Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

29 Eylül 2015 Salı

Güle güle sıcak yapışkan yaz, hoş geldin canım sonbahar

Bugün anladım artık ki; yaz bitti...

Gökgürültülü, sağnak yağışlı havada evdeyim bugün... Müzik kanalımı Jazz a ayarladım ve Aslı Levent'in " Jazz Hikayeleri"ni okuyorum. Daha önce Güven ve Gerçek adlı bilimkurgu kitaplarını okumuş heyecanla acaba "Adam" ne yaptı diye üçüncü kitap "Cesaret"i beklerken araya "Jazz Hikayeleri"girdi. Yazıya başladığımda henüz ikinci hikayeyi bitirmiştim. Jazz Atölyesindeki dostlarımdan beslendiğim,ilham aldığım yazılar diyor Aslı Levent, kitabın önsözünde...Bu demektir ki bizde dostlar arasında olacağız..Ben kitapların sunuluş biçiminden çok etkilenirim.Hatta önsözlerini hikayeden daha çok sevdiğim kitaplar vardır...O nedenle o samimi "okuyucuyla sohbet" bölümüyle başından sevdim kitabı ve  daha henüz ikinci hikayedeyken o dostlar arasına katıldım... 



Bunun dışında görüşmeyeli neler yaptım acaba haaa ayol koca bir bayram geçirdik. Sağolsun devletimiz de bayramı bir tatil şölenine dönüştürdüğü için ben ha babam de babam yemek yaptım. Aslında biraz da kendim kaşınıyorum galiba :) hem yorulup vıt vıt  ediyorum hem de bayılıyorum sofraları şölen havasına dönüştürmeyi..İşin doğrusu çocuklarımın akıllarında öyle kalmak istiyorum. Şen, leziz, şık sofralar, hiç yorulmayan, her şeyi yapabilen efsane anne modeli. :) Bayram sabahı altıda kalkıp, masaya evdeki en güzel örtüleri serip, en güzel sofra takımlarını çıkarıp bir de minik kıymalı pideler yaparak adeta show yaptım. Bir akşam önce de minnak minnak etli yaprak sarmalar yapmıştım üzerinize afiyet. :) Böyle iki gün yaptım ama üçüncü günden itibaren de çamura yattım. Geç kalktım, bana tost yapın dedim ayyyy bayram tatili çok uzun dedim. :)  Mutfağa gideni hiç gözümden kaçırmadım, gelirken çay suyu koy dedim. Ayağa kalkana, kalkmışken bi bardak su ver ya da çayı koy dedim :) 
Bunun yanında bayram ziyaretçilerimiz, bayram ziyaretlerimiz oldu... Gelenleri ağırladık, gittiğimiz yerlerde dibine kadar ağırlandık. Öyle çikolata kahveyle değil, börekli, dolmalı ağırlandık. :)Peki siz derseniz; bize gelenler hep bir önceki ziyaretlerinde o işleri gördükleri için biz onları sadece çikolata ve mandalina kolonyası ve de güzel sohbetimizle ağırladık. :) 
Bir gün Gamsegamse ile analı kızlı sinema günü yaptık.Yatarlı koltuklarda bilet alıp, yayıla yayıla Küçük Prens izledik. Sinema çok soğuktu ama benim sinema saati beklerken English Home dan aldığım havluları üstümüze örttük...Filmi hiç beğenmedik ama sinema çıkışında hemen yandaki Küçük Prens Müzesini ve Capitol'ün Küçük Prens konseptine bürünmüş halini çok sevdik.

Tatil uzun muzun ay çok yoruldum  desem de ortaokuldaki Türkçe öğretmenimin bir sözü gibi noktaladım tatili. Hocamız; kompozisyon dersinde bize hep,iyi başlayın iyi bitirin, arada ne söylerseniz söyleyin  derdi. Ben de bu söz uyarınca son gün  hamsili pilav ve çilekli turta ile altın vuruş yaptım...

