Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

28 Şubat 2013 Perşembe

11 yaşındayım

Dün okey grubumla buluşmaya gidiyorum demişim en son, gittim de:)) Son zamanların en iyi oyununu oynadım ama akşam eve geldiğimde dün gece beni uykumdan eden ağrılar hortlamıştı... Neyseki yemeğimiz hazırdı. Sadece bir sıcak çorba yapayım dedim. Ne çorbası diye düşünürken,gözüme bir akşam önceden kalma  bir kase bulgur pilavı ilşti. Ve tam Sefeberlik Yemek  Tariflerime uyan bir çorba yaptım. Oraya da çoktandır bir ekleme yapmıyorum ama bu çorba tam oralık oldu. Şimdi bir kase bulgur pilavım,ve yarım kavanoz kış hazırlıkları sırasında hazırladım ,közlenmiş biberli, yeşil biberli ve domatesli,acılı  sosum vardı...Bunları bir küçük tencerede  birbirine katıştırdım,  tatları birbirine iyice geçsin diye beş altı dk kadar pişirdim. Sonra üstüne çorba kıvamına gelecek kadar sıcak su ilave ettim ve 10-15 dk kadar daha pişirdim.Bayıldılar,tek kelime ile...Kocam bunda bir hile seziyorum dedi ama çok beğendi...Tilkiiiii,sezmez mi? karısını tanımaz mı?))

Bugün kendime tatil verdim daha doğrusu verdirildim...Sanırım   bünyeyeyi arada rölantiye almak gerekiyor:))
Akşamdan izleyeceğim filmleri seçtim. Kitabımı bitirmiştim ,yeni kitap seçmiştim ama bugün kapıyı çalan postacı,yeni başlayacağım kitabı getirdi... Canım Tülay ,Lale ablasına sürpriz yapmış,Ahmet Telli'nin  dizeleriyle ,martılarla ve yepyeni bir yazarla bu karanlık ,günü aydınlattı ,pırıl pırıl,uçuş uçuş yaptı...Yazımı bitirir bitirmez hemen kitabıma başlayacağım.Kapı çaldığında,ekranda kargocuyu görünce,üstüme alınmadın kızlar yine bişiler sipariş etti herhalde demiştim ama:))




Sabah bugünün  ilk filmini izledim...On bir yaşında bir çocuğun gözünden ÇİN...Filmin adı da zaten '' 11  Yaşındayım''...Filmi ben beğendim...İlk kez bu kadar yakından Çin'de ki günlük yaşam ve Kültür Devriminin etkilerini  yakından izledim. Sizin için de böyle bir fırsat olabilir.




Filmimi izlerken kendime şöyle beyaz peynirli,domatesli, tam buğday ekmeğinden yağsız da bir tost yaptım,doldurdum yanına yeşilliklerimi...içtiğim çayın fincan sayısını unuttum valla:))

Şimdi açtım ,bir müzik kanalı,çıtır çıtır şömine görüntülülerden:)))görüntüsü bile içimi ısttı....Mesela şimdi Zeki Müren'in uşşak şarkısı çalıyor...Bir gönül hikayesi anlatırdı gözlerin...gööööözleeriiiinnn....

Şimdilik bu ka



27 Şubat 2013 Çarşamba

Mozart ve Balina

Mozart ve Balina; gerçek bir hikaye...Aynı adlı kitabından uyarlanmış...İki asperger sendromlu gencin bir hasta buluşmasında tanışıp birbirlerine aşık oİlmaları,yaşadıkları gelgitler  anlatılmış... Asperger sendromu otizmin bir türü...Bu sendromu daha yakından tanıdım filmi izlerken... Bizler herşeyi düz anlamından anlarız diyor filmdeki kız... Annemle babam tv izliyorlardı...Bir olimpiyat rekorunun kırılmasına çok sevindiler...Ben de kırmak iyi birşey,annemle babamı sevindirmek,mutlu etmek için, müzik dolabındaki tüm plakları bahçeye çıkarıp, hepsini kırıdm. Arkadaşlarım bana çok güldüler...Bence filmi izlemelisiniz,nedir normal ,herşeyi çapraşık anlatan biz mi? normalmiyiz yani...





Bunun dışında  bir şey yapmadım:)) Dün gece kötü bir gece getirdim. Sanırım dünkü hummalı temizlik,yemek ve çamaşır gününün bana hediyesiydi...Ne yapalım aldık kabul ettik... Neyse ki sabaha geçmişti,fırtına dinmişti yani....


Bugün okey  grubumla buluşacağım...Gece yağan yağmurdan sonra dışarısı iyi görünüyor ama bu hafta kar bekliyormuşuz...


26 Şubat 2013 Salı

Kapı filminden Bizans İmparatorluğuna doğru

İzlemezseniz küserim kategorisine koyduğum bir filmle karşınızdayım.Küserim ,çünkü;ben bu filmin ardında çok koştum. Önce kitabını okudum ,ha daha adını demediimm:)) Magda Szabo'nun aynı adlı kitabından uyarlanan yönetmenliğini de kendi yaptığı ''Kapı'' adlı filminden söz ediyorum.Filmi önce'' Filmekimi''nde izlemek istedim. Ama malesef bilet bulamadım,dvd sini falan da aradım yok yok...Ama dün birden bire hooop kucağıma düşüverdi...İzlemenizi şiddetle öneriyorum...Hatta öncesinde ''YKY'' den çıkan kitabını okursanız ballı lokma tatlısı gibi olur...Yalnız dikkat etmeniz gereken bir şey var o da bu isimde bir tane de korku filmi var..Ama ben size unutamayacağınzı bir kıyak yapıp,izleyebileceğiniz bir link vereceğim tabi..İzleyenler bana görüşlerini yazarsa çok memnun olurum...



İki farklı kadının biri yazar,diğeri ise onun yanında çalışan hizmetçisi...Ama kuralları koyan kim,patron kim belli değil...Çok fazla ip ucu vermek de istemiyorum...İzleyin ...okuyun...okuyun izleyin...


