Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

31 Ekim 2010 Pazar

Fotoroman; Lale'nin Bahçesinde son bir kaç gün

Yine dolu dolu geçen bir kaç günü resim altlarıyla anlatacağım çaresiz:)))

Önce, Perşembe akşamı ... Zuz, Nalan ve Ebrucuk ile Zeya'nın evinde dizi gecesi yaptık... Önümüzde koca sehpa dolusu yiyecek, sıcak şarap , dışarda ağaçları yerden yere vuran fırtına ve arada geçen tren sesi eşliğinde... Fatmagül'ün Suçu Ne? ve Türkan'ı izledik. Dizileri izledik sohbetimiz yaptık... yedik içtik ve yine bir sürü plan yaptık...

Ben perşembe akşamı Zuz'da kaldım... Sabah tabi ben yine hortladım erkenden... Zuz'un benim için özel olarak bulundurduğu yeşil çayımı demledim, çayı demlerken dalları mutfak camına kadar uzanan defne ağacına bir bakayım dedim, defne aşkımı bilirsiniz...aa baktım yok geceki fırtınada kökünden sökülmüş. O kadar büyük bir ağaçtı ki çok üzüldüm. Dallarını kesip yeniden diktiler , inşalah tutar. Zuz kalkıp kahvaltıyı hazırlayana kadar; Ya hiç okumayacaktık ya da basit ve yalın özetlerle yetinecektik, mantığıyla manga tarzı çizgi roman tekniği ile resimli roman haline getirilen Franz Kafka'nın Dava'sını okudum. Diğerleri nasıl bilmiyorum ama eğer Dava'yı daha önce okumamış olsaydım ne hissederdim bilmiyorum. Yine de çıkış mantığını doğru bulduğumu da söylemeliyim.

Kardeş kardeş başbaşa kahvaltımızı yaptık bu arada Newyork; I Love You adlı filmi izledik... Bu fiml festival filmiydi dedim , Zuz'da zaten burasıda festival kanalı dedi:)) New York'un beş ayrı bölgesinde değişik, evrensel temalı aşk hikayelerine konu edilmiş. Yönetmenlerden biri de Fatih Akın.

Cuma akşamı Cumhuriyet Bayramını Cancan'la birlikte kutladık. Anne Baba yemeğe ve havayi fişek gösterisi izlemeye gitti. Bu tür özel gecelerde ve yaz aylarındaki o evleniyoruz diye dünya aleme, bize de haber vermek zorunda olanların attırdığı havayi fişeklerde bizim evde İstanbul bombalanıyor sanırsınız... Cancan'da buuum buuum diye korkunca bizde dışarı izlemeye çıktık






geriye kalan zamanda da oyun hamurundan doğum günü pastalar yaptık,




Nazlı Abla'sının etkinlik oyuncaklarını çıkarıp kuleler yaptık yedik içtik eğlendik hasılı...

Cumartesi günü Nazlı hasta kalktı yataktan , Kızıma çaylar çorbalar yaptım, akşama kadar nazladım:)) akşam olunca da Babasına devredip Gamsegamse ile Capitol'e gittik.

Pazar sabahı ben yine herkes uyurken pörtledim uyu uyuuuuu diye kendime telkinler yaptım yok. Usulcacık kalktım , yeşil çayımı demledim her zamanki gibi ve İz Kanalında Kafka'nın Kafesi; Prag adlı belgeselde, Prag sokkalarında Kafka'nın izini sürdüm. Babasının bakkalı, doğduğu ev, çalıştığı sigorta şirketi, derken farkettim ki, büyük bir Kafka turizmi oluşmuş Prag'da... Prag2a gidelim dedim o sırada uyanan Naziş'e ama ikimiz... Bu belgesel film bitince bu kez de Wilco'nun Karavanı başladı. O da Ege'de Bir Yaz Düğününe götürdü beni. Davul zurna eşliğinde kafasında kırmızı yemeni ayağında convers ayakkabılarla oynayan yörük delikanlı nasıl sempatikti anlatamam. Çok ilginç bir düğündü Karaca Hayıt Köyünde yapılan düğün, Damat gelin evde onu beklerken kapı önünde ataeş yaktı, tek eliyle sahana kırdığı yumurtaları bu ateşte pişirdi , ekmeği banıp geline yedirdi , çamaşır yıkadı öyle girdi evine... Öğleden sonra Natilius'a gittik Koca, Naziş ve Ben veee hafta sonu etkinliğini sonlandırdık:)

