Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Kasım 2010 Salı

Anılarla

Leylak Dalıcım bir ödev verdi daha doğrusu 'eşyalar ve onların bize hatırlattıkları ve hissettirdikleri" konulu bir mim... Fakat bu Mim'in konusuyla mı? yazanlarla mı ? ilgili bilemedim çok güzel hikayeler çıktı... Hatta bir yerde toplansa mı? diye bile düşündüm...

Mimi alınca düşündüm, biz bu eve altı yıl önce geldik... Taşındığımız ev , çok güzel anılara eşlik etmişti ama en büyük tanıklığı Annemin altı yıl süren hastalık sürecine ve O'nu kaybedişimize oldu...(Çünkü Annem hastalığını takip eden bu altı yıl süresince bizim ev de kaldı)...Sanki tüm eşyalar o hastalık sürecini hatırlattı bize... Bu eve gelirken en başta Zuz ve Kocamla oturup hiç bir şeyi götürmemeye karar verdik... Evlenecek bir kaç kişi ve Belediye'nin Beyaz Masası arasında eşyaları pay ettik... O yüzden bu evde anılar yeniden yazılıyor...


Yalnız bu vazo, bizim aile oluşumuzun ilk günlerinde alınmıştır.Antalya ve Pamukkale de balayımızın ilk günlerini geçirdikten sonra hadi bir de İzmir yapıp evimize öyle gidelim demiştik, daha iki haftalık çiçeği burnunda evliler olarak... Dört yıl boyunca, İstanbul' da gitmedik tiyatro sinema,konser, restoran annemin deyimiyle çıkmadık ağaç tepesi, basmadık taş bırakmayan biz değildik sanki gibi uzunca da bir balayı gezisi düzenlemiştik... Kadın artık evlenip gidin sokaklarda aç köpekleri doyurucam diye adaklar adarken evlenivermiştik... Kış ortası... Neyse gelelim İzmir bölümüne... İzmir, Alsancak'da yürürken benim gözüme Kütahya Çinileri satan bir dükkan ilişti. Meğer orası dükkan değil, bir showroom gibi bir şeymiş... Vitrindekilerde kolleksiyon parçaları... Çok beğendiğimi gören o çok zarif bayan, bunlar satılık değil ama çok arzu ederseniz ve bir hafta beklerseniz size yaptırabilirim dedi...Biz de o akşam İstanbul'a döndüğümüzü söyledik, işte yeni evli olduğumuzu , balayında olduğumuzu falan konuştuk... Çıktık oradan... ama ikimizinde içinde kaldı vazo, biraz yürümüştük ki, kadıncağız arkamızdan koşturuyo baktık ki... ben bi tuhaf oldum dedi...alın bu vazoyu siz... Biz şaşkın ve sevinçli tabi... Sonunda vazoya sahip olduk... Tam 29 yıldır bizimle... Bir yere giderken yeri benim kucağımdır. Ta ilk günden beri yolculuklarını benim kucağımda yapar:)) Kimi zaman, özel günlerde şık bir örtü üzerinde bazen de böyle günlük bir dokuma örtü üstünde ama hep aynı yerinde arzı endam eyler... İçindeki Laleler de Zuz'un bir İngiltere seyehati sırasında Londra'dan bir sanatçı tarafından yapılmış , satın alınıp bana hediye eylenmiştir... Onlar da tamamen ahşap oyma el işciliğidir... Zuz hem getirmiş hem kendime alamadım diye hayıflanıp gözü kalmıştır... İkisi de birbirine pek yakışmıştır...

Umarım görevimi başarıyla ifa etmişimdir Leylak Dalıcım...

29 Kasım 2010 Pazartesi

Hafta sonundan hafta başına -Uyarı: Yazının uzunluğu beş kilometre

Haftanın sonuna damgayı Haydarpaşa yangını ve Wikileaks belgeleri vurdu.Haydarpaşa yangınının altından; malum otel hikayesi çıkacak şüphesiz...Haberi aldığımızda İlmiyem^de çay içiyorduk, hemen tv yi açtık akabinde de Kocam aradı...Taş gibi oturdu yüreğimize taş...İstanbul'u İstanbul yapan figürleri bir bir yok edenler, aslında tüm anılarımızı da çalıyorlar bizden...Bizi biz yapan şeyler bir bir kayboluyor... Bırakın Beni, Anneannemin çok güldüğüm bir anısı var orada... Anneannem - Haydarpaşa'da Dedemi bekliyor... daha gencecik, su gibiymiş kendi deyimiyle... parmağında da koca bir elmas yüzük...Bir kadın yanaşmış yanına, konuşmaya başlamış, işte nerelisin falan filan... derken muhabbet uzamış, kadın -aa ne güzel yüzüğün var, bakayım benim parmağımda nasıl duracak demiş. Anneannem- çıkmıyo ki parmağımdan demiş. Bana hep derdi ki- yüzüğümü çalacaktı, aklınca...Biz yakalım yıkalım sonra gider elalemin gözü gibi koruduğu yerleri ağzımız beş karış açık seyrederiz.

O malum belgenin haberleri gece yarısı yayına girince kocama dedim ki iki üç gün sonra tüm Türk Halkı Wikileaks uzmanı olur merak etme... Kaç gündür yayınlanacağı ajanslara düşüyordu zaten...


Dün İlmiyem'e gittim... Sabah direksiyon sınavına giren, sonra Neslihanla sabah kahvesi içmek için buluşan Naziş beni aradı ve Capitol'ün önünden bana katıldı. Gittiğimizde İlmiyem çayımızı demlemiş, masamızı hazırlamıştı. Anneannesinin tarifi olan taze yeşil soğanlı ve taze naneli poğaçasının tarifini alıp sizlere de yazacaktım ama unuttum. Neyse bir sonraki yazımda eklerim artık.. Biz daha çaylar masaya gelmeden, İlmiyem daha masanın eksikleri var derken biz resmini çektik bile:))Asıl resmini görmenizi istediğim şey, İlmiyem'in salon duvarı...Kızı Seda, bu duvara çizdiği deseni şimdi boyamaya başlmış, göreceğiniz kısım henüz bitmemiş hali, ama el yapımı duvar işlemesi harika olmuş.Sedoş Henüz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenci...
Kuş resimlerini boyamaya henüz başlamamıştı, mavi olacakmış kuşlar...


Kitabım yani Pedal Çeviren Kadınlar bitti. Aklımda kalacağını umduğum bir sürü cümlesi vardı kitabın... Ben bu kitabı çok severek okudum.Ve yaşamın tıpkı bir bisiklete binmek gibi hep ileriye doğru pedal çevirmek ve hep dengede kalmak gibi bir uğraş olduğuna bir kez daha inandım.


Sabah kızlar gittikten ev sessizliğe gömüldükten sonra Leylak Dalıcımın- Lale, çok güzel bir film izledim sende izle dediği ve bu günkü yazısında da sözünüe ettiği CAİRO TİME adlı filmi izledim...Henüz önerdiği hiç bir şeyde beni hayal kırıklığına uğratmayan Leylak Dalıcım bu kez de beni yanıltmadı film güzeldi... Kahire filmden de güzeldi. Bir tek beni şaşırtan Kahire gibi gelirinin büyük kısmı turizmden sağlanan, turiste son derece alışık, her yıl milyonlarca turisti ağırlayan bu yerde Amerikalı kadının sokakta yürürken yani yürüyemezken görmek şaşırttı. Tamam da neredeyse kadının arkasında kuyruk oluşması biraz abartı gibi geldi.Bunun dışında film müziği Kahire görselliği harikaydı. Filmi izlerken müzikde hoşuma gidince ne de olsa bir oryantalist yanımız var dedim:)

Bu günün programı ev ev ev...
**************
*************************************************************


Tüm gün evdeydim gerçektende , yatak odamdaki kitap köşesini düzelttim, iyice zıvanadan çıkmıştı olay:)) Saatlerimi aldı, yemeği zor yetiştirdim:)) Kahve molasını bile ayakta verdim... Ayraçlarımın resmini bari koyayım dedim sonra... Hepsinde bir hatıra var... Kimi Hollanda'da iki sevgili bana Lale şeklinde ayraç seçerken dakikalarını harcayıp az kala kavga ediyorlarmış...Kimi benim için özel keçeden yapılmış Laleler, kimi dantel olmuş örülmüş, ayraç olmuş, kimi bir kitabın arasına sıkışıp kargolarla gelmiş, kimi gittiğim yerlerin manzarası olmuş, kitabı bırakıp oralara dalmışım... Kimileri yılbaşı hediyesi olup zarfın içinden çıkınca yüzüme geniş bir gülümseme yaymış.... Bazıları görülünce-- aaa Lale Abla bayılır buna denilip alınmış,Kimi sırf Murakami kitapları için düşünülmüş, düşünülürken bir kermes hatırası hediye edilmiş, o yeşil kedi var ya o işte... Her kitabında ne yapıp edip araya bir kedi sıkıştırdığı için:) öyle olmuş böyle olmuş... Ama ayraç deyip geçmeyin nelere şahit olmuşlar ne maceralara tanık olmuşlar:)