Kitap okumada yavaşım bu ara evet ama yoğunum da...Bugün hummalı bir temizliğin ardından bitap düşmüş vaziyetteyim mesela...Daha akşam yemeği kotarılacak, ve yarın da okey  grubu buluşmam olacğı için ev ona göre planlanacak. Burası 24 saat yaşayan bir ev artık biliyorsunuz:)Kitapda  hala Kızarmış palamutun kokusunu okuyorum... Düştük bir koku peşine yüzyıllar arasında gidip geliyoruz... bir paragrafta 6-7 Eylül olaylarına karışmış, caddede de koşarken birden bire hooop Bizans devrine hatta Körler ülkesi karşısına kurulan Byzns'ta yani İstanbul'un ilk kurulduğu günde bulduk kendimizi...Bu efsaneyi de size anlatmasam çat diye çatlarım... Efenim Byznos, ülkesindeki baskıalrdan yılar bir gün ve başka bir ülke bulmak için yollara düşer. Danıştığı kahin ona yeni ülkesini Körler Ülkesinin karşısına kurmasını söyler ve olay şöle gelişir:))





Kentini kuracağın yer, körler ülkesinin tam karşısında olacak.” der kahin.. Byzas yola çıktı, aradı taradı, körler ülkesi diye bir yer yoktu. Sonunda, mola verdikleri bir deniz kıyısında, karşı sahile baktı ve bağırdı: “Bu insanlar kör mü, burası varken orada oturulur mu?”. Delfoi kâhinini hatırladı genç adam; “Körler ülkesinin karşısında kuracaksın kentini.” Körler ülkesi, günümüzün Kadıköy’üdür! İstanbul’dan çok yıllar önce kurulmuştur “Khalkedonia”, yani Kadıköy. Byzas; ordusuyla gelip soluklanmak için durduğu şimdiki Sarayburnu’nda, manzaranın muhteşem görüntüsünden adeta büyülenmişti. Khalkedonia’nın neden “Körler Ülkesi” tanımlamasını hak ettiğini anlamıştı artık. Çünkü, böyle cennet benzeri bir yer dururken, tam karşıda ve korumasız bir yerde kent kuranlar, ancak kör olabilirlerdi! Ol hikâye böyle. Temelleri Sarayburnu sırtlarında atılan kente, kurucusunun adı olan Byzas’tan dolayı, “Byzas’ın kenti” anlamında “Byzantion”dendi…

Anam film derken Bizans İmparatorluğunun  temellerini attım ya...

Artık gitme,bamyayı ocağı koyma vakti geldi,bu bizim kızları açmaz yanına allengirli bişiler pişirmem gerek...

Haydi kalın  sağlıcakla...





24 Şubat 2013 Pazar

Haftanın son saatleri

Kalabalık ama keyifli bir haftasonu geçirdik...

Cumartesi gündüz,Cancan'ı ağırladık...Çorbalarımı özlemiş... Ne çorbası yaptın Cicianne,mis gibi de kokuyor dedi...Gamse Ablasıyla maketler yaptı, Naziş Ablasıyla pizzalar sipariş etti...Bize okulunu anlattı... bizi mest etti akşama kadar...Giderken,maketini kimselere emanet etemedi,kendi taşıdı...





Dün akşam Banu ve Ercü'nün evine konuk olduk... Banu şahane mönüsü ile bizi öldürmek istedi canımızı zor kurtardık,biz yeter dedikçe hamle üstüne hamle yaptı:))Beşiktaş-Sivaspor maçını izledik tabi öncelikle...Çünkü Kocamgiller toptan ''BJK'' dır kocamdan ötürü:))

Gecenin yıldızı bu salataydı,görüntüsü ile lezzeti eş değerdeydi...






Birbirimize doyamamışız ki yarın sabah birlikte kahvaltı mı? edelim derken genç tayfa, biz erken kalkamayıııız diye bağırıştı, ben de akşama çok kalmayalım ertesi gün iş günü dedim. İşe giden benim ya=) neyse sonunda gün ortası programında anlaştık ve Dragos'a gitmeye karar verdik. Oy Nazom Nazom,pazar günü çalışması gerektiği için o bie katılamadı... Biz  bir kızım bizim evinde bir kısım ise gideceğimiz yerde buluşmak üzere yola dizildik. hava miss,trafik var ama neyse çok üzmedi...Yemek saatine kadar açık havada oturduk, çevre egzileri yaptık.Yemek saatinde garsonun başını döndürdük... Nasıl da kibardı,nasıl da güler yüzlüydü...Sohbet muhabbet yemeğimizi yedik,üstüne çaylarımızı içtik derken akşamı ettik...Yollar çok kalabalıklaşmadan  yola revan olduk. Yolda Gamse ile Banu kıpraştı,hadi sinema hadi ora bura ...Sinema seans başlangıç  saatlerini kaçırdık,diğer seanslar için de çok geç olur dedik. Biraz Capitol'de gezinip ,bir kaç şey aldık eve geldik hemen çayımızı demledik yeniden...



 (mineler çıtır çıtır açmışlardı,baharı müjdeler gibi)

(çuha çiçekleri,renk renkti her tarafta)

Yazımı bitireyim, kitabımı alıp hemen yatağa gireceğim...

23 Şubat 2013 Cumartesi

Kelebeğin Rüyası




Dün akşam ''ayile boyu sinema etkinliği' çerçevesinde'' Kelebeğin Rüyası'' nı izledik.Baştan söyleyeyimay nasısa tv de oynar,internete düşer yanılgısına düşerseniz bu filmi baştan kaçırdınız demektir. O görüntüler,o renkler mutkala sinemada ve sinema atmosferinde izlenmeli...

İlk kutlamam görüntü yönetmenine, kendisi Nuri Bilge Ceylan filmlerinin de görüntü yönetmeniymiş... Ben o telgraf direğine tırmanmış Kıvanç Tatlıtuğ görüntüsüne bayıldım...Filmin castında bana iğreti duran hiçbir şey gelmedi. Bazı eleştirmenler Belçin Bilgim'in lise öğrencisi canlandırması için yaşlı demişler ama benim gözüme batmadı...Bir film değil bir şiir izledik.

Mert Fırat ve Farah Abdullah'da çok ama çok iyilerdi ama ille de Kıvanç Tatlıtuğ,o kambur duruşu,tırnak yemesi, o bakışlar süperdi...Kısaca Behlül Kaçar, Şair Muzaffer gelir olmuş...


Yılmaz Erdoğan Behçet Necatigil'e gönderme yapılarak Behçet Necati rolünde lütfen bu minik ayrıntı bir kaç saniye içinde veriliyor. O sahneyi kaçırmayın...Oyuncu olarak da yönetmen olarak da yine çok iyi bir iş çıkarmıştı.

Onur Baştürk; Film çok uzun diyenlere-Ama kelebeğin rüyası uzun bir şiir demiş.

Çok anlatmaya gerek yok, bence haftasonu bu filmi izleyerek kendinize bir iyilik bir güzellik yapın.