Bu haftanın kitabı... Zeya'nın okuyup beğendiği ve sakın alma Lale Abla ben sana vericem dediği Eylüldü Aşkım... Yazarı Esra Uçar... Kitabı okurken hep çevremdeki arkadaşlarım dostlarım geldi aklıma... O kadar açık bir dili var ki Esra Uçar'ın cümleler altında bir şey bir mesaj aramaya kalkamayın. Yaslanın arkanıza okuyun, o demek istediklerini açık açık söylüyor... Zuz'da yattığım gece yatakta bir elli sayfasını okumuştum zaten... şimdi sonlara doğru geliyorum.


Eylüldü Aşkım aynı apartmanda yaşayan bir grup kadının sıcacık dostluklarının öyküsü. Karanlık gökyüzünde çevrelerini aydınlatsalar da kendi yollarını bulmak için birbirlerinin ışığına ihtiyaç duyan bir avuç yıldız; Zeyno, Hicran, Damla, Necla, Şerbet... Mimi Günyüzü görmez pavyonlardan moda dünyasının renkli ışıklarına, aşkın tatlı esintisinden ayrılığın kör kuyularına, küçük burjuva hayatların kuralsız gecelerinden aşiretlerin kanlı kurallarına, ölümü beklerken yaşamla tanışmaya uzanan bir yolda, paylaştıkları büyük sırla birlikte yürüyecekler... Bir kelebeğinki kadar kısa olsa da hayat, Tanrı'nın sunduklarını hep kabul edecekler...

İşte böyle hayat devam ediyor...Bu üç metroluk yazı da burada sona eriyor:)))


günün şarkısı kardeşden geldi... bu kez Zuz değil Metin'den yani erkek kardeşimden... Elvis söylüyor ne de güzel söylüyor tık

günün damak tadı ise Magnumun yeni tadı portakallı bitter çikolata... çocukluğumdan kalan bir tat... Babam Havalanındaki Free shoplardan alırdı... çeşitli şekillerde olurdu, aklımda kalan pamuk prensesdeki cüce şeklinde olanlar...

bu ekleri bitirmezsem bu yazı beş metroya doğru gidiyor...

28 Ekim 2010 Perşembe

Bu sabah izlenmedikfilmkalmasın etkinliği yok... Çünkü Cancan geliyor... O gelene kadar tavuklu çorbası pişmeli, salonun ortasındaki koca heyüla gibi sehpa kenara çekilmeli ki istediği gibi koşturabilsin. Oyun hamurları, boya kalemler defterler ortaya çıkarılmalı, mama sandalyesi kurulmalı...okunacak kitaplar hazırlanmalı.Sonra geriye öpüşüp koklaşmak kalıyo. Dün akşam telefonda ciciannemmm , canımmm, gelicemmm, kucanaaa deyişi vardı görmeli duymalıydınız.

Asıl önemli mevzu, bu gün Kızlar yarım gün çalışıyor. Onlar gelince çok azıyorlar...Özellikle de Gamsegamse ile.

Dün yağmur dolayısıyla bi program yağamadım ama bu akşam müthiş bir programım var
.
Çarşamba akşamları hiç tv izlemiyorum. Sadece okuyorum. Dün gece Firmin neredeyse bitiyordu ama resepsiyondan gelen Kızlarla sohbet etmek için bıraktım.Kitap okumayı seven herkesin Firmin'i seveceğini düşünüyorum. Firmin önce kenarından tadına balıyor kitabın sonra okuyor. Tadı güzelse okuması da güzeldir diyor çünkü:)Firmin için tanıtım yazısı gördüm kitaphaber.net de ancak böyle ifade edilebilirdi:)
Anne sütü emmedi.
Aşkı kabul görmedi.
GERÇEK İNSAN SEVGİSİNİ VE EDEBİYAT AŞKINI BULACAĞINIZ TEK KİTAP.
O bir hümanist!
O bir entel!
O bir filozof!
O bir serseri!
O bir mucize!!


