Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

29 Şubat 2012 Çarşamba

Yatak odasına kamp kurdum.Tüm günü boğazıma adadım.

Evde turunç kokusu var...

Yeni tanışılacak yazarlar var ...

Komşuda kitap fuarı olmuş, payıma düşenler var...

Çemberimde Gül Oya; bence tüm zamanların en iyi dizisi...tekrarından, bile aynı tat alınıyor.

Aristo demiş ki -eti ve ekmeği aynı adamdan alma ...annem de bir ekmek noksan al , ekmeği fırından al derdi.

Akşam yemeği için kavrulmuş patetes tavaya yayılacak, yumurtalar için gözler açılacak. umurtaların üstüne birer damla kızdırılmış tereyağ dökülecek ve pişirilecek.Yumurta sarıları kayısı kıvamında kalacak. Ve bundan zinhar yenmeyecek.Patates hala yasak. Onun yerine kendim için ıspanağa yumurta kırılacak. Etli yemek kategorisine girecek yumurtadan dolayı...

DVD oynatıcıyı nereye soktuğu Naziş'e sorulacak.

Bu kadar...

boğazımda düğümlenen

Boğazım yangın yeri, kafam kazan gibi.
Yeşil çayımın içine zencefil ,limon atıyorum. Kekik çayı ile gargara yapıyorum. Annemin tülbentiyle boğaazımı sarıyorum. Olmadı fıs fıs sıkıyorum. Alt tarafı ısıtmaya üşenip buz dolabından soğuk süt içtim bir kaç kez üst üste. Bumudur yani bu mu?

Ne kitap ne film hiç bir aksiyon yok. Dün gece yarım yamalak seksenleri izledim o kadar.Yarına acile iyileşmem gerek.Bu günü buna ayırdım, türlü atraksiyonlar yapıp , boğazım olduğunu unuttuğum günlere dönmem gerek.

28 Şubat 2012 Salı

Zuz'la



Çok beğendiğim bir İSTANBUL videosu bu günün gönderisi...

Kardeş kardeş oturduk evde...Zuz, Gamsegamse'ye kazak örüyor. Ben de yeme içme, tv de izlenecek programları seçme işiyle ilgileniyorum. Üstün Dökmen'in programını izlettirdim önce şimdi de Fırsat ver Aşka adlı filmi izliyoruz moviemax de...

Hava soğuk ve kar yağışlı...

Bu günün de böyle geçsin kayıtlara...

27 Şubat 2012 Pazartesi

Cadde, film, kitap, yağmur falan filan

Başlıktaki caddenin anlamı, cumartesi günü Gamsegamse, Zeya , Ebrucuk ve bendenizin Bağdat Caddesinde gerçekleştirmiş olduğumuz program. Yeni mekanımız olan Zamane Kahvesindeydik. Yedik , içtik bolca sohbet ettik, caddede turladık.Dünya Aktüel kitapevinde kendimizden geçtik. Akşam çayımızı kahvemizi Gloria Jean'sde içtik ve evlerimize dağıldık.İçtiğim zencefilli ve limonlu yeşil çaya bayıldım. Kendim evde de yapacağım bundan sonra.

Gelelim filme...
Fifty fifty-50/50... 27 yaşında radyocu , genç bir adamın kanser olduğunu öğrendikten sonra, hayata karşı duruşu, ailesinin, sevgilisinin, kankasının hatta terapistinin ona yaklaşım şekli komedi-dram şeklinde anlatılmış.Filmde hiç bir abartı, öyle kenar süslemeleri falan yok. Bu kadar mı? yalın anlatılabilir diyorsunuz.Hayatta hiç ummadığımız zamanda istemediğimiz bir şey gelip bizi bulduğunda, bununla nasıl baş edebilirizin cevabı aranmış. Film bana kısa bile geldi, nasıl bittiğini bile anlamadım. Bu filmi izleyin isterim.Aspen Film festivalinde geçen yılın (2011) filmi seçilen , Broadcast’te en başarılı film senaryosu ödülünü alan (2011), müzikal ve komedi gibi ödüllerde de uluslararası alanda ödüller kazanmış ,ortalama izleyici puanı da 10 üzerinden 8 olan bir filmi izlememiş olmak istemezsiniz sanırım.

Şimdi kitap...

Paul Auster'in Kış Günlüğü...
Daha önceki yazılarımda , henüz kitabın başlarındayken; acaba bir yazarın hakkında bilmediğim bir şeyin kalmaması beni nasıl etkiler diye sormuştum.Ama okudukça gördümki; Yazarlığının dışında da çok sevdim Paul Auster'i... O kadar samimi anlatmışki kendini. Ben, kendimi anlatsaydım bu kadar samimi olabilirmiydim bilemem.
Dünyaca ünlü bir yazar da olsan, dünyanın öbür ucunda yaşayan bir ev kadını da annen aklına geldiğinde hissettiğin duygular aynı...Gece uykun bölündüğünde aklına gelenler hep kötü olaylar,taksi ararken senin dışında bir sürü başka taksi bekleyen olunca hissettiğin duygu da hep aynı...İlk gelen taksiyi kapmak.Ve eski günlerin geri gelmesini istemesen de özlediklerin hep aynı...eski telefonların zili, plaklar, siyah beyaz filmler,iki film birden oynatan sinemalar ve 30 yıl dayanan tost makinaları.Bu kitabı okurken kendinize doğru yolculuk yapmak garanti. Paul Auster ömrünün kışının kapısından içeri girerken bize bu yolculuğu hediye etmiş. Umarım ikinci bölümünü de yazma fırsatı bulur.

Hadi cadde, film, kitap tamam da yağmur nerede derseniz ; dışarıda...yani yağmur yağıyor:)

İyi bir hafta olsun hepimiz için .

26 Şubat 2012 Pazar

kuklalar-Hayvanlar ve Van Gogh Alive

Dali sergisine gidince serginin olduğu salonun tam karşısındaki tek kubbede Hayvanlar-Kuklalar sergisini kaçırmamız konusunda Gamsegamse tarafından tembihliydiktek kubbe salonunun kubbesi:)

Usta sanatçı, Saim Bugay'ı ölüm yıl dönümü değil, şubat ayına rastlayan doğum yıl dönümünde anmak amacıyla üç yıldır yapılan bir sergi bu. Bu yılki serginin konsepti ve konu başlığı 'HAYVAN''dı.
Ben size sergide en ilgimi çeken objeleri resimledim ama özellikle dikkatimi çeken şu altta gördüğünüz resim.Burada , parmaklılar içinde, fareler tarafından yenmiş kitaplar, daktilolar, miğferler, askeri şapkalar,hakimlerin celse açmak ve kapatmak için kullandıkları tokmak gibi şeyler var. Bu, Ergenekon tutuklamaları ve son tutuklamalar için yapılmış... Bakarken bile tüylerim diken diken oldu.
Sergi Tophane-i Amirane'de 1-Mart'a kadar devam diyor ve ücretsiz geziliyor.

Tophane'de işimiz bitince bir şeyler yemek istedik. Biraz da benim diyetime uygun olmalıydı. Antrepo 3 de ki Van Gogh sergisine gideceğimiz için oralardan fazla uzaklaşmak da istemiyorduk derken Uğrak Cafe'yi gördük. Görünüşte basit bir tostçu görüntüsünde ama içeri bir göz atınca, anladık ki, iş yerlerinin yoğun olduğu bir bölge olduğu için diyet yemek hazırlamakta usta olmuşlar. Bana süper bir salata üzerinde ızgara edilmiş tavuk parçaları getirdiler yanında da ısıtılmış esmer ekmek. Sos olarak sadece hafif bir nar ekşisi koymuşlardı. Nasıl lezzetli olmuştu anlatamam. Gözümün önünde dönerleri götürenlerin gözleri benim yemekte kaldı. Niyeyse böyle bir kaderim var:)
Yemekten sonra Van Gogh sergisi için Antrepo 3'e geçtik. Bu sergi dijital bir sergi. Van Gogh resimleri içinde yüzdük neredeyse. Çok keyifli bir oluşum gerçekleştirilmiş. Yalnız sabah saatlerinde gezin veya biletlerinizi biletix'den alın. Feci bir kuyruk oluyor ama hızlı ilerliyor neyseki. Yerlere serildik, oturduk, bağdaş kurduk, gezindik. Harika bir müzik eşliğinde içimize renkler doldu. En sevdiğim tablolar gözümün önünden defalarca aktı gitti. Bu sergi mayıs ayına kadar gezilebilecek.
Bu sergiden çıkınca hadi tam olsun dedik ve İstanbul Modern'de müstakil ressamlar ve 1950 li yılların soyut resim çalışmaları yapan ressamların resimlerinin olduğu sergiyi gezdik. Nuri İyem , İbrahim Çallı, Avni Arbaş,Bedri Rahmi Eyüboğlu,Nurullah Berk'lerle gözlerimiz bir başka şölene tanık oldu.