27 Kasım 2010 Cumartesi

Dün gece kitabımı okurken birden acaip bir uyku bastırdı...Nasılsa Niki'nin sırrını da öğrendim dedim...ışığı söndürdüm... ışığı söndürüpde kendimle başbaşa kalınca farkettim ancak dışardaki rüzgarın uğultusunu...Yeniden kalktım, balkondaki çiçekleri ne olur ne olmaz diye aşağı aldım... Uzun ve ağır saksılar ama neme lazım... Başkasına zarar vermek var, çiçeklerim daha yeni ciciş:))
Yatağa döndüğümde tabi uyku mafişş... Bari biraz tv izleyeyim dedim ve TNT de henüz yazıları yeni yazmaya başlayan bu filme rastladım... Hafif... eğlenceli...duygusal...romantik... tam gecenin o saatine yaraşacak bir filmdi;Helen'le Büyümek


Oyuncular : Kate Hudson, Amber Valletta, Joan Cusack, Hayden Panettiere, Katie Carr, John Corbett, Michael Esparza, Felicity Huffman, Helen Mirren, Joseph Mazzello, Spencer Breslin, Kevin Kilner, Ethan Browne, Sakina Jaffrey, Shakara Ledard
Film Konusu : Model ajansında çalışan Helen Mirren (Kate Hudson) kariyerinde hızla ilerleyen ve şehir hayatının karmaşasına alışkın bir kadındır. Terfi edilmek üzereyken ablasının ve eniştesinin trafik kazasında öldüğünü öğrenir. Çocuklar hakkında hiç tecrübesi olmayan Helen, kız kardeşininin çocuklarına bakmaya başlar. Hem çocuklarla ilgilenmek hem de iş yaşamında başarılı olmak o kadar kolay değildir .

Bizi bu gün yine çok yoğun bir gün bekliyor, Cancan geliyor en başta, Annesi toplantıya gidecek..İzmit'te yeni yeni mekan tutmaya başlayan Kuzen geliyor... Meral ziyaret edilecek...artık eve çıktı... Sizin hafta sonu programınız nedir...

26 Kasım 2010 Cuma

akşam akşam


Biz bu akşam firar ettik Kızımla, küçükken de dediği gibi yağmur yağmur yürüdük Kadıköy akşamında... Alkım'ın altını üstüne getirdik, birbirimizi defalarca kaybettik , bulduk bazen yanyana geçiştik sonunda kasada buluştuk.

Bir sürü mağazaya girdik çıktık, Tanşas'da gezinirken Kocam'ın Tansaştan alışverişi hiç sevmediğini her zaman mızır mızır ettiğini hatırlayıp güldük... Marie Antoniette figürünü yine bulamadık... Benim şişman mayolu gözlüklü kadını da:)) Bir bulayım resmini çekicem size... Bir tek D&R ve YKM lerde satılıyormuş inatçı toptancı sonunda söyledi gıccık...Ama oralarda da artık Aralık ayına kadar yok diye keyifle söyledi:))Neyse aralık ayı geldi...

Bambi'de akşam kayıntısı yaptık... Resimler oradan... Bambi'nin tostu ve çayı üzerine tanımam tavsiye ederim... Taksim'de ki Bambi ile de aynı kalitededir. Test ettim onayladım.Kitap Avalonun Sisleri...Marion Zimmer Bradley... Amaç Elif Şafak'ın Firarperestti ama bilmem neden elime alıp bıraktım...
Sabah uyandığımda yerler sılaktı maa yağmur yağmıyordu, bir kaç gündür böyle... gece yağıyor gündüz hava güzel...

Dün Okey grubumla buluştuk... Çoktandır iyi olmadığım kadar iyiydim. Hastaneye gideceğimiz için eve erken döndüm... Baktım baya arken dönmüşüm bari kızların sevdiği bir yemeği yapayım dedim... Nazlı eve gayet keyifli geldi, hatta alış veriş falanda yapmıştı am ben yemeği hazırlayana kadar yemek yiyemeyecek kadar hasta oldu... Mide bulantısı bir üşüme hali falan, bu gün kalkınca aynı durum devam edince okula gidemedi...

Akşam hastane dönüşü her perşembe olduğu gibi iki diziyi üst üste çaktım yine... Fatmagül ve Türkan..Sonrada uzun bir zaman dilimi süresince kitabımı okudum.Pedal Çeviren Kadınlar, azınlık olarak yaşarken uluslar arası çalkantılardan orada birlikte yaşayan insanların nasıl etkilendiğini gösteren bir kitap... Bu bir yıl öncesine kadar bizim o kadar iyi tanıdığımız bir olguydu ki... Nazlı Musevi okulunda çalışırken; Türkiye ile İsrail arasındaki en ufak bir durumdan değil Onlar bizim ev bile çok etkilenirdi... Artık Türkiye- İsrail politikası izler olmuştuk evcek. Ama bilinse ki birlikte yaşadığımız bu insanlar nasıl zenginleştirir ruhumuzu... Şükürler olsun ki, Kocamın ve Benim yaşadığımız bu zengin ortamı Çocuklarımızda yaşadı gördü tanıdı. Racheller, Agoplar, Mariler, Arusiyaklar, Nikiler bizim kadar bizden kısaca Biz...Kitabı okurken kah Ordu Zaferi Milli mahallesindeyim, kah burada... Sınıf arkadaşlarımı, mahalle komşularımızı... Sıranuş Teyzeyi, Varsen teyzeyi, Süren Amacayı, Mihran Abiyi, Vilma'yı, Zıvart'ı anıyorum... Bana Hababam Sınıfını ilk kez okutan Kuvar Teyzeyi minnetle anıyorum...

Bu hafta üç film izledim birisi Wicker Park ,Film flashbacklerle desteklenmiş ki böyle filmleri de kitapları da severim.

Şikago’nun Wicker Park bölgesinde yaşayan Matthew bir gün çalıştığı işyerinin penceresinden karşı kaldırımda en yakın arkadaşı Luke’a ait ayakkabı dükkânının vitrinine bakan bir kız görür. Artık Matthew onunla tanışmak için her yolu deneyecektir ancak bu ilişkinin bütün yaşamını etkileyeceğinden haberi yoktur. Matthew ve Lisa birbirlerine aşık olurlar ve kader ağlarını örmeye başlar.

İkinci film Yönetmeni Lukas Moodysson'u bir anda uluslararası arenada üne kavuşturan "Sev Beni" seyircinin büyük coşkusu ile karşılanmış, dünyanın dört bir yanından ödüllere boğulmuş.Cd nin arka tanıtım bölümünde İzleyicisine günler boyunca yüzünden silinmeyecek bir gülümseme bırakmayı vaad eden "Sev Beni"de yönetmen Moodysson küçük bir kasabada, dar kalıplar altında yaşayan karakterlerin öykülerini sürükleyici ve içten bir dille anlatıyor, yazıyor...



FİLMİN KONUSU:

Agnes ve Elin, İsveç’te Åmål isimli küçük kasabada yaşayan iki genç kızdır. Rahat, sempatik ve popüler bir kız olan Elin’in aksine depresif Agnes’in pek arkadaşı yoktur. Gizliden gizliye Elin’den hoşlanan Agn bunu ifade etmenin bir yolunu bulamadıkça daha da mutsuz olmakta ve içine kapanmaktadır.

Şimdi burada kesmek zorundayım çünkü Digtürk kablomuz değişecek servis geldi, Kızıma cıktı falan filan...

25 Kasım 2010 Perşembe

Aksiyonsuz olmam abi

Bir aksiyon akşamı daha yaşadık... Kızları Öğretmenler Günü kutlama yemeğine gönderdik...Ah ben şimdi bacaklarımı uzatır kitabıma gömülürüm , elime de akşam denemesini yaptığım zerdemi alırım derken küüüt Meral'in apandist ameliyatı için hastaneye yattığı haberi ile hastaneye koştuk... Biraz heyecanlıydı ama sizi görünce rahatladım dedi... Gelenlerin hepsininde bir apandist ameliyatı hikayesi vardı zaten, en başta da ben:)) Ailemizin Doktoru Görümcemin oğlu olur kendi -Ben, Nazlı'ya hamileyken illede adını Halil koyalım diye tutturmuşluğu vardır hatta- İlker'in Dr olduğu hastanede ameliyat oldu... İlker 'in de yarın hastanede son günüydü, ( Çocukla Çocuktan Özlemmm... size bir kardiyolog gönderiyorum, iki tane radyoloji uzmanı bir tane de Çevre mühendisi göndermiştim... bu yıl içinde zaten, doktorlar görümce çocukları, çevreci Kuzen olur)kapanışı Meral'le yaptı... Yıllar önce başlarken de ilk gün açılışını Eşiyle yapmışmış zaten:))) Meral ameliyata girene kadar biz orayı doldurduk... İlker gelen Dr' lara biz biraz gördüksüzüzdür kusura bakmayın dedi:))Meral ameliyat ola dursun biz kantinde çaylarımızı içtik , sonra O'nu karşılamaya gittik...Gecenin ikinci aksiyon olayı anahtar almadan evden çıkan kızların yemek dönüşü gecenin onikisinde dittiri Leyla kıyafetlerle kapıda kalmasıydı... Onlara haber vermemiştik... Telefon açıp , kapıyı niye açmıyosunuz dediklerinde biri beni biri Babasını aradı çünkü , evde değiliz ki deyip koşa koşa eve geldik...Neyse artık her taraf sakinleşti...Yalnız İlker keşke göz doktoru olsaydın dediğimizde , şimdi gençsiniz ama nasılsa yaşlanınca bana da işiniz düşer demen gecenin bombasıydı...Meral ailemizin sanatçısıdır aynı zamanda art directörümüzdür...Karşılıklı saatlerce kitaplardan söz edebildiğim ender kişilerdendir... Geçmiş olsun Maral'ım hastaneden çık artık raporlu olduğun günlerde bol bol kaynatırız:))


Artık gecenin bir yarısı ortalık sakinleşmişken kitap zamanı... Kitap Pedal Çeviren Kadınlar... gördüğünüz ayraç dantel kadar zarif ve iyi pedal çeviren bir kadın tarafından yapılmıştır...Ucundaki çiçekde iğne oyasıdır...