Şimdi kahvaltı hazırlamalıyım ...


günün şarkısı kuzenden geldi haydi hareketlenelim:)

27 Ekim 2010 Çarşamba

günlerden çarşamba aylardan ekim(bu başlık meseles zor iş )

Yağmur yağsam mııı yağmasam mııı ? yağmasam mııı? kararsızlığı içinde... Sanırım gece de yağmış. Küp uyuduğum için hiç duymadım. Gece vücüdümda kıpırdaklık hisedince anaa geliyo dedim ve alerji ilacımı hemen yutmuştum.

Dün akşam ki dizim, Öyle Bir Geçer Zaman ki idi. Dizideki herkesi ama herkesi çok beğeniyorum.Öncelikle evin en büyük ve en küçük oğlunu...Kocam çocukların hepsini bizim evie almaya kararlı:) İşte biz böle hissederek izleriz çok hisli bir aileyizdir valla şaka değil öyleyizdir gerçekten de...

Gece yatak odasına geçmeden önce salonda Peren'in hediyesi olan O Ana Adanmış'dan iki bölüm okudum.John Berger'in 19 yazısının bir araya geldiği bir kitap. Bakma ve görme üzerine düşünme üzerine yazılmış yazılar. Bu kitabı öyle roman gibi elime alıp okuyup bırakmak istemedim. Öyle bir kitap değil zaten. Salondaki sehpanın üstüne koydum. Bölüm bölüm okuyacağım. Dün akşam okuduğum ilk bölüm beni çok etkiledi. Bir şeyi ilk olarak görmek mi , yoksa son kez görmek mi...sanırım son kez görüyor olmak onu bir daha göremeyeceğimi bilmek etkilerdi beni. Peki duvara astığınız bir resim zamanla resim olmaktan çıkıp bir anı defterine dönüşmez mi? düşünün bir kez... ben dün akşam çok düşündüm her iki konuda da.

Yatakda eğlenceli bir şey okuyayım dedim ve Firmini-Hümanist Entel Serseri- okudum biraz.Sam Savage imzalı bir kitap. Firmin birkitapçının bodrumunda doğan, yaşan bir fare... 13 kardeşin 13.sü. Hep aç kaldığı için kitapları yer ve yedikçe de okumayı öğrenir.Yani Firmin entel bir fare... Henüz çok başlardayım , çünkü alerji ilacını içince hemen uykum geldi okumayı bıraktım.

Bu sabahın filmini yazmadan gidecektim az kaldı. Nihayet Serseri Mayınları izledim bu sabah. Sinemada izleyememiştim. Sonrada unutmuşum, bu gün film seçerken filmler arasında görünce şaşırdım, gözden kaçırmış olmama.Bir kaç film stoklamıştım. Onların içinde kalmış:)Çok beğendim. Hele son sahnede Büyükannenin cenazesi yolda ilerlerken , onun sesinden verilen dış ses de, bu sokakalar beni hatırlar mı?, bu bastığım taşlar beni unutur mu? derken... Annemi uğurlarken yerdeki taşlara bakıp -Annem bu taşlara bastı, bu duvara dokundu diye düşündüğüm geldi aklıma... Ferzan Özpetek insan duyarlığında çekiyor filmi bu kez yeniden anladım.

Bu akşam kızların ikisi de Cumhuriyet resepsiyonuna katılacakları için yemekte yoklar. Ben de habire kocama bunu hatırlatıyorum ki, akşam yemeğini şöyle hafiften atlatalım... ya da biz de bir program yapalım diye:)Henüz bir cevap gelmedi ama bakacağız artık.