Bu keyifli gün şurada son buldu.Şimdi sırada , Sabancı müzesindeki Rambrant ve Çağdaşları sergisi var...

not: Yorumları yazdıktan sonra uçtu sanmayın yorum denetimi koydum birazcık:))

25 Şubat 2012 Cumartesi

Dali ile

Ben burdan yok kurdun ensesi, yok atalarımız şunu demiş bunu demiş deyince, bir baktım ki mail adresimden resim taşıyor.Zuz, hiç üşenmeden yüzlerce resmi göndermiş .

Tabi sıcağı sıcağına yazmayınca o an ki hisler buraya geçirilemiyor. Ama diyeceğim şu ki; Bizim yaşlarda olup da sanat tarihini sevenler için yurt dışına çıkmadıktan sonra bu resimleri görmek bir hayaldi.O açıdan bakınca sergiler gezerken; ben bambaşka bir ruh haline giriyorum. Kulağımda sanat tarihi hocamız Tuncay Hanım'ın sesi çın çın ötüyor sanki.

Biz o gün annemin deyimiyle 32 çarşambayı bir araya getirip tüm sergileri aynı gün gezdik. Çünkü Zuz'un artık Ayvalık'a dönme günleri yaklaştı.

İlk önce Dali sergisinden söz etmek isterim. Sergi konsepti, Gala ile yemek ve de İlahi Komedya.
Dali hep aşcı olmak istemiş. O yüzden eserlerinin bir kısmında anlatmak istediklerini, yiyecekler üzerinden vermiş.Sürrealizmin doruklarında gezdiriyor insanı...İlahi Komedya bölümü ; eğer Dante'nin bu eserini de okuduysanız tadından yenmez bir bölüm oluyor izleyenler için. Beatrice'nin Virgile'nin Dali tarafından görselliğe dökülmesi kitabı bir kez daha okusanız ,çok daha farklı olacağını düşündürüyor insana. Araf bölümünde günahkarların bindiği kayık. Cehennem bölümündeki yaratıkların, rehber Virgile'nin. cennet bölümündeki Beatrice'nin resimlenmiş halleriyle görmek çok ilginç ve büyüleyici oldu benim için.
Virgile



Beatrice

Aşağıda gördüğünüz resimden söz etmek istiyorum. Kadınlar, Dali'nin hayatında hep çok önemli olmuş.Önce annesi sonra karısı, sevgilisi, menejeri Gala...Hep koltuk değneği olmuşlar neredeyse Dali için. Buradaki koltuk değneğinin simgelediği bu...Kelebek ise karısı Gala...Yani Dali resimlerinde bir kelebek gördünüz mü? anlayın ki O' GALA:)

Dali sergisi bu kadar ama anlatacak çok şey var onlar sonra...

24 Şubat 2012 Cuma

Senden bana kalan

Dünkü resimlerin Zuz'da olmasından dolayı resimleri ekleyemedim. Ve aziz atalarımız bir kez daha haklı çıktı. Kurda sormuşlar ensen niye kalın diye O da kendi işimi kendim yaparım da ondan demiş.Zuz her gece başka yerde gönlüm hovarda vaziyetlerinde olduğu, İstanbul'da turist takıldığı için eve uğrayıp resimleri gönderemedi.

Bu güne gelelim. Biz bu gün Gamsegamse ile 5 dalda Oscar adayı olan - Senden Bana Kalan'ı izlemeye gittik.. Film bir kitap uyarlaması ve de bir dram ama sizi öyle salya sümük etmiyor. Yalnız havuzda, su altında bir ağlama sahnesi var.O sahne için bile izlemeye değer olduğunu düşünüyorum. Dramın son derece gerçekçi yansıtılmış olması, bu kel alaka dedirten Sid karakterinin , bir kaç sahne sonra niye katıldığının anlaşılır olması , filmin Altın Küreli olması , film hakkında benim kayda değer bulduğum notlarım.Şimdi hiç kimseye bu filmi izlemeyin demem. George Cooloney , ruhsal yolculuğunu bana film boyunca hissetirdi. Ama Oscar alır mı? derseniz bilemem...


Bu gün Gamse ile birlikte Çemberimde Gül Oya'nın tekrar bölümlerinden birini izledik. Televizyonu açınca birden karşımıza çıkınca ; tam da en sevdiğimiz sahnelerin olduğu bölüm olduğunu anladık.Mehmetlerin Yurdanur'u isteme sahnesi. Babası Yurdanur'un Mehmet ile evlenmesine izin vermeyeceğini söyleyip, üstelik etmedik hakaret bırakmayınca, Mehmet'in babasının fenalaştığı ve Yurdanur'un da onlarla birlikte evden çıkıp, gittiği sahne...
O sahne bitince ben Gamse'ye sandviç yapmaya başladım, o sırada dizi de günümüze döndü, Yurdanur kızına sandviç yapmaya başladı o, jambon koydu ben ton balığı, ikimizde marul koyduk ve aynı anda turşu koymuyorum dedik...Sonra bu tesadüfe hem güldük hem de yaşamın bu garip sürprizlerle nasıl daha da keyifli olduğunu anladık. Kitap okurken olur bazen tam elma yerken bakarsınzı kitap kahramanı da elma soyar birden iç içe geçer gerçekle hayal...Gülümserim o zaman kendi kendime...Yüzümün aldığı şekli aynada görmek isterim hatta.

Bu akşam Yalan Dünya izliyoruz. Çaydır, kitaptır takılıyoruz falan filan.
Yarına hoş bir programım var inşallah maşallah...

23 Şubat 2012 Perşembe

Bu gün

Sabah çayını Tophane'de bir çay bahçesinde içti.

Tophane-i Amirane' de Dali ile hasbıhal etti.

Dali sergisi karşısındaki Hayvan-Kukla sergisini kaçırmadığına çok ama çok sevindi.

Karaköy Antrepo 3 de Van Gogh ile gezdi tozdu, yerlere oturdu.

Öğle yemeğinde, Fındıklı'da hiç ummadığı bir yerde , önüne gelen harika bir diyet yemeği ile karnını douyurdu...

İstanbul Modern'de Nuri İyem, Bedri Rahmi Eyüboğlu ile gözlerini şenlendirdi

Akşam çayını İstanbul Modern'in terasından, karşı kıyılara, Üsküdar'a )) baka baka içti hem de Lise arkadaşı ile...

Vapurda geleceğin psikopatı ile tanıştı.

Bir anne çocuğuna , bak dedi bak... güneş doğarken veya batarken tarihi yarımadaya bak...İstanbul'un tarihi silüetini göreceksin. Yüzlerce kez gördüğü görüntüye dönüp baktı tekrar ve o sadece kontörleri belli olan görüntüye baktı, gözleri doldu....

Bu gezilerin bir bölümünde yalnızdı, yalnız olmadığı bölümlerde kardişi,arkadaşı vardı, Dali ve Kukla sergisinde Gamsegamse ve öğrencileri vardı hatta:)

Akşam yemeğinde de domates çorbası, mantarlı et sote, pilav ve yoğurt var

E daha ne yapsın bu kadınceyiz...

Resimler, detaylar yarına... Bu notlar biraz da kendim için oldu unutmamak için...

22 Şubat 2012 Çarşamba

Dün dün de kaldı cancağızım, artık yeni şeyler söylemek vakti...

