Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

29 Haziran 2010 Salı

Bir yazar olsaydım satırlarıma, bir puslu Haziran sabahından sesleniyorum falan gibi bir cümle kurarak başlayabilirdim. Beşiktaş tarafında dolu yağıyormuş, burada gök gürlüyor, hava karardı ama henüz yağmur damlaları düşmeye başlamadı...

Salem Cadılarını anlatan bir kitap okuyorum... Brida'dan vaz geçtim bari yine büyülü müyülü bir şey okuyayım dedim ama henüz bir cenaze kısmında kaldık... tam yüz küsür sayfadır...Ama her an sandığı açıp, ne kadar dantel varsa çıkarıp dantel falı bakmaya başlayabilirim:))))Bir an önce bitsin istiyorum, bitsinki yeni kitaplarıma başlayabileyim...

Tatil yerimiz kesinleşti daha önce de dediğimiz gibi Amasra... çok görmeyi istediğim bir yer... kuzenim gidince - hayat boyu burada yaşayabilirim duygusuna kapılacaksın dedi.Bir başka heyecanım da İlknurla görüşecek olmamız... Günlerdir mesajlaşıyoruz , bize en uygun yeri bulmaya çalışıyor .İlknur'u ta blogcudan tanıyorum, hiç yüzyüze gelmedik, birbirimizin sesini duymadık ama Lale Abla dedikçe gerçek ablasıymışım gibi hissederim kendimi... hep diyorum ya ne sihirli bir dünya bu blog dünyası, dünyanın hiç gitmediğin yerlerinde hiç tanımadığın insanlarıyla bu derece kuvvetli bağlar kurabilmek ne müthiş ne inanılmaz... Düşünsenize aynı saadet zinciri gibi olduk... Nere gitseniz bir tanıdık var orada .

Kızlar tatile tam gaz başladılar... Naziş Metalica konseri ile ilk etkinliğini yaptı. Gamsegamse her gün başka bir yerde. Dün akşam yemek sonrası hep birlikte koruda yürüyüş yapıp Bordo Köşk de çay molası verdik. Hava limonata gibiydi tatlı serin , çok hoşumuza gitti. Ben Koruyu , yağmurda , karda her türlü severim ama bu halini ayrı severim.

Şimdiii zeytinyağlı fasulyeyi ocağa koymuşum, yoğurtlu kırmızı pancar salatası için pancarları soyulup haşlanmaya koymuşum yanına da erişte eee geri kalan tüm zaman benim kim demiş ev kadınlığı zor diye :))) Bir film seçerim kendime yanına bi kahve ... nazar etme noolur ... çalış seninde olur:)))

28 Haziran 2010 Pazartesi

Anneee bi gelll, Anneeee bi bak ...artık bizim ev de en çok duyulan söz bu. Gamsegamse bu sabah bu sözü belki yirmi kez söyleyince Kocamı bir gülme aldı anlatamam...
Tatilin ilk günü sayılır bu gün ve ben ilk günden çamura yattım, kahvaltıyı hazırlamadım, uyananamamış taklidi yaptım. Naziş hemen ben kornflakes yiyeceğim diyip olayı bitirdi.Neyse Koca insaflı çıktı da Gamse ile hazırladılar.

Dün akşama gelmeliyim hemen... Ebru blog adıyla Ebrucuk dört yıldır yaptığımız baskılar neticesinde İstanbula taşındı ve işe başladı... Yeni bir eve yeni bir hayata adım attı. Dün akşam Ebru'nun evinde toplandık. Zuz...Nalan...Zeya ve bittabiki Benn. Yine çok eğlendik...güldük... konuştuk bi sürü bi sürü yeni palanlar yaptık. Durmadan yiyip içtik, zaten Ebru'nun masası hazır ve nazır bizi beklemekteydi... masadan kalktık salonda, balkonda mutfak da, bulaşık makinesi yerleşirken hatta yeme içme işi devam etti. Evi çok ama çok güzel olmuştu...Güle güle otur Ebru, yeni hayatın sana yeni yepyeni güzelliklerle gelsin...Ebru2nun evi 12.katta ...aşağıda görülen manzara bu 12.katın balkonundan Zuz tarafından çekildi. O koca apartmanların arasında bu mahalle kendini korumuş kalmış, akşam olunca köpek sesleri falan gelmeye başladı bayıldık hatta Zeya ile acaba bu mahallede kiralık ev var mı ? araştırması bile yapmaya başladık. Evler öyle derme çatma değil, sokakları düzenli ve ağaçlı... Zuz ve Bana halamların Turhal'da oturduğu şeker fabrikasının lojmanlarını hatırlattıBizim dört yıldır süregelen artık gelenek olan adetlerimizden biri de doğum günlerimizin üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin, ilk buluşmada bunu kutlamak.. dün akşam da iki hafta sonra bile olsa benimkini kutladık...
Doğum günü hediyelerim de süperdi...Zeya'nın hediyesi olan bu kitabı ilk kez Yaşamdan Dakilar da görmüş ve çok merak etmiştim... Sabırsızlıkla sıranın onagelmesini bekliyorum
AhmetÜmit'in İstanbul Hatırası ise yine alınacaklar listem de olan bir kitaptı ve paketi açınca gözlerime inanamadım... Ebru'nun hediyesi olan bu kitapta yine Ahmet Ümit eşliğinde İstanbulda gezeceğim...

25 Haziran 2010 Cuma

Son elli yılın en soğuk haziran ayını yaşıyormuşuz ve dünya 10 yıllık yağışlı döneme girmiş.Yani önümüzdeki senenin haziran ayında son ellibir yılın en soğuk haziranını yaşamanız olasılıklar dahilinde...
Bu gün Cancan'la pek eğlendik yine , evi her zaöankinden biraz daha az dağıttık çünkü tam üç saat uyudu.. ve kalkar kalkmaz ciciaaaa mama dedi.Biber dolması ve yoğurt yedik birlikte... o pilav diyo ama olsun. Bizim ev de tam bir pilavcı oldu çıktı. Tüm pilav çeşitlerini seviyor pirinçmiş bulgurmuş farketmez.

Yazarken bir taraftan da Leonard Cohen dinliyorum... sisters of mercy diyor...valla çok utanıyorum ama Leonard Cohen'i Oray Eğin sayesinde tanımıştım...bir yarışmada jüri üyesiydi o kadar çok Leonard Cohen dedi ki, üle bi dinliyeyim dur dedim o dinleyiş... Mariah Carey ile tanışmam daha da bi hazin... Çok yıllar önce hani şu el arabasında kasetler satılan falan devir... Kadıköy Altıyol da bir kaset satıcısı Mariah Carey çala çala gidiyor. Ay diyorum işete bu yaa düşüyorum adamın peşine kim bu diye işte böle acıklı bi hikaye.

Yarın kızların ikisininde farklı farklı programları varmış. Yarını bilmiyorum şimdilik ama pazar için şahane bir programım var...