Bu yazıda burada bitti işte... her biten şey gibi.

düzenleme: yağmur yağdı , program bitti:)

26 Ekim 2010 Salı

Kuzguncuk havası


Yürüyüş yaptık Karı-Koca... Kuzguncuk'a gittik. Yağmur tıp tıp yağarken ayaklarımız altında ıslak yapraklar gırç gırç ede ede yürüdük. Bir ara güneş açtı, yağmurluğumu çıkardım... bir ara yağmur yağdı şemsiyeleri açtık. Çok ama çok güzel bir yürüyüş oldu.

Kuzguncuk eskiden Süper Baba, Perihan Abla ve Ekmek Teknesi dizilerine ev sahipliği yaptı şimdilerde ise Öyle Bir Geçer Zaman Ki ve Halil İbrahim Sofrası dizilerine kucak açtı.
Deniz kıyısındaki İsmet Baba Restaurant'ın yanındaki Çınaraltında kahvelerimizi içtik. hafiften yağmur yağıyordu ama ağaçlar öyle bir çadır gibi olmuşlardı ki damla düşmüyordu yere. Biz kahvelerimizi burada içeceğiz deyince garson hemen portatif sehpayı kaptığı gibi kurdu önümüze, kahvelerimizi de tek tek bakır cezvelerden yanımızda servis yaptı...Resimde gördüğünüz yer, siz çay kahveyi burada içeceğiz deyin yeterki, hemen portatif sehpalar önünüze kuruluyor. Size kalan manzaranın keyfini çıkarmak. Bir de sehpanın ayaklarının taşların girintilerine girmemiş olmasına dikkat etmek:)
Yağmur tıp tıp yağarken , Kuzguncuk Çınaraltı'nda kahve keyfi... denize dala bata balık çıkarıp lüpleyen karabatak ve ayaklarımıza dolaşan samur kedi de cabası...azcık masamız tıngırdıyodu, ben kahveyi biraz tabağına döktüm o yüzden ama olsun... mis gibi deniz havası ... güzelim boğaz gerdan kırarken karşımda ne gam.

Sonra yine Üsküdar'a kadar yürüdük, sahilden. Kuzguncuk'a giderken bizim buradan hooop yokuştan iniyoruz ama çıkışda yürek ister:). İskeleye gelince Mihrimah Sultan camiinin arka sokağından , çocuk kütüphanesinin önüne geldik. O'nun hemen aşağısında iki tane kitapçı vardır. Biz onların önündeki sepetleri karıştırmaya bayılırız. Bazen olamdık bir şey çıkar . Kocam bi tane Naziş'e göre bir şey buldu aldı. daha sonra Üsküdar'da balık pazarına girdik , balıklarımızı aldık ve evimize vasıl olduk. Koca hemen kapıda ekti beni gitti:)

Artık akşam yemeği hazırlıklarına geçme vaktim geldi benim de...

Sabah sabah vır vır


Bir senkron tutturamadım bu sabah... Önce bir film izleyeyim dedim...Gölgesizleri seçtim... sabaha hiç yakışmadı ...neşeli bir şey izleyeyim dedim... Mamma Miayı izlemeye başladım. Merly Streep de vardı hemde...ama sonra bir müzikal istemediğime karar verdim.Gelinlerin Savaşını izlemeye karar verdim sonra. İşte o da bilindik konu. Çocukluklarından beri iki iyi arkadaş... tüm hayalleri ünlü Plaza Hotelde haziran düğünü yapmak...aynı gün evlilik teklifi alınca ve de haziranda bir gün boş olunca ne arkadaşlık kalır ne bişey... işte bu çerçevede gelişen olaylar...

