Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

28 Mart 2014 Cuma

Aylaklar

Acaip günlerden geçiyoruz canımın taaa içi okuyucu. Ne ihtilaller gördüm ne ekonomik krizlere şahit oldum, kim vurduya giden arkadaşlarımız oldu, lisede arka sıramda oturan kimseyle konuşmayan öğrenci o yılların ünlü tetikçisi Ferhat Tüysüz'müş meğer... Yakalandığında gazetede resmini görünce şok olmuştum. Evlerimiz tarandı,okul çıkışı üstümüze zincirlerle saldırıldı ama geriye dönüp baktığımda bu kadar karanlık değildi yine gelecek.

Dün havayı güzel görünce dışarı çıktık,eve döndüğümüzde yine ortalık karışmış,kasetler yine her tarafa saçılmıştı.


Dün hava güzeldi ve yine biz en sevdiğimiz yerdeydik. İstanbul'un en güzel kızının karşısına oturup, çayımızı içe içe kitaplarımızı okuduk.

Bugünse hava kapalı...Evdeyim,ev toplandı,çamaşırlar makineye kondu,kuruyanlar toplandı,ocağa zeytinyağlı pırasa oturtuldu ve önce bir film izleyeceğim ardından da kitabıma döneceğim. Filmim çok eski bir film bu kez. Federico Fellini'ye ait ''Aylaklar'' 1950 yılında çevrilmiş. Fellini'nin yaşamından izler taşıyan bir film. Bir anlamda otobiyografisi gibi. ''Altın Ayı Film Festivali''nde Gümüş Ayı ödülü almış.


Bugünlük de bu kadar.

27 Mart 2014 Perşembe

bi film bi kitap bi de pırasa kayganası

Sabah bugün evdeyim şöyle güzel bir film seçeyim kendime diye stoklarımı karıştırırken Leylak'ım Leylak Dalım Bacıkuşum; Kız Lale,şşşttt şşşşttt bi film izledim çok güzel dedi. Yani ben istesim bir göz Allah verdi iki göz hesabı hem de tavsiye film hemi de Leylak'ımdan.  Bi koşu lattemi yaptım başına oturdum. Gerçekten de çok güzeldi. Uzak Doğu filmlerine biraz uzak dururum farkındaysanız benim favorim Avrupa sineması özellikle de Balkan filmleridir. Ama oyuncular sanki rol yapmıyorlardı da gerçek yaşamlarını biz  dışarıdan izliyorduk. Singapurlu bir ailenin evine gelen Filipinli hizmetçi ve evdekilerin özellikle de evin çocuğunun onunla ilişkisi üzerine kurulmuş bu arada ülkedeki ekonomik krizin insanlar üzerindeki etkisine ve oranın eğitim politikasına da dikkat çekilmiş. Mesela okulun ,okuldaki en ufak bir olaya bile aileyi de dahil etmesi  gibi...




Filmi izledikten sonra Babamın; Lale,annen pırasayla bişi yapıyordu demesi ve bunun da pırasa kayganası olması hasebiyle kalktım onu yaptım. Ordu'da özellikle ikindi çayına yapılan bir yiyecektir.Özellikle benim kızlar bayılır...



Pırasa kayganası: Pırasanın yeşil kısımları ince ince doğranır,haşlanır,suyu iyice süzülür. İki yumurta, üç çorba kaşığı mısır unu,üç diş sarımsak rendesi, bayat ekmek parçaları ,tuz ve karabiber ile karıştırılır. Ve tavada altlı üstlü kızartılır. Bir kapak yardımıyla çevirirseniz çok daha kolay olur. Yanına çay demleyin afiyetle yeyin..

Kitap  kısmına gelirsek valla bu da Leylak Dalıcımın tavsiyesi  ama siz önce ismine bi bakın hele:))
''En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın/Can Gürses''Valla yeni başladım ama başlar başlamaz sevdim.

Tanıtım yazısında şöyle diyor''
 ''şarkıların ve eşyanın dile geldiği, neşe ve sevincin, hüzün ve pişmanlıkla iç içe geçtiği tek günlük bir yolculuk bu''


Kitap,film,yemek valla iyisiniz. ''Bibliyomanyaklar/Kitap Düşkünleri''  ne uğruyomusunuz benim yazım var bu hafta ve çok severek okuduğum Peri Gazozu/Ercan Kesal armağan ediyoruz,yorum bırakan bir okuyucumuza... TIK   deyin gidin:)

Hayde gittim ben

26 Mart 2014 Çarşamba

Kriton Curi'de İmza: Kızın & İmza: Karın

Dün çok güzel bir gündü,benim açımdan. ''Kriton Curi Parkı''içinde yer alan ''Kadıköy Gönüllüler Evi''nde  gelen konuklar ve yazarlarla birlikte ''İmza:Kızın ve İmza:Karın''ı ve de nisan ayı içinde çıkacak olan ''İmza:Ben''i konuştuk. Bu arada Zuz meraktan ölmek üzere acaba onun hakkında ne yazdım. Çünkü bu kitapta,hayatımızda önemli yeri olmuş, hayatımıza etkisi olmuş insanlara seslenip; İmza: Ben dedik.

