Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

2 Ekim 2012 Salı

Salı sallanır

Güne bulaşık makinesi faciası ile başladık. Çalışan makine durulama  programına takıldı kaldı ve kompresör sesi çıkartmaya başladı. Bu ses aynen şöyledir horrrrrr forrrrr... Tekstil ile haşır neşir olduğumuzdan, bir zamanlar tabi...bu ses anılarımı da canlandırdı... Tabi önce ben tamir etmeye çalıştım:) ama güzelim teknik bilgim yetersiz kaldı ve teknik servis eve davet edildi... Onlarda, yıkama kartı yanmış, arasına  da 245 TL, sıkışmış dediler. Biz acep yeni makine mi? alsak diye düşünürken  onlar anında durumu çakozlayıp, sizin makine   bilmem kaç programlı bunlar da şimdi şu kadar bin lira,  yıkama kartının yenilersek yeniden garanti kapsamına girecek falan dediler , kocam da devreye girip şahane bir pazarlık yapıp 200 TL ye işi bağladı... Aldılar makineyi gittiler. Tezgah ve masanın üstünde  de bir o kadar durulnması gereken tabak çanak ile de beni başbaşa bıraktılar. Hiiiç aldırmadım  valla, üstümü  giydim ve okey grubumla buluşup, okey oynamak için evden çıktım. Çıkarken de elime kocaman bir bez aldım. Ha! o niye derseniz, makineyi götürürken merdivenler ıslanmıştı, merdiven sile sile  indim aşağı...Bezi de çıkışta ki köşeye sakladım:)) Akşam dönüşte çöpe attım:)))

Okey oynarken bir taraftan da  astrolog Nuray Sayarı'yı dinleyip, bir taraftan da  bir şeyler yiyince, atı  alan Üsküdar'ı geçti ve bugünü hezimetle kapadım.

Eve geldiğimde,  yukarıda gördüğünüz güzellikler karşıladı beni... Canım Özlem, Paris seyehatinde  Lale ablasını hatırlamış ve 2013'ü bu ajanda ile karşılamamı istemiş. Kitap da ajandaya eşlik etmiş. Hepsinden çok kitap içinde ki cümleler beni duygulandırdı... Böylesine güzellikler yaşatan insanlar tanımama vesile olan blogumu bir kez daha  sevdim, bir kez daha iyi ki dedim...

Bu gece Pariste'ki Eş ile vedalaşmayı düşünüyorum. Galatasaray maçı  da tat  vermiyor, bir gol yedik bile...


Eylülün son haftasonundan

En son cuma günü , yazı yayınlamışım, nedense elim gitmedi bi coşamadım, kaç kez niyetlendiysem yazamadım.Yazmadım ama bizim evde hayat durmadı tabi.

Cumartesi günü karı koca, bir Tophane yaptık, sonra yokuş yukarı vurup Çukurcuma'da dolandık.Kuzen Güllü(Gülden) ve onun kocası Coşkun ile bir kahve sohbeti yaptık, bir sergi gezdik  en sonunda da çoktandır, önünden geçerken mis gibi kokularını duyduğumuz ama her seferinde de karnımızın tokluğuna rastlayan köftecide karnımızı doyurup, Üsküdar'a vasıl olduk.
( yazmalar ve oyaların dili sergisi) Sergiyi gezerken elimde , iki sergi açacak kadar malzeme olduğunu farkettim:)

Üsküdar'a geçip de balık pazarına uğramadan olur mu? olmaz tabi, biz de öyle yaptık. Bir kaç derya kuzusu palamut aldım ve dondurucuya koydum. Balıkçı, içini temizlemeyin dedi ama öylesi içime sinmedi benim.İnternette biraz araştırma yaptım, hepsinde de temizlenmesi ve diriliğini kaybetmemesi için hafif tuzlanması gerektiğini yazıyordu.Aynen öyle yaptım ve tek tek paketledim.  Bize iki büyük palamut kafi geliyor. Zaten, Naziş ağzına bile  sürmez.

Cumartesi ve pazar akşamları Gamsegamse puzzle yaptı...Babasıyla masanın başına oturup parçaları birleştirmeye başladılar. Saat  yapıyorlardı. Önce  kenarlarını yaptılar, sonra ellerinde bir kenar parça kaldı. Tutturdular, bu fazla konmuş. Ben kalktım , gittim ve oturur oturmaz parçayı yerine koydum:) Evet sadece bir parça takmış olabilirim ama en önemli parçaydı o da:)





Pazaar gününü evde geçirdik... Naziş, sen kıymalı poğçayı sadece teyzem için mi? yapıyordun, o gitti gideli hiç yapmadın deyince , mecburen  kalktım, yaptım. Gamse'de çekirdekli, küçük, kahavaltılık ekmekler yaptı , çok güzel oldu  valla...Bugün okula da götürdü , arkadaşları da çok beğenmişler.





Bugün pazarımız vardı...Kışlıklarda, altın vuruşu mürüdüm eriği marmelatı ile yaptım ve artık son noktayı da koydum. Hem evin genel temizliği, hem akşam yemeği hem marmelat   yapınca yuhhh dedim artık bu vapur iskeleye yanaşsın...Böyle günlerde, eve her gelene , akşama kadar yaptığım işleri saymak en hoşuma giden şeydir, onlarınsa haftalık kabusu:))Onu da yaptım, bunu da yaptım. Akşam asla elimi bir şeye sürmem, çay yapın , masayı toplayın gibi direktifleri arkaları sıra yetiştiririm. 
Mürdüm eriği marmelatının nasıl yapıldığını Işıl sormuştu sanırım, hem onun için hem de başka yapacaklar için kendi tarifimi vereyim.

 Ben 2,5 kg erikten yaptım. Erikler çok tatlıydı o yüzden 2,5 kg eriğe, 1,5 kg şeker koydum. Çekirdeklerini çıkardım, şekerini de üstüne koydum, çok kısık ateşte sulanmasını ve eriklerin yumşamasını bekledim. Erikler, yumşayınca el blendırı ile püre  haline getirdim. Reçel kıvamına  gelene kadar pişirdim ve bir limonun suyunu  ilave ettim, o kadar. Rengi ve kıvamı çok güzel oldu. Bunu marmelat olrak tüketebileceğimiz gibi, muhallebilerin üstünde ve Chesecake üstünde kullanacağım. Frambuaz kadar yakışacağından eminim...


Kitap hala Paris'teki Eş... Bu aralar erken uykum  geliyor ve gündüzleri pek okuma fırsatı bulamıyorum. Şu anda olduğum bölümde, Ernest Hemingway,  Türkiye'ye gazete muhabiri  olarak gönderildi, çalıştığı gazete tarafından...İzmir'in işgali sırasında çıkan büyük bir yangını izlemeye geldi...Kitabı beğenerek okuduğumu söylemiştim sanırım. Dilinin akıcılığı  ve  bir biyografi oluşu çok hoşuma gidiyor.


Haydi gideyim artık...