Dün akşam başladım başlıyorum derken araya Gece Güzelliği girince başlayamadığım, Haruki Murakami'nin Sınırın Güneyinde Güneşin Batısındasına başladım ve yarıladım. Murakami'nin , bizim küçüklüğümüzdeki Küçük Hayat Ansiklopedisi kalınlığındaki kitaplarından sonra fındık fıstık oooo dedim bu kitaba.İnsanın kaderini ve maddi dünyayla ilgili gel gitlerini anlatan bir kitap... Bir insanın kalbini hiç onarılamayacak kadar kırdınız mı hiç? ya da en farklı kızı en farklı erkeği ben sevdim, kimsenin dinlemediği müziği dinliyorum çünkü onu ben fark ettim duygusuna kapıldınız mı? hiç. İşte bu duyguları yaşayan Hacime'nin hikayesi.Murakami kitaplarında olduğu gibi , altta bir müzik ve olmazssa olmaz kediler yine var...bir yazar eğer 40 dilde okunuyorsa vardır bir sebebi deyin ve bu yazarla tanışın. Beni tanıştıranda hep söylerim sevgili Zero^dur.

Aslında bu yazıda bir film bir kitap konseptine uydu galiba:)

Dün pazar alış-verişi yapalım dedik Karı-Koca... benim Kocam çok sıkılır bu işten. Marketten toplu olarak alınsın ne farkı vardır ona göre...ama pazarın bir ruhu bir kokusu vardır, bilmez:)Nasıl mandalina kokuyor pazar anlatamam. Yazında çilek kokar aynı böyle... sonra ben pazara çıkmasaydım tezgahta muz poşetini unutan o yaşlı kadının arkasından kim koşacaktı ha!
Bu gün yağmur yağmasaydı Topkapı Müzesine gidecektik... daha önce gittik ama olsun ara sıra hatırlamak iyidir o havayı... Sonra ben müze bahçelerinde oturmayı, hatıra eşya dükkanlarını egzmeye bayılırım...neyse zaten kaldı yağmur yüzünden.Alternatif bir programımda yoktu sanırım evdeyim bu günama sanırım dedim ha !

25 Ekim 2010 Pazartesi

Bir kitap bir film


Önce kitap; Gece Güzelliği ... yazarı Onur Caymaz. İlk kez bir kitabını satın aldım. Bir gece yarısı bir hikayesini okuttu bana Leylak Dalı... Hani gönlüne dokunur ya bir el aynı öyle hissettim kendimi. Sanki yazarın eli kalbime değdi. Gece Güzelliği bir hikaye kitabı. Bir Kolonya hikayesi var... Okurken ben çocukluğuma gittim. Ordu^'da elimde kolonya şişesi ile yokuşlardan indim, Servet Abi'nin dükkanından PE RE jA kolonyası doldurttum... Şişenin biri limon kolonyası misafirler için, diğeri lavanta ... biz okula giderken Annem evden çıkarken yakalarımıza , saçlarımıza hafif hafif sürsün diye. Sonra o şişeyi bir gün kırdım , milyon parçaya bölündü... Üvey de tıkandım ben, yanımda bir olsa, bağrıma bassam istedim. Şimdi şu anda böyle hisseden kendini hiç bir yere ait hissetmeyen çocuklar için titredim. Kitaba ismini veren Gece Güzelliği ise bambaşka bir tarz...Sanki bir divan şiiri okur gibi okudum onu...


Politik bir gerilim filmi olarak da tanımlanabilecek The Ghost Writer, kitabın yazarı Robert Harris tarafından sinema senaryosu haline getirilmiş oldukça başarılı bir film. Apaçık bir Tony Blair (Eski İngiltere başbakanı) göndermesi olan Adam Lang karakterinin hayatını, hatıratlarını kitaba almaya çalışan bir gölge yazarın hatıratlar dışındaki olaylara da nasıl müdahil olduğunun anlatıldığı başarılı bir yapım

24 Ekim 2010 Pazar

Haftasonu... haftadolu:)

Yine o kadar çok şey sığdı ki bu haftasonuna sanırım ancak resim altlarıyla anlatabileceğim.
Önce sondan başlayalım yani bugünden... Bu gün Naziş'in doğum günüydü. Bu senki doğum gününün konsepti cadıydı:) Zuz , Cancan ve Berfu^nun da katılımıyla küçücük mini minnacık bir parti yaptık. Özel bir yazı yazmadım geçen seneki yazıyı tüm zamanların doğum günü yazısı ilan ettim:) Oy Benim Nazlı Kızım burada:)) Kendi aramızda kutladık, Cancan tüm marifetlerini gösterdi...Doğum günü vesilesiyle her zaman söyledim sözü tekrar söyleyeyim bir tek.
İyi ki doğdun Nazlı , iyi ki benim kızımsın, başkalarının kızı olsaydın, inan onları çok kıskanırdım.