Bu arada Nurgül Yeşilçay'ın vizyona girecek filminin fragmanını da izledik-Aşk Kırmızı.... Gamse-Aaa Barcelona Barcelona dedi noktayı koydu:)

22 Şubat 2013 Cuma

Cumanın notları

Sabah kahvaltısını Zuz^la başbaşa yaptık...Kahvemizi de birlikte içtik hiç bakılmayan fallar kapattık.

Akşam için barbunya pilaki ve fırında palamut pişirdim.,o pişerken ben ''Kızarmış Palamutun Kokusu''nu okudum...Evi Zuz topladı...

Akşam ''ayile sinema akşamı'' bugün vizyona giren ''Kelebeğin Rüyası''nı izleyeceğiz. Gala sonucu eleştirmenlerin yazılarını okudum, hepsi çok beğenmişler. Şiir gibi bir film diyorlar...bakalım bizi nasıl bulacağız...

Şimdilik bu ka

21 Şubat 2013 Perşembe

Margueritte ile öğleden sonra

Bu hafta tam bir dinlenme haftası oldu...Güzel filmler ve şahane kitaplarla dolu olması da dinlenmeyi  neredeyse şölene çevirdi...''Bayan Jean Broie'nin Baharı'' ile başladı ''Kızarmış Palamutun Kokusu''ile devam ediyor. Dün izlediğim Barbara gibi politik bir dramdan sonra bugünkü naif film iyi bir yemeğin üzerine yenen güzel bir tatlı ya da enfes bir keyif kahvesi tadında oldu..

Bugünkü filmi izlemezseniz küserim ktegorisine koydum. Özellikle kitap okumayı sevenler ya da okumak istiyorum ama okuyamıyorum diyenler için, değişim için artık çok geç diyenler için bu film...



Garip Dostluk-My Afternoons with Margueritte...

İnsan değişime o kadar açıkki, elli yaşında bile değişebilir,başka dünyalarda kendini bulabilir...Ve kaç yaşında olursa olsun bir başkasının yaşamını değiştirebilir. Margueritte 95 yaşında... Gidecek bir yeri yoktu ve kendine bir çiçeğin adı verilmişti...Kelimeler arasında yaşıyordu...Bir parkta,bir öğleden sonra rastladığı Jan'ın hayatını değiştirdi...Aşk hikayelerinde yalnızca aşk yoktur.Seni seviyorum bile yoktur ve yine de birbirimizi severiz... Lütfen Margueritte'nin adını çift ''t'' ile okuyun yoksa kızıyor... Marguerite çiçeğini bilirsiniz biz Margarita ya da Alman papatyası deriz hani...Kocaman kocaman papatyalardır... Bir zamanlar bahçem bunlarla doluydu, tüm duvar diplerim ve annem bayılırdı...kuruduklarında, kaynatır saçlarımızı bununla ıslatır güneşte tarardık...Işıl ışıl olurdu, yaz güneşi altında sararırdı...




Filmimi mutfakta izledim, kahvemi içtim bir tarftan da ezo gelin çorba pişirdim, akşam için...





 Bugünlük de böyle


20 Şubat 2013 Çarşamba

Barbara ile kısır partisi

Bugün de evdeydik Elhamdülillah...

Tek başıma kısırlı mısırlı,filmli partiler mi? yapmadım...Öğle uykuları mı? uyumadım...Hepsini yaptım şükürler olsun.

Akşamdan bi dünya plan yaptık. Beykoz vapuruna binip Beykoz Korusu içindeki  köşke gitmeler yoksa çoktandır o taraflara gitmedik Pendik sahili de olabilir demeler. Sabah dipçik gibi, zıpkın gibi kalktım.Saat 0.5.30 da:)Kızları güle oynaya gönderdim. Yeşil çayımı, Türk kahvemi içtim. Biraz kitap okuyayım dedim aman bi uyku  bi uyku bastırsın  saat dokuza doğru yatağa kendimi zor attım. Görümcem, mercimekli köfte tarifi için aramasa saat 11 de akşam edecektim. yeniden çay kahve faslı ama yok,kafa olmuş bi sepet. hava da tatız zaten. Hadi bugün de evde oturayım dedim.

Depresüf Ayu, sabahın yedi buçuğunda canımı kısır çektirmişti. Tam da onu tarfiyle kendime bir çay bardağı kısırlık bulgurdan kısır yaptım. Şahane oldu...Aklıma gelmişken, kalabalık bir gruba kısır yaparken acep ölçü nasıl olsa diye düşünürüz ya ben kişi başı bir çay bardağı kısırlık ya da köftelik bulgur olarak hesaplıyorum. Artmıyor, eksik gelmiyor,tam karar ölçü...





Kısırımı yaptım,çayımı demledim,filmimi  izledim...Film yine Avrupa sinemasından...Barbara....1980 yılında Almanya'da geçen son derece politik bir film...Berlin film festivalinde en iyi yönetmen ödülü almış. Eleşetirmenler ''İnsani, zeki ve seyircisinin zekasına da saygı duyan bir yapım.'' demişler. Barbara bir doktor, tek arzusu batıya gitmek bu yüzden de küçük bir kasabaya sürgün gönderiliyor. Burada da yaptığı kaçma hazırlıkları ama bunun yanında da  doktorluğunu unutmadan verdiği insani çabalar var...Kısaca filmde gitmek mi? zor kalmak mı? zor ikilemi var diyeyim siz anlayın gari...Ama bu filmi de gözden kaçırmayın derim...





Kitabım ''Kızarmış Palamutuun Kokusu'' biliyorsunuz daha ilk sayfalardan beni içine aldı,önüne kattı... İki iyi kitabı üst üste yakalamanın keyfini sürüyorum...İnsanın geçmişinden gelen bir koku ,insanı gelecekten alıp birdenbire nasıl geçmişe atar işte böyle şeyler var...Engin Gençtan anı zamanda bir psikiyatrist...Mesleğinin kitaba çok katkısı olduğu gözle görülebiliyor....


Bugünlük de bu kada

19 Şubat 2013 Salı

Mutfaktan bildiriyorum

Bugün film yok ,kitap yok, gezme tozma yok...Bugün günlerden Mutfak...

Bugün bir kargo beklemek zorundaydım yoksa şöyle bir Kız Kulesine doğru uzanmak vardı aklımda...