Her şey çok güzeldi, yazarlar yeniden buluştu,görüştü. Hürriyet Gazetesi yazarı Yonca Tokbaş tee Dubai'den kalkmış gelmiş,bize katılmıştı, Cem Karaca'nın eşi İlkim Karaca hemen yanı başımda kendi hikayesini anlatıyordu. Yıllardır blog arkadaşı olduğum,aynı şehirde yaşadığım ama bir türlü yanyana gelme fırsatı bulamadığımız Asuman Yelen ile nihayet reel anlamda da görüştük. Daha kapıdan girerken Yaşamın Kıyısından-Nur- hemen el etti,buradayız diye.






 off kapmışım mikrofonu,bu projeye nasıl dahil olduğumu falan anlatıyorum işte:)








Kadıköy gönüllüleri bizi gerçekten de çok güzel ağırladılar. Konuşmanın sonunda da çay masasının etrafında toplanıp sohbetimize kendi aramızda  devam ettik.


 Günün en güzel yanlarından biri de, konuşmalarımızla duygularımızı,dinleyicilere öyle bir geçirmişiz ki konuşma sonunda önümüzde uzun imza kuyrukları oluştu.

 aradan beni farkettiniz mi? hihihi nasıl da bi edalı imzalıyorum ama:))



İmza:Ben büyük bir olasılıkla 8 Nisan da çıkıyor. Bu kitap aynı zaman da  sesli olarak da basıldı.En çok o kısmını merak ediyorum açıkçası:)






Bu projeler benim hayatımı daha da anlamlandırdı. Bu artık bitiyor ama umarım başka başka sosyal sorumluluk projelerinde yer almaya devam edebilirim.

24 Mart 2014 Pazartesi

Kız Kulesi Aşıkları

Bugün günlerden yine ''Kız Kulesi''ydi... İstanbul'da en çok nereyi seversin deseler şu aşağıda gördüğünüz resimdeki yer derim sanırım.Karşımda İstanbul'un sevdiğim tüm objeleri ,Kız Kulesi, Galata Kulesi, Tarihi Yarımada daha ne olsun.... Ben yine çantama tabletimi ,kitabımı neyin doldurdum ,düştüm kocamın peşine:)) Çayımdır,kitabımdır, arada  çektiğim resimleri facebooka yükleyip arkadaşlarımla eğleşmektir. Kocayla muhabbettir derken  saatler geçmiş yine hiç farketmemişiz.



Eve gelirken malumnuz üzre koca beni yolda ekip arkadaşlarının yanına klübe yollandı. Ben de evcağızım evcağızım sen bilirsin halcağızım diye kapımı açıp,kanepeye serildim. Neyseki şöyle bir prensibim vardır,evde beni bekleyen hiçbir işim olmayacak, evde beni bekleyen tek şey kahve suyunun altını yakmak olmaktır o kadar:) Geldim kahvemi koydum, bi de film açtım kendime. ''İstanbul Film Festivali''nde Bagımsız Filmler  kategorisinde oynayacak olan ; ''Aşk Balık Kokar''.Ben beğendim. Meksikalı arabesk şarkıcısı olan Guillermo Garibai’ye adanmış kenar mahalle müzesinde,müzeyi şleten ailesiyle birlikte yaşayan bir gencin hikayesi. Doğumundan itibaren balık kokusuyla doğan ve ne yapsa bundan kurtulamayan  Mica'nın hikayesi.IMDB puanı: 7.1/10




Kitap konusuna gelince; Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme/Selçuk Altun okuyorum. Bibliyomanyaklar'ın nisan ayı kitabıdır kendisi. O yüzden bu kitaba ait yorumları okumak isterseniz bi zahmet oraya buyuracak  hatta bir kitap kazanma şansı yakalayacaksınız. Mart ayında okuduğumuz kitaba yaptığım yorum sanırım bu akşam yayına girecek ve bir okuyucuya  Peri Gazozu/Ercan Kesal armağan edeceğiz.

not: yazı yayına girdi... Şuraya bi TIK

İşte böle böle

23 Mart 2014 Pazar

pazarola

twitter ile kalkıp twitter ile yatıyoruz. Yasaklarla birlikte , hem kayıtlı kullanıcı sayısında hem de twit atma sayısında patlama olmuş. E yasaklara en çok da devlet erkanı uymayınca bize her yer bahar bahçe:)

Hava bugün çok güzel ama malum bugün İstanbul'da iki büyük miting bir de üstüne sınav olunca sokağa çıkmak delilik olur dedik.

Dün de sabah erkenden evden çıkmak zorunda olan kızlar bugün geç kalktılar. Ben de hadi çoktandır yapmadım patates mücveri yapayım dedim. Bayıldılar valla...Kahvaltının mutlulukla  bir ilgisi  mutlaka var gerçekten de... Onların dünkü maceralarını dinleye dinleye kahvaltımızı yaptık. ''Eğitimde teknolojiyi kullanma'' eğitimi aldılar ama daha başlar başlamaz internetin çökmesi ironik olmuş:)


Dün biraz fazla yemek yaptığım için bugün yan gel Osman bir dönüm bostan durumları var...Yatıcam yuvarlanıcam,kitap,film,çay,kahve...Acıkana dondurucudan pizza...

Size sözünü etmek istediğim bir film var. ''Yozgat Blues''...Ercan Kesal ve ''Aramızda Kalsın''dizisinin Hatçik'i Ayça Damgacı'nın baş rolleri paylaşıyor. Filmin Yozgat'da çekilmiş olmasının ya da isminde Yozgat olmasının filme hiç bir katkısı yok. Filmde öyle çok Yozgat'da yok zaten. İstanbul dışındaki her yer olabilir. Bize her yer taşra durumları.Yozgat'da bir barda Fransızca şarkılar söylemeye çalışan bir adam ve ona vokal yapan öğrencisi... Her türlü değişimi reddeden bir adam ve değişime açık bir kadın.Değişime kapalı olanın hayatı biter diğerininki başlar öyle bir hikaye. Ben sevdim. İki oyuncu da çok başarılıydı.