Dün Zeya ve Peren'le muhteşem bir Kadıköy günü yaptık. Neler sığdırmadık ki güne... Hümeyra'da yemek yedik...
toplantıdan koştura koştura gelen Gamsegamse'de katıldı bize... Alkım'da kitaplar rasında kaybolduk. Ben alacağım bir kaç kitap vardı onları aldım... İki tanesini bulamadım hafta sonu dolayısıyle kalmamıştı... Birbirimizi kaybettik, ara ara buluşup bir kitabı birlikte aradık , gözümüzün önündeki kaitabı bulamayıp görevli bulunca şaşırdık. Çıkışda gamsegamse bizden ayrıldı...

Biz ay hadi bir şe.yler içelim derken Zeya'nın hadi Baylan'da Cup Griye yiyelim demesiyle Baylan Pastanesine gittik. Cup Griye ile kendimizden geçtik.. . Sohbetin tadına doyamadık. Peren'in Zuz'un ortak arkadaşlarının olmasına şaşıp dünya ne küçük dedik. Masaların üstünde pastanenin tarihini ve oranın müdavimi ünlü yazarların , şairlerin şiirlerinden , yazılarından alıntılar olan kitapçığa hayran kaldık. Çıkışda o kitaplardan aldık.

Özel notlar.
Edebiyatda Baylancılar denilen bir grup vardır..

Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi’ndeki Baylan’ın müdavimleri arasında Atilla İlhan, Oktay Akbal, Behçet Necatigil, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Haldun Taner, Cemal Süreyya, Salah Birsel, Peyami Safa, Orhan Kemal, Orhan Duru, Ahmet Oktay, Fethi Naci gibi yazarlar vardır. Leyla Erbil, Tomris Uyar, Sevim Burak gibi kadın yazarlar da pastanenin müdavimleri arasındaydı. Bu gruba daha sonraları Baylancılar dendi ve edebiyat tarihinde de Baylancılar Akımı olarak yerini aldı. Kadıköy Baylan'ın müdavimleri arasında ise; her gün gazetesine yazısını buradan yazan Tarık Buğra’yı sayabiliriz.
Cup Griye... Avrupa pastanelerinde cup Baylan adı altında sunulur.
Buket Uzuner'in Kumral Ada Mavi tıuna isimli kitabında bahsettiği pastahanedir. Orada da kupgriyeden bahsediyordu.

Yukardaki resim, Peren imzalı bir güzellik... Kitap John Berger'in- O Ana Adanmış-Taş ta Foçalardan bizim için gelmiş. Peren'in Babasının tasarımı. Üstündeki minik papatyalar bizzat Babası tarafından çizilp boyanmış. Ayraç da çok özel... Bedri Rahmi Eyüboğlu yazmalarından yapılmış. Üstünde gördüğünüz çiçekli kısım bildiğimiz yazma kumaşı...

Daha ben pastaneden çıkmadan Gamsegamse aradı, direk Capitol'e gel, sinemaya gidelim dedi.