Bu gün diyetisyen randevum vardı... Diyetisyenim beni çok beğeniyor:)) Son görüşmeden beri verdiğim kiloların hepsini yağ yakarak vermişim ki bu en çok tercih ettiğimiz şeymiş:))Böylelikle iki ay sonunda verdiğim kilo; tam 10 kg oldu.
Diyetin bana öğrettiği şey, yaşam tarzını değiştirmeden, sosyal yaşamını kısıtlamadan da bu iş olabiliyormuş. Dışarda yemek yediğimde salataların üzerine kırmızı et veya tavuk ızgara koyduruyorum, içecek olarak da suyu tercih ediyorum.İki dilim esmer ekmeğim zaten var... Yanına şöyle güzel bir sohbeti de katık ettin mi? iş bitiyor. Yürüyerek gidilen her yere artık yürüyorum. Mesela karşıya geçeceksem iskeleye mutlaka yürüyorum gibi...

Diyetisyenim bu gün benden çok memnun kalınca ödül olarak istediğinizi yiyin dedi. Biz de karıkoca önce Koşuyolu -Harem arasını arabayla gittik sonrasını yani Harem ve Üsküdar arasını sahilden yürüdük. Hava misler gibiydi. Martılar ve karabataklar için hazırladığımız ekmekleri unuttuğumuzu anlayınca pek üzüldük. Sonra benim öğle yemeğim vakti gelince yemeğimizi yiyelim , hem de ödülü öttürelim dedik. Ben ,bu kez bizim mahallenin kebapçısına gidelim dedim.Çoktandır yeni yerler keşfediyoruz diye onu ihmal etmiştik. Gidince bir kebabpçıda ne yapılabiliyorsa tüm etkinlikleri yaptık. Yani etinden , sütünden , yününden , yumurtasından faydalandık. Kebapçımız da bizi özlemiş ki ikramı biraz bol tuttu, daha yemek bitmeden künefeleri masaya oturttu.Ama , bakın burada gözleriniz yaşaracak, ben reddettim, künefeyi... Yolda, eve gelirken, bir daha ödül yemeğine sakın buraya gelmeyelim dedim.Yemek sırasında Macera Kitabım Özlem aradı, ne o bir etkinlikte misin? yoksa dedi hehehe bundan iyi tanım olamazdı doğrusu:)))


Dün başladığım ama yarım bıraktığım filmi bu gün tamamladım.Filmin adı ; Almanya'ya Hoş geldiniz. Almanyada ki ilk nesil ve son nesil Türk işcilerin birbirleri arasındaki iletişimleri , ne oralı ne buralı olmalarını, ben neyim , kimim sorularının cevaplarını aramalarını konu almış. Oldukça eğlenceli olduğu kadar da hüzünlü bir film. Filmi beğendim, izlemenizi öneririm ama Almanca bölümlerde alt yazı yok haberiniz olsun, vcd kayıtlarında da internetteki kayıtlarda da yok.

Kitapta Kış Günlüğüne devam... Biraz daha okuduğumda artık Paul Auster hakkında bilmediğimiz hiç bir şey kalmayacak. Artık kaşının üstünde yarığın nedenini de, ilk kez bi kadınla birlikte oluşunu da, annesi babası boşandığında, annesiyle birlikte gittiğini ve salondaki kanepede yattığını biliyorum. Hatta başka bildiğim şeyler de var ama müstehcen söyleyemem:)) Okurken çok hoşuma gidiyor ama sonra soruyorum acaba bir yazarı bu kadar yakından tanımak hoşuma gidecek mi?...Boru mu? Paul Auster , New York Üçlemesini, Yanılsamalar kitabını yazmış biri O.Neyse sonunda göreceğiz...

Dünün bir hoşluğu oldu. geçtiğimiz cumartesi günü AJANDA DERGİ'nin konuğu olarak gittiğimiz Nilli takı atölyesinin sahibi Elif Hanım ,mail atıp bu taraflarda işi olduğunu , uğrayıp bize hediye bırakmak istediğini söylemiş, hatta resim gönderip seçimi bize bırakmıştı büyük bir incelikle. Ben evde yoktum ama getirip, Kocama bıraktı. Bayıldık kolyelere, Gamse hemen okula giderken taktı. Zuz ve ben yeşim taşlı olanı seçmiştik, Gamse ise Karnelyan olanı, kahve siyahlı olan taşın adı kaplan gözüymüş, Siyah olan ise oniks...Ben de taktım kolyemi hemencecik.Elif Hanım taşların anlamlarını da yazmıştı, seçimimize yardımcı olması için.

Bu akşamın dizisi Muhteşem Yüzyıl...

Şİmdilik bu kaa

yavaş atın tekmesi

Blog yazmaya başlayalı tam altı yıl oldu... Blog arkadaşlarım dışında bir o kadar da dışardan okuyanlar var... Yorum yazmayıp mail yoluyla görüşlerini yazanlar var. Gittiğim bir restoranın yerini, aldığım bir ürünü nerede bulacaklarını soranlar, yurt dışında yaşayıp, buralarla ilgili soruları olanlar var.Ailece yaptıkları gezilerde benim gezi rotamı izlediğini yazanlar oldu. Hatta torba yasası çıktığında onunla ilgili soru soran bile olmuştu.Okuduğum kitapları burada yazdığımda geri dönen , kendi facebook sayfalarından yazıma link veren yazarlar var.Bunların yanında benim de takip ettiğim , bir filmi, bir kitabı görünce heyecanlanıp onun peşine düştüğüm , hiç bilmediğim bir şeyi öğrenip şaşırdığım, kızlarıma siz de bu blogları takip edin dediğim, yaptıkları yemeklere bayılıp evde hemen deneyip, hoşumuza gidince de denedik çok güzel oldu, bizim evin mönüsüne girdi diye gidip tekrar teşekkür ettiklerim var .
Şimdi bunları niye yazdım. Burası açık bir blog, önüne gelen herkes okuyabilir, beğenir beğenmez bu tamamiyle onun tasarrufunda...Yani burası yol geçen hanı... Facebook sayfamda bana ulaşması için onay vermem gerekir ama burada böyle. Tamam burayı istediği gibi okuyabilir, gidip başka sayfalarda dedikodumu yapabilir ama yazdıklarıma, yazma biçimime müdahale edemez.Kardeşim yazma biçimimi beğenmiyorsan git, okuma desem bilirim gelir yine okur. Okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden verdiğim tariflerden yararlanır. Bana hiç bir faydası da dokunmaz ama ahkam kesebilir.Benim ilişkilerimde tek kuralım vardır , haddini bilmek o da... Burada bahçe duvarları bahçe duvarları der dururum herkes bilir. Boşuna Lale'nin Bahçesi değil buranın adı. Yoksa sen meyva, sebze bahçesi mi? sandın.Ne kadar samimi olursam olayım , bahçe duvarlarımı hep korurum da ondan.Blogumu toptan götürenler oldu, hatta şablonuyla, vazgeçemedikleri arasında kızlarım, kocam, Cancan ve Zuz bile vardı . Yani almış toptan götürmüştü. O'nu uyardık, bloglardan bile gidip sen ne yaptığını sanıyorsun diye soranlar dahi olmuş



Dün, Leylak Dalı yazısının sonuna bir not yazıp bir hadsizin yorumundan söz etti, herkes kendi üzerine alınıp ben mi? ben mi? diye sormuş. Bu merak son bulsun diye yazıldı bu yazı. Benim yazma biçimimden rahatsız olan bu kişi, gidip Leylak Dalına beni uyarmasını söylemiş iyi mi? bence iyi:)))Şimdi ne diyelim it ürür kervan yürür diyelim olsun bitsin.