Sonra efenim bir maç akşamımız var ki evlere şenlik. Yarısı FB li yarısı BJK lı bir grup içlerinde bir ben GS li ama koca kontenjanından BJK destekçisi 12 kişi fanatik Fenerli Fatma Abla' da toplandık ve tam stad havasında maç izledik...  Yani iyi başladık iyi bitirdik tatili ve artık  ben kendi normal hayatıma döndüm bugün itibariyle...Neymiş  efenim rutinde mutluluk varmış....

21 Eylül 2015 Pazartesi

Bu haftasonunda ben

Eylül ayını da bitiriyoruz benim canımın ta içi okuyucu...Eylül ayı benim için kış hazırlıkları kapsamında bol bol domates konservesi, konserve menemen, mürdüm eriği marmelatı, dondurucuya biraz sebze stoklaması bunları yaparken de kitap okuma, film izleme ile geçti sayılır... 
Bu yıl kış hazırlıklarını yaparken çok sıkıldığımı her seferinde de bir daha yapmayacağım dediğimi de itiraf edeyim...Nedense her sene coşa coşa bin hevesle yaptığım bu iş bu sene bana zül geldi...sanırım bir türlü serinlemeyen havanın yanında bir de onu daha çok ısıtan ülke gündemi bunda etkili oldu.
Hadi bakalım ne yapmış ne etmiş bu Lale kişisi. :)

Irmak Zileli'nin Eşik adlı. Kitabını bitirdim...


Çocukluktan başlayıp, ergenliğe uzanan İngiltere ve Türkiye'de geçen çok çarpışmalı  baba kız ilişkisi arka fonunda da yetmişli yılların çarpışmalı Türkiyesi var...Üç anlatıcının olduğu kitapta geçişler o kadar ustalıkla yapılmışki bütünlük hiç bozulmuyor...Tavsiye ettiğim kitaplar arasına koyabilirsiniz...
İhsan Oktay Anar'ın yazdığı Puslu Kıtalar Atlası; İlban Ertem çizimleriyle çizgi romana dönüşmüştü, hafta sonunun kitaplarından biri de o oldu...



Sözünü edeceğim film ise; 5 to 7

New York'ta yaşayan arzu dolu bir roman yazarı ile genç ve güzel bir kadın arasında bir ilişki başlamıştır.. Ancak bu kadın Fransız bir diplomatın karısıdır ve bu yeni çift her akşam yalnızca 5 - 7 arasında buluşabilmektedirler. Aşkları derinleştikçe kültürler, dünya görüşü, kişisel ahlak ve diyet tercihleri gibi konularda aralarında çatışmalar gün yüzüne çıkmaya başlar...

Şimdi yeni çıkan bir edebiyat dergisinden söz etme sırası...Adını Didem Madak'ın Pulbiber Mahallesi adlı kitabından alan Pulbiber; Kadınlar, çocuklar,hayvanlar ve ağaçlar için hayat çok zor. biz bunu kolaylaştırmaya geldik. bize ayrılan süre,yeni başlıyor diyerek yayın hayatına başladı...



Beklenildiği üzere dokuz günlük bir bayram tatiline girdik ve tüm memleket. Yollara düştü yeniden... Bizim Naziş'de bunlardan biri...Bu yüzden Gamsegamse, bir teklifim var, bu gece benim odamda yat, bir teklifim var hadi Kızguncuk'a gidelim diye yanıma geliyor....
Dün harika bir Kızguncuk günü yaptık ana kız daha sonra da Haktan katıldı bize...
Sandalyelerimizi omuzumuza taktık, tıngır tıngır yokuş aşağı Kuzguncuk'a indik... Önce Nail Kitapevine uğradık ve Didem Madak'ın Pulbiber Mahallesi adlı kitabını aldım. Sonra, Dilim pastanesinin o harika tartaletlerinden aldık kahvemizin yanına ...ve sandalyelerimizi deniz kıyısına kurup, kahvelerimizi söyledik...
Martı uçtu, deniz dalga dalga gelip arada su serpti, vapur düdüğü öttü, kitap okuduk. Gamsegamse meditasyon yaptı. Biz  hava serinledi derken boğazın malum üçlüsü yüze yüze önümüze geldiler :) 
Derken,Haktan sıcak Çengelköy böreği almış, yanımıza geldi. Hadi börekli çay faslı derken akşam ettik.
Akşam oldu dedik ama dönüşte yİne Nail Kitapevine uğramadan edemedik.
Özellikle de oturup kitabını okurken arada kafamı kaldırıp,çarşıya bakmak çok hoşuma gitti...