23 Kasım 2010 Salı

Öğretmenler Günü


Bu resimleri kutlama kartı kabul edin:))Kızlarımın nezdinde tüm öğretmen arkadaşlarımın Öğretmenler Gününü kutlarım...Artık biz şenliklerle kutlarız sabah beşte falan başlarız herhalde:))

seher vakti

İster inanın ister inanmayın sabahın altısında bizim yatağın üstüne oturup ailece albümlere baktık...nedeni Öğretmenler Günü için hazırlanacak slayt için öğretmenlerden çocukluk resimlerinin istendiğini Gamsegamse'nin o saatte hatırlaması...yatağın üstüne oturmuşuz bütün albümleri önümüze açmış resim arıyoruz, yok bunda çok küçüğüm yok bunda yüzüm belli değil, Kocam oradan ne kadar zayıfmışsın der...Naziş içeriden bizden istemediler diye senfoniye katılır. Sonra yine öğretmenlerden kendi hobileriyle ilgili istenen bişi seçimi... bir iki tane de kendi yaptığı keçe taç seçtik de gitti...Biraz tv de haberlere takıldım... Sarkozy ile RTE arasındaki kedi davası ilk haber tüm kanallarda... sonrada yeşil çayımı aldım geçtim bilgisayarımın başına... biraz mail temizliği yaptım...

Bu gün önce genel temizlik var, malum dün evden Cancan fırtınası geçti:))Sonra güzergahını henüz belirlemediğim bir yürüyüş var.Çoktandır koruda yürümedim koru olabilir.

Dün gece yeni bir kitaba başladım... Pedal Çeviren Kadınlar... Zero'nun sayfasında dikkatimi çekmişti... Leylak Dalıcım da sen seversin o kitabı demişti...Berfu telefon açıp , kitapçıdayım istediğin iki kitabı söyle deyince balıklama atladım ve ''Pedal Çeviren Kadınlar'' ve ''Keyif Evini'' söyledim.

İstanbul'da lodos var bugün...arkası yağmur tabiki.

Şimdi film ve kahve saati geldi, filmi izleyeyim sonra yine görüşürüz.

22 Kasım 2010 Pazartesi

ÇOK CAN'LI ÇOK KİTAPLI YAZI


Bu gün Cancan var bizde... haftalık olağan ziyaretini Babaannesinin Antalya seyehati nedeniyle pazartesine almış bulunuyoruz... Sabah 11.30 gibi geldi... evi bir güzel dağıttık ... yedik içtik... bir çocuk programı izledik... kule yaptık... Ayşegül Bisiklete Biniyoru okuduk... kurabi yedik o süt içti ben kahve şimdi de uyku molası aldık:)) O uyurken ben O'na sebzeli somon balığı pişireceğim ama bende bi mola vereyim dimi...

Bayram süresince okuduğum kitaplardan söz edeyim önce;
İlk kitabım Marguerite Duras'ın 1984 Goncourt Ödülünü alan ve 34 dile çevrilen ünlü "Sevgili" (L'Amant) romanı... Roman, on beş yaşındaki yoksul beyaz bir kızın, Vietnam'da, bir nehir üzerinde yaptığı vapur yolculuğu sırasında, kendinden iki kat yaşlı, zengin bir Çinliyle tanışmasının, o adamda cinsel aşkı keşfetmesinin öyküsü.Yazar kitabın kendi yaşamından alıntı olduğunu hiç bir zaman gizlememiş. Yalnız benim Marguerite Duras kitaplarında hissettiğim bir şey vardır... Yazar size hikayeyi ya da anlatmak iStediğini bir anlatıcı gibi anlatır... Olay O'nundur siz hikayenin içine giremezsiniz... Ben Murakami'nin o gerçekle gerçek arasında gidip gelen öykülerinin içinde bile kaybolmuşumdur çoğu kez... Ama bunu nedense Marguerite Duras da başaramam... Kitap basıldığı tarihte büyük yankılar uyandırmış filme alınmış.Eleştirmenlerin bir çoğu şimdiye kadar yazılmış en güzel roman olarak nitelemişler Sevgiliyi...Kitapta beni en çok çarpan şey zamansızlık oldu... bir bakıyorsunuz çok küçük, yolda yürürüyor, bir deli tarafından kovalanma sahnesi var bir bakmışsınız 15 yaşında okulda... çok derine inmeyeyim Zuz kızıyor:))Bu kitabı sevenlerin Kuzey Çinli Sevgili'yi okumaları salık verilmiş...
İkinci kitap:İnci Aral'ın Gölgede Kırk Derece... Hayatı gölgede kırk derecede yaşayan kadınların hikayelerinden oluşan bir kitap... kitaba ismini ilk hikaye vermiş... Bir gecede okuyup bitirdim ama bu kadar kırık hayat hikayesi bir geceye fazla geldi... rüyalarımda bile onlarla uğraştım.

üçüncü kitap: Masalların Şifresi, yazarı İsmail Gezgin...Kırmızı başlıklı Kızdan, Uyuyan Güzele, Sindrellaya kadar tüm masalların şifresini çözmüş muhterem... Kırmızı Başlıklı Kızın yürürken sepetteki kavanoz bekaretiymiş, annesi aman reçel kavanozunu sakın kırma diyormuş ya...Bunu Anadoluda evlerin bacalarına konan testilerle falan bağdaştırmış...Büyük sözü dinlememenin cezası tamam masalın önermesi ama ay masaldan soğudum valla:))Pinokyoda ise babaların erkek çocuklarını marongoz gibi yonttukları falan anlatılmış... Ay işte böle bi kitaptı ... Sevmedim... Ben içinde illede mesaj kaygusu olan filmleri bile sevmem çünkü...

Dördüncü kitap: Selim İleri'nin Hepsi Alev... Bu kitap son yaptığımız Büyük Saray Mozaikleri gezisiyle örtüştü... Tesadüfün bu kadarı olur dedim ... Aynı şey başıma Ahmet Ümit2in İstanbul Hatırasını okurkende gelmişti... Gündüz kitabın geçtiği yerlerde dolaşmıştık, gece kitabı elime alınca yuuh demiştim kendime , kızım sen bu işi biliyosun...Büyük Saray Mozaiklerini koyduğum resimlere bakarsanız hiç dini figür göreemzsiniz tamamen doğadan alınmış figürler vardır.Kitaptaki hikaye Büyük Sarayda geçiyor... bizansın o döneminde sanatta dini figürler yasaklanıyor... tüm mozaikler alçıyla kapatılıyor ikonalar kırılıyor... İsa bir tek solgun bir haçla simgeleniyor... Buna karşı gelenlerin cezası ise ölüm... İmparatoriçe İren ise bu ikonalara bu tasvirlere tapıyor... Tasvirlere değil tasvirde resmedilenlere tapıyorum dese de sürülüyor ... kitapta bu sürgün günleri ve sürgünden önceki yaşamı İmparatorla evlenmesi falan hikaye edilmiş...
Beşinci kitap:Sunay Akın'ın Kule Canbazı... söz canbazı Sunay Akından Kule Canbazı... ona modern meddah diyenler çok haklı...Okurken sizi öyle bir yere getiriyor ki şaşıp kalıyorsunuz...

Kitaplar bu kadar... Şimdi Cancan'a yemek pişirme olayı var... uyanınca dışarı çıkıp, palyaçolara gideceğiz...

21 Kasım 2010 Pazar

Büyük Saray'da







Büyük Saray Mozaikleri gezimize geldi sıra...
Topkapı Sarayının o kalabalığından hengamesinden sonra bu müze bize gerçekten de saray gibi geldi. Büyük SarayM.S 6. yüzyıl'da Bizans İmparatoru 1. Justinyanus'un yaşamış olduğu Büyük Saray'da, dünya çapında öneme sahip M.S.450-550 yılları arasına tarihlenen mozaikler teşhir edilmekte. Bizans döneminin günlük hayatının ve mitolojik figürlerin sahnelendiği mozaikler arasında; kertenkele yiyen grifon, fil ve aslan mücadelesi, bir kısrağın tayını emzirmesi, kaz güden çocuklar, keçi sağan adam, eşeğine yem veren çocuk, testi taşıyan genç kız, elma yiyen ayılar ve avcı kaplan mücadelesini betimleyen sahneler yer almakta. Müze, Bizans İmparatorluğu Büyük Sarayı'nın revaklı avlusunun kuzeydoğu bölümünde kısmen sağlam kalmış mozaik döşemeyi içine alacak şekilde yapılmış. Bu ansiklopedik bilgilerden sonra umarım bu müzeyi görmeyi ihmal etmezsiniz... Gittiğimizde ancak bir kaç ziyaretçi vardı o yüzeden mozaikleri istediğimiz gibi inceledik, haklarında fikirler yürüttük oh be müzeyi kendimize kapatmış gibi gezdik.