Ye Sev ve Dua Et'i izledik. Kitabına üç yıl önce başlamış yarım bırakmış ve önceki akşam yeniden başlamıştım. Filmi çok beğendim... sanırım kitabı artık daha rahat okurum:) Filmi en öndeki yatar koltuklarda ayaklarımızı da puflara uzatıp aynı evde gibi yatarak izledik:)

Eve gelince Yahşi Cazibe başlamıştı... onu izledim ve Ye Sev Dua Et^'i nasılsa izledim sonra okurum deyip, Onur aymaz2ın Gece Güzelliğine başladım. Gece ikiye kadar kitap okudum. Tam yatıp uyumuştum ki, arkadaşlarıyla doğum gününü kutlamakta olan Naziş aradı ve Neslihanlar'ın evine geldik artık uyuyabilirsin dedi. Çünkü ben Onlar eve girmeden uyumayacağımı söylemiştim:) Uykum kaçtı gittim tv açıp, TRT1 de Küstüm Çiçeğini izledim. Ne zaman uyudum bilmiyorum ama bir ara uyanıp yatağa gitmişimki sabah gözümü açtığımda kendi yatağımdaydım:)) Yeşil çayımı yaptım, Gamse ben de içerim dedi... çayımızı içtik yeniden uyudum... Sonrasında başa dönün işte... Doğum günü şamatası:))

Bir de ben bu Ayı çalan hırsızlara bayıldım...

Leylak Dalıcımın deyimiyle koridor yolluğu gibi bir yazı oldu ama olsun okumazsanız resimlerine bakarsınız:)

22 Ekim 2010 Cuma

Akşam Akşam




Biraz önce Babies 2010'u izledim...Leylak Dalıcım'ın tavsiyesiydi. Böylece dayım bir kez daha ahklı çıktı. Başkalarının tecrübelerinden yararlanırsan bedavaya gelir. Ama kendin tecrübe etmek insana pahalıya gelir. Dayım bu kadar da beleşci bir insan değildi ama bu konuda haklı. Tavsiye edilen filmlerin hepsi benden geçerli not aldı. Babie 2010 bir belgesel. Dünyanın farklı yerlerindeki dört bebeğin bir yıllık yaşamları. Sonuçda hepsi farklı beslendi, farklı yaşadı ama aynı zamanda emekleyip, aynı zamanda yürüdüler:) Sıradaki izleyeceğim film yine bir tavsiye üzerine stoklardaki yerini almıştı. Ghost Writer ... tavsiye Vladimir'den geldi...bir Roman Polanski filmi...İzleyeyim paylaşırım nasılsa sizinle.

Bu sabah , sabah dediysem baya bi sabahtı ha!( saat altı falan olabilir... dedik ya önceki yazıda sabaha kadar uyumadım, mört mört baktım diye ondan) Ayhan Sicimoğlu'nun programını izledim. Çeşme'den götürdükleri malzemeyle İtalya'da yemek yaptılar. E süper daha ne istiyosunuz. Malzeme İtalya'dan gelse burada pişse onada bir kulp bulurdunuz... burada malzeme yok mu? diye. Balık yumurtalı makarna yaptı. Benim babam o balık yumurtasından bir omlet yapardı aklınızı alırdı valla... Kurutulup taş gibi olmuş,balık yumurtasını rendeler bir şeylerle karıştırır masaya bir getirirdi, kapışırdık.

Neyse size doyum olmaz. Ben biraz aha buralrada takılıp Kavak yelelrini izleyeceğim. Efe yeniden diziye girince benim koca aha şimdi Aslı ile karşılaşacaklar aha Mine Efe'yi gördü diye yeniden dümen kırdırdı bize ...


Bu akşam başlayacağım kitap bir Haruki Murakami kitabı... Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında... Diğer ansiklopedi gibi kitaplarının yanında bu bana çerez gelecek sanırım...

Bu akşam biz yine oğlan yedi oyuna gitti çoban yedi koyuna gitti hallerindeyiz. Naziş Çerkesce kursunda... Gamse'de arkadaşıyla çıktı.

