğitim vermeye başladığı için biraz sıkkın. Ana dilde eğitimin yılmaz savunucusu çünkü .Gamse ise her gün yeni bir olay veya haberle geliyor.Onlar gelene kadar biz Can'la oynuyoruz, annesinin getirdiği mamaları ısıtıp yiyoruz, en sevdiğimiz şey marketin yürüyen merdivenleri ve kasap reyonundaki abi. Çünkü , eğer müşteri yoksa tezgah üstünde bir iki tur atma şansı var. Artık yürüyerek parka gidiyoruz ve araba altlarında kedi arıyoruz.Uykuya beraber yatıyoruz, hatta ben bazen önce uyuyorum, Can tekmeyle beni uyarıyor. Benden önce uyanırsa , başını , başımın üstüne koyup yeniden gözlerini kapatıyor, beş on dakika da öyle yatıyoruz.İşte o an bu nasıl bir duygu diyorum yav. Yapsınlar kan bağının içine.

Kitaplığıma bir sürü ama gerçekten bir sürü kitap katıldı.Okudukça söz etmek istiyorum. Bunların bir çoğu Can'ın hediyesi.İlk kez bir İclal Aydın kitabı okudum.Senin Adın Bile Geçmedi , kitabın adı. Sırf adı yüzünden ben bir çok kitap almışımdır. Aşkın rotası ve şarapları bölümünü sevdim bir de sevgi transferi bölümünü. . Hani arkadaşımım aşkı olayı vardır ya, ona biraz ışık tutmuş. Hani arkadaşınıza sürekli sevgilizi anlatırsınız, size yaptığı sürprizleri, nasıl anlayışlı, sevgi dolu olduğunu falan, sevgilizi de arkadaşınızı anlatırsınız. İşte o sırada bilmeden sevgi transferi yaparsınız demeye getiriyor . Kitap da anlayamadığım tek nokta İclal Aydın tamam güzel bir kadın da, manken değil , fotomodel değil neden sayfa araları poz poz resimlerle doldurulmuş onu anlayamadım. Yalnız bir ortak noktamız var. İkimiz de overlokcuyu öldürmek istiyoruz.İclal Aydın'ı bilmem ama ben kesin bir gün öldürücem.Bir de nihayet bir Ahmet Ümit kitabı kitaplığımıza girdi. Bab-ı Esrar.Kocam bu akşam okumaya başladı ve bir ilk yaşadık. İlk kez bir kitabı , O benden önce okuyacak.Ramazan dolayıyla kitaplar da biraz hafif takılıyorum. Sıkı durun , şu anda okuduğumkitabın adı, Karpuz. Ansiklopedi kalınlığında eğlenceli bir kitap.Tam 700 sayfa .Hikaye Dublin de geçiyor. Okuyayım anlatırım.

Dün karı koca yürüyerek Üsküdar'a indik,balık sezonunu açtık. Umarım fiatlar bu ahvalde gitmez.Akşam yemeğine onlara ezo gelin çorba,ızgara çupra , Akdeniz salatası ve Güllaç yaptım. Gamze kutladı beni, balık düşmanı Nazlı ise , sezonun açılmasını üzüntüyle karşıladı. Neyseki arkadaşlarıyla yemekten gelmişti.

Can hafta da en az üç gün geldiği için, henüz bir yemek daveti verebildim. Ama önümüzdeki hafta Babaanne İngiltere seferinden dönüyor:((, sanırım bir kaç yemek daveti düzenleyeceğim ve Babaannenin tayinini İngiltere'ye çıkarma palanları yapacağım.


Yeni sezon dizilerimiz geldi ey ahali. Ben şimdi kendime bir iki tane seçerim. Babama kalsa ben tüm dizileri izlermişim. Yeni bir dizi görse hah işte Lale bunu da izler diyomuş,hey Allahım.. Bir kere Hanımın Çiftliğini ilzerim kesinkes. Orhan Kemal'in bu hikayesini çok severim. İlk Türkan Şoray ve Kartal ve Tibet'lisini izlemiştim. Sonra da TRT 1 de dizi olarak oynamıştı.Oyuncuları hatırlamıyorum ama yine çok sevdiğimi hatırlıyorum. Özgü Namal ise çok yerinde bir seçim. Tanıtımlarda Mehmet Aslantuğ kafasındaki o şapkayla pek komik duruyor ama onunda cuk bir seçim olduğunu söyleyebilirim .İnşalah Reşat Nuri'ye yaptıklarını Orhan Kemal'e yapmazlar da, adamı ahiretten sayfa sayfa yazıp göndermek zorunda bırakmazlar,dizi uzasın diye)))) Heyt be eski dizicilerden kim kaldı heheheh.



Hafta Sonu Beyoğlu planım var, inşallah maşallah bozulmaz.Vakit de geç oldu, daha sahur hazırlığı var, gittim ben.