Düne gelelim şimdi... Naziş ve Ben Gamsegamse ve arkadaşı Fatma ile Kadıköyde buluştuk. Bizim onlarla buluşma saatime kadar iki arkadaş tüm mağazalara girmiş çıkmış, yemeklerini yemişlerdi:)) Biz Naziş'le ikimiz bilemedin üçüncü girdiğimiz mağazada Naziş'in gönlüne göre elbiseyi bulup aldık Gamse'yi de çağırdık da O'da oradan bir elbise aldı.Yani bizim Kızlar Öğretmenler Günüsü gecesi yemeğine hazırlar artık:))
O sırada her nasılsa evde olan Zuz bizi akşam çayına davet etti, sonra o davet akşam yemeğine ve uzun bir akşama dönüştü... yedik içtik, çikolatalarımızı aldık, likörlerimizi içtik hatta birlikte bir film izledik, hatta hatta film izlerken didiştik, konuştuk, gülüştük, susun diye bağrıştık ... Gecenin ilerleyen saatlerinde de evimize döndük.Taksiciye benim tarif ettiğim yoldan her zamankinden iki lira daha ucuza gelince Gamse gülme komasına girdi... Adamın başını döndürdüm, sağ yap, sol yap şimdi yeniden sağ, şimdi yine sağ, hah şimdi de sol sol derken eve gelmişiz.Ucuza gelelim diye yapmadım valla , metrobüs mü metromu her ne karın ağrısıysa onun çalışması var Kadıköy yolunda:)



İzlediğimiz film bir festival filmiydi... romantik komedi
Yönetmen Pascal Thomas
Oyuncu Guillaume Gallienne, Julien Doré, Marina Hands
Yapım 2010, Fransa
Dorothée ve Nicola ilk görüşte birbirlerine aşık olurlar. Bu aşk hikayesinin unutulmaz olacağından emindirler. Ancak hayat bazen insanın karşısına beklenmedik şeyler çıkarabilir. Yanlış anlaşılmalar kavgalara, sözler ihanete, gerçek ayrılıklar yalancı birleşmelere dönüşebilir ve en az kendi fırtınalı tutkuları kadar canlı bir maceraya atılırlar.

Daha okuduğum kitaplar var sözü edilecek ama sanırım onlar yarına kaldı:))

20 Kasım 2010 Cumartesi

Dün tüm İstanbul halkı Sultanahmet'teydi yetmezmiş gibi Japonlar da akın etmişti...Kocam en çok Japonlardan gıcık kaptı...Akın akın Topkapı Sarayını gezmeye gelmişlerdi...Neyse sonunda biz bir daha tatil günü bu tarafa gelmemeye yeminler billahlar ettik... Aç kaldık açık kaldık... Karnımız doyurmaya bir yer bulamadık... Sarayın içindeki Konyalı'dan tutunda Meydanda ki Sultan Ahmet Köftecilerinin büfelerin önünde uzun kuyruklar vardı.

Sarayda Hazine Dairesi ve de özellikle Kutsal Emanetler bölümündeki kalabalık görülmeye değerdi...Burada ki Hintli grup herkesi çileden çıkardı... Sakalı Şerifin sergilendiği camekan önüne çakıldılar, en sonunda uyarılar üzerine görevliler müdahale etti. Kaşıkçı Elması önünde de aynı olay sergilendi.Kaşıkçı Elmasının bir çöpükte bulunduğunu ve bulandan üç kaşık bedelinde satın alındığı için bu isimle anıldığını sanırım artık bilmeyen kalmamıştır. Benim, Kocamın ve Naziş'in burayı hatta daha önceki gezdiğimiz müzeleri ilk gezişimiz değil tabiki...ama her seferinde başka şeyler keşfeder her seferinde başka gözle bakarız buralara... Ha ben 10 sene önce gittim gezdim, değişecek değilya diyenlerdenseniz valla çok şey kaçırıyorsunuz demektir... O atmosferleri solumak bile bambaşkadır. Mesela ben saray bahçesindeki ağaçlarda yaşayan yeşil papağanları ilk kez dün görebildim. Kocam emek etti zorla gösterdi sonunda...Fotoğraf çekmek katiyetle yasak olduğu için Saray içinden resim yok haliyle... Ama Padişahların İstanbula baktığı manzara şudur... Dün sizin için baktım oradan al gözüm seyreyle dedim:)Büyük Saray Mozaikleri gezimiz var daha ama o ancak yarına... okuduğum kitaplar var onlarda yarına:)) Bu gün planda Zuz'lu ve Kızlarımlı Kadıköy var...

18 Kasım 2010 Perşembe

BAYRAM YAZISI

Bayramın üçüncü gününün akşamındayız... Dört gün yeteceğini düşündüğüm yemeklerim birinci günün akşamında bitmişti... İlk gün evdeydik ve de oldukça yoğunduk... Güne Zuz ve Babamlı kahvaltıyla başladık sonrasında da kapı , telefon sürekli çaldı... mutfak online dı hep:))

Birinci günün akşamı son grubu yolcu ettikten' (son grup Cancan'ın grubuydu...ev bayramlık kılığındanda çıkmıştı zaten) sonra biz görümcelerimi ziyarete gittik... Benim görümcegiller aynı apartmanda oturdukları için bir batında çıkar bu iş... gittiğimizde zaten bir aradalardı... yok olmaz hadi bizede deselerde yok yok böyle iyi dedik, Meralcim bizi bir güzel ağırladı... Çaylı zeytinyağlı dolmalı Niksar usulü baklavalı 5 saatlik bayram ziyareti oldu:)) Görümcelerimde aman kardeşlerinin isteği olsun diye basket maçı açtılar... benim Kocada gerim gerildi yattı maçını izledi. Biz de sohbet muhabbet , Niksar' da ki diğer efratla canlı bağlantı derken geç saatte eve geldik. Ben doğru yatağıma gidip kitabımı okudum... İsabelle küs geçirdiğim yıllarıma acıyorum şimdi ama ben açığı hemen kapatırım... Ruhlar Evi tam Garcia tarzı bir kitap... Yazarını bilmeden okusam ve bana bil bakalım yazarı kimdir deseler gözüm kapalı Gabriel Garcia Marquez derdim.

İkinci gün kahvaltıdan sonra hemen Dayım ve Kuzen Ahmetle taa bayramdan iki hafta önce yaptığımız program uyarınca Eniştemi ziyarete gittik... Eniştem Babam ve Dayımı görünce çok hüzünlendi ve gözlerini kapattı biz kalkana kadarda açmadı... Sanırım sağlıklı olduğu günleri hatırladı... Bazı ziyaretler sanıldığı kadar iyi olmuyor galiba hasta için... Beni sık gördüğü için oraya gittiğim zamanlarda hemen yüzünde bir gülümseme belirir... bazen söylediğim bir söze takılıp onu onlarca kez üst üste söyler... Ama bu kez gözlerini kapattı sessizce...Akşam eve döndüğümde kimseler yoktu, yattım kitabımı okudum...

Gelelim üçüncü güne, Görümcelerim iadei ziyaret yaptılar:)) Sonrasında biz Gamsegamse ile Öğretmenler Günü için düzenlenen gece için elbise baktık ve yine bir şey beğenemedik...Akşam yemeğinden sonra odama çekildim valla... kitabımı bitirdim...Çay servisi yapıldı odama ... laf aramızda dizim korkunç ağrılar ve acılar içinde... Capitolde bir ara kilitlendi sandım... Bayram sonrası o çok kaçtığım Dr muayenesinin yolları göründü hemde kaçınılmaz biçimde...

bu şarkı ağrıyan dizim için kendime...Bu resimde kendim için

17 Kasım 2010 Çarşamba


Bu kadar büyük bu kadar düzenli değildi, kendiliğinden oluşmuş bir lavanta tarlasıydı... Bir tren yolunun kenarındaydı ve Halamın kızı ile biz her yaz tatilinde o lavanta tarlasında aynı bu küçük kız gibi koşardık...

Dün akşam haberlerde izlediğimiz, nereye kaçsak karşımıza çıkan kurban manzaralarını unuturuz belki...Canını kurtarmak için denizde beş mil yüzen boğa, Ankara sokaklarında 7 saat koşan boğa beni neredeyse ruhi bunalıma soktu...