YARİM HAZİRAN

Kimbilir kaç baharı birlikte uğurladık seninle…
Kimbilir kaç yazı karşıladık kan ter içinde…
İlhamısın ergenlik şiirlerimin, o ilk Haziran’dan beri…
Yaşgünlerimin fener alayı, ilkyaz günahlarımın tanığısın…
Tanığısın yüzüme düşen gözlerin, terime değen ellerin…
Senle başlayıp, sende bitirdim bunca yılı…
Sendin hararetli yılsonu muhasebelerimin değişmez takvim yaprağı…
Tutkunum sana… Sadık, itaatkar ve hayran…
Yarım Haziran…Hasretle bekleyip, iple çektim gelişlerini çoğu zaman…
Sen hep iki bahar arasında, hazlar zamanı çıkageldin;
eteklerinde ilkyaz coşkuları ve isyanlarla…
Haziranlarda aşık, haziranlarda pişman, haziranlarda ergen oldum.
İşte burada yıllar yılı getirip, iadesiz taahhütsüz önüme atıverdin eski yaşlar…
Kimi hakkınca yaşanmış, kimi belki hiç yaşanmamış… Kimi çocuk, kimi genç, kimi olgun…
Her serin baharın ardından yaz kokulu, yıldızlı müjdeler taşıdın bana…
Hararetli ve çıplak Temmuz akşamları vadettin…
peşisıra hazan geldiğini hissettirmeksizin bir süre…
Gün oldu tomurcuk olup çiçek boyverdin;
gün oldu şiddet yüklü bir öfke bulutuna tutunup seller yağdırdın
gecikmiş bahar dallarının üzerine… hazırlıksız… insafsız…
Öncesiz ve sonrasız aşklarda oyaladın beni…
kimi gerçek çoğu, çoğu yalan…
Zamanla ibadet eder gibi sevmeyi öğrettin; üzerine kırağı düşmüş beyaz bir gül kadar taze…
bir o kadar kusursuz…
Anladım ki, Haziran’da sevmek yaman…
Yarım Haziran..Ocaklar kurdum sıcacık… Aşım, eşim, işim oldu katıksız, riyasız…
Oğullar ve gecikmiş heyecanlar verdin bana…
Gidemediğimiz uzak denizleri çocuklarımıza isim yaptık…
onlar yüzsün diye yüzemediklerimizi…
Geride kırık dökük onlarca Haziran bırakarak karşıladık yarınları…
Ve sen bağışladın hatalarımı yılsonu bilançolarında…
Sorguda ele vermedin beni… Tanıyamadılar kimlik tesbitinde bedenimi, kalbimi…
Kimbilir kaç sırrı sakladın… Kaçını ele verdin o gecikmiş hesaplaşmalarda…
Sen ilkyazdan alıp güze açarken kapılarını…
ben yazın sarhoşluğundan sonbahar serinliğinden aydım.
Seni beklerken kendime vardım.
Yadsıyamam, Sevildim ve sevdim çoğu zaman…
Müsebbibi sensin… Yarim Haziran! …
Yaşım büyüse de büyümedi içimdeki çocuk…
ama zamanla olgunlaştı Haziranlarım…
Yeni gelenler sonbahara daha yakın şimdi…
Eski mektuplar ve sepya renkli fotoğraflarla dolu bir albümde hayatım… Haziran doğumlu…
Kulağımda bir şiir Hasan Hüseyin’den artakalan:
Sokaktayım/gece leylak ve tomurcuk kokuyor/yaralı bir şahin olmuş yüreğim/ uy anam anam…/
Haziran’da ölmek zor”…
Lakin doğmak da zor Haziran’da…
Yaz kapıyı çalsada;
biliyoruz sonu hazan…
Yine de seviyorum seni…
Yarım Haziran! …

CAN DÜNDAR

Cuma

Kızlar haziranın sonuna geldik bu ne biçim hava diye bağıra bağıra giyinip okula gittiler... Bu gün son artık, ondan sonrası yan gel Osman bir dönüm bostan vaziyetleri... Benim havadan dolayı bir şikayetim yok oooh serin serin yatıyorum...

Aşk-ı Memnu izledik akşam ... senaryosuda internete sızmış netekim... kızlar Ednan şimdi burada derin bir soluk olacak... telefon zıızıt ayapacak... Bülent dergi okuyacak... Bihter şimdi elini başına götürecek derken izlemeye çalıştık... teknolojinin bu kadarıda fazla yani.

Dizi izledikten sonra kitap okuma seansına geçtik... Brida'dan bir kaç sayfa okudum baktım gece gece sarmadı, Dantel Falcısını aldım elime, hoşuma gitti. Bu kitabı aldığımı yazdığımda bir iki kişi merak ettiğini , okuyunca görüşlerimi yazmamı istemişti. Bazı bloglarda kitap eleştrilerine rastlıyorum da ...anam ben kim oluyorum da kitap hakkında ileri geri laf söylüyorum ... millet bu işin ilmini yapmış, kitap okumuyorlar cümle çözümlüyorlar. Benim gibi çayını kahvesini , fıstık tasını yanına alıp kitap okumuyorlar.

Bu gün Cancan geliyor, geçtiğimiz çarşambadan beri görüşmedKi,özledim çok...kelime dağarcığına bir sürü yeni kelime katmış. Artık bu kelimeleri söyleyip söyleyip alkış bekler benden:))

Şimdi gidip O' gelene kadar kahvaltımı yapayım.

24 Haziran 2010 Perşembe


Yeni bir film izledim Bright Star... İngilizlerin henüz yirmibeş yaşındayken ölen ama geride üç şiir kitabı bırakan en Romatik şairi ünlü İngiliz şair John Keats’in yaşamının son yıllarını ve bu esnada moda öğrencisi Fanny Brawne’la yaşadığı aşkı anlatan film... Eğer şiir seviyorsanız ve bir elbise tasarımına yakından tanık olmak istiyorsanız ve de bunları muhteşem manzaralar eşliğinde yapmak istiyorsanız bu film tam size göre demektir ... ben beğendim açıkçası...

Serçe Kuşun Sonbaharından sonra Brida-Paulo Coelho- ya başladım... benden önce okuyan Naziş çok sıkıcı bulduğunu söyledi ve daha önce okuyan bir kaç kişi daha aynısını söyledi...bakalım bakalım ben ne söyleyeceğim:))İşin kötü yanı sıkıcı buldum diye de bir kitabı bir filmi yarıda bırakamam...

Hava da yine yağmur havası var... Bana bakarsanız ben severim böyle havaları... ne güzel dolaşılır serin serin... yağmur insanı çileden çıkaracak boyutta olmasın yeter... son yağmur maceramdam sonra.

Yarın kızlar tatile giriyor artık... tam 51 gün tatil yapacaklarmış ... sonra okullar açılmıyor tabi ama öğretmenlerin seminer dönemi başlıyor...

Hadi gittim ben...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Dün gece gümbür gümbür gümbürdedi İstanbul... Şimşekler çaktı ama ne çakma...arkasından da sanki gök çatır çatır ikiye ayrılıyordu sanki... Çok güzel yağdı... umarım kimse zarar görmemiştir...umarım kimse o fırtınada dışarda değildir...

Bizim ev gün sayıyor... kızlar artık yarın tatile giriyor... bundan sonrası - Anne yiyeceğiz...kahvaltıda ne var... akşama program yapalım mı... hadi Babaa dışarı çıkalım... gece salondaki kanepeyi kapma yarışları... geç kalkmalar...geç yatmalar... eve geç gelmeler:(((
Gamse geç gelme konusunda dün akşam açılışı yaptı... okulun veda yemeğiydi, servis eve getirdi ama dışarda fırtınalar koparken nasıl gelecekleri konusunda yine de endişe duyduk...gece bir de geldiklerinde dışarda dolu yağıyordu...ama ne gam o çok memnundu hayatından...