Kitaplardan söze edecek olursak okuma şeklim de aynı ruhum gibi bugünlerde,karışık yani. Üç dört kitaba birden başladım. Gündüz birini, gece yatakta birini, dışarı giderken çantamdan çıkartmadığımı gibi...Ama bugün o yarımların hepsini bitiricem. Az az kaldılar zaten. Nisan ayı ''Bibliyomanyaklar'' ın okuyacağı kitap Selçuk Altun'un yeni çıkan kitabı;''Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme'' adı bile ne kadar üzel değil mi?... ''Bibliyomanyaklar''ı takip ediyor musunuz bilmiyorum  ama her hafta bir de kitap hediye ediyoruz.

Kitap demişken,geceleri yatakta selendirilmiş 100 hikayeyi dinliyorum. Seslendirenler de ünlü tiyatrocular. Mesela dün gece  Fürüzan'ın  Taşra adlı hikayesini dinledim. Bir gece önce Sabahattin Ali'nin Hanende Melek adlı hikayesini Müşfik Kenter'in sesinden dinledim. Sabah ise İnci Aral'ın Düşman adlı hikayesini... Hepsini okumaya vakti olmayanlar için çok güzel bir şey olmuş. Google'ye sesli kitap yazmanız yeterli. Dışardayken bile kulaklığınızı takıp dinleyebilirsiniz,rahatça...


Haydi gittim ben pazarola

21 Mart 2014 Cuma

20 Mart 2014 Perşembe

Evvel Bahar

Bugün baharın ilk günü...Dün gece saat iki dolaylarında rüzgarın sesine uyandım. Sanırsınız evin etrafında dönüyor. Heee gündönümü dedim, dönüyo işte. Sonrasında da sağanak yağmur başladı. Ama öğleye doğru yine bahar havası hakim oldu.

Niksar'da bugüne evvelbahar diyorlar. Yüksek yerlere çıkılır ,kırlara gidilir.Doğaya çıkılır yani. Sahi kıra gitmek diye bişi vardı eskiden:)Her özel günün olduğu gibi bugünün de bir ritüeli var. Şimdi bugün ikindiden başlayıp yarın ikindiye kadar devam eden bir gün bu. Peki ne yapacağız. Ben bunları anlatmayı düşünürken tek takip ettiğim astrolog Zeynep Turan'dan bir mail geldi. Bugünün ritüleini bir güzel anlatmış. Yaparsanız hayatınız da bir hoşluk olur yapmassanız da heeee böle bişi varmış diye bilginiz olur.Resim üstünde  yapılacaklarla ilgili bilgiler var.



Ben sabah erken kalktım, keyifli bir film izledim. Sonra da görümcemgillerle evvelbahar masasına oturdum. Yazı bundan geç kaldı anlayacağınız.Keyifli keyifli sohbetler ettik. Onlar eski evvelbaharlarda neler yapardılar onu anlattılar. Bir iki kez katılmış,birlikte Niksar Kalesine falan çıkmıştık hatta... Masada  Niksar usulü cevizli ekmeğimiz bile vardı,hem de Niksar'dan gelmiş daha ne olsun:) Oy kocam inşalah bu resmi görmez, anamın bazlamaları diye başlar:)


(valla resimdeki el görümcemin, kesmeye de kıyamadım heheh)

Bu yazı böle...Filmdir kitaptır sonra...

19 Mart 2014 Çarşamba

Saçlarını dağıtırsın,rüzgarlarla yarışırsın:)

Aşağıdaki yazımı okuyanlar bugünkü programımı biliyordu zaten. Aynen o yazımda  ne dediysem aynını yaptım.
Dizliğimi taktım. Yumşak yumşak dizimi yormadan yormadan  yürüdüm.İstikamet, Kız Kulesi karşısındaki deniz taraçaları. Uzattım bacaklarımı Kız Kulesine, daha arkada Galata Kulesine karşı kah kitabımı okudum,çayımı içtim,kitabımı okudum kah resim çekip ''facebook'' daki arkadaşlarımı tahrik ettim:)Buranın sevdiğim taraflarından biri de eski 45 likleri çalmasıdır.

(
 (önümüzde dalıp batıp çıkan karabatak da resimde çıkmış)

Yalnız size tavsiyem kesinlikle ama kesinlikle hafta içi gelmenizdir. hafta sonu yakınlarından bile geçmeyin.Bir de şimdi tam zamanı. Havalar biraz fazla ısınınca güneş rahatsız ediyor.Bugün bile saat iki buçuktan sonra başlarımız baya ısındı.

Eve gelince ,oradaki çaylar keser mi beni hemen çayımı koydum. Bu ara son çayıma limon dilimi atıyorum. Şimdiki modam da bu:)


Çayımı içerken bir iki Edgar Alan Poe hikayesi okudum. E bugün filmsiz biter  mi?.Çoktan ötelediğim bir film vardı  Hadi onu izleyeyim dedim. Film bol ödüllü, güzel bir film ama anam babam  ne şansız oğlandı. Hırsızlığa çıktı,ay akşamdan doğdu. Ağustos ayında denize girdi,balta kesmez buz oldu. Kara bastı iz oldu, eller duydu,söz oldu...
7.0 ımdb puanlı bi dünya ödüllü film size...




