Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

yeniden yeniden düzenlenen yazı...

Kafam kazan gibi kalktım, niye diye düşünürken; yatarken içtiğim alerji ilacından olduğunu anladım...

Naziş yatağını falan bir güzel düzeltmiş, odanın penceresini açmış, içeriye mis gibi temiz hava dolmuş... iyi geldi.

Şimdi aportta bekliyorum, Babam çayı bir demlesin hemen bir çay kapıcam... önümüzdeki perşembe gidiyor... artık yaylalar, cenikler, deniz kıyıları, briç turnuvaları, klüpteki güveç partileri onu bekler... dolabına da külek külek tereyağlarını doldurur artık. Ben yokum ya oooh...

Binlerce dolar kazandığımı ve beni tebrik ettiğini söyleyen onlarca mail sildim yine... Güya filitre koymuştum , viagralılar gelemiyo ama bunlar bir yerden sızıyorlar mutlak.

Dün gece Kapalıçarşıyı izlerken uyumuşum, kitap okuyamadım...

Bu gün Cancan geliyor... Önce bir Koru sefası yaparız, gelince yemek yer, uyur... akşam üzeri sokağa çıkaracağım onu, yaşıtı bir kaç çocuk var onlarla top oynuyor. Ne oynamak ama koca bir basketbol topunu kapıp ba ba yani basket bol diyor, yerde saydırmaya çalışıyor. Babaaannesi kapıya bir pota takmış, karşısına da bir yuvarlak çizmiş. O yuvarlağın içine basıp öyle atıyor topu... Futbol ve Basketbola acaip meraklı. Ama hadi Ayşegülleri getir bana , okuyalım deyince de kitaplıktan getirip ilgiyle dinliyor. Tabi kitabı alıp da okumaya başlamıyorum. Aaaa bak Ayşegül'ün ne güzel atı var... ay burada Ayşegül düşmüş, bacağı uf olmuş, ağlıyor diyorum, O da cici cici diyor. Şimdilik okuma şeklimiz bu...

Günün programı ise şöyle;
program: Koru... eve döünüş...yemek... uyku... yemek... kitap okuma... bolca öpüşme, oynaşma... Ablaların gelişi... kudurma çok kudurma... sokağa inip top oynama... Annenin gelişi ve yüzümüze bile bakmadan koşa koşa başka gezmeler peşine düşme...
Ama ben gitme Caaan biz de kal deyince de baba baba demesini biliyo. Yani ev de babası varmış... üç kağıtçııı


Babam çayı demledi galiba... gidip kapayım:))

düzenleme: Koru bile çok sıcaktı bu gün, Cancan koşturdu durdu ama baktık yüzü kızardı , aldık eve geldik... Markette rutinlerini tekrarladı , yürüyen merdiven... pastane kısmı... asansör tamam market demek bu demek. Eve gelince bir tabak yayla çorbasını ham ham diye diye yedi. Bir kaşık O^nun elinde bir kaşın benim elimde... sonra tumba yatak. Soydum sereserpe yatırdım. Ben de sanırım ya bir film izlerim ya kitabımı okurum...
Ah unuttum geldiğinde elinde kocaman demetler dolusu karanfiller vardı. Bana verdi kucağıma atladı.
Herkesin bir ismi vardı ev de. Naziş'e aba , Gamse'ye ağzıyla lololo yaparak ( çünkü bebekliğinden beri Gamse yüzünü yüzüne yaklaştırıp ona diliyle lolo gibi sesler çıkarıyordu , oh olsun adı öyle kaldı..) Kocama dede demeyi seçti. Bana hiç bir şey demiyordu ... sonra en güzel ismi bana sakladığı ortaya çıktı... İçiii içiii diye çağırıyor beni, yani canımın içi. Çünkü ben O'nu öyle seviyorum. Canımın içi içiiii diyerek. Eh bir atasözü daha doğrulanmış oldu. Ne verirsen elinle, o gelir seninle:)))