Dün çok güzel bir sürprizle karşılaştım... kapı çalıp da - kim o diye seslenmeme aldığım cevap- kargooo oldu.Olabilir çünkü bizim eve iki günde bir kargo gelir zaten... Kime dedim... banaymış... İmzaladım aldım ...belli ki bir kitap. Açtım içinde ne bir not ne bir şey... kitabın adı Lolipop Pabuçlar... Kargo paketinin dışına bakınca anladım... Mart ayında Altın Kitaplar Yayınevinin ödüllü sorusunu cevaplamıştım ve bu kitabı kazanmışım. Cevaplamış ve unutmuştum bile...Ama ne ilginç ne kazandığıma dair bir mail aldım ne de kargoda bir not... neyse süper bir hediye oldu... kitabın konusu ilginç gibi duruyor...



Hafizalardan Silinmeyen Çikolata Romanının
Kahramanlarından Sürükleyici Yeni Bir Macera...

"Vianne, kızları Rosette ve Annie ile birlikte kaçmakta oldukları geçmişlerinden kurtulmak için Paris'e gelip Montmartre'nin parke taşlı sokaklarında bir eve yerleşirler.

Bir çikolata dükkânının üst katında kendilerini mutlu hissetmeseler de göze batmadan sessiz bir yaşam sürdürmeye başlarlar. Yaşamlarını altüst eden fırtınalar ve kaçışlar artık dinmiştir, en azından şimdilik.

Ancak, kötü geçmişini ve sürdürdüğü sahte yaşamları herkesten ustalıkla saklayan lolipop pabuçlu Zozie de l'Alba ailenin huzurlu yaşamına bir fırtına gibi girer ve o günden itibaren her şey değişmeye başlar. Ailenin kadına olan dostça yaklaşımı aslında göründüğü gibi biri olmayan acımasız Zozie de l'Alba'nın planlarını değiştirmeyecektir.

Vianne yaşamlarına giren bu kötü kadının planlarını anladığında artık bir seçim yapması gerektiğinin farkına varır. Ya daha önce de defalarca yaptığı gibi her şeyi yüzüstü bırakıp kaçacak ya da kalıp azılı düşmanıyla yüzleşecektir.Ama her şeyden önce kendisiyle...

Bu günle ilgili en ufak bir programım yok şimdilik, ilerleyen saatlerde ne olur bilmiyorum...

22 Haziran 2010 Salı

bu günlerde

Boş durmuyorum , bir şeyler yapıyorum, bir gün İlmiyemleydik akşamın geç saatlerine kadar. Okey grubumla buluştum... Bir akşam Naziş'in arkadaşı Neslihan'ın ailesiyle birlikte çok hoş saatler geçirdik Adile Sultan'da... Bir Beyoğlu yaptım... Eniştem yine hastanedeydi ve çok kötüydü... hatta bitkisel hayata girdi dedi drlar ama akciğerlerinde oluşan enfeksiyon iyileştirilince bilinci yine açıldı ama o kadar... Bir geceyi onlarla geçirdim ama hastaneden taburcu edilince dün akşam üzeri döndüm eve..

Kızlar karneleri verdiler... bu hafta sonu da O'nlar tatile giriyor... tatil programımız henüz yok... O'nların var da bizim yok-karı-koca yani- Aslında kafamda bir yer var... geçen gün tv de izlerken görüp aşık oldum hatta ev de bile değildim telefon açıp izleyin dedim... TRT1 de yayınlanan Köşebucak programında gördüğüm Amasra'ya bayıldım... Hiç olmazsa bir hafta gitmek istiyorum ama ne yapılır nerede kalınır konusunda İlknur'dan yardım istiyeceğim... Yaşasın blog dünyası ya, nereye gitmek istesem orada danışacağım ve canı gönülden yardım alacağıma inandığım arkadaşım var...



''Serçe Kuşun Sonbaharı'' nı okuyorum... Nazım Hikmet ve Hilmi Yavuzdan sonra bu kez Yılmaz Karakoyunlu isyancı değil aşık Bedrettin'i anlatıyor... Kimse birilerini fakirleştirmeden zengin olamaz sözünü düşünüp duruyorum günlerdir...mutasavvıf filozof ve kazasker Bedrettin... Özellikle 15. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu Fetret Devri sırasında desteklediği Musa Çelebiye verdiği destek ve modern sosyalizm uygulamalarını çağrıştıran Bedrettin... Bir başka biçimde , isyancı değil aşık bir erkek olarak karşımız da...İki kızkardeş Cazibe Ve Mariye ile isyanlarıyla ... Kitap da Yıldırım Bayezıd ve Timur'da Ankara savaşının bir başka yönüyle karşımızdalar... 436 sayfalık kitap da sonlara gelmek üzereyim... Size tavsiyem , eğer kitabı okumak isterseniz önce Ankara Savaşını ve Bedrettin'in bilerek okuyun... Kitap o zaman daha keyifli ve daha anlaşılır olacaktır...

Bunları yaparken hep ağzımda kekremsi bir tat...ülke gündemi yine çok ağır... yine bir sınavdan geçmekteyiz..

kalemini kılıç gibi kullanan İlhan Selçuk'da gitti...

19 Haziran 2010 Cumartesi

Babalar günü


Yarın Babalar Günü, bunca baba evladına ağlarken nasıl kutlayalım şimdi... nasıl sinsin içimize... Evladına ağlayan babalara mı? babasına ağlayan çocuklara mı? hangisine hangisine üzülelim... boğazımıza dizilen lokmalar, yüzümüzde donan gülüşler .... bizim babalar günü hediyemiz bu ...

16 Haziran 2010 Çarşamba

Çarşamba

Her zamanki gibi erken kalkmadım, kalkamadım... hala da uykum var... o zaman niye yatmadım dimi... bilmem...öle işte...sanırım sıcak bir gün olacak... henüz klimalı tarafa taşınmadım... geceleri uyuyabiliyorum... ama bizi çetin bir yaz bekliyormuş... yaz gelse yaz gelse diyenler düşünsün... hiç demedim valla... bana lazım olan iki hafta:)))... tatilimi yapar , denizime girerim tamam.

Dün bütün gün evdeydim. Akşam Zuz'la Natilius da buluşacaktık sonra rotayı Capitol'e çevirdik. Çünkü Capitolün yıldızı parladı heheh yani daha çok mağaza var... Bana doğum günü hediyesi seçmeye gittik... Ayakkabıdan yana kullandım tercihimi ve Capitol'de ne kadar ayakkabı mağazası varsa girdik çıktık , ne kadar ayakkabı varsa giydim çıkardım... iki ay önceki ayağımın çukura girme hadisesini hatırlıyormusunuz bilmem işte o gün bu gün ayağım problemli, hala ağrıyor diğerini de zaten bişzzat kendim Beyoğlunda yürürkene kırmıştım:))) işte iki ayağımı da haklamış biri olarak, dün akşam ayakkabı seçerken zorlandım... neyse sonuçda Zuz'un arkadaşı Kenan bana- bak Abla bu nasıl dedi ve ayakkabı ayağıma cuk oturdu, bileğimi kavradı, ağrıyan yerimi sardı ... ben de hah bu oldu dedim ve onlar da derin nefes aldı... Kenan ve Zuz benim seçememe durumumdan dolayı spora gidemediler ben de üstüne üstlük onları orada bırakıp koşa koşa eve izleyeceğim filme yetiştim :))

Aslında bu gün okey grubumla buluşacaktım ama okeycilerden birinin eşi ameliyat olunca iptal oldu...