Bayram deyince aklıma lavanta kokusu gelir...Lavanta kokulu çarşaflar, dikiş makinesinin üstünde duran - benim çok sonraları milyon parçaya ayırdığım kristal kolonya şişesi-İlle de kırmızı rugan ayakkabı...Bayram yazısı sonra şimdi lavanta tarlasında koşma zamanı...

not: resim bende görünüyordu ama sizde görünmüyormuş... yeniden düzenledim umarım artık görebiliyorsunuzdur, tamda Balkahve'nin tarif ettiği resmi:)

15 Kasım 2010 Pazartesi

son iki gün raporu







Hani herkes uzun bayram tatili nedeniyle tatile gitmişti...Ben cumartesi akşamı Taksim-İstiklal Caddesi civarını pazar akşamı da Bağdat caddesini kontrol ettim , herkes burada...
Cumartesi akşamı Naziş-Anne biz Taksim'e geçiyoruz, sen de seninkilerle program yap, birlikte döneriz dedi. Bayram temizliği hazırlığı gak guk dedim, sonra birlikte çıktık evden:)

Naziş'in bu çantasını göresiniz diye koydum bu resmi:))
Hava tarif edilemezdi, yarım kollu t-shirtlerle dolaştık...Kalabalık desen bir kafa denizinde yüzdüğünüzü sanabilirdiniz.Akşam atıştırmamızı Bambide yaptık sonrası kuzen tayfasıyla kah kih kih kah...
Gece birbuçuk gibi Naziş arayıp-Anne bize başka arkadaşlada katıldı havamız iyi acele etme dedi, bu saatten sonra zaten bize kapı açmazlar dedim:)) Çünkü Gamsegamse arayıp ,geç oldu , Babamla beni merakta bırakmatın bu saaten sonra bu taraf geçmeyin, Ayşe Teyzede kalın diye ültümatom vermişti:)) Teyzemde kalmamıza en çok eniştemin Gürcü bakıcısı seviniyor beni görünce Lili Lili , Gülden'e de Gulden Gulden diye bağırıyor daha biz merdivenlerden çıkarken... Ona da eğlence çıkıyor malum...

Teyzem'e de gidince yatmamız dördü buldu... Sabah yine bizim evin müdürünün yani Gamse'nin telefonu ile uyandım ve herkes uyurken çıktım evden... İtalyan yokuşundan aşağı vurdum kendimi... Bir ben bir de turistler vardı sokakta...Hemen Tophaneden tramvaya atladım Kabataşİskelesine gittim veee motoru az bi farkla kaçırdım... 15 dk orada oturmak zorunda kaldım... Kocam ve Gamse'de durmadan arıyorlar çay suyunu koyalım mı? çay suyunu koyalım mı' diye...Ben o sırada motoru beklerken dedim ki kendime.. yani şu havanın güzelliğine bak, bayram hazırlığı falan nedir ki, sen o işi ufacık bir planla kotarırsın dediim ve ev halkınıda bildirdim... Kocamın başka planı varmış biz de Cancanlarla program yaptık...

Kahvaltıdan sonra önce Kalamış'a gittik, bir tatlı huzur almaya... Cancan uyuyordu, uyanmasını bekledik... ama uyandığı zamanki halini neden fotoğraflamadık, hala üzgünüm... bir tıkırtı oldu ,yattığı odaya açılan koridorun kapısı açıldı önde köpekleri Ayran, ağzında mavi oyuncak kemiği, arkada Cancan salona daldılar...Uyanınca hemen Ayran'ın da kapısını
açmış:))Bizi görünce nasıl şaşırdı , mahcup mahcup bir bakışlar...yedik bitirdik O'nu...Akşamda hep birlikte Bağdat Caddesine çıktık. Gördük ki, önceki Akşamki Taksim manzarası... Bir şeyler atıştırmak için Kızılkayalara gidelim dedik önce, o sırada o civarda olan Zuz'la Kenan'a da söyledik...bir gittik ki kapısında kuyruk var...her yer tıklım tıklım... neyse Kristal'de yer bulduk oturduk... Zuz Kızılkayalardaki kuyruğu görünce- Ablam hayatta beklemez burada demiş:))Kristal bizim gençliğimizin hamburgercisiydi ve bir tek Taksim'de vardı... kendi özel hamburgerleri vardı Amrikan salatalı falan...içi dopdolu yerken üstün başın batar... Sonra bu McDonaldslar o yapışık hamburgerleri ile piyasaya girdiklerinde tatları bize sasalak susalak gelmişti o nedenle:))Yemekten sonra biraz mağaza dolaşıp Gamse'ye Öğretmenler Günü nedeniyle katılacakları akşam yemeği için kıyafet baktık...





Sonra tekrar yorulup Saray'da tatlı molası verdik... Cancan hemen muuum dedi garsona...u harfini inceleterek söyleyerek... yani mum getir, her pastanın üstüne bir mum dikip doğum günü yapıyoruz çünkü... neyse profiterol üzerine dikilmiş bir mumla çakma bir doğum günü daha yaptık...


ve akşamı sonlandırıp ev yoluna revan olduk... Akşam dokuzdan sonra eve gelip bir tencere etli yaprak dolması sardım , bayram yemeği için ve kendimi çok ama çoook takdir ettim... nazar değmesin sana tü tüüü dedim... Yatakta da Ruhlar Evini okudum ve günü de geceyi de sonlandırdım ... bitttiiiii

Keyifli...huzurlu çok güzel bir bayram olsun bayram gibi bayram olsun... hatta hayat bayram olsun... hepinizin bayramını kutlarım....

12 Kasım 2010 Cuma

Prensesin Uykusunun düşündürdükleri , dünden bu günden falan

Dün gece bir rüya gördüm ,güya ben bir şeyin olamayacağını daha önce rüyamda görmüşmüşüm... Bundan daha saçma bir şey duydunuz mu? rüya içinde rüyamı anlatıyorum...
Prensesin uykusunu izleyeli iki gün oldu... ama aklıma kazıdığı şeyler var düşünmeden edemediğim... Ne çok hayata değiyoruz...etkilenip etkiliyoruz... kilometre taşlarımız olan kişiler ya da... kader değişitirilebilir mi?, değişitirilemez mi döngüsü... ben oyumu değiştirilebilir yönünde kullanmıştım ama değiştirilebilir bir şey olsaydı bu kez adına kader dermiydik...Ve uyumak için değil, uyandığında okumak için yazılan bir masal...Gala programı dün akşam CNN Türk de yayınlandı... 5n1k da...Bana mail gelmişti yayın saati ile ilgili bu arada Zeya 'dan da kaçmamış görmüş beni:))
Dün akşam iki diziyi üst üste çakınca( Fatmagül ve Türkan) bünyeye fazla geldi, hiç bir şey okuyamadan uyumuşum...

Dün benim okey grubumla buluştuk..İlk parti iyiydim ama ikinci parti dağıldım gittim.O da fazla geldi... Dönüş yolunda rastladığımız binlerce kuşun aynı anda ğaca konup aynı anda belli bir düzen içinde havada şekiller çizip tekrar aynı ağaca konmasını şaşkınlıkla izledik... fotoğraf çekecektim ama yanımdaki amca rahat vermedi ki. Ayol nasılda bulurlar beni, - ben resim çekmeye kuşların kadraja girmesini bekliyorum, O gözünü sevdiğim ak sakallı amcam, nasıl çekeceksin, çekilmez ki, onlar şimdi uçar gider, ta orayı nasıl çekicen. Amca sen gidip ağacı bi sallasan onlarda uçsa çekerim dedim... Çekemedik netekim.

Sabah kalktığımızda bizi digitürk yayını mefta olmuştu. Servisi aradım bişeyler yaptırdılar bana, kartı tak çıkar, fişi çek 15 sn bekle falan filan olmayınca teknik servise yönlendirmişlerdi.Teknik servis arayıp randevu istedi... şimdi dışarı çıkıyorum ama akşamda Fatmagülü izleyeceğim ona göre bir plan yapın dedim... Sanki dünyanın en komik şeyini söylemişim gibi neredeyse yerlere yatacaktı gülmekten.. Akşam eve geldiğimde adam kapıdaydı. Sizi Fatmagüle yetiştireyim dedim dedi. Neyse bizim diji kutu ömrünü doldurmuş. İyi de olmuş şimdiki kutular küçücük hem de daha hızlıymış.

Kızlar bu gün tatile giriyorlar artık... önceki akşam Gamse ara karneleri yazdı... özel düşüncelerini el yazısı ile yazıyor... ben de hepsine çok iyi yaz, motive olurlar hem diyorum... peki Anne dedi- şimdi çok iyi yazssam çocuk da okuyamasa veli bana hani hocam çok iyiydi dese n'olocak dedi. Heee dedim ...

Bu gün Cancan gelecek, yarında vira bismillah bayram hazırlığına başlıyoruz...yemekti temizlikti, gezme programıydı... ikinci gün ben Dayımla program yaptım... çünkü Ankara'dan bir hafta önce aradı program yaptık.Adam beni tanıyo ne de olsa:)

düzenleme: Biraz önce kapı çaldı ve kargodan enfes lorlu kurabiyeler çıktı... İzmir'e has bu kurabiyeyi hiç tatmadığımı söyleyince kuzenim-halamın kızı- Funda artık tanışma vaktiniz geldi diye göndermiş. Daha kargocu kapıda koca, gönderiyi imzalarken ben bi tane yedim bile:))) Uffff nasıl kaçmış bu lezzet benden şimdiye kadar...

10 Kasım 2010 Çarşamba

Ata'ya saygı ziyareti ve Prensesin Uykusu

















‎10 Kasım da Dolmabahçe Sarayında olmak... Prensesin Uykusunu Çağan Irmak ve Attila Dorsay ile birlikte izlemek... fırından yeni çıkmış çıtır çıtır simiti lodosun azdırdığı dalgalara karşı yemek... günün blançosu...