Önce kendimi bir güzel motive ettim. Çıtır çıtır simitli, Ajda Pekkan konserli bir kahvaltı yaptım. Sonra Türk kahvemi pişirip,bir karanfilli telledim yanında... Sonra dolaptan ıspanakları ve taze baklayı çıkardım. Ispanakları suya bastım.A film yok demiştim ama pardon ya baklaları temizlerken  film izledim ben:) Bu filmden sonra söz edelim ama adını söyleyeyim ''Kuma''...Baklaları temizledim yıkadım. Her yiğidin yoğurt yeyişi farklıdır tabi benim bakla pişirme usulüm şöyle. Önce çok az rivyera  tipi zeytinyağıyla soğanları pembeleştirdim. İki kesme şekeri de attım ki soğanlar karamelize olsun, renklensin,zaten zeytinyağlılara şeker koyuyoruz ya... Sonra baklaları koydum,tuzunu ilave ettim ve kısık ateşte  biraz kendi suyuyla pişmeye bıraktım. Daha sonra bir tatlı kaşığı unu sulandırıp üstüne döktüm az daha sıcak su ilave ettim. Pişince taze soğan ve dereotu koydum,sızma yağ gezdirdim üsten üstten ve soğumaya bıraktım. Bu arada baklalar pişerken ıspanakları yıkamış ve süzülmeye bırakmıştım. İki kilo kadar vardı. Suyu süzülen ıspanakları doğradım.İkiye böldüm.Bu ara ama hangi ara koyduysan ocakta yarım kg kadar kıyma kavrulmaktaydı:)) kavrulunca onu  eşit olmayan iki parçaya böldüm:) Büyük parçayı iki  baş doğranmış soğanla tekrar kavurdum onu da tekrar ikiye böldüm. Mutfak biraz da matematik demektir biliyorsunuz ki:))

Şimdiiii, hani ıspanaklar ikiye bölünmüştü ya ha,onların bir bölümünü,pirinç yıkadığımız iki parçalı süzgeçler var hani...O süzgece koydum,üstünden kaynar su döküp üstüne bir kapak kapattım. Diğer parça ıspanağı da kıymalı soğanlı harcıma,biraz salça ilave ettim,üstüne sıcak sudan kendini kurtaran ıspanakları koydum, yarım fincanda bulgur koyup hızlı hızlı karıştırdım ocak üstünde biraz kavrulur gibi altını kapattım. Soğuyunca kapaklı bir kaba koyup dondurucuya kaldırdım. Şimdi  bu nolcak. Diyelin ani bir program çıktı, vay efendim benim evde yemeğim yok, şimdi çıkarsam yemek yetişmez demeyeceksin. hemen bunu dolaptan çıkaracaksın,üstüne sıcak su koyup,pişmeye bırakacaksın,o sırada makarna suyu da koy git giyin. Sen giyindim,makyaj yaptım diyene kadar onlar pişer. Sen de gönül rahatlığıyla gezmeye gider,hoplaya zıplaya geri dönersin. Gelirken evde yoğurt yoksa yoğurt almayı unutma yeter.




Şimdi gelelim orada sıcak suda bekleyen ıspanağa...Onu süzgeçten çıkardım,suyunu iyice sıktım. Salçalamadığım  soğanlı kıyma ile  yeniden işlem yaptım. Bu da  yumurta kırıp ıspanaklı yumurta olacak,biraz fazla olmuş belki artandan ıspanaklı börek olacak...


Pekiiii, kıymayı üçe bölmüştük, soğansız olarak kalmıştı üçüncü parça,o ne olacak. O da dünden kalan makarnanın üstüne dökülen sarımsaklı yoğurdun üstüne biraz domates püresi ve pul biberle tatlandırılıp  sos olarak dökülüp yeni  bir  sunumla alacak bu akşam masada ki yerini...

Bunları yaparken,çayımı ,kahvemi ihmal etmediğimi, de bilmenizi isterim:)

Bu akşam'' Seksenler''  akşamı... Sonrasında da kitap okuyabileceğim inşalah maşallah

18 Şubat 2013 Pazartesi

yepisyeni yazı:)

Geçtiğimiz haftanın son gününü ve yeni başlayan haftanın ilk gününü evde geçirerek ,he işte şimdi bu cümlenin sonu nasıl gelsin. İyi mi? ettim demeliyim, güzel mi? oldu demeliyim, olmadı mı? demeliyim bilemedim.

Bugün Zuz'la kardeş kardeş evde oturduk. Birlikte kahvaltı ettik,kahvelerimizi içip sohbet ettik, ben evi toparladım o giyinme odasına çevirdiği benim okuma odamı sözüm ona düzenledi,saçına maske yaptı...Neyseki  birbirimizle çekişme işini akşamdan yapmıştık da bugüne bişi kalmamıştı...

 Dünden bi sürü yemeğim olduğu için yemek yapma işi de yoktu, işler bitince tembellik de yaptık. Biraz önce de karnını doyurdu, vurdu sırtına sırt çantasını gitti...Sanırım hafta ortası falan ancak düşer buralara:))Giderken de bu notu bırakmış bana...Hem çekirdek almasına kızıp,hem de çekirdeklerini yediğim için:))




Şimdi size bir deneyimimden söz etmek istiyorum. Bir süredir,mahalle marketlerinde bile görülmeye başlayan bir meyva var,adı;Pepino...Aslen Güney Amerikalı olup Türkiye'de de yetiştirilmeye başlanmış. Bizde Ege ve Erzican'ın üzümlü kasabasında yetiştiriliyormuş. Tadı,kokusu kavuu andırıyor ama henüz tatlanmamış bir kavun olarak düşünün. Biz buz dolabında soğutup ince ince dilimleyerek tükettik... Kabuklarını da yüzümüze sürdük. Doğal botoks bitkisiymiş. Kozmetikte çok kullanılıyormuş. Benim pepino falan satmaya kalktığım yok da,cildimde ki gerginliği ve parlaklığı hemen ertesi gün hissetmem ile ilgili...Denemek için bir tane almıştık.Ama hafta da en az iki kez cildime uygulayacağım...Sonuçları ,bildiririm:))





Bunların dışında iyilik sağlık,bu akşam ''O SES''izleyip,yeni bir kitaba başlayacağım. yeni kitap Engin Gençtan'a ait''Kızarmış Palamutun Kokusu''

Haydi kalın sağlıcakla,keyifli bir akşam olsun.

17 Şubat 2013 Pazar

Bayan Jean Brodie ve Kız Robenson

Pazar gününü evde geçirdik ayilecek:)Dün Kadıköy'de soğuğu yiyince,cesaretimiz kalmadı... Bakın benim anneannem böyle bir durum için kısaca şöyle derdi; ''Dana, yediği daşı bilir''...Burada ki daş tabiki de taş anlamında ama taş deyince sözün hiçbir esprisi kalmıyor. Neyse işte sonuçda bugün evdeydik.