Kitapevinden çıkınca bir de İlya'nın Bostanı'na uğradık...

İşte böyle böle
8.3/10
7.0/10

17 Eylül 2015 Perşembe

Vicdan

Yemek yiyorum, pişiriyorum, film izliyorum,kitap okuyorum yani gündelik yaşam devam ediyor...Ama aklımın kıyısında şu fotoğraf şu fotoğraftaki o bakış, bir babanın ümitsiz bakışı, o doktorun duygudan yoksun sesi, bir annenin ağlayışı...

O yüzden bugünün kelimesi vicdan...

Dünya herkese yetecek kadar büyükken, hayat bu kadar kısayken ve sonuçda hiç birimize kalmayacakken, kahvenin kokusu bu kadar baş döndürücü, çikolata bu kadar lezizken, şarkılar söylemek bu kadar güzelken, güneş böyle güzel  parlıyorken hepimizin derdi bu olmalıydı. Bu yaşamın tadı çıkmalıydı, olabilirdi ama içimizde biraz ya biraz vicdan olabilseydi...
Bu ülkede ;bir kaymakam yanına canlı yayın kameraları alarak oğlunun şehit haberini vermek için bir ana babayı yataktan kaldırdı. Bir doktor üstelik de bir kadın doktor, bir babaya - amcaaa, kızın baygın değil ölü ölüüü diye bağırdı, kurtaramayız, boynu kırılmış dedi. üstelik de o an içeride arkadaşları hastayı kurtarmaya çalışırken, duran kalbini çalıştırmışken, hasta hala yaşıyorken... Artık boğulmak istemiyoruz diyen Suriyeli Mülteciler sınır kapısına yığıldı, çocuklar hariç hepsi açlık grevinde... Esenler oto garı ana baba günü ama onlara bilet satışı yasak, yürüyorlar ...yayan, yapıldak...Macaristan olmamıza çok bir şey kalmadı.

O kaymakam Türk, o doktor Türk,  o botlarla onları binlerce  liraya karşıya geçirmeye çalışan insan tacirleri Türk, o adi can yeleklerini satan, piyasaya can yeleklerini yetiştirmeye çalışanlar Türk...

 Hani çok gurur duyuyoruz ya milliyetimizle önce bi insan olsak, biraz vicdan sahibi olabilsek...

2 Eylül 2015 Çarşamba

Eylül

 Artık güneş ne kadar yakarsa yaksın bu at kestanesi düştü önüme bir kere... Ben akşam üzeri o hırkayı aldım üzerime ve kuru fasulye pilav pişirdim, büyükanne motifleri, etamin işlemeler düştü bir kere aklıma ne kadar debelenirse debelensin son demlerini yaşıyor sıcak, yapışkan yaz. :)