Bu gün Dolma Bahçe Sarayındaki insan selini , o çocukları , o yaşlı kadınları , erkekleri o gençleri gördüm ya yok yok bu ülkede umut var hep de olacak dedim...O ortamı anlatmanın imkanı yok... küçücük çocukların sarayın ihtişamı karşısındaki şaşkınlıklar- olummm Atatürk burada kaybolmuştur lan, ne kadar büyük bir ev burası demeleri... Nöbet değişimi yapan askerlerin karşısına geçip tezahürat yapmaları , turistlerin bu coşkular karşısındaki hayranlıkla , şaşkınlıkla karışık yüz ifadeleri...



Çağan Irmak yine yapmış yapacağını ağlatırken güldürmüş, güldürürken ağlatmış. ve yaşama baktığım pencerenin çok doğru bir pencere olduğunu bana gösterdi ... yaşamdan aldığım işaretleri doğru değerlendirmiş iyi takip etmişim... bu kadar ip ucu yeter... izleyip görmelisiniz... Bu gün Prenses'in Uykusu filminin galasındaydık... Çok güzel bir organizasyondu... çok güzel ağırlandık ve çıkışta da prenseslere layık bir günlük tutabilmek için defter armağan ettiler, içinde filmin müziklerinin olduğu iki cd ile birlikte...şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz


9 Kasım 2010 Salı

@ Kadıköy

İstanbul pastırma yazının son günlerini yaşıyor artık... Ama öyle güzel öyle doyumsuz ki... ben de elimden geleni ardına koymuyorum tabi. Babamın gelişiyle iki üç günlük bir sekteye uğradı ama bu saat 9.90 da evden çıkıp akşamın köründe geri dönerek birazını geri alabildim.

Bu Ece-Ecenin Balkonu- ve Magissa ile anlı şanlı bir Kadıköy günü yaptık. Sabah çaylarımızı Beyaz Fırının önüne atılan masalarda içtik. Girmedik bir kitapçı, karıştırmadık tezgah bırakmadık... Hümeyra'da soluklanma molası verdik... Hamsi Pub'da hamsi tava bira yaptık... kalamarları lüplerken bir yandanda ahtapotların güzelliği hakkında konuşmak ne derece oldu ama oldu işte:) Karnımız doyunca bu kez sıra geldi kendilerine antikacı diyen eskici dükkanlarına... Magissa dükkanların içine dala dursun biz Ece ile kapıların önündeki tezgahlara atılan siyah beyaz resimlerin içinde acaba bizim resmimizde çıkar mı? telaşına düştük. Resimlerdeki insanlar şimdi nerelerdeler ne hayatlar yaşadılar acaba... o gülümseyerek poz veren insanların resimleri neden buralarda diye üzüm üzüm üzüldük... Biblolardan istenen astronomik paralara gözlerimiz fal taşı gibi açıldı. Sonunda ben Annemin evini Ece'de Kayınvalidesinin evini bir kez daha gözden geçirmeye karar verdik.yukardaki bebek kafası biblo aslında bir vazo, ben şimdi buna en az 150 lira derler dedim... Ece de yok onu sormayalım, başka şeyler sorup , onu farketmiş gibi yapalım dedi... öyle yaptık ... adam 225 lira dedi:))
bu oyuncağın aynısından vardı benim... fiatını sormadık bile:)

Girmedik eskici karıştırmadık tezgah kalmayınca bu kez kahve molası verdik... Adı Galiba Yavuz Kahveydi...(Burger Kingin yan tarafı) orada da miss gibi Türk kahvelerimizi içip bu kez Alkım'ın yolunu tuttuk. Bir iki saat önceki kitapçı gezmelerinde Ben ve Magissa yine yükümüzü tutmuştuk ama burada da yine durmadık... neyse ben çıkarken aldıklarımı bırakıp bir tanede karar kıldım. Marguerite Duras'ın 1984 Goncourt Ödülünü alan ve 34 dile çevrilen ünlü "Sevgili" (L'Amant) romanını aldım bir tek. Bu yazarın geçen yıl ''Yazmak'' adlı deneme kitabını okumuştum. Geveze Kalem'in hediyesiydi. Önce aldığım kitaplar, Sunay Akın'ın Kule Canbazı, Onlar hep Oradaydı... Selim İleri'nin Hepsi Alev...İnci Aral'ın Gölgede Kırk Derece. Bunları okudukça sırasıyla söz ederim zaten... Şu anda Ruhlae Evini okuyorum ve elimden bırakamıyorum.kitabın üstünde duran bebek ayıptır söylemesi bir kitap ayracı... Ece ve Magissa bunu görünce tam benlik olduğunu düşünüp hemen almışlar, esnek yapısı olan bir kumaş bebek, kitabın arasına koyup böyle kıvırıveriyorsunuz... nasıl beğendim anlatamam... Gamse benim olsa keşke dedi hattta...
Alkımdan sonra finali Hacı Bekirde yapıp evin yolunu tuttum. Bu akşam Öyle Bir Geçer Zaman ki gecesi...

7 Kasım 2010 Pazar

Kitaplara dokunmak

Bu bir mim yazısı... Ta Japonya'dan geldi... Serrose mimlemiş. Öyle güzel bir mim konusu ki...
Şöyle bir açıklaması var...

"Kitaplığınızın karşına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.

Mim Kuralları:
- Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.
- Mimin bozulması teklif dahi edilemez.
- Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir.
- Karşılıklı mimlemeler yasaktır.
- Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.
- Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez.

Evet ben aynını yaptım... ama kendi kitaplığımda değil Naziş'in kitapları arasında gezindim... İyi de oldu...eve ilk geldiğinden beri göz atmayı istediğim kitaba rast geldi ve tüm sabahımı onunla geçirdim. Ara ara yatakta tv izlemekte olan Kocamın yanına gidip , ilgimi çeken şeyler hakkında Onu da bilgilendirdim:)) Sayfa başlığımda da vardır Güzel bulduğum, gördüklerimi duyduklarımı okuduklarımı paylaşmassam okumuş gibi görmüş gibi yaşamış gibi hissetmem kendimi. Can çıkar huy çıkmaz sözü boşuna söylenmemiştir... Neyse gözlerimi kapattım yukardan şağı elimi gezdirdim elim kaygan bir cilt kapağınan rastladı, acep Recep bu ne diye çektim ki '' SEMBOLLER VE İŞARETLER'' kitabın adı...alt başlığı ise'' KÖKENLERİYLE VE ANLAMLARIYLA BİNLERCE YILLIK GÖRSEL BİR YOLCULUK''



K
itap bize öncelikle işaret ve sembolün ayırdına vardırıyor... İşaretler bize , hemen o anda önem taşıyan basit bir mesaj iletir...Semboller ise bir fikri temsil eden görsel bir imge ya da işarettir.

Kitabı Kathryn Wilkinson yazmış... Daha çok görsel bir kitap olduğunu söyleyebiliriz...2000den fazla işaret ve simgenin anlam ve kökenlerini keşfedip sırlarını çözebileceğiniz bir kitap... Bu sayede Naziş'in bazı sembolleri neden çok sevdiğini ve üstünde taşımayıda sevdiğini öğremniş oldum... Mesela Nazlı'nın çok sevdiği daire içindeki Pentagramın dördü hava su ateş ve toprak olmak üzere elementleri beşincisi de ruh anlamına gelen eteri simgeleyen beş köşeli yıldız olduğunu ... dairenin birliği simgelediğini... sembolün tümününde beden-ruh bütünlüğünü temsil ettiğini bilmiyordum...Gerçi ben bu sembolü niye bu kadar seviyosun dedikçe Naziş anlatıyodu ama şimdi daha iyi anladım:)) Kitapta nümerolojiden Astrolojiye, Yaradılış öykülerine...Melekler ve Cadılar bölümüne, Vudu Ayinlerine...Giyim Kuşam Kültürüne...Mücevherlere ... Masallara...Rüyalara... Simyaya .. Kabalaya kadar ne ararsanız var. Mesela herkesin bileğinde olan kırmızı ip bileziğinin bir Kabala inanışı olduğunu biliyormuydunuz... gerçi bunu bir çok kişi bilir sanırım...Kabalistler kırmızı yünden bilezik takarak kötü enerjiden korunacaklarına inanırlarmış ... köt6ü enerjinin sol el tarafından girdiğine inandıkları içinde bilezik sol ele takılırmış...Masallar bölümü ise ayrıca ilgimi çekti. Kırmızı Başlıklı kızda kurtun büyükanne ve çocuğu olduğu gibi yutması ve karnı yarıldığında onların canlı olrak çıkması masumiyet ve yeni hayatın ortaya çıkması biçiminde yorumlanmış. Bu kitaba bir dalın dışarı biraz zor çıkarsınız. Şimdi asıl göreve dönelim 55. sayfa ... daha önce de bir 55 kelimelik kısa hikaye mimi vardı , ben şimdi işaret sembol falan daldım ya bununaltında da bir şey arayabilirim:))

Kitabın 55. sayfası hayvanlar bölümü , paragraf düzeni yok...Erkek geyik sembolü açıklanmış... Erkek geyik Bereketin güneşle ilişkili simgesiymiş. Avlanma ve ilahi sembolizmle ilişkiliymiş.Çatallı boynuzları Yaşam Ağacı ve yenilenmeyi temsil ediyormuş ve armacılık sanatında sık görülürmüş.