Kızlar tatile girmeden evdeki yazlık işler bitsin istiyorum ama bitsin demekle olmuyor icraat gerekli dimi... hani nerde o icraat.

bi de şu an şunu dinliyorum. Nasıl da iyi geliyor ruha... sanki yaraları iyileştirir gibi

15 Haziran 2010 Salı

Sabah sabah mırıl mırıl

Yazmadığım sırada yeni bir yaş daha aldım... Dünya sahnesinde bir yaş daha devirdim. Kadıköy gecesinde küçük bir kutlama yapmıştık. Pazar günü de Cancan, Berfu ve Zuz'un katılımıyla bir kutlama daha yapık.Önce dışarı çıkalım dedik ama herkes gündüzün sıcağının tokatını yemiş , bitkindi... e bir akşam öncesi dışardaydık zaten Ben de rotayı eve çevirdim... Hemen dondurucudaki tavuğu ocağa, pirinci sıcak suya koydum. Hemencecik ciğeride kavurdum şöleee fıstıklı üzümlü bir iç pilav yaptım. Yanına tavuğu yeniden fırınladım, dondurucudan haşlanmış fasulyeyi çıkarıp bi de piyaz yaptım. E dolapta karnıyarık da vardı... Pastamızı da Cancan getirdi, oldu size doom günü yemeğiii. Birden bire planlanınca çok hazırlık da gerekmedi ...Gelenlere dışarı çıkmıyoruz, evdeyiz deyince valla daha çok sevindiler... güzel oldu... Yalnız resimler bol frikikli olunca sayfaya konma yasağı geldi heheheh.Yaşımı sorarsanız... Bir bar taburesi üstünde , hissettiğim yaştayım... Umarım şarkısından bir tornistan yaptığım için Teoman küsmez:)))

Kitap da Zemberek Kuşuna devam... artık sona geliyor ve sonu yaklaştıkça ilginçleşiyor...Murakami inanılmaz olayları o kadar basitmişcesine anlatıp, bir de üstüne üstlük inandırıcı kılıyor ki... insanlar kafa dinlemek için kuyu diplarine iniyor, durup duruken gökten garip nesneler yağıyor... ama okurken bunlar size hiç garip gelmiyor... Bir röportajında hiç kurgu yapmadığını her gün oturup aklına geldiği gibi yazdığını söylemiş.Bir sayfa sonrasında ne yazacağını kendi de bilmiyor. Bir maratoncu O aynı zamanda , o yüzden koşar gibi yazıyor... Kitaptaki isimler Japon olmasa... bir Japon yazarın kitabını okuduğunuz anlamanız olası değil. Bir Murakami kitabı okumamak ne büyük bir kayıp bir okur için. Ben beni Murakami ile tanıştıran Zero'ya bin teşekkür borçluyum. Bu yıl tam üç kitabını okudum, sıradaki kitabı ''Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında'' henüz almadım... ama alınacaklar listesinin başında...


Malum dünya kupası maçları başladı, bizim ev de vuvuzela dan nasibini bolca alıyor. Güney Afrikalılar coşkunun içine bu arı gibi vızlayan vuvuzela ile ettiler derken, dün akşam Naziş elinde vuvuzela ile geldi, cola içmişler arkadaşlarıyla, sponsoru ya dünya kupasının...promosyonları var... çekilşte de çıka çıka ona bu vızlayan şey çıkmış. Şimdi ilk iş Cancan gelip de onu görmeden yok etmek.

Bu sabah izleyeceğim filmi henüz seçmedim. Yanımda ''erkekler ne söyler kadınlar ne anlar '' adlı film var... Ben Afleck ve Jennifer Ariston'un... Zuz beğendiğini söylemişti. Bir aydır izlemeden duruyor belki onu izlerim... Ama önce bir kahve yapmalıyım...

düzenleme: Seçilen film Aşkın Son Mevsimi ; Jay Parini’nin romanından uyarlanan filmde, Tolstoy ile 48 yıllık karısı Sofya arasındaki karmaşık aşkın son yılındaki hikâyesine tanık oluyoruz. Helen Mirren filmdeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar’a aday gösterilmiş.

13 Haziran 2010 Pazar

KADIKÖY






.
Bu akşamı ailece Kadıköy gecesi ilan ettik. Önce Alkım'da kitap seçmece, içeri girer girmez dördümüz başka yerlere dağıldık. Herkes kendi tarzı kitabın peşine düştü, kasada buluştuk sonra:))) Kitaplarımızı alıp Kahve Dünyasına oturup biraz aldıklarımızı inceledik. Sonra Hümeyra'nın yolunu tuttuk. Akşamın büyük kısmı orada geçti. Akşamı Mercan'da sonlandırıp evimizin yolunu tuttuk. Çok güzel bir kitap aldım yine... Yılmaz Karakoyunlu'nun '' Serçe Kuşun Sonbaharı'' nı aldım. Okumaya başlayınca kitap hakkında konuşuruz...

11 Haziran 2010 Cuma

Giderim , gitmem derken gidiyorum... Naziş aradı - Anne , akşama programın var- Gamsegamse geldi- üstümü değişeyim hemen , çıkıyorum- Koca da ortalarda yok , arkadaş muhabbetinde eeee ben ne duruyorum yav dedim... Karnıyarığı pişirmişim yanına da bir pilav çektim eh karnı acıkan yesin... Üstüne de su içsin. Ben soluğu Teyzem de alıcam şimdi... Kuzenlerde gelecek... Akşam Beyoğlu muhabbeti... sabah birlikte kahvaltı... Geç saatlere kadar otururuz... Tüm Ordu'dakileri arayıp kıskandırırız... Teyzemle birlikte mutfağa girip - Anne yemekleri pişiririz. Ben Gülden'le kesin iki posta takışırım:)) Çünkü O'bana yine bi şeyi yüz kere sorar. Fato , durmadan çay demler, Halil zile basar börek yaptınız mı? der. Teyzemle Annemden konuşup bi posta ağlaşırız... ama çokça da güleriz.
Bu resim , Eniştem hastalanmadan bir ya da iki ay önce çekilmiş. Onların aşkı İlkokulda başlamış. Aynı sınıftalarmış. Eniştem ben Ayşe ile evlenicem dermiş ta o zamanlar... Her ilk tanıştığı insana hemen bunu anlatırdı, Teyzem de çok kızardı. Birlikte diş ddoktoruna gitmişler. Dr Teyzemin dişiyle meşgulken , Eniştem bir taraftan da aşk hikayelerini anlatırmış. Teyzem bir geldi, sinir küpü, ay utandım, doktora ne, ne münasebetsiz bu adam diye söyleniyordu.
Neyse işte şimdilik gidiyorum ben... kendinize iyi bakın, iyi bir hafta sonu olsun...