21 Şubat 2012 Salı

kalbin limon hali

Dün pırıl pırıl bir hava vardı...Soğuk, karlı günlerin ardından sımsıkı yapıştık ona ki bu gün de öyle...
Dünü kısaca özetlemek gerekirse
Önce kütüphaneye gidip, kitapları bırakrım ve dört yeni ödünç kitap aldım.Üç tanesi babam için, Osman Aysu ve Dawn Brown'un kitapları , kendim için bir şey almak istemedim bu sefer, çünkü evde sabırsızlıkla okumayı beklediğim kitaplar olunca kütüphaneden aldıklarımı da zamanında teslim etmek isteyince baktım üzerimde bir gerilim oluştu:))Yalnız yine de ismi ilgimi çeken bir hikaye kitabını arabada okumak için aldım.İnsan adı; ''Kalbin limon hali ''olan, kapağı kanaviçe işleme dokusunda olan bir kitabı almaz mı?.

Babamın kitaplarını eve bıraktıktan sonra Cancan'lara gittim. Yolda, arabada kitabımı okudum. Her hikayede bir şerbet, limon, kayısı, gül hele bir su şerbeti var ki tadından içilmez. Hikayeler içimi, güneş yüzümü ısttı, neredeyse şerbetlerin tadını ağzımda hissettim. Semoşla yaptığımız vişne şurupları geldi aklıma. Kasalar dolusu vişneden yapardık. Canı asitli bir şey isteyene soda ile sulandırırdım. Sabah kızlar okula giderken, akşam yemeklerinde makarnanın , pilavın yanında komposto niyetine, şöyle bir uğrayana hemen içine buz , nane atıp, yanında kurabiye ile nasıl güzel olurdu.Son yıllara kadar yapardım. tembelleştim mi? ne. Aman Gamse'nin aklına düşmesin hemen yap diye tutturur.

“Akasya ağacının dallarında toplanmış dünyanın bütün sessizlikleri. Yani, bütün çığlıkları. Hikâyeleri ve şerbetleri. Öykülerin hepsi kendilerini sessizliğe teslim edivermişler. Her susuş bir şerbete düşmüş. Kokular havada dans etmiş. Ben bir çocuğum. Şefkatinizin, şehvetinizi yendiği o yerde insan olmayı, insan kalmayı bekliyorum. Sustum ben. Parmaklarımdan kızılcık şerbetleri damlıyor, kalbimden çocukluğum.”

Her biri bir başka şerbetle “tatlanan” öykülerden oluşuyor Kalbin Limon Hali. Limon şerbeti, kayısı şerbeti, demirhindiba şerbeti, erik şerbeti, gül şerbeti... Her öyküde bir şerbet, bir tarif, bir hayat. Mübeccel Hanım, Ayşe, Zeynep, Kazime Hanım, hep bildiğimiz, tanıdığımız, canı yansa da yüksek perdeden bağırmayan kadınlar. Bir adım geride duran, aldatılan, aldatılan ama aldatılmıyor“muş” gibi yapan, törelerden canı yanan kadınlar... Elif Ayla’nın öykülerinde onlarca eve misafir oluyor, bir köşede sessizce oturup “mahrem” yaşamlara ortak oluyoruz. Boğazımız düğümlense de kimi zaman, ikram şerbet olunca, tatlandırıyor dilleri, gönülleri.

(arka kapak, kitap tanıtımından)

Hiç tanımadığım bir yazardı Elif Ayla, ben tanıştığıma memnun oldum. Bana limon ağacının insan kalbine benzediğini öğretti.


Gittiğimde, Cancan tabi okuldaydı ama Uras yeterli ilgiyi gösterdi eksik olmasın:)) Zuz'da geldi. Birlikte yemek yedik. Berfu diyetime uygun yemekler hazırlamıştı, onlar üstüne şekerpare de yediler ama olsun ne yapalım:))

Akşam Cancan'ı okuldan almaya ben de gittim. Nasıl sevindi anlatamam. Elimi tuttu hoplaya zıplaya konuşa konuşa eve geldik. Cicianne benim odamda oturalım dedi. O'na çok önceden hediye aldığım Her Güne Bir Masal adlı kitabı elime verdi, iki hikaye okudum ona...Üç domuzcuk ve hain kurt ve Bezelye Ağacı...Gece yatıya kalmam konusund da çok ısrar etti, kıyamam O'na ama kalamadım , geç saatlere kadar oturup gönlünü yaptım, banyo saati gelince de kaçtım.

Dünün hikayesi bu kadar... Şimdi günü yakalamak lazım...

20 Şubat 2012 Pazartesi

bu pazar

Yat yuvarlan bir pazar günü geçirdik tek firemiz vardı; Naziş... Bir arkadaşa bakıp çıkıcam pardon bi kahve içip gelicem dedi, akşamın köründe dondum donduum diye diye geldi.Koca'da maça kaçınca, ben hafta içinin dolu programanı göze alarak ; Gamse'nin tüm itirazlarına rağmen biraz eve ilgi gösterdim. Yemek işini şipşak hallettim, akşamdan kalan köfteler patates; domates, sivri biber ve salçalı sos eşliğinde yalancıktan bir İzmir köfte olayına dönüştü. Nalan'a giderken yaptığım buğday salatasından artan haşlanmış buğday da yoğurtlu buğday çorbasına dönüşünce hadi bir de mercimekli bulgur pilavı attırayım dedim, portakallı kerevizimiz de vardı zaten kıvırcıklar da suya basılınca yemek işi bitti.
Kendime öğle yemeği hazırlarken, Gamse'ye tontonlu makarna mı? yoksa benim yemeğimden mi? yiyeceksin dedim, seninkinden yerim dedi. Ben adamımı bilmezmiyim, iyi ki sormuşum. Tavuk şinitzhelleri evirip çevirdim yağsız tavada, biraz kekik, kırmızı , biberle tatlandırdım, sivri biberleri ilave ettim, iki de domatesi iri parçalayıp tavaya attım , sulanmasına fırsat vermeden altını kapattım yemeğin ve daha önceden yıkayıp doğradığım rokaların üstüne aldım. Süper olmuştu.
Yemek sonrası , yedi otlu çayımı aldım ve doğru kendi odama gidip kitaplarıma yumuldum. Murat Gülsoy'un kitabından bir kaç sayfam kalmıştı onu bitirdim.

Murat Gülsoy, hikayenin bin türlü anlatış şeklini gösterdi. İstanbul için kalbinden içeri girilen başka bir şehir varmıdır? dedi rüyalarından kaçan, çerçevelerden dışarı fırlayan, hikayelerden kaçan kahramanlarıyla başka bir kitabına kadar bana veda etti.Kitabın içindeki çizgi öykü en beğendiğim öyküsüydü. Hem hüzünlü, hem çok şaşırtıcıydı.
Tanrı Beni Görüyor mu?kitaba ismini vermiş olan , kitabın son hikayesi. Bu hikaye , hepimizde olan bir duyguyu sorgulamış. Hani hiç kimse bizi görmese bile yapmaktan imtina ettiğimiz şeyler vardır. Kimse görmese bile Tanrı, yaradan görür deriz yani biraz inançlarımızla ilgili bir hikayeydi ve bence en gerçek hissettiğim hikayesiydi.

Murat Gülsoy'un kitabı bitince, yarın kütüphane teslim günü gelen; Palamut Zamanı Aşk'ı okudum.Hiç ara vermeden bir kaç saatte okuyup bitirdim. Zaten bazı yan sayfalar, şiirlere ayrılmıştı, biraz da o yüzden çabucak bitti.

Zaman palamut zamanı,
Sabır ister palamut,
Yüreğim ise aşk ister,
Seni özler ruhum,
Palamut yerine seni çeker ellerim,
Ah be deniz ver çaldığın zamanı..."