Kitabı birlikte almıştık, Alkım'dan... Biraz pahalı bir kitap ama çok şık ciltli ve de ele alınan konunun hem görsellik hem açıklayıcılık açısından hakkını vermiş...

Şimdi sanırım bir de birilerini mimlem gerekiyor... Önce Butterfly diyorum ki Asis artık sessizlikten çıksın...
Sonra Balkahvecim ve de Gümüşay diyorum... Onlar da tiyatro kadar güzel anlatırlar bu Mimi biliyorum...

Not: Yaşamdan Dakikalar artık tv8 de yayınlanıyor. Bu günkü konuklar Fazıl Say ve Arif Sağ'dı ve doyumsuz bir sohbet oldu... şiirler, türküler, Fazıl Say'dan Piyano dinletileri, Sunay Akın'dan yine çok ilginç anekdotlar ve kitap tanıtımlarıyla ... Çayımı tostumu aldım geçtim tv karşısına bir keyif bir keyif izledim... Bu hafta sonu kızlar seminerdi falandı filandı derken evde olamadılar. Koca ile ben de free takıldık kahvaltı konusunda:)).

6 Kasım 2010 Cumartesi

Şamdan kavaktan ordan burdan Babamdan

İki gündür kapsam dışıyım. Bizim göçmen kuş yani Babam geldi. Karşılamaya giden Kocam- Lale, inanmazsın bir kamyon eşya var dediğinde abartıyor sanmıştım... Babam savaş hazırlığı yapar gibi, yakında seferberlik ilan edilecek gibi hazırlanmış öyle gelmiş. Aklına ne gelirse , sevdiğimizi düşündüğü bildiği ne varsa almış getirmiş. Yumurtalı ev makarnalarımı dersiniz, incecik salamura yapraklar mı? Arkadaşının yaptığı bizim bayıldığımız özellikle de Zuz'un baş kahvaltılığı olan cevizli bahardan kavaonoz kavonoz mu dersiniz dersiniz işte öle... Artık ben onları dolaplara yerleştirene kadar öldüm...

İki gündür kendimle ilgili yaptığım tek şey, yatakta biraz kitap okuyabilmek... Kendime İkeadan okuma lambası alıp duvara monte ettirdim. Kendim yönünü ayarlayabiliyorum, yatarak mı, orurarak mı okumama göre... aynen projektör gibi maşşallahhh...

Bu gün Zuz kahvaltıya geldi... saat ikide:) tabi geldiğinde değil kahvaltıda evde kimse kalmamıştı:)) ben çayla takıldım ona... Sonra akşama kadar kaçırdığımız dizi tekrarlarını izledik... ara ara takıştık... gülüştük... sürtüştük. Akşam yemeğinden sonra da mallarını aldı gitti... Naziş'de O'na geçti... Off iki gün kü domestik bir yaşam bana iyi gelmedi... yarın sabah ezanı evden çıkacağım dedim... Neyse önümüzdeki hafta full çekiyorum zaten:)


Yeni kitabım İsabel Allende'nin Ruhlar Evi... Bu kitabı şimdiye kadar okumamamın nedeni İsabelle küs olmamızdı... Leylak Dalı barıştırdı bizi. 2000 bin yılında Naziş bir ameliyat oldu ben de İsabel Allende'nin Paula'sını okuyorum tesadüf olarak... Paula çok farklı bir Allende kitabı... Ağır bir hastalıkla hastaneye yataıp, bitkisel hayata giren kızın iyileşir umuduyla baş ucunda beklerken yazdığı notlardan oluşuyor. İşte o kitapdan sonra ben İsabel'e küsmüştüm.
Ruhlar Evinde ise bir aileden ve o ailenin üç kuşak bireylerinden söz ediyor ... okudukça anlatır Zuz'u fıtık ederim merak etmeyin:))

Kitabın çevirmeni Nihal Yeğinobalı... Çok sevdiğim bir çevirmendir... çünkü bir kitabı rezil eden de vezir den de biraz da çeviridir. Çok kitabı çevirisi yüzünden yemek geçmiştir içimden zira.
Nihal Yeğinobalı Genç Kızlar romanının yazarıdır. Kitabı ayzdığında 20 yaşındaymış. O zaman göre erotik bulununca Fransızcadan çevrildi diye uyduruk bir adla yayınlanmış. Hatta o baskı vardı bende ama malesef ki yürütüldü ve yeni baskıyı aldım. Yeni baskıda yazar Nihal Yeğinobalı olarak yayınlandı... Kitabı kendisinin yazdığını iki ya da üç yıl önce açıkladı zaten...( BEN DE BUNU DAHA ÖNCE YAZDIM DI ZATEN)
Bunların dışında bir aksiyon yok sözü edilecek... Keyifli bir cumartesi akşamı olsun...

Kitap açıklaması

Clara del Valle neden dokuz yıl konuşmadı ve öldüğü zaman nasıl oldu da annesinin kesik başıyla birlikte gömüldü? Şili´nin seçimle gelen ve askeri darbeyle yıkılan solcu Başkanının son saatleri nasıl geçti? Nobel ödüllü büyük Şair Pablo Neruda´nın cenaze töreni nasıl bir gösteriye dönüştü? Bunlar, Isabel Allende´nin bu ilk romanında yer alan ilginç olaylardan bazıları. Şilili yazar Isabel Allende, Latin Amerika edebiyatının şu son yirmi yıl içinde yarattığı en büyük romancılardan biri. Ruhlar Evi adlı bu romanında yazar, bir ailenin üç kuşağını, yetmiş yıllık bir süreç içinde, Gabriel Garcia Marquez´inkine yaklaşan bir ustalıkla anlatıyor. Romanda, yaşayan kişilerle geçmişin ruhları iç içe. Latin Amerika edebiyatlarında görülen `büyülü gerçeklik´ bu romanda da tüm görkemiyle işleniyor. Sınırsız bir düş gücü ve anlatım ustalıkları, Isabel Allende´yi çağımızın en başarılı romancılarından biri yapmaya yetiyor.

4 Kasım 2010 Perşembe

dün bu gün ve Son Kara Kedi

Hava missss
Üsküdar, Matmaray yüzünden hala ama hala karışık... tam 3 yıldır bu rezilliği çekiyoruz...Sefasınıda süreriz inşallah diye bekliyoruz...

Motorda bir martının ta yukarlarıdan süzüle süzüle gelip denize dalıp ağzında balıkla çıkmasını hayretle karşıladım...Ama ta yukarlardan gözüme takılmasındaki hikmete de şaştım...

Kabataş'a çıkınca gözüm hala kocaman ayısına sarılarak gezen kadını arıyor ama bir yıldır ortalarda yok..

Kabataş iskelesine gelince ilk duyacağınız koku iskeledeki seyyar köfte ekmek arabasından gelen köfte kokusudur. Bir kadın cıcır cızır köfteleri arabada kızartıyor, Kocası da hemen yan tarafına koydukları bir kaç küçük masaya servis yapıyor. Masa dediysem küçük portatif sehpalar ve taburelerden oluşuyor. Bir kaç adım yürüyünce de sucuk ekmek kokmaya başlar... Ada vapurundan inen turistler buraya çok meraklıdır...

Motorda önümde oturan kara çocuğa finükülerde de rastlayınca olabilir dedim... Ama hareket etmekte olan asansöre son hamlede binince ahada patlıyoruz mu ne dedim... İndi hızla kaybolunca yuh dedim kendime iyice paronayak oldun, sonra Sıra Selvilerde Carefourdan çıkıp karşımda görünce yerlerde paket aramaya başladım... Paranoyanın geldiği son noktadır bu ki hiç böyle biri değilimdir. Sanırım son Taksim olayı böyle düşündürdü. Geçtiğimiz pazar akşamı Gamse ile akşam geç saatte eve dönerken akli dengesi bozuk bir çıktı karşımıza... kendine kendine konuşuyor gülüyor değişik hareketler yapıyor falan, Sokakta da bizden başka kimse yok...biraz tırstık.. aynı yönde de yürüyünce tabi haliyle... Gamse eve gelince- Baba , Annem korktu dedi ama Babasının cevabı da - Annen hiç bir şeyden korkmaz ki, ben hiç görmedim oldu. Aha ha dedim bu da sana kapak olsun... Ama neme lazım dün biraz korktum... Kafamda robot resimler falan çizdim.