10 Haziran 2010 Perşembe

Cuma yazısı

Dün güne yeşil çay ve Kasabanın Yenisi adlı film ile başladım. Bridget Jones filmlerinden tanıdığımız Renée Zellweger'in bir filmi... Algıda seçicilik var ya, bu da bir başarı hikayesi. Üstü açık arabalara, şık kıyafetlere, yüksek topuklara alışık kariyer sahibi kızımız, Amerikanın tee öbür ucunda , karlar içindeki bir kasabada ki batmakta olan fabrikayı kurtarmaya gitti. Gitmişken hem fabrikayı kurtardı hem de kasabanın en yakışıklısını kaptı... Önce ondan nefret eden kasabalı onu çok sevdi falan... Kötümüydü, valla değildi.Ama çok bilindikti...

Sonrası Cannn Cannn Cancan...Bizi ısırdığı yetmiyomuş gibi sokak da , scooter kavgası yaptığı iki arkadaşını da ısırdı... Nasıl da kaşla göz arasında yaptı anlamadık o kadar insan...Hele o ne olduğunu anlamadan saf saf kollarına bakan çocuklar... Anneler eve losolin almaya koştu, ben mahcup:( Bi balkondan kayraa kayraaa diye çağırması yok mu, hem çağır hem ısır çocuğu... Hiç istifini bozmadan oynadı oynadı...sonra baktım evin yolunu tutmuş, merdivenlerden çıkıyo...Eve gelince de çuuuba dedi... yani çorba. O öyle, var mı yok mu demez, küpte der, pile-pilav- der, çuubaa der... senin vazifen onları vaktinden önce tedarik etmendir))))

Akşam Malum Aşk-ı Memnu izledik tek atraksiyon Ednan 'ın Bihter ve Behlül'ü taş evden aramasıydı... En atmasyon olaysa, Beşir'in çektiği görüntüleri taş vede çekmiş olmasıydı. Nası ya, Beşir atladı Riva'ya gitti, Evi de biliyodu zaten:))) kapıyı açtı, onlar yataktayken görüntüleri çekti. Bi kerem o görüntüleri, köşkün bahçesindeki serada çekmişti:))). Aşk-ı Memnu'nun son bölümü canlı çekilecekmiş, eğer Bihter'i intihar ederken canlı canlı izlemek isterseniz biletler 500 TL anacım... haber vermedi demeyin. Ama ben şahsen pijamalarımı giyip, ayaklarımı sehpaya uzatıp, elime de dondurmamı alıp öyle izlemek isterim...

Bu gün kü programım akşama doğru başlayıp, yarın akşama kadar sürecek uzun bir program... Kuzenlerle Beyoğlu buluşması. Gülden'le iki saat cebelleştik telefonda... gel şeöyle doya doya oturalım diye akşamdan askıntı oldu yüz kez yok dedim ama sürpriz yapıp gidicem... Aslında cumartesi programı başkaydı ama o önümüzdeki hafta kaldı...

Böyle işte... bu gün dondurucuya biraz nevale stoklamalı , bu hafta sonu pazartesiye kadar hepimiz yoğunuz... girip çıkıp yemek için, acıktıkça atıştırmak için atıştırmalıklar yapmalı...

9 Haziran 2010 Çarşamba

Canım Ailem'in finalini yaptık , sıradaki gelsin:))) Yazlık neşeli diziler bekliyorum, açık pencerelerden şarkı sesleri, patlıcan , biber kızartması kokuları gelsin , ben biraz Sofi Kinsella takılayım istiyorum... Bu akşam Naziş , yağmura isyan bayrağını çekti... dün durakta ıslanmış sıçana dönmüş bir kız görmüş , avaz avaz bağırıyormuş- Haziran ayındayıııız diye...

Bu gün okeyde destan yazdım... neme lazım Görümcem'de talaş böreğinin destanını yazmıştı. Yarın Cancan geliyor...süper...dün akşam telefonda ciciaaaa ciciaaa diye avaz avaz bağırıyordu... Kolumdaki ısırık izi hala geçmedi, bir üzülmüş taklidi yapmaz mı, inanasın gelir.

Bu ay kızların oldukça yoğun geçiyor. Naziş dün akşam bilgisayarda bi saat karne yazdı. Yıl sonu gösterileri falan da var. Tatil yaklaştıkça sabırsızlanıyorlar.

Valla gördüğünüz gibi bu gün işler kesat gitti, yazı malzemesi çıkmadı:)))
yağmur... yağmur... ev...ev... kitap...film... yemek pişirme... ev toplama... nereye kadar abi, ben okey oynamaya gidiyorum.

gitmeden şehnaz longa

8 Haziran 2010 Salı

Sen de pencereme vurup durma yağmur...


Yağmur hiç durmadan yağıyor, arada bir yavaşlıyor belki ama coştuğu zaman artık yağmur değil o... başka bir adı olmalı... ben buna yağmur demem... yağmur dediğim sicim gibi yağar, çiseler, ahmak ıslatan olur, hadi hadi sağnak olur... bereket olur. Peki bu ne, yine bi dünya zarar ziyan... Dün okulları tatil eden zihniyet bu gün etmedi niye çünkü bu gün dünden daha kötü de ondan.

Ben bi film izledim yine bu gün... Daha önce Gamse ile izlemeye kalktık ama O , başrol oyuncusunun dramatik ölümünü - Britany Murpy-hatırlayıp, izlerken rahatsız oluyorum demiş, bırakmıştık. Filmin adı Ramen Girl. Japonların ünlü yemeği Ramen'i öğrenmekl için inanılmaz bir çaba sarfeden, Amerikalı sarışın kız. Ustasına da sanki eti senin kemiği benim demişsin. Öğretti ama kızı da yerden yere çaldı... Düşündüm de ne çok başarı hikayeleri anlatan filmler yapıyorlar Amerikalılar ya da Avrupalılar... Bizim filmlerimiz de hep bir yenilgi, bir hezimet duygusu, dünya yanmış biz altında kalmışız... Komedi filmlerimize bile bir bakın, yine acınacak halimize gülme halleri... yanlış anlaşılmalar falan... Bu gün bir kez daha anladım ki bizim filmleri izleyince içime umut falan dolmuyor insanın... Valla haklıymışsın be Hıncalım Uluçum... Zorba filmini hatırlayan var mı??? hani şu Antony Quin'in ünlü filmi... Yaşamadığı , çekmediği eziyet kalmaz, her şeyini yitirir evi yanar kül olur ama en sonunda kalkar düştüğü yerden yıkıntıların içinde dans eder... Küllerinden doğar inadına inadına dans eder. Çok eski bir film izleyeli belki yüz yıl olmuştur ama o dans sahnesi hiç gözümün önünden gitmez.