Fikret Yıldırıcı, Palamut Zamanı Aşk'ta, büyük kentin arasına sıkışmış olan bir mahalleden yola çıkarak, yaşamın uzağında hayaller kuranların baş tacı ettikleri denizin, balıkların, gökyüzünün, kısacası özgürlüğün peşinden gidiyor.
Bildiğimiz zamanların kokusuyla yazılan bu romanda, aşık olmanın bütün çekiciliği ve sancıları bir televizyon tamircisinin zihnine yansırken, değişen zamanların ve uzaklaşan hayallerin de yası tutuluyor.
(arka kapaktan)

Bu gün izlediğim iki de tv programından söz edeceğim. İlki Ayla Kutlu ve Nazlı Eray'ın TRT Türk'de yayınlanan ''Hayat Bir Masal'' adlı programları.
Nazlı Eray İstanbul'u dişi, Ankara'yı geçkin bir dişi, Sivas ve Adana'yı erkek şehirler olarak tanımladı. Açık denizler erkek ama gemiler kadındır dedi. Yıllar önce dil dersinde hocamız Fransızcada ki erkek ve dişi kelimeleri anlatırken, İngilizcede bir tane dişi kelime vardır oda ship yani gemi demişti.İki yazar arasındaki tatlı çekişme çok hoştu, Ayla Kutlu, Nazlı Eray'ı erkeklere haksızlık yapmakla suçladı:)Erkeklerin konuştuğu konuların kadınlar, maç ve arabalar yaşları ilerleyince kadınlar, politika ve arabalar üzerine olduğunu söyleyince.
Valla Bence Nazlı Eray çok haklıydı:)))

İkinci program kocamın favori programı ;Yol ve Müzik. İzlemekle kalmaz izlemeye de teşvik eder.Bu gün yol tüm dinlerin buluşma merkezi Hatay'dı... Gitarla eşliğinde çok hoş bir sohbet,çok güzel şarkılar ve insanda kalkıp Hatay'a gidesi getirten Hatay görüntüleri vardı.Bu program da her pazar Habertürk de...

Bu gece Paul Auster'in Kış Günlüğüne başladım. Benim doğduğum yılın doğduğum ayında yani haziran ayında Paul Auster belki de benim doğduğum saatlerde parkta arkadaşlarıyla oynarken kafasını yarmış.Daha doğrusu arkadaşı ile çarpşınca arkadaşının dişleri kafasına geçmiş.
Kitabın çevirmeninin Aydın Üstüntaş ödülllü olması ise benim için ayrı bir hoşluktu. Aydın üstantaş yani Aydın abi, Ordu Şehir Tiyatrosu kurucularından, tiyatroya gönül vermiş biriydi aynı zamanda da, hem komşumuz hem de dedemin fabrikasının muhasebecisiydi. Bu tür ortak noktalar, okuduğum kitabı daha bir ayrıcalıklı kılıyor benim için.Yazar kendi yaşamından söz ederken , onunla yol alıyorum sanki tuhaf bir duygu geçirdi bana. Henüz 40 sayfa okudum. Daha konuşuruz bu kitap hakkında sanırım.

Eveeet yedik içtik, kitap dedik tv dedik. Ayol daha ne olsun.

Hafta sonu biterken başlayacak olan hafta hepimiz için keyifli, kazançlı, bereketli, gezmeli tozmalı, okumalı,izlemeli en önemlisi de sağlıklı olsun...

18 Şubat 2012 Cumartesi

Biz bu gün

Bu güne damgasını soğuk vurdu... Uzun yıllardır bu kadar soğuk hava ile karşılaşmamıştım ya da unuttum bilmiyorum. Bu gün tüm İstanbullular söze hava ne kadar soğuk diye başlamışlardır eminim.Halbuki güneş ne kadar parlaktı meğer üçkağıdın daniskasını yapmış.

Bu gün Zuz , ben ve Gamsegamse Moda'ya gittik. Amaç hem oralarda gezinmek, çay kahve yarenliği yapmak hem de Ajanda Dergiden Sinem Ergun'un daveti üzerine Nili takı tasarım Atölyesini ziyaret etmekti.Biz Atölyeye gidiyoruz derken çok candan , çok samimi , sıcacık bir ev ortamıyla karşılaştık ve yeni koleksiyonu hem yakından gördük, hem de takıp takıştırıp biz de nasıl göründüğünü denedik. Ben tabi meşhur alerjim nedeniyle bir şeye dokunamadım ama Gamse ile Zuz takıp takıştırdılar. Daha yakından bakayım derseniz tık.



Atölyeye gitme öncesinde Moda-Kemal Usta'da kahve molası verdik. Gamse tabi doğrudan Waffle olayına girdi:))Önce güneş ısıttı ama sonrasında brrr...













Kahvelerimizi içer içmez kalktık hemen...
Artık her yerde Türk kahvesini çok şık sunumlar halinde servis ediyorlar. İnsanın içmese de içesi geliyor bazen.

Bu gün aslında programda Dali Segisi vardı ama soğuk yüzünden hafta içine bırakıp eve döndük.

Bu akşam Naziş Silivriye gitmişti sanırım geç döner, Ben ya Kocamla Keşanlı Ali'ye ya da Gamse ile Yahşi Cazibe'ye takılacağım.

Şimdi gidip portakallı kerevizin yanına bir köfte mönüsü bir kıymalı salçalı makarna yapayım, yemekte ne var derlerse spagetti bolonez var derim:))



cumartesi sabahından dır dır vır vır



Cuma günü beklenen kar gelmedi...Felaket senaryolarının hiç biri tutmadı...Az kaldı bu yüzden neredeyse bir ay öncesinden yapılmış olan programımı iptal edecektim. Ha yağdı ha yağacak, deniz ulaşımı duracak derken ,akşam altıda evden çıkıp zıp zıplaya zıplaya Nalan'ın evine gitttim-gittik.

Evden çıktığımda kar tıp tıp atıyordu ve hava gerçekten soğuktu ama ben de zımazınk giyinmiştim. Üsküdar İskelesine varmamla Kabataş motorunun kalkması bir oldu.Biz üç kişi, iki delikanlı ve ben ölece baktık ama ben gitmee diye bi bağırdım ,çünkü bir sonraki 20-25 dk sonra ,o soğukta bağırılmaz mı?)).Bir de baktık motor tıp tıp bize doğru gelmeye başladı, bu bizi mi? almaya geliyo yoksa dönüyo mu? demememe kalmadı, yanaştı iskeleye bizi aldı.İnsaflı kaptan soğukta denizin ayazını almamıza razı olmamış.Neyse Kabataş'tan da finükülerle Taksim'e çıktım ki Zuz'la buluşacağız, metro turnikelerinin önünde. Bekle bekle gelmez,ararım duymaz. Sanki Fizandan geliyo diye söyleniyorum, yanımdakiler tuhaf tuhaf bakıyorlar bana. Neyse geldi sonunda da Nalan'ın evine vasıl olduk.

Çok güzel bir gece geçirdik, Ebrucuk, Zeya, Ece, Magissa ve de Zuz ve de ev sahibimiz Nalan ile birlikte.Ebru'nun yeni yaşını da kutladık.Çok ama çok keyifli ve çok lezzetl, bir gece oldu.Ben diyetime çok ihanet etmemeye çalıştım. Mantıya karşı biraz dayanabildim ama Konya -etli ekmek beni çok zorladı:)) Sohbet muhabbet derken gece yarısı oldu ve sonunda hep birlikte kalkıp evlerimize döndük.Geldiğimizde herkes uyumuştu, usul usul yataklarımıza girdik.

Şimdi herkes uyuyor, ben kahvaltıyı hep birlikte yapabilmek için saat 10 da ki ara öğünüm olan badem ve kayısımı yeşil çayla birlikte kahvaltı niyetine yedim.

Dün Adam Sandlerin yeni vizyona giren Jill ve Jack'i izledim. Hayatımda izlediğim en kötü filmdi.İzlerseniz küserim:))Konusunu okuyup, fragmanını da izleyince çok eğlenceli gelmişti ama tek kelimeyle tahammül edilmezdi. Kuzenim Funda-Lale abla,sinemada yarısında çıktım dün dediğinde onu dinlemeliymişim.

Bu gün hava güzel gibi görünüyor, soğuktur mutlaka da bakacağız artık...Moda civarlarındayım bu gün.