Ben sabah saat 8:30 gibi kalktım,yeşil çayımı içtim, biraz kitabımı okudum sonra da sabah kahvaltısı hazırlığına giriştim. Meşuuur patatesli mücverimden yaptım. Defalarca tarif ettim ama televizyonu yeni açanlar için  pardon beni ilk kez okuyacaklar için yeniden tarif edeyim.Ama yazının sonunda not olarak. Allamm inşallah unutmam da...Kahvaltıyı hazırladım. Hazırlama sürerken,ufaktan ufaktan demlenen çayımdan yuvarladım. Kahvaltıyı mutfakda yaptık,çünkü gidişattan anladım ki salonda yaparsak ihale bende kalacak.Hatta sabah kahvemizi bile  mutfakta içtik  ama Şehnaz Longa eşliğinde:)Her sabah başka bir güzide sanatçımıza konser verdirtiyorum kahvaltıda fizzy sağolsun.Bugün enstürmantal tercih ettim.Biraz Göksel Baktagir,biraz Hüsnü Şenlendirici... Leylak bacı yüzünden benim koca da Göksel Baktagirci oldu...

Size yeni kitabımdan söz etmek istiyorum. Son zamanlarda  hah işte budur  diyebileceğim bir kitap çıkmamıştı karşıma... ''Bayan Jean Brode'nin Baharı'' tam da böyle bir kitap...Times Dergisinin ''Ölmeden önce okumanız gereken 1001 kitap'' listesinde yer alıyor. Bayan Brodie,görüp görebileceğiniz en tuhaf öğretmen. ne bizim Çalıkuşu Feride ne de ''Ölü Ozanlar Derneği''nin John Keating'i...Onun -kızlar sizi kaymağında kaymağı yapacağım-dediği bir takımı var. Henüz 10 yaşındalar ama o keşke yedi yaşındayken geçseydiniz elime asıl o zaman sizi kaymağında kaymağı yapardım diyor. Kitap kurgusu çok değişik. Zamansız, daha doğrusu sürekli zaman sıçramaları var. Henüz on yaşında olduğunuzu okuduğunuz bir öğrencinin artık ölmüş olduğunu bir cümle sonra öğreniveriyorsunuz hemen kitabın başında ya da bir öğleden sonrayı okurken bir cümle sonra otuz yıl öğleden sonrasında buluyorsunuz kendnizi...Herkesin okuma tarzı elbebtteki değişiktir ama artık benim okuma tarzımı biliyorsunuz,eğer önerdiğim kitaplarda  sizi yanıltmadıysam'' Bayan Jean Brodie'' gibi bir okuma deneyiminden kendinizi mahrum bırakmayın ve 2006 yılında bu dünyadan giden Muriel Spark gibi bir yazarı tanıma fırsatını kaçırmayın...




Kitap demişken benim jenerasyonumdan olup da Milliyetin mavi ciltli,lake kapaklı  çocuk kitaplarını bilmeyen yoktur. Bunların arasında benim en sevdiğim''Kız Robenson''du...  Zuz bunlara topluca el koyduğu için ben de yoktu. Naziş, Gitti Gidiyorda bulmuş,bana almış. Dün akşam Kadıköy'den geldiğimizde beni evde bekliyordu...Sannki uzun yıllar görmediğim çocukluk arkadaşıma kavuşmuş gibi oldum. Mesela Jale'ye...Jale ile de bu sene kavuştuk birbirimize çünkü...




Biraz önce çekirdeklerini almış, Zuz geldi...Nasıl kızıyorum dökülüyo diye ama o dinlemiyo tabi her zaman ki gibi...Üstelik bir de oturup yiyorum...

Tamam bu akşamlık da bu kada...

Ha patates mücveri tarifi vardı:)

Ben kişi başı bir küçük patates olarak düşünüyorum. Biz dört kişiyiz,üç de yumurta kırdım. Patatesleri çiğ olarak rendeledim...Biraz kaşar peynirirendesi, biraz da dolapta beyaz peynirin kutunun dibinde kalan ezik büzükleri vardı:)) onlar da ziyan olmasın dedim onu da koydum,incecik maydonoz ,derotu doğradım,tuz,karabiber ve yumurta ile çırptım. Teflon tavada kaşık kaşık dökerek altlı üstlü kızarttım. Geç kahvaltı saatleri için akşam kahvaltıları için doyurucu ve lezzetli oluyor.Neyse binbeşyüzüncü kez tarif etmiş bulunuyorum:))

16 Şubat 2013 Cumartesi

Teşekkür ve Bugünün Lale'si

Dün hava yağmurluydu,evdeydim. Ama yalnız değildim,çok ama çok kalabalıktım. Sessiz okuyucularım dedim, bi ses edin  dedim. Bir ses verdiniz  ev doldu taştı. Sanki kabul günümdü... Ne iyi ettiniz beni çok memnun ettiniz.Tüm yorumları tek tek sesli sesli okudum evde. Aile fertlerimin de çok hoşuna gitti. Hepinize sevgilerimizi ve teşekkürlerimizi iletiyoruz.Sağolun varolun. Umarım blog vasıtasıyla gelişen tanışıklığımız daim olur.


Bugün haftasonu olabilir ama bizim evdeki devinim haftasonu falan takmaz. Gamsegamse'nin  Vakıf toplantısı Naziş'in fotoğrafçılık kursu vardı. Biz öyle aman işi olan kalksın,diğerlerini uyandırmadan sesisz sedasız gitsin, maalesef hiçbir zaman öyle bir aile olmadık olamadık. Ayaklanan birinin uyuyana sorulacak mutlaka önemli bir sorusu,çıkmadan söylemesi gereken birşey vardır:)) Bugün de şaşmaz kural öyleydi tabii. Ayaklandık,hep birlikte. Gamsegamse'nin toplantısı akşama kadarmış. Naziş, kurs çıkışı seninle buluşalım dedi. Akşam arkadaşlarıyla buluşmuş, geç gelmişti ,bugünü ayile günü yapmak istedi ama kocam yan çizdi. Neyse ben gittim, yarım saat kadar erken gitmiştim. Türk kahvecilerinin olduğu sokakta oturdum,kahvemi içip kitabımı okudum. Orhan Veli'nin ''Hoşgör Köftecisi'' adlı öykü kitabından iki üç öykü kalmıştı,orada bitirirm diye çantama atmıştım. Kahvemi servis eden çalışan,kitabımı merak etti. Edebiyat fakültesi öğrensiyimiş. Orhan Veli ve Garipçilerin edebiyatı mahvettiklerini söyledi. Allahın işi bu ya,o sırada okuduğum satırlarda da Orhan Veli, kafasının içinden konuşuyor....Kendini şair yerine koymayanlarla... Bunu niye ispatlamaya kalkayım ki diyor. Kasa da paramı öderken kitabı o çocuğa hediye ettim. Ve şu öyküde sorunun cevabı var dedim. pek de şirindi, ben de kahveyi ikram edeyim dedi. Yok dedim yav,o zaman hediye olmaz ki bu, takas olur:))