Zemberek kuşuna devam bu arada ... Biraz uzadı ama iyi gidiyor... bu 736 sayfalık kitap bitince yine hemen hemen aynı kalınlıkta bir kitap bekliyor sırada... ama niyetim araya neşeli hafif bir şey sokmak... Zemberek Kuşu gittikçe ilginçleşen bir kitap, Haruki Murakami , yabancılaşma ve insan ilişkilerinin kestiremezliliği temalarını çok güzel işlemiş ... Bu arada Solmaz Kamuran'ın , İbrahim Müteferrika'yı eksen aldığı kitabı Macar'ı okumak içinde acaip sabırsızlanıyorum... Dün Alkım'da imza günü vardı ama malesef yağmur engel oldu. Tek tesellim inşallah yağmur nedeniyle ertelenmiştir.
Kitap dedik film dedik hadi bir de müzik diyelim, Asortik Krep sayesinde dinledim ben de bu gün. Kıraç söylüyor ; İstanbul Saklasın Bizi

Merak edenler için Ramen- resimler ve tarif buradan( ben filmi izledikten sonra erişte haşladım yedik karı- koca valla, marketlerde ramen eriştesi satılıyor, hemen alıp deneyeceğim)


MALZEMELER
1 paket ramen eriştesi
İsteğe göre tavuk veya kuşbaşı et 200 gram yeterli
Tavuk veya et suyu
2 adet pırasa
2 adet havuç
Yeşil soğan
1 adet turp
Yeşil biber
Soya sosu
Mısır
Kekik

HAZIRLANIŞI
Erişteleri kaynamış etsuyu tavuk suyunda7 8 dakika haşlayın ayrı bir tavada etleri pırasayı,havuç ve turpları ,yeşil soğan ve yeşil biberleri sıvı yağda kızartın yağı az kulanın ve biraz su koyun su malzemelerin yumuşamasını sağlar. Etler ve sebzeler ölünce ateşten alın üzerine kekik serpiştirin biraz soya sosu ve etleri haşlanan eriştenin içine boşaltın güzel pişmesi için kısık ateşte pişirin bir süre kaynattıktan sonra çukur bir kaseye yiyeceğiniz kadar içinden ve suyundan koyun kaseye koyduktan sonra biber istediğiniz baharatlar ve mısır ile süsleyin .

Şimdi gelelim Adsız yorum yazan arkadaşımızın sorularını cevaplamaya...


Optimum Anadolu yakası E5 karayolu üzerinde bulunan bir alış- veriş merkezi. İçindem buz pisti, outlet mağazaların oluşu burayı biraz daha cazip kılıyor...
Sinemalarda çay satıldığı için benim gibi film izlerken çay içmeyi sevenler için süper bir şey oluyor. Dün içtiğim çay, yasemin çayıdır ve özel bir şey olduğundan sinemada yoktu tabiki... Ben filmin ,kitabını okuduğum için daha önce, kitapta ne çok yasemin çayı geçtiğini biliyordum. O kadar ki , okurken hiç bilmediğiniz bir tat bile olsa canınız yasemin çayı içmek istiyor... Benim ki sadece bu film için kendime yaptığım bir hoşluktu...
Mercimek köftesi için çok özel bir tarifim yok hatta her seferinde internetten baktığım başka bir tarifle yapıyorum. Sonuçta hepsi aynı... Verdiğiniz link için çok teşekkür ederim. Murakaminin, her yılmutlaka bir maratona katıldığını ve daha önce bir bar işlettiğini bilmiyordum...



7 Haziran 2010 Pazartesi

YAŞAMAYA DEĞER

Dün yazsaydım bu yazıyı başlığım, yağmur yağar ıslanırımmm oy amann olurdu... Islanmak mı? ben daha önce demek ki, hiç yağmura yakalanmamış, hiç ıslanmamışım arkadaş...
Bir kaç gün önce Naziş, Optimum'dan Baba'sına iki adet t-shirt almış. Çok da güzel yapmış buraya kadar... Kocam t-shirtleri giyince gördük ki, birinin kolu yanlış takılmış, yani arka kısım öne gelecek şekilde takılmış ve bu yüzden ön tarafta potluk yapıyor... hem de anlı şanlı bir marka ha... ama benden kaçar mı... bir modelist eskisi var karşılarında... nedenini şip şak anladım... Naziş de dedi ki; öyleyse pazar günü hep birlikte gidelim değiştirelim , belki başka şeyler beğenir Babammm... eh iyi dedik... ya siz alın ben beğenirim diyen Kocam bile peki dedi... Sabah Gamsegamse'nin kahvaltı programı vardı okul aile birliği ile, O' kahvaltısına gitti, biz de saat bir gibi evden çıktık... Biz arabadayken Gamse aradı, kahvaltı sonrası Optimum'a geçmiş, daha evden çıkarken aklı bizdeydi zaten... Neyse biz Optimum'un önüne geldik, arabadan indik bir şarıltı, bir yağmur, sel akıyor, birden arabalar yarı beline kadar su içinde kaldı, yoldan sel akıyor, önündeki üst geçidin merdivenlerinden sanırsınız ırmak akıyor... İçeri girdiğimizden göz bebeklerimize, afersiniz şeyimize kadar ıslanmıştık... Gamse bizi görünce şok oldu. O herşeyden habersiz içerde dolaşıyormuş tabi. Hemen önümüze gelen ilk mağazaya girip tepeden tırnağa giyindik heheheh sonrada yeni cicilerimizle gezdik:)) valla ben kendime çok güzel bir elbise aldım:))) Sonra hadi bir yerde oturup sıcak bir şeyler içelim dedik. Kocamın t-shirtini de değiştirdikten sonra , o gazetelerini alıp Sturbucksa oturdu... Ben de kızlarımla gezdim de gezdim. Yanına gittiğimiz de Kocam, hiç gelmeyeceksiniz sandı... Bir gazeteyi( HABERTÜRK), tüm pazar ilaveleriyle birlikte satır satır okumuş, üstüne de tarih dergisini okumuş, bulmaca çözmüş anlayın siz artık... Biz O'na bi dakika deyip bu kez Migrosa daldık. Sonrası home swet home .Akşam da Surviour izledik..
.
Dünden öyle yorulmuşum ki, bu sabah yataktan zor kalktım... yeşil çayımı alıp bilgisayarın başına kuruldum ve bloğumu açtım gözüme Pandoranınkutusu'nun yazısı ilişti... Dün izlediği bir filmi anlatıyor. Film yeni vizyonda , ben görmemişim ama konusunu biliyorum.. Çünkü sevgili Ruhdağı'nın önerisiyle okuduğum Kirpi'nin Zerafeti'nin filmi bu... Filme alındığından haberim yoktu... Kitabı da çok beğenerek okumuştum... Hemen bi araştırma yaptım ve filmin Capitol' de ki sinemalarda gösterimde olduğunu tespit ettim... Yasemin çayımı aldım ve filmi izlemeye gittim heheheheh. Bu kitabı okurken canınız bir yasemin çayı çekiyor anlatamam... Burnunuza yasemin kokuları falan geliyo... Bizim yasemin çayımızda , Naziş'in bir arkadaşı tarafından Uzak Doğu'dan getirilmişti. Ama korkmayın tüm aktarlarda var:)) Filmi izlemeye giderken bardak termosunuz varsa hemen bir yasemin çayı demleyin , öyle gidin. Ama önerim önce kitabın okunması yönünde... Filmi çok başarılı buldum, tüm karakterler , kitabı okurken gözümde canlandırdığım gibiydi... Yalnız Renee'nin kadın arkadaşı ile yaptığı çay ritüelleri biraz
daha özenli olabilirdi, bunun onlar için ne kadar özel olduğu vurgulanabilirdi... Filmi izlerseniz , kitabını da mutlakokuyun. Film bir Fransız- İtalyan ortak yapım. Fransızca adı Kirpi... Türkçeye neden Yaşamaya Değer adıyla çevrilmiş anlamadım. Halbuki adının Kirpinin Zerafeti olmasının bir anlamı var. Filmde de bu vurgulanıyor zaten... Reneee kirpi gibi sert dikenli ve korunaklı bir kadın ama onların altında çok zarif biri... Neyse okuyun , izleyin derim de başka bir şeycikler demem daha....