Okuduğum kitap...Tanrı Beni Görüyor mu?-Murat Gülsoy...Murat Gülsoy'un daha önce de Bu Fimin Kötü Adamı Benim adlı romanını okumuş beğenmiştim. Bu ise bir hikaye kitabı.. bir çizgi öykü de de var.Sanırım artık sık sık karşılaşacağız bunla ..Murat Menteş'in -Korkma Ben Varım-adlı kitabının bir bölümü yine böyle çizgi roman şeklindeydi.. Kitapta ki hikayelere dönersek bir çoğunda varlık sorgulamaları var. Hikayenin dışına çıkan kişilikler,rüya içinde rüyalar var. Kısaca Murat Gülsoy bin farklı yoldan öykü anlatmış bize. Kitabın kapağında çok ünlü bir tablonun resmi var...Tabloda ki çocukta, aynı Murat Gülsoy'un hikayelerinde ki, kahramanlarının hikayeden kaçmaya çalışmaları gibi o da çerveden dışarı çıkmış..İspanyol ressam Perre Borrel del Caso'nun ''Eleştriden kaçış'' adlı tablosu...Bu ismi bir yere bakmadan yazdığımı düşünürseniz kendi adıma teşekkür ederim ama çok fazla yanıldığınızı da söylemeden edemem:)

16 Şubat 2012 Perşembe

Günün

Günün hava durumu...pırıl pırıl güneş ama kandırıkçı, dışarı çıkınca soğuk

Günün yemeği... Kuru biber ve kabak dolması... yoğurtlu makarna(ben sadece dolma yiyebiliyorum, etin yağıyla pişti, ekstra yağ konmadı , ekmek durumu içindeki pirinç oranına göre ayarlanacak)

Günün etkinliği... Okey grubuyla buluşma...

Günün güzelliği... Çikolatalı krep ve demleme çay yazarı Emi Varon Eskinazi'nin mail atıp, kitabını aldığımız ve okuduğumuz için teşekkür edip, New York'dan sevgiler göndermesi...

Günün sıkıcı haberi...yarınki hava durumu...Kar geliyormuş, kar çok etkili olmasa da fırtına deniz ulaşımını etkileyecekmiş. Yarın akşamki deniz aşırı programı etkileyebilir mi??

Günün merak edileni...Gamse anahtarını yanına aldı mı?kapıda kalması ona bir ders olabilir mi?

Bu kadar şimdi giyinip , yola çıkma vakti.

15 Şubat 2012 Çarşamba

@Kafka Kafe

Bu günün keyfi Asis(Butterfly) ile yeniden İstanbul'da buluşabilmekti... Enise^ de katılınca daha bir keyifli oldu. Soğuk İstanbul sabahında sımsıcak bir kahvaltı yaptık Kafka Kafe'de... Yine çayı çok güzel menemeni çok lezzetliydi...Kahvaltıdan da lezzetli olan sohbetti... Kitaplar arasında kahvaltı etmek de cabası...

Kahvaltı, sohbet derken saatler geçmiş anlamadık bile kahvemizi Fazıl Bey'de içmek üzere ayrıldık Kafka'dan. Kahvecimizin önerisi üzerine ben zencefilli Türk kahvesi içtim, Asis ve Enise damla sakızlıyı tercih ettiler. Hepimiz de memnun kaldık. Zaten 10 kere sordular beğendiniz mi? diye :))
Kahveler içildi yanına birer sigara tellendi ayıptır söylemesi. Otlakçılıkta rakip tanımam:)Ayda yılda bir kahve ile bir karanfilli sigara tüttürüm yoksa aklıma bile gelmez. Ama keyifli bir sohbet sırasında yanımdaki arkadaşımın sigarası varsa kahvemin yanında içerim hiç anlamam... Bu gün de aynen onu yaptım...

Vedayı Baylan'da yaptık ve ben Asis ve Enise'nin binbir damak lezzetleriyle döndüm. Akşam kızlar bayram edecek...

Kadıköy'e gidince YKY'na uğramadan olmaz. İçeri girince de boş çıkmak olmaz:))Orhan Veli'nin kendi sesinden şiirlerinin olduğu cd'nin de içinde olduğu kitap alınır çıkılır.

Bu akşam Hürrem gecesi...Ortalık toz duman fragmanda gördüğüm kadariyle.

Gece saat bir gibi çok güzel kar yağıyordu. Gamse okuldan resim göndermiş oralar diz boyu kar ama buralarda şimdilik bir şey yok. Bir ara yine sulu kar yağdı ve çok soğukkk...

Bu kaaa

14 Şubat 2012 Salı

yaz kızım

Yaz kızım Lale neler yaptın bu gün:))


Bu günün en güzel olayı Zeynograf'dan gelen sevgililer günü kartıydı... Zeyno minicik bir kız...Ecehan'ın kızı...Bu kartı yollamakta ki amacı bu günün sevgi günü olduğunu göstermekti. Kendi elleriyle hazırladığı kartı, üstüne lale resmi yaptığı taş magneti, zarfı bile özenle hazırlamış olması çok ama çok güzeldi. Zeynepcim çok teşekkür ederim siz küçükler örnek olacaksınız artık biz büyüklere...Dün ev için çok çalışınca bu gün boşa çıktım, kendimi sinemaya götürdüm:)))Bu hafta tek başıma sinema keyfi yapmaya kararlıydım zaten. Marilyn ile bir hafta gerçek bir hikayeden uyarlanma...Filmdeki erkek oyuncunun canlandırdığı Colin Clark bir belgeselci ve roman yazarıymış. Filmde ilk işinde karşılaştığı Marilyn Monroe ile geçirdiği bir hafta anlatılıyor. Film güzeldi, oyunculuk iyiydi, müzikler harikaydı. Yalnız Oscar alır mı? orasını bilemem.Filmi beğendim, iyi ki gitmişim ama daha iyilerini görmüştüm diyerek konuyu bağlayayım.

Sinema salonunda birbirini tanımayan sekiz kadındık. Her sıraya bir kişi oturarak yayıla yayıla filmimizi izledik. Valla sakin sakiinn...mısır kokusu olmadan, hışır hışır sesler olmadan keyif keyif izledik.Bundan sonra karar verdim, çok izlemek istediğim filmleri böyle ara seanslarda ve yalnız izleyeceğim...

Eve dönüşte yürüdüm, yağmur hafif hafif atıştırıyordu çok hoşuma gitti. Eve girer girmez paltomu bile çıkarmadan çayımın altını yaktım.

Bu akşam Seksenler dizisinin ardından Kemal Tahir'in çok tartışılan kitabı Kurt Kanu'nun dizisini izleyeceğim. Bu akşam ikinci bölüm. Atatürk'e yapılan İzmir suikastı kitabın haliyle de dizinin konusu oluyor.Kemal Tahir bu romanıyla , tarihi çarpıttığı gerekçesiyle çok eleştiri almış.

Diziyi izleyecek olanlara kurt kanunu ne demek onu açıklama getirelim bir de... kurtların aç kaldıklarında bir daire etrafında saatlerce dönüp, ilk düşenin yenik sayılıp diğer kurtlara yem olması şeklinde son bulan kurt dansından gelmektedir. romanın ana cümlelerinden biri olan kurtlukta düşeni yemek kanundur sözü, kurt dansını imlemektedir.Kevin Coster'in Kurtlarla dans filmini de haırlayın bu arada....



Bu seneki sevgililer sevgililer günü GAMZE AKBAŞ'ın olsun. Atakan'ı annesiyle büyüsün.Herkes üstüne düşeni yapıyordur eminim... Kuzenim Funda tedavi gördüğü hastanede anatomi hocası, yarın ziyaret edip özel selamlarımızı götürecek.Ben ta gönülden inanıyorum ki donörü el birliği ile ortaya çıkaracağız.



13 Şubat 2012 Pazartesi

Bir kitap bir film

Önce film


Albert Nobbs...George Moor'un aynı adlı kitabından sinemaya uyarlanmış ve baş rol oyuncusunu 6.kez Oscar adaylığına yürütüyor bence koşturuyor bile...Erkekler dünyasında kimliksiz bir kadın olarak , erkek kılığında var olmayan çalışan Albert Nobbs'a Glen Close hayat veriyor.Filmi izledikten sonra; Glen Close'nin nasıl makyajla erkeğe dönüştürüldüğünü youtube de izledim.
19.yy da İrlanda'da geçiyor hikaye...Albert Nobbs tam yirmi yıl Dublin'in en sosyetik otelinde garson olarak çalışıyor.Filmi anlatıp keyfinizi kaçırmak istemem. Ama izlemezseniz yüzünüze bile bakmam kategorisine koydum bu filmi...