Akşam yemeğimiz vardı yanına Foça'nın çekme makarnasından yaptım. Ben bir yerde okuyup da, kıs Petek ne kıs bu çekme makarna. Nası çekiyolar yane diye sorunca; Petek'im de al bak nasıl oluyo demiş ve bana göndermiş. Değişik bir şey, yani bildiğimiz makarna gibi değil. Petek kendine de almış, pişirmiş pek sevmemiş. Ben internetten araştırdım,bi kaç tarif buldum ona göre pişirdim. Önce makarnayı tereyağda kavurdum, içine bir et bulyon koydum(tarif öyleydi).Suyunu çektire çektire pişirdim. Anaaa yoksa ondan mı çekme makarna deniyo ki?... Petek'in pişirdiğinin tadı nasıldı bilemem ama benimkinin tadı mısır ekmeğine benziyodu:)Sanırım tam buğday unuyla yapılmış olduğu içindi.Üzerine peynir serptim ,yedik. Teşekkür ederiz Petek'im. 


Ben dışardayken gündem biraz ağır geçmiş, meclis falan karışmış. Sabırla bekliyorum ya sabıııır şu seçimler bitseydi.

Ne ka ekmek O ka köfte

Gününüz aydın olsun blog ahalisi ve de okuyucuları...Hava güzel, defterimi, kalemimi, kitabımı,tabletimi, telefonumu ve dahi fotoğraf makinemi aldım ,çıkıyorum. Dizim istediği kadar mazarat çıkarabilir çok da tın...
Bugün 13. gün ona verdiğim süre çoktan doldu da 3 gün de uzatmalara oynadık.

Bekle simitçi, en kızarmış simiti bana ayır, yunuslar geçecekseniz beni bekleyin, çaycı çayım duble olsun.Martılar fazla cayırdamayın,  Kalk kız sen de , orası benim yerim ben hep oraya otururum.

O kada,bu kada şu kada

17 Mart 2014 Pazartesi

Çok ama çok faideli bi yazı:)

Bu güzel havada evdeyim, hatta bugün 10.gündür evdeyim.Fizik tedavi sonrası dizimi dinlenmeye aldım biraz. Malum önümüz yaz..

Memleket havaları hiç de iç açıcı değil. Önümüzde ne var kestirmek de hiç kolay değil.Tapelerden de bitmez tükenmez seçim propagandalarından da artık hepimiz yorulduk biliyorum.Bir sabah uyandığımızda da güzel bir habere uyanalım değil mi? Yok,olmaz biz güzel haberleri hak edecek ne yaptık:)
Neyse sizin kafanız yeterince ütüleniyor bir de ben başlamayayım.  Politik görüşüm oluştuğundan beri hiç değişmedi, gelseler başımda çan çalsalar 24 saat ,bu değişmez.Oyumu vereceğim yer de belli zaten....Tek dileğim artık bir bilen de bir bölen de eksik olsun biz onlar olmadan çok daha çokuz,bütünüz.

*********************************************************************************
Evde olduğum günlerde çok fazla ayakta kalmayacağım yemekler pişirip, film izleyip,kitap okuyorum. Bu arada bir sürü film izledim tabi. Kısa kısa önce bu filmlerden söz edeyim.





İlk film:'İsa Eboli'de Durdu''Carlo Levi'nin itilmişliği,kakılmışlığı, unutulmuşluğu, kör inançları, cahilliği, zorbalığı artık aklınıza ne gelirse hepsini İtalya'da sürgünlerin gönderildiği Allah'ın bile unuttuğu bir köy üzerinden anlattığı romanın filme aktarılmış hali... Zaten film bir roman okur gibi ağır ağır seyrediyor. Yani aha da sen bunu önerdin ama çok yavaş, ne kadar sıkıcı diyorsan bu film sana göre değil arkadaş:)
Ben izlerken yer yer Mahmut Makal'ın ''Bizim Köy'' romanını hatırladım








ikinci film bir Fransız filmi olan ''Altıncı Kattaki Kadınlar''...1960ların Paris'inde geçen bu film 2011 ''Malatya Film Festivali'' nde en iyi uzun metrajlı film çekilmişki yeminle böyle bir festivalden haberim yoktu:)) Filmde bir binanın altıncı katında yaşayan İspanyol hizmetçilerin renki dünyasını keşfeden aynı binada oturan bir bankerin onların hayatına karışması konu edilmiş. Son derece renkli ve eğlenceli bir film.









Üçüncü filmde ise bir edebiyat akımının oluşumuna tanık oluyoruz. Yeraltı edebiyatına ilgi duyuyarsanız ve '''Beat Kuşağı'' nedir acep diye merak ediyorsanız işte size bu akımın doğuşunu anlatan film...''Ölesiye Sevmek''

Beat Kuşağı New York’ta bir araya gelen ve daha sonra batı yakası kardeşliğine katılan bir grup Amerikan şairleri ve yazarlarından oluşmuştur. Bu hareket 1950 ve 60’lı yıllarda belirgin hale gelmiştir. Beat Kuşağı doğaçlama, tutkulu diyalog, açık cinsellik ve uyuşturucu deneyimleriyle ilgilenmiştir. Çalışmaları bunlara yansımış ve sonrasında yerleşik edebi dergilere sızmaya başlamıştır. Beat Kuşağının post modern edebiyata etkisi yadsınamaz. 1950'li yıllarda konformist bir hayatı yücelten ABD toplumunun değerlerine karşı olan bu yazarların en önemlilerinden biri olarak kabul edilen Jack Kerouac aynı zamanda "Beat Kuşağı" terimini de öneren ilk isimdir.(kaynak: Vikipedi)