On üçüncü yaş gününde intihar etmeyi planlayan on iki yaşında, son derece zeki ve üstün yetenekli bir kız çocuğuyla, müzik, resim ve felsefe meraklısı, Rus edebiyatı ve Japon sineması tutkunu elli dört yaşında bir kapıcının, kibar bir Japon beyefendisi sayesinde gelişen sıra dışı dostluğunu anlatan Kirpinin Zarafeti, Fransa'da yayınlandığı 2007 yılında 1.100.000 adetlik baskı sayısına ulaşan, göze çarpmayan güzellikleri yücelten, sınıflar ve nesiller ötesi bir dostluğu konu edinen zarif ve etkileyici bir roman. Her şeyin, özellikle de hayata dair mutlak olguların ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösteren nefis bir kitap. Barbery hayatın küçük keyiflerini, her şeyin Marcel Proust'un o sonsuz nostaljisi ile dengede olduğu muhteşem anları yakalamayı başarıyor.


Bu gün şiddetli yağış beklentisi nedeniyle okullar tatil edildi... Kızlar öğleden sonra eve geldiler... Eve girer girmez bir yayılmışlar, o derli toplu evimin yerinde yeller esmiş, birer battaniye alıp biri kucağına laptop bacağının altına yastık , diğeri tv karşısına yatmış oooh kebap... Ben görür görmez de - Anne tost yapsana... neyseki akşam yemeğini sağlama almıştım... et sote ve pilavımız , Akdeniz salatamız hazır... İş masayı kurup kaldıracak eleman bulmaya kaldı..

5 Haziran 2010 Cumartesi

cumartesilerden biri

Cumartesi sabahı... herkes uyuyor... Evin bu halini seviyorum... Sessiz,dingin...
Onlara bu gün değişik bir börek yapacağım;kahvaltıya... Bilgisayarı da zaten tarif bakmak için açtım... hadi bi de yazı atırayım dedim.

Dün Annesi toplantıya giden, Babaannesi de taşınan Cancan, bir iki saatliğine bize geldi. Geldikten yarım sat sonra öğle yemeğini yedi bir de baktım yatak odasına gitmiş, öğle yemeğinni yedikten sonra uyumaya gidiyoruz ya))) gel azcık oynayalım, uyku saatine var dedim, eee dedi... Ben de uyuttum... uyanır uyanmaz da küptee dedi. Neyse o uyurken köftesini pişirmiştim... Pilavıyla yedi...Oynadık, oynarken beni bir punduna getirdi , ısırdı, ben de küstüm, geldi öptü... barıştık... barışma kucaklamasında omzumu ısırdı...

Dün ; önceki gün beş -10 dk izleyip bıraktığım 27 Dresses'i izledim... Bu ara romantik - komedi takılıyorum önceki günde Melinda& Melinda yı izlemiştim -yazmışmıydım yoksa- Bir Voody Allen filmiydi... Bir olaya iki farklı bakış açısından bakan ilginç bir fildi. 27 Dresses ise öyle çook ilginç bir film değil... Jane hayatı boyunca tam 27 kez nedime olmuş, bu evlilik seremonilerine eşlik etmiştir.Kız kardeşinin evleneceği haberi üzerine,zaten artık işi gibi olan nedimelik görevini seve seve kabul eder. Ancak damadı gördüğünde fikri değişecektir: Çünkü müstakbel damat, Jane'in önceden gizlice aşık olduğu Kevin'den başkası değildir.

Sayfamın yan tarafında sayfalar bölümü var, artık izlediğim filmleri, kitapları, ara ara verdiğim yemek tariflerimi o sayfalarda topluyorum... Ha - Lale bi film demişti, bi kitaptan söz etmişti ya da ay yine garip bi yemek tarifi vermişti dediğinizde orada kolayca bulabileceksiniz.. Daha çok kendi kızlarım için oluşturuyorum... Annem bu kitabı okuduğunda acaba ne hissetmişti, şu böreği nasıl yapardı demesinler, gelip baksınlar... umarım blogger bir gün bize ihanet etmez...

Şimdi börek zamanı...Bu tarfi bir yemek sitesinden almış, kaydetmişim ama sitenin adını kaydetmeyi ihmal etmişim. Google de arama yaptığımda bir çok yerde aynı tarife rastladım...

Milföylü ve hazır yufkalı börek

* 10 veya 20 adet milföy hamuru

* 2 tane hazır yufka

* 1 şişe sade soda

* 1 adet yumurta (üzerine sürmek için)

* Çörek otu veya susam

* Her türlü iç malzeme kullanılabilir.

* Kıymalı patates kavurması

* Ispanaklı kıyma kavurması

* Kıymalı pırasa kavurması

* Peynirli maydanoz gibi....

Yapılışı: Tepsi ölçünüze göre 10 veya 20 tane milföy hamuru gerekiyor. Börek yapacağınız tepsinizi yağladıktan sonra yumuşayan milföy hamurunu tepsiye güzelce döşedikten sonra hazır yufkalardan birinide milföy hamurlarının üzerine buruşturarak yayın. Üzerine börek için hazırladınız harcınızı yayıp tekrar kalan bur yufkayı buruşturarak üzerine koyun. Kalan milföy hamurlarını tekrar en üste güzelce döşeyin ve 1 şişe sodayı üzerine döküp üstü kapalı olarak buzdolabında bir gece bekletin. Çıkarınca üzerine bolca yumurta sürüp, susam ve\veya çörekotu serpin. 170 derecede 40-45 dk. üstü kızarana kadar iyice pişirin.


düzenleme: Böreği kahvaltıya yetiştirdim... Beğendiklerini söylediler... özellikle Zuz; bayıldığını söyledi.