Bu hafta geçen hafta başladığım Karahindiba Şarabını bitirdim önce...bir çocuğun gözünden 1928 yazını okumak bana hangi yıl olursa olsun tüm çocukların gözünde yaz aynı duygusunu verdi. yaza veda ederken okumak hele de tabiri yerindeyse  cuk oturdu ... Çocukluk  senfonisi gibiydi... Araba korna çalmaz , o deniz atının kükreme sesidir..Yaşlı kadının elleri kelebeklerin pudralaşması gibidir...ve yerinden kalkamayan yaşlı bir adam  binlerce kilometre uzaktaki Meksika'daki arkadaşını arar...o pencereyi açar ve telefondan ona sokağın sesini dinletir...ve çocuk karseşine  der ki , şimdi seni sevmiyor olabilirim ama sen yine de buralarda ol. Etrafımda ol... Bir gün yaşlanınca altın bir altın madenimiz olabilir ve biz sakallarımızı uzatır, verandada mısır püskülü şarabı içeriz...vay be der diğer kardeş, sakal uzatmak ha, bunu çok sevdim...
İşte böyle şırıl şırıl bir yaz şarkısı gibiydi...




Hemen arkasından  başladığım  "Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar" ise bir Ankara romanı...Yazar adeta, böyle sade, süssüz püssüz de anlatılabilir bir şey demiş... İki  çok eski erkek arkadaş  ve birinin sevgilisinde oluşuyor roman karakterleri...Birbirinden farklı üç kişi ve artık her şeyi üç kişi yapmaya başlamalarıyla yeni bir yön alan arkadaşlık ....fonda soğuk, yağmurlu Ankara sokakları ve geceleri...ben çok beğendim. Bir günde de okudum...






e- kitap olarak okuduğum Kızkardeşim İçin; aynı zamanda filme de alınmış...Lösemi olan kızkardeşine donör olması için dünyaya getirilmiş 13 yaşındaki bir kızın ebeveynlerini , artık bedeni hakkında kendi söz sahibi olmak için mahkemeye vermesini anlatıyor... kitapta her karakter kendini anlatıyor...konusu itibariyle çok ajitasyona açık olmasına karşılık hiç bu gibi şeylere kaçmadan yazılmış...




Şimdi bu ne diyor musunuz? Bu yaz, çok ağır olan gündemden biraz da bunlarla kaçtım sanırım...kah yetişkinler için boyama, noktaları birleştirme kah da böyle resim yapmasını beceremeyenler için hoş bir eğlence olan adım adım resim yapmayla. :)


Bu haftanın en güzel olayı, mahallemizdeki eski İETT garajı ve tramvay deposunun böyle şahane bir kafeye dönüştürülmesiydi...Bir kütüphanenin içinde olduğu duygusuyla oturup çay , kahve içmek,sohbet etmek istersen raflardan bir kitap seçip okumak çok ama çok güzeldi ..Hele de iki sokak üstümüzde olmadı ballı lokma tatlısı oldu....

Bunlar da bu haftanın filmleri...
beshkempir bir Kırgız sineması  örneği... Oradaki bir geleneği anlatıyor aslında... Fazla çocuğu olup da bakamayan bir ailenin çocuğu, durumu iyi fakat çocuğu olmayan bir aileye beş ihtiyar kafın tarafından yapılan bir ritüel eşliğinde veriliyor...filmin devamında çocuğun ergenlikten yetişkinliğe geçişini izledik...

Kutup Çizgisi Aşıkları...Milyonlarca tesadüf bu aşkı hazırladı... Çok beğendim, görselliklerin şahane oluşu da güzelliğini katladı filmin...


 Oooh Mis Mcphee ,tanımayan bilmeyen var mıdır ki onu...pazar günü üçüncü kez aynı keyifle izledim....

Limonata: umarım hak ettiği gişeyi  yakalamıştır...çok beğendim hatta bu haftanın en güzel filmiydi...İstanbul'dan Balkanlara uzanan bir yol filmi...


E gezdik, tozduk filmleri izledik, kitapları okuduk peki yemek ya yemek aç mı durduk?  :) olur mu hiç heleki de bizim evde... Dün oturdum tv karşısına hem Ayhan Sicimoğlu'nun o doyumsuz sohbetini dinledim hem de koccaa bir tencere kara lahana dolması sardım...valla tarif isteyen yandaki aşcı şapkalı fotoma tıklasın gitsin. :)

Ay daha ne yazayım dilim damağım kurudu anlatmaktan hadi gideyim ben..