Şimdi sırada biraz da eğlenelim filmleri var. Sabah kahvaltılarımı neşelendirdiler.
Şefkat Yerimdar: Eski Yeşilçam filmleri havasında bir film. Ben pek eğlendim. Zengin kız fakir oğlan hikayesi...Eski Türkan Şoraylı,Kartal Tibetli ,Filiz Akın,Ediz Hunlu filmleri hatırlattı bana. Hiç bir mesajı yok,bişi vaad etmiyo öylesine işte...Filmi seçme nedenim oyuncular arasında Cezmi Baskın'ında oluşuydu. Belki de es geçenilirdim ama onun adını görünce her zaman bi dururum.





Bir diğeri ise yine yerli film; Hükümet Kadın 2... İlkini sinemada izlemiştim ve de beğenmiştim. İkincisi de fena değildi....Demet Akbağ'ı zaten çok beğenirim ah bir de botox yaptırmayaydı... Komedi oyuncusu botox mu yaptırır abi ya...










Kitap ise Fay Kırıkları üçlemesinin son kitabı: Rojin

Haydi eyvallah,kendinize mukayet olun. 21 Mart gelmeden bi ritüelimiz var 20 Mart akşamından başlayacaz unutturmayın.

Ha bir de ben size pepino meyvasından söz etmiş miydim?... Kozmetikte kullanılani küçük ama tadı ve içinin görüntüsü aynı kavuna benzeyen bir meyva. Korkmayın ucuz bişi. İki lira falan sanırım. İçini yiyin kabuklarını yüzünüze sürün. Bana dua edin. TIKlayın, gidin okuyun beni yormayın
anacım:)Benimki amme hizmeti:))Durun bi de resmini koyayım da görünce tanırsınız. Her türlü markette var.
ayy çok faideli bir yazı oldu yine:))

14 Mart 2014 Cuma

GOLEM VE CİN

Yazımın başlığı anladığınız üzre son okuduğum kitaba ait:)Bu kitabı ''Doğan Kitap'' seçtiği 10 blogger ile birlikte okuduk. Bu benim yorumum,diğer okuyanların yorumunu da çok merak ediyorum doğrusu...







                     GOLEM VE CİN        


Kitapta fantastik ve gerçek dünya iç içe geçmiş. Kurgunun ve çevirinin sağlamlığı sayesinde bir an fantastik kahramanlarla gerçekte de karşılaşabilirmişiz duygusu kazanıyorsunuz okurken. Kitabı oldukça kalın olmasına rağmen akıcı dili sayesinde dört günde okudum ve bitirdim. Sanırım bunda oldukça hızlı bir tempoya sahip olmasının da katkısı büyük. Hep, bir sonraki sayfada ne olacak diye merakla bekledim.
Biri ateşten biri topraktan yaratılmış iki doğaüstü varlığın yolları New York’ta kesişir. Yetişkinler için bir “Alaattin’in Sihirli Lambası” gibi Suriye çöllerinde başlayan hikâye, New York’ta, “Küçük Suriye Mahallesi” ve çevresinde devam ediyor. Suriye’nin seçilmesinde sanırım iki yıldır dünyanın en çok konuşulan ülkelerinden biri olmasının etkisi var.
Bir yere gitmek için rüzgârları çağırıp ona binen, tek korktuğu şey yağmur olan CİN ile sırf bir insanın yanlızlığına son vermek için kilden yaratılmış GOLEM, kâh New York sokaklarında, kâh parklarda kendi yalnızlıklarını paylaşmak için dolaşırken, kah gündüz insanlar arasında farklı bir yaşam sürerken, birinin yaratıcısı, birinin de sahibi olan ve ebedi yaşamı arayan eski bir Haham da onların peşindedir. Son derece zengin yan hikâyelerle desteklenmiş olan anlatıda, mazisinde 715 yılında “Emevi Camii” nin yapılışını bile hatırlamak olan CİN ile henüz birkaç ay önce yaratılmış GOLEM, gizemli bir maceranın peşinde çatılardan çatılara, gece yarıları parklarda koşarken okuyucuyu da peşlerinde sürüklüyorlar adeta…
Gerek ‘’Küçük Suriye Mahallesi”nde, gerekse Suriye Çöllerinde ve çöl bedevileri arasında geçen bölümlerde, halkın yaşayış biçiminin, gelenek ve göreneklerinin, bayramlarının  da ayrıntılı biçimde verilmesi, fantastik kahramanların gerçek kişilerle aynı hayatı paylaşmaları kitabı  neredeyse bir film gibi izlenir hale getirmiş.
GOLEM’in ilk öğrenmesi gereken şey; “İnsanları düşüncelerine göre değil, davranışlarına göre yargılamaktır”.  Bu biz insanlar için de geçerli bir öğreti olmalı.”İnsanlar kötülük yapmak için bir nedene değil ufacık bir mazerete bakar” sözü de fantastik kitapların çok da gerçek dışı bir hayatı anlatmadığının bir göstergesidir




11 Mart 2014 Salı

10 Mart 2014 Pazartesi

Pazar pazar

Pazar sabahı ayile:) boyu kahvaltı yaptık. Tam  masaya oturacakken Gamze,benden isteyemiyor malum dizim yüzünden.Baba yumurtalı ekmek kızartsan dedi. Haydii bi faaliyet başladı mutfakta, yok onun yanına bu reçel gider, şunu da çıkarın falan derken mutfakta hep birlikte dönülmeye başlandı... Neyse sonunda oturduk yedik ama bu işe en çok beyaz ekmek yakışıyor. Bu esmer ekmeklerle tamam lezzetli ama şöyle altın gibi renk olmuyor.