2 Haziran 2010 Çarşamba

akşamdaaan akşama

Cepheden bildiriyorum desem inanın, tam bir savaş alanının ortasında gibiyim. Cancan, Kaş seyehati sonrası ilk ziyaretini yaptı... Evi darmaduman edip 10 dk önce gitti. Bir ara kanepeden ikimiz birlikte kayıp aşağı indik, birbirimizi ısırmaya çalışırken.. . İnsan hem ısırmaya çalışıp hem kahkahalar atar mı??? Evi bilmem valla ama Cancan'la biz süper eğlendik. Parka gittik... Parkta sadece biz vardık, fırsattan istifade ikimiz birlikte kaydık. O Ciciaaaa diye çığlıklar attı. Bu benim İçi'likten( canımın içilik ten) Cicianneliğe transfer oluşumdu. Gerçi Ciciaaa diye uzata uzata söylerkende içimin yağları eriyor ama İçi içi bana özeldi yav, du unutturmayayım O'na bunu.. Nazlı Ablası gelince biraz da O'nunla alt alta üst üste boğuştular. İstersen de boğuşma adam her yerden saldırıyor:)))Akşamda Annesi gelene kadar aşağı top oynamaya indik... Ben de Annelerle lak lak ettim:)))

Dün akşam - Anneeeee Kadıköy'de buluşalım noooolur diyen Naziş'i kıramadım ve Kadıköy'e gittim. Alkım'ı dolaştık, seçtiğimiz kitapları Kahve Dünyasında oturup inceledik, lüp lüp kahveli çikolata drajelerini yuttuk ve aylık olağan alışveriş için Natiliusa geçtik. Akşam saati olmasına rağmen hava korkunç sıcaktı. Oraya gittik ki, Gamsegamse bizden önce gitmiş kapıda bizi bekliyor. 100 kez birbirimizi kaybede kaybede alış- veriş yaptık. Alışverişin en az yarım saat uzama nedeni de aynen budur. Kaybolan da Gamsegamse'dir. Şampuanların ordayım gelin, biraz önce ordan geçtik yoktun- aaa ordayım. Bir şeyler yiyelim öyle devam edelim derken yine zaman kavramını unutmuşuz. Akşam da Aşk ve Cezayı izleyip , Zemberek Kuşuna devam ettim... Ha bu arada yeni kitabım İpek Çalışlar'ın Halide Edip Adıvar Biyografisi... Zemberek Kuşu biter bitmez hemen ona başlayacağım...

Bu gün Cancan uyurken bir film izlemeye başladım ama baktım yarım kalacak bıraktım... Hoş bir filme benziyor, yarın sabah izler , yorumlarımı yaparım

1 Haziran 2010 Salı

güzel akşam sıcak yapış yapış gece

.E gözleriniz aydın, yaza yaza yazı getirdiniz... Dün gece evin yatmadığım koltuğu kanepesi kalmadı...En son gözümü açtığımda Gamse'nin yatağındaydım ve açık pencereden rüzgar yüzümü yalamaktaydı... Demek ki O' okula gidince ben de oraya geçmişim... Gece macerası şöyle başladı...Önce yatağa girdim beş dk sonra kalktım, -salona gidiyorum, yok klima çarpar , yok tv açık kalmış diye beni rahatsız etmeyin dedim... Gidip uyku moduna da ayarlayıp yattım, biraz, Zemberek Kuşuna devam ettim, biraz tv izledim , derken uyuya kalmışım... Bir şey hissettim uyandım ki, Kocam klimayı kapatıyor... yani o birazdan zaten kendiliğinden kapanacak ama yok maksat muhabbet olsun... Uyanınca hadi tekrar yatağaıma gideyim dedim... Beş dakika sonra alev attım sanki, tekrar klimanın kollarına koştum... Yani çok uyuz bir gece geçirdim.

Bu sıcak, yapış gecenin aksine çok güzel bir akşamı oldu . Zuz, Ben, Zeya ve Ebrucuk bir Kadıköy akşamı yaptık... tadına doyamadık... Ebru artık İstanbul'lu oldu. Üç yıl önce uykusuz bir gecenin sabahında, blog blog gezerken rastladığım Ebrucuk'la nerelerden nerelere geldik ve söyleye söyleye O'nu İzmir'inden alıp İstanbul'a taşıdık. Araya Ebru'nun İzmir'e gidip gelmesi, Zeya'nın Abisinin ameliyatı ve nekahat devresi, Dayım'ın vefatı sonra Zuz ve Zeya'nın tatili derken bir buçuk aydır görüşememiştik. Ama biz bu arayı bir gecede kapatmaya çalıştık... iki ayrı mekanda... Önce birlikte bir yemek yedik... Sonra Hümeyra'ya geçtik. Buradan daha öncede söz etmiştim. Çayınızı, kahvenizi hatta biranızı şarabınızı içebileceğiniz, acıkırsanız yine bir şeyler atıştırabileceğiniz çok hoş bir yer... Bangır bangır müzik de yok. En önemlisi çaylar porselen demlikte demlenip, ince belli belli kaliteli cam bardaklarda servis ediliyor. Çay deyince lök diye poşet atmıyorlar o afilli kupalara... Barış Manço Kültür Merkezinin tam karşısı ya da Şifa Hastanesinin yanından geçerken yine tam karşınıza çıkıyor, üç yol ağzında... Biz sohbetin içine dalmışken tabi yine saati unutmuşuz. Kadıköy meydan da vedalaşıp ayrıldık. Eve geldiğimde saat 12 yi çoktan geçmişti.

Dolmuşa bindiğimde kimse yoktu, dolana kadar bekledim, arkada kapı girişine oturdum hemen, dolmuşlarda herkes burayı kapmaya çalışır ya, pıt diye inersin, kimse sana para uzattırmaz Neyse bi kız geldi, çıtır, bir elinde sosisli, bi elinde dondurma, en sevimli haliyle kafasını içeri uzatıp, bana nerede ineceksiniz dedi- ben de cevap olarak -burada oturucam dedim. Haspam gitmiş oturmuşum, dolmuşun dolmasını beklemişim o kadar zaman, sanki koştura koştura ona yer tutmaya gittim heheheh yemezler canım en azından ben yemem.... Yolda bizim ev halkı aradı, tam Zeynep Kamil'deydim o zaman. İneceğim saati hesaplamışlar. Bir geldim ki, ineceğim yerde bekliyorlar... Güya hava alalım demişler, yesinler onları... Kayınvalidem'in bize taktığı isim geldi aklıma- Yedi Deliler- biz her yere kaplumbağa gibi sırtımızda evimiz gittiğimizden bize bu ismi takmıştı... Bu deyimin çok uzun bir hikayesi var ama başka zaman valla...Eve bir de çok hoş bir hediye ile döndüm... Resmini akşama mutlaka ekleyeceğim, görmenizi istiyorum çünkü... Sevgili Gümüşay, Zeya'nın Ankara seyehatinde göndermişti bana ama elime ancak geçti, yukarıdaki yazdığım satırlardaki nedenlerden dolayı... Bir mutfak Saati ama lale saksısı şeklinde... nasıl zarif bir düşüncedir bu , çok ama çok teşekkür ederim, sevgili Gümüşay...

Uzun bir post oldu ama bu ara izlediğim filmlerden söz edemedim, dün Leap Yearı izledim. Bir 2010 filmi... Fragmanını sinemada görmüş, izleyelim demiştik ama kısmet cd de izlemekmiş. Hoş bir romantik komedi... hafif, eğlenceli.. ve biraz klişe bir film. Ama uçsuz bucaksız İrlanda manzaraları için bile izlenilebilir...
konusu:
Erkek arkadaşının dört yıldan beri ona evlilik teklif etmemesi üzerine Anna, kadınların erkeklere Şubat'ın 29'unda evlenme teklif edebildiği bir İrlanda geleneğinden esinlenip ipleri ele almaya karar verir. Evlilik teklifi için erkek arkadaşı Jeremy'nin arkasından Dublin'e takip edecektir fakat kötü hava koşulları yüzünden yolda kalır. Dublin'e gidebilmesi için taşra ahalisinden Declan, Anna'ya yardım eder. Anna yolda Declan'a aşık olur.