Dünün Öğle yemeği Kızılkayalarda ıslak hamburgerle geçiştirildi çünkü akşam yemeği Teyzem'de yenmek üzere planlanmıştı... Teyzem'in yardımcısı pişirmişti yemekleri... Kendisi Gürcü ve hiç Türkçe bilmiyor. Sadece otuu diyor yani sen otur bir şey yapma...Gülden'le bizim de canımıza minnet zaten bir güzel otuuuduk... Eve , akşam arkadaşlarıyla İstiklal Caddesinde daha doğrusu Tünel'de buluşan Naziş'le döndük... İtalyan Caddesinden inelim aşağı dedim... tıkkırı tıkkırı inip tramvaya binip iskeleye geldik. Üsküdar'da - pasta fırınına girdik.. . Burası gerçek bir pasta fırnıdır. Hani şu koca koca reçelli kurabiyeler, turtalar, ay çörekleri, Paskalyalar, acıbademler yaparlar... Bir kurabiyeyi ben dörde bölerim mesela zaten tane işi satılır.Hah işte öyle bir fırındır... Eve gidince çay içeriz dedik, öyle bir ayaz çıkmıştı ki, gündüzün aksine...


Yeni kitabım SON KARA KEDİ... okurken bir çocuk kitabı okuduğunuzu düşünebilirsiniz...Ama aslı batıl inançlara, ayrımcılığa, dışlanmaya, önyargılara karşı yazılmıştır.Arka kapak tanıtım yazısında; geçmişten şimdiye kadar kanamakta olan bir yaraya parmak basar. BU NEREDEYSE HER TOPLUMUN HAFİF YA DA AĞIR BİÇİMDE YAŞAYABİLECEĞİ BİR DURUMDUR. EVET SÖZ KONUSU OLAN ŞEY, AYRIMCILIK VE ÖNYARGILAR YÜZÜNDEN ÖTEKİNİ YOK SAYMAKTIR.Yazarı; Evgene Trivizas

Bu gün Cancan'la birlikteyiz. Biz çoktan çorbamızı içtik... marketimize gittik, pastahanesinden sevdiği kurabiyeleri alıp parka gittik, oynadık kaydık , eve geldik , süt içtik, kule yaptık ve uyuduk bileee.

Yarınsa büyük gün Babam geliyor... her gün arayıp, şunuda alayım mı bunu da alayım mı diye soruyor. Kızların tek istediği çocukluklarından beri bayıldıkları o incecik , kıymalı pideler.Tüm özlediğimiz sevdiğimiz lezzetleri de peşine takıp geliyor bizim göçmen kuş... Çünkü havalar soğurken gelir, ısınmaya başlayınca hemen kaçar...Artık bana düşen Babamın sabah erkenden demlediği çaydan o görmeden hemen bir fincan çalıp tekrar odaya kaçmak:)


*********************************************************************************
EVGENE TRIVIZAS

EVGENE TRIVIZAS

Yüzden fazla çocuk kitabının yazarı olan Evgene Trivizas 1946’da Atina’da doğdu. Atina ve Londra’da hukuk ile kriminoloji eğitimi aldı. Şu an İngiltere’nin Reading Üniversitesi’nde Kriminoloji ve Kriminal Adalet profesörü olarak görev yapmakta, aynı zamanda Reading Üniversitesi’nin Kriminolojik Araştırmalar Bölümü’nü yönetmektedir.

Çocukluğundan beri edebiyatla ilgilenen yazar; masal, şiir, öykü, roman, opera librettosu, çocuk tiyatrosu, çizgi roman alanlarında eserler vermiştir.

Trivizas masallarında kelime oyunlarına ağırlık veren yaratıcı ve özgün bir dil kullanır. Geliştirdiği sevecen sürrealist mizah yaklaşımıyla, önemli sosyal konulara eğilerek, sıkıcılığa kaçmadan eğitici olmayı başarır. Birçok eseri, başta İngilizce olmak üzere, yabancı dillere çevrilmiş; televizyon ve tiyatroya uyarlanmış, roman ve öykülerinden pasajlar Yunanistan ve Amerika’da okul kitaplarına alınmıştır. Yazar Reading ve Atina’da yaşamaktadır.

2 Kasım 2010 Salı

İstanbulu geziyorum gözlerimi dört açtım



Bu gün ben ve dizim güzelim havayı kaçırmamak için erkenden dışarı çıktık. Dizim diyorum çünkü varlığını her daim hissettirdi.. inerken çıkarken , tam unuttum derken tık tık burdayım diyerek...
Bu günkü program Topkapı Müzesiydi ama son anda aklıma salı günleri tatil olabileceği geldi. Çünkü Dolmabahçe ile ikisinin tatil günlerini karıştırırım hep. Hemen internetten baktım ki salı günleri kapalı... O zaman dümeni Kariye Müzesine kırdık...

Vapurda sabah çayı... Eminönü, Unkapanı, fatih, Edirnekapı Surları göründü derken Kariye Müzesine geldik. Havayı tarif etmenin imkanı yok ... Pastırma yazı tüm haşmetiyle karşımızda... Müzeyi gezdik... Resimlerde de görüldüğü gibi... Müzenin tam karşısındaki Pembe Köşk Cafe'nin bahçesinde çay molası verdik... Kocam Kariye çevresine yerleşmeye karar verdi şimdi de:)) Akşamları bu cafede çay içecek, buranın bu dingin havasında kafa dinleyecekmiş.

Nazlı'nın Kariye'de en sevdiği tavan işlemesi...



Asıl olaya geliyorum şimdi:) tam müzede gezerken tavanlara falan ben aval val bakarken birden ayağımda bir hafiflik hissettim baktım , ayakkabımın topuğu yok... Kırılmış hemde nasıl olduysa tamiri falan imkansız.. Ayakkabı dediysem botumsu ayakkabımsı bir şey, neyse ben hiç istifimi bozmadım...


hatta müzenin karşısındaki o güzelim bahçede çay kahve molası verdim:)Yakamdaki lale broş; Leylak dalıcımın bana hediyesidir...

Neyse çayımızı kahvemizi içtik,önümüze ilk çıkan ayakkabıcıdan da bir ayakkabı alırız dedik. Seke seke ben geldim aç kapıyı ben geldim vaziyetlerinde Kargümrüğe kadar yürüdük, bir ayakkabıcı yok. Çeyizci, tatlıcı, dönerci başka bir şey yok. Sonunda bir yer bulduk ve kendime şahane bir çakma Adidas yürüyüş ayakkabısı aldım. Cırt cırtlı ve de dore şeritli ve de tam 15 lira... Ben ayakkabıları giyince aynen bir ceylan gibi sektim. Hadi buralara kadar gelmişken Çarşamba' da ki Fethiye müzesine gidelim dedik. Buralarıda bilmiyoruz tabi biz Çarşamba'ya gelmişiz büfeye çarşamba nerede diye soruyoruz. Sonra Fethiye Müzesini sorduk, Şöyle yürüyün şurdan dönün falan dediler geldiğimiz yer artık Draman semti oldu... Tüm çehre, sokaktaki yürüyen insanlaın kılığı kıyafeti değişti birden. Sanırsınız Arabistan'a geldik. Sokakta ki koşturan çocuklar bile cübbeli, şalvarlı... Ben insanların dini inançlarını hiç sorgulamam , haddim de değil ama neyse bu konuyu geçelim. Biz o sırada acıktık da ... benim gözüme bir Karadeniz Pidecisi ilişt, oturduk pidelerimi yedik, sonra gittik müzeyi gezmeye.



Müze aslında bir kilise, fetihten sonra kadınlar manastırı olarak kullanılmış. Fethiye adını da 3. Murat vermiş. Bulunduğu yere de Fethiye deniyor zaten. Küçücük bir müze zaten. O taraflara yolunuz düşerse görün..


Fethiye Müzesinin kubbesi... İsa ve Tevratın 12 peygamberi resmedilmiş

bu mermer plakada bir şiir var...

Dönüş yolunda telefonlar cır cır çalmaya başladı Kızlar, Zuz nerdesiniz diye sormaya başladılar. İşte geldik buradayız biz gezip tozmada ustayız dedik.

KARİYE MÜZESİ HAKKINDA KISA BİLGİ

İstanbul Fatih ilçesinde, Edirnekapı’nın kuzeyinden Haliç’e inen yamaçta bulunan Kariye Müzesi, Khora (Hora) Manastırı’nın kilisesidir. Hz. İsa’ya adanmış olan bu kilisenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kilisenin IV. Yüzyılda yapılmış olup olmadığı konusu da kesin değildir. Bizans kaynaklarında VI. Yüzyılın ilk yarısında Ayios Thedoros isimli bir kişi tarafından yapıldığı yazılıdır. Bizans kaynaklarına göre bu kişi İmparator I.Iustinianus’un eşi Theodora’nın dayısı olan bir komutandır

Fethiye Müzesi hakkında kısa bilgi:

İstanbul`un Fatih-Çarşamba semtindedir. Bizans Döneminde yaptırılan Pammakaristos manastır kilisesidir. Latin istilasının son bulmasıyla XIII. yüzyılda bir mezar şapeli eklenmiştir.Fetihten sonra, Hıristiyanların elinde kalıp kadın manastırı olarak kullanılmış, 1455 yılında patrikhane buraya taşınmış ve 1586 yılına kadar patrikhane olarak kalmıştır. Bu kiliseyi III. Murat (1574-1595) camiye dönüştürmüş ve Fethiye adı verilmiştir. Kuzey kilise halen cami olarak kullanılmaktadır, ek kilise ise duvarları XIV. yüzyılın güzel mozaikleri ile süslü olup 1938-1940 yıllarında onarıldıktan sonra müze olarak Ayasofya Müzesi`ne bağlı bir birim haline getirilmiştir.