Naziş gelince,ben acıktım dedi...Bu araki takıntımız'' Otantik Andolu Yemekleri'...Oraya gidelim yine dedik. Ben her zamanki siparişim olan Otantikmix sipariş ettim ki tavsiyemdir...Şansımıza ,turuistlerde akın etmişti oraya. Çiya ve Otantik yöresel yemekler yaptıkları için genelde tercih nedeni oluyor zaten.


Yemek sonrası çarşıda dolaştık,kitapçılara girdik,çıktık ama çok soğuktu Alkım Kitapevi içindeki Kahve Dünyasında sıcak içecek molası verdik. Gördüğünüz gibi ne ka teknolocik biriyim:)) Şaka bi yana, bir kitapla ilgili yazı araması yapıyorduk blogda...Önümde gördüğünüz kitabı yeni aldım,kaç kez niyetlenmiş yerine başka bir kitap almış, sonra  bulamamıştım. Nezih Kitapevinde %25 indirimli kitaplar rafından ben buradayım diye,parmağını gözüme soktu ben de birden aaaa deyince eğilmiş başka bir kitaba bakmakta olan Naziş bile yerinden zıpladı:))...Engin Gençtan/Kızarmış Palamutun Kokusu




 Sonra eve geldik işte. Bu akşamın programı bence çay ve kitap... Ama başka bişi çıkarsa bilemem.

İyi akşamlar olsun, keyifli pazarlar olsun şimdiden....

Not: YKY kitapevinde ayın yazarının kitaplarında %25 diğer kitaplarda %20 indirim var. İş Bankası Yayınları Kitapevinde ise öğretmen ve öğrenciye %30 indirim var... Haber vermedi demeyin...

15 Şubat 2013 Cuma

filmlerden,kitaplardan,dergilerden, yemeklerden

Sabah uyandığımızda şarıl şarıl yağmur yağıyordu.Sabah dediysem bizim sabahlar çoğu kimse için henüz daha uykunun orta yeridir. Bizim evde kalk borusu seher vakti sen tarlaya gelende,ses yayılır dört bi yana Süreyya diye çalar, bilinen üzre.

Biraz yatakta debelendim, uyuuuu,uyuuuu diye kendime hipnoz yapmaya çalıştım,cık.Kalktım evi tavaf ettim,hasar tespit çalışması yaptım. salon gece yatarken toplanmıştı, Mutfak tezgahı tertemiz ama bulaşık makinesi boşalmalı onu geç,şimdi hiç canım istemiyo, akşam yemeği dünden var ama bu akşam balık akşamı olsun,onların kapağı bile açılmadığına göre cumartesiye sarkabilir gibi notları kafama aldım,yeşil çay suyumu koydum...Biraz haber dinledim...Biraz ,mail,face,blog gezindim ve kafam iyice açılınca dün izleyemediğim filmimi izledim. Filmimi  mutfakda izledim ki, ara ara kalkıp kendimi çayladım,kahveledim.

Film Mudge Boy-Annesinin Oğlu...9.1 gibi oldukça yüksek bir puanı var.Filmi izlerken,edindiğim duygu;Herkesin acı çekme şekli değişik.



14 yaşındaki Duncan, annesinin ölümünü kabullenmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken annesinin yaptıklarını taklit etmeye başlar. Yatağa annesinin kürk ceketiyle girmekte, akşam yemeğinde annesinin ses tonunu taklit etmektedir. Bu durum Duncan’ın babası Edgar’ı daha da üzer. Çünkü oğlunun sıra dışı yas tutmasını anlamamaktadır. Edgar bunun üzerine yeni kurallar koyar ve oğlunu çiftlik sahibi olabilecek biri yapmak için yetiştirir.

 Filmimi izledikten sonra hadi şimdi Gamsegamse'nin dediğini yapayım dedim. Hani bana demişti ya,'' hep birşeyler yapmak zorundamısın, bazen de öylece bak '' ben şöyle uzandım, öylece bakarken öylece uyumuş kalmışım, tam bir saat...Bir kalktım,ağzımın tadı yok,kafam sepet gibi...Öylece bakmak bana göre değil  bunu test ettik onayladık.

Akşam için zeytinyağlı pırasa pişirdim, yeni bir taktik yaptım. pırasa ve havuçları doğrayıp  yıkadıktan sonra hiç yağ koymadan tencereye koydum, kendi sularıyla kısık ateşte yumşayana kadar piştikten sonra bir fincan kadar pirinci,tuzunu ve iki kesme şekerini koydum. Pirinçlerde yarı pişince ,kapağı açıp sızma yağ gezdirdim.Kapağı kapatıp,tencereyi  şöyle bir salladım ki her şey birbirine karışsın vallah  bi güzel oldu. Hem sızma yağ,fazla ısıya da maruz kalmadı. Balık masasının zeytinyağlısı rolünde olacak...

Kitap, yan kısımda görüldüğü gibi Tanrı Daima Tedbil-i Kıyafet gezer... hala çok satanların liste başında ama sanırım benim çok tarzım değil. Okuyanlar ikinci yarıdan sonra çok daha iyi olduğunu söylüyorlar. Bu hafta sonu bitirmeye kararlıyım. Bu ara daha çok öykü dergilerinden öyküler okumak daha çok hoşuma gidiyor. Geçen haftalarda sahaflardan ''Adam'' öykü dergisinin 1996 ekimine ait bir saysını almıştım. Fürüzan'dan tutunda .Necati Güngör'e,Julio Cortazar'a kadar bir sürü ünlü yazarların öyküleri var...