Sıra kitapta...Rus Kışı-Daphne Kalotay...

Arap baharına benzeyen bir Rus Kışı beklentisi içindeki Rusya konuşulurken bu kitabı okumak ayrı bir ironi oldu.
Eğer baleyi , mücevherleri seviyorsanız ve Çarlık Rusyasından sonraki Rusya'ya ilgi duyuyorsanız kitabı seversiniz. Sovyet Rusya dağılmadan önce gün geçmezdi ki, bir sanatçının, bir sporcunun Rusya'dan kaçtığını duymayalım. İşte tam da o günleri ve bu günlere uzantılarını anlatıyor. Başta biraz çeviriye ısınamadım, kıvrandım fakat sonra hoşuma gitti.Kitapta çokça sözü geçen amber kolyenin benzerini buldum sizin için. Bu amber taşların içinde fosilleşmiş böcek kalıntıları olur ve bundan dolayı da daha çok değerli olurmuş. Boynumda kulağımda böyle bir şeyi taşımak isteyip istemediğim konusunu aklıma bile getirmemeye çalıştım:)Geçmiş ve şimdiki zamanda, Moskova ve New England arasında gidip gelen bir roman.

Bunun dışında sizinle paylaşmak istediğim başka bir şey de göğsümü kabartan bana yeniden bir yanımın Ordu'lu olmasından dolayı duyduğum gurur... Videoyu buraya almadım. Buradan izleyebilirsiniz. Gençliğe Hitabeyi bir stat dolusu Ordu'lunun hep bir ağızdan okuyup, kaldırmak isteyenlere nasıl cevap verdiğini görebilirsiniz. Orada olup bu koroya nkatılan kuzilerimi de candan kutluyorum...

Atatürk'ün Ordu'su Orduspor taraftarından Gençliğe Hitabe


peki kitap okuyan kızı ziyaret ettiniz mi?

11 Şubat 2012 Cumartesi

Cumartesi cumartesi

Çok keyifli bir cumartesi günü geçirdik. Zeya ile bu ay içinde iki kez program yaptık ikisinde de kar yağdı...Bizim programlar da genelde akşam programı olduğu için çıkamadık.Bu gün Gamse ile Bağdat caddesine gidelim dedik. Caddeye gelince , dur bi Zeya'yı arayayım, bu saatler iş çıkışına denk gelebilir dedim ve aradım.Ben caddedeyim dedim, neredesin dedi... Şu an da Boyner'e doğru yürüyorum dedim ... Ben de Boyner'in köşeden dönüyorum dedi:)) hoop birbirimizi gördük ve güpgüzel bir gün oldu.

Zamane Kahvesinde yemeklerimiz yedik. Üstüne anne usulü sütlü kahveler, demleme çaylar içildi...gülüş gülüş sohbetler edildi. Sonra D&R da kitap saatleri yapıldı. Bir kitap alıcam, ismine bayıldım dedim hahhah ben dün aldım bile dedi. Leylak Hanım da sözünü etmişti dün. Kitabın adı, kapağı çok cezbedici , hemen karıştırdım orada yazım dili de çok hoşuma gitti ben severim bu kitabı derken, bir kaç kişinin elinde de görünce kitabın yolu açık dedim.Çikolatalı krep ve çay...İkisine de kim bayılmaz

Kitapçı çıkışı, Gamse bizden iki saatliğine ayrıldı. Biz bir kaç dükkan dolaştık, burunlarımızın ucu donunca hadi çay çay dedik. Hatta öyle bir yer bulalım ki çaylar boşalınca , sormadan doldurulsun dedik. Saat beş çeyreğe kadar çaylı sohbetimizi yaptık, ara öğün saatimiz gelince kepek ekmekli, beyaz peynirli, domatesli tostlarımızı yedik. Sonra da Gamse ile buluşma yerimize gittik. Zeya ile evinin market alışverişini yaparken; acaba dedim bundan altı yıl önce benim o boza yazıma ilk yorumu yazarken bir gün birlikte evinin market alışverişini bile yapabileceğimiz aklına gelirmiydi.

Gamse ile buluşunca vedalaştık soğuktan evlerimize koşa koşa geldik.Geldiğimizde zavallı Naziş'im yorgun argın seminerden dönmüş, uyuyordu, kızaran köftelerin kokusuna uyandı... Ne güzel kokuyooo diye geldi. E var mı? Anne köftesi gibi... Dün akşam arkadaşıyla çikolata yapıyoruz diye pek havalıydı ama:))

Bu gece Keşanlı Ali Destanı ve Yahşi Cazibe gecesi.Bu konuda iki yandan çekiştiriliyorum , kapanın elinde kalıyorum:)) Erkek tarafı Keşanlı Ali takılıyor biz Yahşi Cazibe... Reklam aralarında çay kahve molalarında görüşüyoruz.

10 Şubat 2012 Cuma

kardeş kardeş



Sabah kalktığımda karın yağmaya devam ettiğini görünce koru nasıldır şimdi kimbilir dedim ve koruya gitmeye karar verdiğimi henüz yatmakta olan Zuz'a beyan ettim. O sırada çaydanlıktan mis gibi demli çay kokusu gelmekte mercimek çorbası bir yandan fokurdamakta ve dahi yengemin elcağızlarıyla toplayıp, kuruttuğu fasulyeler haşlanmakta idi... Yani akşama kadar kendi kafama göre takılabirim artıktır bunun açıklaması.

Kahvaltıdan sonra Zuz'la evden çıktık, kar ince ince rüzgarla karışık yağıyordu. Yürürken biraz zorladı bizi...gözümüzün bebeğine bebeğine hücüm etti...Ama gittiğimize değdi.Koru ;baharda sonbaharda olduğu kadar karda da çok güzeldi. Dilruba Restorana yöneldik çay kahve molası için. Çaydır, kahvedir,manzaradır kardeş kardeş oturup sohbet ettik. Benim öğle yemeğimin saati geldiğinde Zuz^'un karnı henüz acıkmamıştı. Evde miiis gibi yemeklerim var zaten, öğle yemeği için başka bir karlı havada geliriz dedim zaten salı günü kar yeniden geliyormuş.





















Evimize geldik, sıcak sıcak mercimek çorbalarımızı içtik sonra Zuz arkadaşlarıyla buluşmak için karşıya geçip alemlere aktı.

Bizim akşam programı gayet masumane ...Yalan Dünya izlenecek, akşam yemeği sonrası çay seromonisi yapılacak falan filan...



,

9 Şubat 2012 Perşembe

geçiyordum uğradım

Bu sabah kalkıp karı görünce, dünden de ayazımı almış olunca bu gün bi görümceli okey partisi çevireyim derken Zuz aradı ablaguş evemisin diye...koş okeye dördüncü lazım dedim:)Aradığında Cihangir'deydi, 45 dk bile geçmemişti ki, sizin marketin oradayım, bir şey lazım mı? dedi.
Geldi, bize bi de şahane bir kısır yaptı. Yiyen bir daha aldı ama ben sadece tatlı kaşığı ile tadına baktım. Öyle methettiler ki artık merak ettim:))

Ben bir taraftan Üstün Dökmen Hocam'a kulak kabartıp, bir taraftan onların kısırını yandan yandan keserken ve de bir taraftan da oyun oynamaya çalışırken dibe vurdum tabi. Hatta o kadar abartmışım ki, Zuz'un önündeki taşları alıp dizmişim. Onlar benimmm diye bağırdı ama verirmiyim okey vardı:)

Kızlar hava durumu nedeniyle erkenden sökün ettiler. Zuz, Ayvalık akşamlarında kendine örgüye vurunca ve de ördüklerine biz de sulanınca, biraz önce gidip yün alıp geldiler. Kazak, atkı falan öreceklermiş.Bana Zuz örecek tabi ki...

Bu akşam Fatmagül gecesi ama kitaplarımı okumak için de sabırsızlanıyorum.