Kahvaltıda birlikte olunduğuna bakmayın,Zuz zaten arkadaşlarıyla kahvaltı yapmak için çıkmıştı. Geri kalan da yok kuaför yok bilmem bişi  dağıldılar. Zuz kahvaltı dönüşü elime bir  demet sümbül tutuşturdu tekrar vınnn kızların yanına kuaföre,ordan nereye gittiler bilmem. Ben de hemen buzluktaki, salçalı,soğanlı  eti aldım, yine buzluktaki  haşlanmış kuru fasulyeyide azcık tuz ve baharat ekleyip sıcak suyu üstüne döktüm,al sana bir tencere kuru fasulye. O ara pirinç de ıslattım pilav için. Dolaptaki ıspanak,baktım yıkanmış gibi tertemiz bir kaç su yıkadım ,doğradım(oturduğum yerde)onu da Zuz'un sevdiği gibi kendi usulümce bulgurlu,sarımsaklı ve acılı pişirdim. Bi  koşu gittim çamaşır astım. Sonra kendime yeşil çay yapıp dizime de buz torbamı koyup filmimi izledim. Valla izleyin arkadaş. Çok güzeldi. 1937 yapımı, siyah beyaz bir film ama o müzikler falan bana siyah beyaz televizyon yıllarımızı hatırlattı...Filmin afişinin güzelliğine bakar mısınız bi?...
Konusu hiç yabancı değil ama filmde öyle ajitasyon yok hatta ben yaşlı kadına gıcık bile oldum bi ara:)) Filmin sözü ile bitireyim çok fazla ipucu vermeden,izlemek isteyenler  için.
Kitabım aynı zamanda ''Bibliyomanyaklar''ın mart ayı kitabı olan; Yağmurun Gölgesi/Sanem Dere... O yüzden kitap ile ilgili yorumları o zaman yazacağım. Dün Ataletim canım benim'e kontrole gitmiştim, kitabımı da o hediye etti zaten:)) Dönüşde vapurda başladım hemen. Ha Ataletim bana dizlik taktı, 15 gün sonra tekrar görecek.





Zuz yarın sabah yolcu, şu anda evi salı pazarına çevirmiş durumda bavul yerleştiriyor.:))Bu kez fizik tedavilerimiz nedeniyle çok fazla birlikte saatler geçirdik,kah didiştik, kah gülüştük. Hatta bir gün yolda  tramvaydan  Beyazıt'da inip ^^Yahya Kemal Beyatlı Müzesi''ni gezdik.


y


Yahya Kemal'in elbiseleri, büyükelçilik yaptığı yıllara ait evrakları, nüsus kağıdı, şiirleri ,aldığı ödüller sergileniyor. İki katlı küçük bir müze..Yolunuz düşerse görün derim. Beyaztta hemen cadde üzerinde. Tramvay durağına 10-15 mt uzaklıkta...

Hayde  gittim ben

8 Mart 2014 Cumartesi

Son İstasyon ve Kadınlar Günü

Dün tedavimin son günüydü inşallah maşallah...Bugün de Ataletim bi kolaçan edecek beni cimnastik neyin verecek.Ondan sonra da bu diz ya geçecek ya da ben onu geçiricem...

65 yaşlara ulaşım ücretsiz olunca   Allah sizi inandırsın gençliğime doymayayım ki:))  tramvayda,vapurlarda zor yer bulduk,biz gençler hihohiho...Bakın bunu sinirden yaptım.Acık bekleyin anacım havalar ısınsın,çiçekler açsın,adalar ,modalar artık hayat size güzel:)))

Dünkü güzel havaya aldanıp bugün de aynısı olacak diye  aynen giyinince dittiri çaldım. Karayel kara kara esti öğleden sonra...Hafta sonu da yağışlı geçecekmiş,kapalı mekan programlarına dönün.
Yeni kitabıma bugün vapurda başladım. Son İstasyon/Jay Parini...Lev Tolstoy'un hayatının son günlerinde bir trene binerek çıktığı meçhul yolculuğu ve bu yolculuğun sona erdiği tren istasyonundaki günlerini anlatan bir kitap.Bu kitapta yazar Tolstoy değil ,insan Tolstoy var.

 Dün hava soğumadan önce tedavi gördüğüm kliniğin bahçesinde böyle pırıl pırıl bir havada ve duble elma çayım eşliğinde okumuştum kitabımı...Bu da kitaptan bir alıntı size...