Dün gece herkes yatınca ''Sözcükler''dergisinden Hakan Savaş'ın 'Paris'te Gece Yarısı ve Nostalji '' üzerine yazdığı bir inceleme yazısı okudum. Woody Allen ile ilgili anekdotlar da vardı.Woody,adamım adını ünlü çizgi film Woody Voodpecker'den esinlenerek almış..Yani asıl adını değiştirip Woody adını almış.Sinemayı tanmlamasına bayıldım. Diyorki bizim Woody ,sinema; başkalarının rüyalarına izinsiz girme veo rüyayı herkesle paylaşma cüretidir.

Ay anam  yeter bu kadar. Hepinize iyi haftasonları olsun.


not. Ben yine bugün sessiz okuyucularımdan,beni blog dışından izleyenlerden de bir ses istiyorum. Bu yağmurlu havada iyi gelecek, beni keyiflendirecek. Dün Londra'dan Zeynep ses verdi beni mest etti...








14 Şubat 2013 Perşembe

ONE BİLLİON RİSİNG

Bugün ben dünyadaki bir buçuk milyara yakın kadınla aynı saatlerde dans ettim. ''Kadına şiddete HAYIR''demek için dur demek için...Hep birlikte tepindik ki dursun bu şiddet diye... Ben bu konuda erkeklerden çok kadınların eğitilmesinden yanayımdır, çünkü o erkekleri biz doğurduk,biz büyüttük...Daha doğar doğmaz işlenmeli bu ince ince oya işler gibi özenle sabırla...

Türkiye'nin birçok yerinde düzenlendi etkinlik benim katıldığım Beşiktaş Belediyesinin Barboros meydanında düzenlediği idi...Çünkü karşıyaka gibi görünse deÜsküdar'a en yakın semt Beşiktaş'dır...Bi vapura veya motora binersin trafik falan yaşamadan beş dakikada Beşiktaş iskelesindesin.





Saat yarımda  dans provası başladı...Saat tam 13.00 de de  dans...Katılım oldukça fazlaydı,erkekler de çoktu ama onlar dans başlayınca izlemeyi tercih ettiler...


Dans bitince Beşiktaş meydanda kocamla buluştuk çarşıda dolaştık... Yedi Sekiz Hasan Paşa kurabiye  fırınına geleneksel uğramamızı yapıp çay kurabiyeleri aldık. O sonra arkadaşlarıyla buluşmaya gitti ben de  tam eve dönecekken baktım hava güzel, bir yerde oturdum,çay molası verdim, Vatan gazetesinin bedava dağıttığı gazeteyi okudum...











 Üsküdar iskeleye geçince bir kadın elinde kendi yaptığı örgü çiçeklerle çıktı  karşıma-kendim yaptım,hem de hiç solmaz dedi...tanesini beş liraya satıyordu,tam bana anlatırken bir adam geldi,aldı. O kadar sevindim ki  demek ki satabilecek dedim. Ben de destek attım tabi.



Eve gelince hemmen  tavuk bagetleri  yayvan bir tencereye dizdim, üstüne de yazın hazırladığım kırmız ,yeşil biberli ve domatesli sostan döktüm yarım kavanoz kadar,bir kaç diş sarımsak, pul biber ve karabiber de ekledim,kısık ateşte pişmeye bıraktım...O sırada yeşil mercimek de koymuştum haşlanmaya onunla da mercimekli bulgur pilavı  yaptım...ha bu arada rokalar da suya basılmıştı ama kızlar bizi akşam yemeğine davet ettiler ve yemeğim yarına kaldı yaşasın yaşasın:))


Yemekten sonra spectrumcard sahiplerine bugün bir bilete, bir bilet bedavaymış ama öyle yorgun hissettik ki kendimizi sinemada sızar kalırız diye eve döndük...

Bu kada....

13 Şubat 2013 Çarşamba

Bugünkü ben

Bugün ,tam anlamiyle eski hayatıma geri döndüm:)) yani, hani  o seher vaktinde kalkmalar,  tek başıma yaptığım film ,çay , kahve,kitap keyifleri..

Önce yeşil çayımı  alıp,  maillerim,blog ,face neyin  gezindim.Sonra bir film seçtim kendime...Oscar adayı filmlerim de vardı izlenecek ama bu filmin konusu ilgimi çekti. Babaannem'in  sürgün edildiği topraklarda çekilmiş , Abhazya'da...Kafkaslarda   Gürcüler ve Abhazyalılar arasındaki çekişme sonucu, hasta olduğu için onlarla gelemeyen babalarını orada bırakıp annesiyle Tiflis'e göç eden Gürcü çocuğun, köyüne geri dönme çabaları,yol hikayeleri ve köyündeki karşılaştıklarının hikayesi... Antalya film festivali, Avrupa sinema ödülelri dahil olmak üzere 28 ödül  almış..


Filmi izledikten sonra bir de sade kahve yaptım kendime ve bu kez de  öykü dergisi ''SARNIÇ'' ı aldım elime ve  Mehmet Batur'un ''Efendisiz'' adlı öyküsünü okudum... Küçükken,kızkardeşinin eteğini giyip aynada kendine bakarken,babasına yakalanıp öldüresiye dövülüp, annesi  tarafından bir şeyhe emanet edilen ay yüzlü Cemal'in ve ona delicesine tutkun Remzi'nin birbirlerinden uzak hikayeleri...




Bunları yaparken aklıma Gamse'nin bir sözü geldi...- devamlı bir şeylerle uğraşmak zorundamısın bazen de öylece bak demişti:))

Öğleden sonra  okey grubumla buluştum,  okeyde önce üst üste üç kez açıp sonra da yerlerde süründüm heheh...


Bu akşam Hürrem gecesi...Sonrasında da ''Tanrı Daima Tedbil-i Kıyafet Gezer'' e devam...

Hayde gittim.





12 Şubat 2013 Salı

Tatilden sonra

Tatilin bitmesiyle, eller havaya, yan gel Osman bi dönüm bostan, gece yarılarına kadar oturmalar, 24 saat çalışan bir mutfak halleri de sona erdi... Dün itibariyle kızların okullarının açılmasıyla bizim evin de temizlik harekatı başladı... Öyle üstten üstten yapılan temizlikler yerine dip köşe, yatak altı yatak üstü, çekmece içi, dolap üstü kıvamında bir temizlik yapıldı. Her iş bittiğinde çayımla bir şey atıştırken birden kendimde Bahçıvan Mehmet Ağa'yı gördüm...Beş yumurtadan mütevellit sahanda yumurtayı , bir büyük ekmeği, bir kase kuşburnu marmalatı ve diğer kahvaltılıkları götürürken; ben çok yemek yemem yenge demişti de gözlerim börtlemişti...O an beni görse aynen O da öyle olurdu... Hey yavrum ,Haymana Ovasından mı? geldin dedim kendime...Demek ki neymiş işleyen demir ışıldarmış pardon çalışan  böyle acıkırmış.İki gün  kelebek gibi uçup arı gibi soktum ve gıp gıcır oldu ev....