Bu sabah bir film izledim, sinemayı sadece eğlence , boş vakitleri geçirmek için bir araç olarak görmüyorsanız, mutlaka izlemenizi tavsiye edeceğim bir film izledim. Roman Polanski'den.
Acımasız Tanrı...Polanski önce tiyatroda izlemiş sonra filme almış. Dört kişi arasında ve tek bir odada geçiyor.
Tony Ödüllü bir tiyatro oyunu olan "God of Carnage", Fransız oyun yazarı Yasmina Reza tarafından yazılmış olan filmde, 11 yaşında iki çocuğun kavga etmesinin ardından aileleri arasında başlayan tartışmanın doğurduğu ilginç olayları izleyeceğiniz bir kara komedi. Gayet medeni bir şekilde başlayan konuşma işin içine alkol girince, kadın erkek , cinsiyet ayrımı, politik duruş ve ekonomik durumlara kadar gidiyor. Jodie Foster ve Katy Winslet kadın oyuncular.Filmi izlerken bunun aslında bir tiyatro oyunu olduğunu düşünürseniz daha çok tat alırsınız.Sehpanın üstünde gördüğünüz sarı lalelerin başına gelmedik kalmadı:))

8 Şubat 2012 Çarşamba

film , yeme içme, kitap, kar kış,pasta, börek çörek

Önce film...
Çizgili Piamalı Çocuk... Hem ismi hem afişi ilgimi çekti ve iyi ki de çekti de baş yapıt niteliğindeki bu filmi kaçırmadım.Sekiz yaşındaki bir çocuğun hatta iki çocuğun gözünden savaşın anlatıldığı bir film. Filmde her şeye hayran kaldım, şiddet göze göze sokulmadan nasıl bu kadar ustalıkla hissettirilir görmüş, oldum.Nazi Almanya’sı Bruno’nun babasını görevli olarak Polonya’ya gönderir. Bruno, kasabadaki toplama kampının tel örgülerinin öbür yanındaki bir çocukla arkadaş olur. Ancak iki çocuk arasında gelişen bu dostluk, özellikle oğlunun bu kampla ilgili gerçeği öğreneceğinden kuşkulanan Alman annenin (Vera Farmiga) endişelerini artıracaktır. Bruno ve ailesinin yeni evleri birbuçuk milyon Yahudinin Nazilerce öldürüldüğü Auschwitz toplama ve yok etme kampı'nın bitişiğindedir.

Yanda gördüğünüz resim;Auschwitz toplama kampındaki mahkum elbisesi.


Sanırım biz, bu filmin biz olmazsak da torunlarımız İsrail -Filistin versiyonunu izlerler...Bu filmi, izlemezseniz valla da billa da küserim kategorisine koydum.

Bu filmin etkisinden beni akşam Seksenler dizisi kurtardı. Diziyi hoşlananlara bakıyorum bizim jenerasyon... Bizim kızlar mesela ne bu ya diyorlar:))Ama biz karıkoca kah gülerek kah hüzünlenerek ya ya evet evet diyerek izliyoruz.Yani seksenlerde gençseniz izleyin:))


Bu gün ödül yemeğimi acaba ne yesem ne yesem derken, Kocam; pideyi ne kadar sevdiğimi bildiğinden, geçenki pide seni açmadı, gel seni bir yere götüreceğim dedi, hadi bakalım dedim. Kar inceden atıştırırken çıktık. Beni bir pideciye götürdü ki gerçekten de dediği kadar vardı. Üsüdar Doğancılar yokuşunda Musahipzade Celal Sahnesinin yanında Yaşar Bafra Pide salonu... Hah işte dedim ya, pide bu, tabi bizim Ordu'da ki yediklerimiz dışında. Ben bir pide eksperi olarak söylüyorum size eğer Ordu'da Aktaş veya Dıgı'nın yerinde pide yemediyseniz hayatınızda pide yememişsinizdir. Neyse ben önce onları sorguya çektim, içini çiğden mi yapıyorsunuz, kavurarak mı? içinde kıyma soğan tuz ve karabiberden başka dış mihraklı bir şey varsa ve pide harcı çiğden koyuluyorsa hamurun üstüne, zinhar yemem o çakma lahmacunu. Garson, kibar çocuk , tüm sorularımı tek tek yanıtladı, resimli anlattı hatta:)) Pidem gelince bi kokladım oki dedim. Yanında da çay içtim. Çay da süperdi. Şimdiii eğer yolunuz Üsküdara düşerse , ve de bir pide yiyeyim derseniz buraya geleceksiniz. Biz pidelerimizi götürürken pardon yerken iki kadın müşteri de hararetli hararetli, sohbet ediyorlardı. Konuşmalarından anladık ki biri İstanbul'lu değil, diğerine misafir gelmiş. Koca tutturdu bunlar da blogcudur, aynı Leylak Dalı ile sana benziyorlar. Yok dedim, değiller , nereden anladın dedi. E, yediklerinin içtiklerinin resmini çektiler mi ? yok o zaman blogcu değiller:)))Resimde gördüğünüz pide benim deeel haaaa, benim ki tek yumurtalıydı. O kadar da uzun boylu değil yani:)

Yeme içme faslı bitince , üstüne birer bardak çay daha içip çıktık. Koca dedi ki-şimdi seni direk ŞemsiPaşa Kütüphanesinin önüne indiricem ara sokaklardan, Babana kitap seçer ,alırsın hemi de. geçen de kitapları geri verdik ama başka yere gideceğimiz için almamıştık. Neyse Doğancıların arka, ara sokaklrından beni indire indire Kız Kulesinin önüne , kütüphanenin belki iki üç km gerisine indirmesin mi? Ay bi pide ısmarladın,onu da ille eritecen yani dedim. Kar da coştu mu? sana gözümün içine gire gire yağdı mı? Beremin üstüne kapşonu çektim, atkıdan bir tek gözlerim görünüyordu. yani beni görseniz banka soyguncusu falan sanabilirdiniz. Neyse yine de güzel bir yürüyüştü. Denizde çok balık vardı galiba ki balıkçı sandalları ve martılardan denizde iğne atsan suya düşmezdi.

Kütüphane havaya rağmen kalabalıktı. Dört kitap babam için iki kitap da kendim için aldım. Geçen hafta D&R siparişlerim gelmişti daha onlara bile başlayamamışken bunları görünce dayanamadım.













Eve geldim hemen sıcak bir çay yaptım kendime, biraz gazete okudum sonra kalktım, sabah kahvaltıdan önce patatesleri haşlamaya koymuş, kahvaltıdan sonrada bol soğanlı, karabiberli kavurup bırakmıştım. Ondan bir tepsi patatesli börek yaptım. Baktım hem iç arttı hem de iki adet yufka. İki yufkadan bir tepsi daha börek çıkmaz derken aklıma buzluktaki dört tane kalmış milföy geldi. Bir adet yufkayı alta koydum, araya da bu milföyleri koydum, harcı milföylerin üstüne yaydım. Geri kalan bir yufka ile de üstünü kapatıp, böreği tamamladım.İki tepsi böreğimiz oldu. Bunlardan biri piştikten sonra dondurucuya girecek. Yok öle yağma...

Hadi bir de kakaolu kek yapayım dedim. Aslında Gamsegamse artık canına tak ettiğini, çarşamba gecesi Hürrem'i izlerken patatesli börek ve kakaolu kek istetdiğini söylemişti. Keki de yaptım. Ben yiyemeyeceğim zaten bari bir güzel koksun da canım daha çok istesin diye iki paket vanilya koydum.Zuz kahvaltı için kaymak almıştı, yarısı kalmıştı. O bozulmasın diye onu da attım kekin içine ama bu sefer yağı çok az koydum. Üstüne de ceviz serpip fırına gönderdim. Az kaldı ceviz yerine , gözlüksüz yaptığım için papatya kurularını serpecektim. Şimdi an itibariyle hepsi pişti . Biraz önce Naziş aradı arkadaşlarıyla okul çıkışı kahve içmek için Capitol'e uğramışlar, Gamse'de karşı masada kendi arkadaşlarıyla oturuyor dedi.

E tamam buı kadar artık, yetmez mi?