Hayatın adını kaybetsek bile
İsli gõlgeler sırtımızda uzarken
Tepemizde kuşlar tek şarkıyken yeniden duyabileceğimiz.
Suyun donmuş kapağının üzerinde yürüyorum .
Bel verdiği ama çõkmediği yerde.
Dünya hala yuvam benim
Lev Tolstoy
Bugün Dünya Emekçi Kadınlar Günü... Hazır mıyız bacılar kutlamaya... Hadiiii eller havaya birrrr ikiiii üççççç geliyoooooo...
 Hepimize kutlu olsun.
Sokaklarda kadına şiddet kol gezerken,kadın cinayetlerinde birinciliği kimselere kaptırmazken,çocuk gelinler hastanelerde doğum yaparken yaşamını kaybederken; Aziz Nesin'in dediği gibi ''Memleketin Birinde Hoptirinam''

6 Mart 2014 Perşembe

kayıt lütfen






Fay Kırıkları/Emine zaten daha önce başladığım üçlemenin ikinci kitabıydı.  Evlenmek üzere bırakmıştık Mehmet ile Emine'yi,evlilik hazırlıkları içinde bulduk. Bu arada Mehmet oyunu kuralına göre oynamayı iyice öğrenmişti. Dini sermayenin kurallarına göre oynuyor şimdi.

Yolum Düştü Amerika'ya/Canan Tan: Bir yurt dışı eğitim öğrencisinin gerçek günlüğü olan bu kitabı çok eğlenerek ve yer yer duygulanarak okudum. Yazarı tanımış olmak, kitabın baş kişisini de yakından tanıyor olmak kaymaklı ekmek kadayıfı yiyormuşum duygusu verdi. (valla canım istedi)))
                                                                






 Söylenmemiş Şarkılar/Canan Tan: Tavsiye Evinde  sohbet ettiğimiz Canan Tan; O gün bir çok kitabını imzalayıp hediye etmişti. Bu da onlardan İçinde dört hüzünlü hikaye var.









 Kılıç Yarası Gibi/ Ahmet Altan: Ahmet Altan'ın belki de en güzel kitabı. Zaten iki kitabını sevdim,biri bu bir diğeri de ''İsyan Günlerinde Aşk ''. Bu iki kitabı da okumadıysanız okuma külliyatına katın derim. Bakın her kitabını okuyun diyor muyum?))...''Aşk kılıç yarasına benzer,iyileşse bile izi kalır'' kitabın cümlesi belki de çıkış noktası. Arkada meşrutiyetin ayak sesleri, Makedonya ayaklanması ve Abdülhamit devrindeki jurnalciliğin geldiği nokta var. Abdülhamit cinayet romanlarına çok meraklıymış. Yabancı dildeki yayınları  getirtir,tercüme ettirirmiş. Belki de kuşkucu yapısını,  hafiyeliğe merakını bunlara borçludur. geçen aydı sanırım o zamanlar yabancı bir yazarın içinde Abdülhamit'in de olduğu bir dedektiflik romanı yeniden yayınlandı. Ama Naziş bir türlü bulamadı o ayrı. Yayınlandığını okuduk kendine ulaşamadık. yayınevine yazacaktı,bilmiyorum yazdı mı?...Bu kitabı yeni yayınlandığı yıllarda bir gece Zuz'da okumuştum. geçenlerde arkaaşlarla bir sohbet sırasında bu kitaptan söz ettik. Damağımda bıraktığı tat geldi aklıma. Ama kitap ben de yoktu. Sonra ''Alkım Kitapevin'''de gördüm. Tüm Ahmet Altan kitaplarını basmışlar ve üç liraya satıyorlardı,hemen saldırdım tabi. Ama İsyan Günlerinde Aşk yoktu.Bulsam onu da alırdım.Çünkü onu da Zuz'dan okumuştum.

Kayda girsin bunlar da dedim vee gittim.

Bugün tedavimi yapan Kazım Bey, kaç kitap okudunuz diye sorunca bu yazıyı yazmak geldi aklıma...


5 Mart 2014 Çarşamba

Yollardan sor beni,martılardan, vapurlardan hatta yunuslardan

Evin yolunu unuttum som 10 gündür.Sabah 9.30 gibi çıkıyorum akşam  5 gibi giriyorum eve...Fizik tedaviye gittiğimi sağır sultan  biliyor:)

Sabahları bir koşturmaca çıkıyoruz evden, Zuz'un tedavi bitti,benimki ise uzadı.Artık kocam eşlik ediyor bana. Yoksa o iki saatlik molada sıkıntıdan patlarım. Önce açık havada bi çay,kahve sonra da yemek yemek için değişik bir yer arayışı.Artık ''Çapa'' çevresi yeme içme mekanları benden sorulur. Mesela çorba içeckseniz Pehlivan derim. Çünkü çorba seçeneği fazla ve çok güzel bir sebze çorbası var ve de Üsküp Köftesi ve de güveçi çok güzel. Canınız tatlı bir şey çekerse ''Görgülü Pastanesi'' nin ekleri,gözlemede ''Kafe Kahverengi'' pide ,börek işi derseniz ''Börekçi Abdullah'' da ''Eyüp Güveci'' dedikleri bir pidesi var,missss. Çiğ Börek istedi canım diyenler içinde Odabaşı Camii yanında ''Tarihi Odabaşı Çiğ Börekçisi '' var.Et kavurma, ya da ev yemekleri içinse ''Kırık Tabak'' ... Bunların hepsi tarafımdan bizzat test edildi onaylandı. Şimdi yarın bi de ''Tarihi Odabaşı Köftecisi''ni deneyeyim size söylerim. Valla Çapa'da oturanlar bile benim kadar bilemez belki de:))

Tüm kitap okuma eylemlerimi tedavi sırasında ,ve tramvay ve vapurda yapıyorum. Yattığım yerden bacağıma masaj yapılırken ,sakin sakin kitap okumayı özler miyim acep?)