Peki temizlik yapılırken hiç  kitap okunmadı, hiç  film izlenmedi mi? haşa olur mu? öle şey.Her bişi de yapıldı...hatta ''O SES'' izlerken isyaaaaan diye bağırıldı.





'' Cam Kırıkları Parkı'' yazarının ilk kitabı... Hayattaki tek dileği, annesinin kitabını yazmak ve üvey babasını öldürmek olan ,17 yaşında Rus asıllı ama Almanya'da yaşayan bir  genç kızın hikayesi... Yazarların ilk kitaplarını çok severim. Bu kitabı da beğendim.

Üstteki resim, dünkü temizlik faslı bitince yaptığım dolma şenliğinden, ben dolmayı böyle yapmayı severim, karışık yani... Hem ertesi gün ev halkına yeni yemekmiş gibi yutturma şansınız da var.İlk gün biber , patlıcan, kara lahana dolması,ikinci gün, domates,kabak ,kırmızı biber gibi mesela:))azcık kafayı çalıştırmazssak  mutfakdan çıkamayız ayol...
Bugün temizlik tam bitince de şehriye çorbası yaptım. Bir kase kahvaltılık sos vardı,domatesli,kırmızı biberli havuçlu,onu  salça niyetine kullandım , vallah süper oldu.

Bugün çok tavsiye edilen,başyapıt diye nitelendirilen bir filimi izlemeye çalıştım ama konsantre olamadım.

Yarın vira Bismillah deyip okey grubumla buluşacağım, ay başladı kendim kendim gezmelerim:))


Hadi gideyim ben,kitap seçeyim kendime...



11 Şubat 2013 Pazartesi

Sülale boyu kop kop ve Mutlu Aile Defteri

Hızlı başlayan hafta sonu  tam gaz devam etti...Dün yani cumartesi akşamı  Anadolu Hisarı'nı şenlendirdik ailece pardon sülalece... 30 kişi kadar olduk, kocamgillerle:)) Halalı, yeğenli, kuzenli,yengeli,enişteli,baldızlı,görümceli, gelinli kocaman bir topluluktuk. Çok eğlendik, yedik ,içtik, eller havaya yaptık,  halaylar çektik,ayırmasın mevlam bizi ömür boyunca diye şarkılar söyledik ve birbirimize sahip olduğumuz için şükürler ederek ayrıldık. Çok ama çok keyifli bir gece oldu.









Pazar günü geç kahvaltı edip günü evde geçirmeye karar vermişken Gamse kıpraştı hadi sinemaya gidelim dedi. Evden nasıl bir hızla çıktığımızı tahmin bile edemezsiniz...''Mutlu Aile Defteri'ne gittik. Sıcak,samimi yer yer güldüren bir film. Konu oldukça basit,çok bilinen bir konu ama iyi oyunculuk izleyince bunu göz ardı edebiliyorsunuz...Yerli filmde biliyorsunuz komedi olunca ille de belden aşağı vuracak,küfür ille de olacak. CMYLMZ filmi bile izlerken dikakt edin seyirci en çok küfüre gülüyoryuh diyorum o zaman niye para veriyorsunuz abi küfürleşin küfürleşin gülün.

Yarın itibariyle  yarıyıl tatili bitiyor. Allahım Allahım bi doya doyaaaa temizlik yapayım.

Bu ara kitap okumada çok yavaşım ama sanırım yarından sonra eski performansıma kavuşurum....

Öle işte...

9 Şubat 2013 Cumartesi

SUYUN ÖTE YANI

Biz dün ''Suyun Öte Yanı''na geçtik...Türkiye'nin suyun öte yanında ki tek kara parçasına,'' Lozan Antlaşması''nın imzalandığı Edirne-Karaağaç'a gittik...Niye gittik uzun ve hoş bir hikaye,hoşluğu bizim programa dahil olmamızda:)))














Biz Karaağaç'da gezinirken Naziş ve arkadaşı Hülya sınır kapısından yürüyerek Yunanistan'a geçtiler...İlk rastladıkları yerleşim merkezinde oturmuşlar, soba başında çay içip kahvedekilerle sohbet etmişler. Tesadüf bu ki, sohbet ettikleri kişi de öğretmenmiş ve  önümüzdeki ay öğrencileriyle birlikte İstanbul'a  bir bilgi yarışmasına gelecekmiş...Kahvehane sahibi   çaylar ikramımız size demiş, pek memnun pek mesut geldiler:)






Karaağaç'da  Trakya Üniveristesi'ne ait  bir fakülte var,içinde Lozan Anıtı, Lozan Müzesi ve eski tren istasyonu var... Kızlar, çıkış yapınca onları da alıp buraları gezdik... Meriç kıyısındaki kahvelerde çay molası verdik ve Edirne'ye geri döndük...Biz karı koca Meriç üstündeki köprüyü yürüyerek geçtik. Koca Sinan öyle bir yerleştirmiş ki Selimiye'yi,şehrin ortasına, nereye giderseniz gidin başını her çevirdiğinizde karşınızda tüm haşmetiyle Selimiye...Ayasofya bir, Selimiye iki, Ordu'da ki Kurul Kayası ve de Erciyes Dağı gözümü alamam bunlardan... Bulundukları şehirlerde olunca büyülenmiş gbi onlara bakarım hep. Dün de öyleydi valla...Önüm arkam sağım solum Selimiye idi....



Edirne sokakları, Selimiye gezisi, ciğerciler, Bedestenler ve Edirne Kapalı çarşı , Sevda Çeşmesi ,Kavala kurabiyesi, baderm ezmeleri....


















 (bu uygulamaya bayıldım, ailece geldiler, çantaları açtılar, çocuklar oyuncakları bu kumbaraya attılar)












 



Ve İstanbul yoluna düşüş , bomboş otobanda keyifli bir yolculuk ama bize Mecidiyeköy'de kapan kuran trafiği bilmeden... Üç saat  süren Edirne-İstanbul yolculuğundan sonra Mecidiyeköy'den eve de tam iki satte gelmek üstümüzde gezimizin hoşluğu olmasa bizi   daha çok gererdi...










Eve ulaşır ulaşmaz ilk iş çay suyumuzu koydum, ve hemen bir kavanoz menemen açtım, iki yumurta ile de karıştırdım, kendimize geldik.