Bugün iki iilginç olay yaşadık ilki çok hoştu,taa Üsküdar İskelesi içlerine kadar gelen iki yunus motorun yanında hoplaya zıplaya bize eşlik ettiler. Çok ama çok hoş bir manzaraydı. Fotoğraf çeksem o anı kaçıracağımı düşündüğüm için sadece izlemeyi tercih ettim. İkinci olayımız ise  tramvayda yaşadık. İki renk tramvay var,biri kırmızı biri mavi. Maviler Kabataş'a kadar gidiyor. Kırmızı tramvaylar ise Eminönü'ne kadar. Bizim için farketmiyor. İkisine de binsek denizden geçiş yolumuz var. Tramvay Eminönü'ne gelince ben;inmeyelim Kabataş'dan motorla geçeriz dedim. Ama anah o ne, tramvay geri geri gitmeye başladı .Ne oluyoruz leynnn kaçırıldık mı yoksam dedim?. Meğer bindiğimiz  Kabataş'a devam etmeyeniymiş. Gülhane'de indik yeniden bindik.

Eve saat beş gibi geliyoruz dedim ya. Gelince ilk iş kendime bir latte yapıyorum. Biraz dinlendikten sonra da  yatıp film izliyorum.Dün Bahman Ghobadi'nin  Cannes'den ödülle dönen filmi ''Annemin Ülkesinin Şarkıları''  nı izledim.Kadınların şarkı söylemesi yasak olduğu için ülkesinden ayrılan Hanare'yi  müziyen kocası Mirza ve yine müzisyen olan iki oğlu ile birlikte aramasının anlattıldığı bir film. Ama bu arada Saddam'ın yaptığı zulüme, kimyasal silahların insanlar üzerinde kullanılmasına,yıkımlara tanık oluyoruz. Müzikler ve halaylar bir harika... Traji-komik bu hikayenin filme alınışında  yörenin gerçek insanları kullanılmış. Bunu İran sinemasında sıkça görüyoruz zaten.


Dün akşam başlayan ''Kurt Seyit ve Şura'' yı kimler izledi bilmiyorum ama ben beğendim. Kostümler, mekanlar tam bir dönem filmine yakışır güzellikteydi. Farah Abdullah'ı  ''Öyle Bir Geçer  Zaman ki'' de izlerken ; bu kız buradan yürür gider demiştim. Gerçekten de öyle oldu. Çok yakışmıştı rolüne.Kıvanç Tatlıtuğ zaten artık kendini ispatladı.

Şimdilik gidem ben, azcık dinleneyim...Haydi kalın sağlıcakla

2 Mart 2014 Pazar

En iyi teklif

Ben de pek bi aksiyon yok sayın okuyucu, her sabah düzenli olarak fizik tedaviye gidiyorum. Her sabah vapurda martılarla kahvaltı ediyorum,sonra  tramvayla  fizik tedavi merkezine geçiyorum. Zuz'un da benimle birlikte  tedavi gördüğünü söylemiştim.O' dirseğinden ben dizimden tedavi oluyoruz . İki saatlik molamızda da çevrede ne kadar  Kafe,lokanta varsa hepsini deniyoruz.İki saatin sonuna doğru sıkılıp didişmeye başlıyoruz.Geçen gün Ataletim canım benimin tavsiye ettiği çiğ börekçiye gittik. ''Tarihi Odabaşı Çiğ Börekçisi''...İki delikanlı incecik açıyorlar hamurları,sadece de çiğ börek ve içecek servisi var. İkişer tane lüpledik hemen. Cumartesi günü de çok hoş bir kadının işlettiği Kafe'de oturduk.Yarın içinse yerimiz hazır :) tavsiye üzerine'' Siesta Kafe''nin yiyeceklerinin tadına bakacağız. Fizik tedavinin en keyifli yanı,yatıp kitap okuma kısmı...



Dün bir film izlemeye başladım ama biraz izledikten sonra baktım çok güzel kapattım:)) Niye derseniz Zuz ile bugün izlemek için. Kızlar da evdeydi hep birlikte izledik. Bu filmi; izlemezseniz küserim kategorisine koydum.
Cinema Paradiso/Cennet Sineması ile tanıdığım Giuseppe Tornatore'nin  yine çok güzel bir filmi...Eğer Cinema Paradiso izlemediyseniz acilen izleyin derim. Açık artırmacı Virgil rolünü oynayan Geoffrey Rush;olağanüstü güzel oynuyor. O açık artırma sahnelerine bayıldım. Filmin cümlesi; aşk taklit edilebilir mi?...Çok ipucu vermeyi sevmem bilirsiniz ama özellikle sanatseverler için kaçırılmaması gereken bir film olduğunu  söyleyebilirim.Ve Virgil'in kadın resimleri kolleksiyonunu  kaçırmamalısınız...


  Kitap; Fay Kırıkları üçlemesinin ikinci kitabı olan ''Emine''ye başladım. Mehmet ben kimim,nasıl bir insanım sorularının cevabını ararken Emine'de mi buldu cevabı bakalım.

Bugün iki günlük yemek yaptım zira bir günlük molanın ardından yarın yine fizik tedavinin yolları çünkü. Tarhana çorbası,barbunya,et sote ,pilav ve vişne kompostosu yaptım.İyi ki şu dondurucular var. Vişne ve barbunya yazın yaptığım kış hazırlıklarından anladığınız gibi..

Şimdi gideyim ama siz dizim için de şifa dileklerinizi esirgemeyin benden. Çünkü; sanırım ufukta ameliyat görünüyor:(