Bu gün okey grubumu evde ağırladım... Bir tepsi hamsili pilav yani bizim deyimimizle işli tavayı yedik bitirdik.Oyunda da ev sahipliği yapmadım yapamadım:))

Sabah sabah dır dır

İnsan uykusuz bir gecenin sabahında kendini nasıl hisseder. Uykusuz değil mi? ama benim hala uykum yok. Nasıl oldu, ne oldu anlamadım, gayet güzel dizilerimi izledim. Türkan az reyting alır diye ödüm kopuyordu ama neyse üçüncüymüş. Türkan'ı da izledikten sonra bir tartışma programına takıldım. Merve Kavakçı, telefonla ABD'den katıldı. Kendisine sürekli Merve Merve diye hitap eden M.Ali Birand'a - lütfen, ya Merve Hanım yada Sayın Kavakçı diye hitap edin dedi. Birand- Merve Hanım diyeyim dedi ama yine Merve demeyi sürdürdü. Baktım tartışma bi gıdım ileri gitmiyo... hala aynı yerde, hadi uyuyayım dedim .Ama sadece dedim tabi:) Baktım olmuyor salona gidip debelendim, okudum , tv izledim yok. Yoksa yok yav dedim bak öyle mört mört.

Hava bu gün birden soğudu. Dün akşam poyraza dönmüştü rüzgar zaten. Bakın bu rüzgar işinden iyi anlarım . Lodosmuş, poyrazmış, karayelmiş, meltemmiş şıppadak tanırım. Birde sam yeli denilen o sıcak rüzgar var ya nefret ederim.Kolumdaki lekenin Annem, sam yelinden olduğunu söylerdi, güya denizden çıkmışım, duş almadan, kurulanmadan güneşlenmişim de , o sırada sam yeli esmiş de ondan olmuş pekiii o zaman niye Naziş ve Gamegamse' de de var:)

Bir de dünden bir olayım var anlatacağım... Dün akşama doğru , yatak odamdaki kitaplığı düzenliyorum, bir çocuk çığlığı geliyor canhıraş. Herhalde ya düştü, ya da istediği bir şey alınmadı bağırıyor dedim. Ama sürünce , salona koşup balkona çıktım ki, köşedeki apartmanın alt kat pencere demirine küçücük bir kız kafasını sıkıştırmış. Kimse sesini duymuyor. Hele evdekiler nasıl duymadı, çocuğu nasıl görmüyor şaştım kaldım. Bu kez ben bağırmaya başlayınca herkes çıktı dışarı. Uğraştılar çıkmadı, itfaiyeyi aradılar, derken bir adam elinde demir testeresi ile gelip demiri kesti çocuğu çıkardı. Herkes dağıldııı dadi dai itfaiye geldi. Eeee kimse yok ortada. Bir saat olay incelemesi yaptılar, kafanın sıkıştığı pencerenin ait olduğu daireye girdiler. İtfaiyeci aç kapıyı sen bi bakim dedi sert sert. Zavallı adam ya evde oturmuş gazetesini okurken, sokağa bırakılmayacak yaştaki çocuk, gelsin kafasını senin pencerenin demirine soksun , sen suçlu ol. Bilemedim valla.

Burada oturup çene çaldığıma bakmayın. Bu gün okey grubumla bizde toplanıyoruz. Gerçi hazırlıklar tamam. Zaten Gamse'den zor kurtardım:)) Akşam elinde tabak her yaptığımın başına gelip sulandı. Kızım kek, börek var , hem ıspanaklı hem patatesli börek, havuçlu kek.Ayrıca sevdiğin yemekler de var. Ama yok O', benim misafir için hazırladıklarımı bozma peşinde. Bi sürü pazarlık yaptı benimle:)
Bu sabahın içinden programı burada sona ermiştir. Keyifli bir gün olsun sizin içinde ...

son not:Edebiyat festivali başlıyor bilgi burada

20 Ekim 2010 Çarşamba

Akşama Doğru

Akşama doğru programı vardı... Seynan Levent sunardı... sonunu bir şiir ve bir resimle kapatırdı... Bi tek Leylak dalı hatırlarsa hiç şaşmam...Cemazüyelevvelimiz aynı da ondan:)) O zamanların bakanlarından birinin kızıydı galiba. Her neyse konumuz Seynan Levent'in değil bizim evin akşama doğru programı. Ben bu program hemen bitsin, şarkılara geçilsin istiyorum. Bizim ev akşama doğru bi karışır. Eve gelen herkes çok ama çok yorgundur. Çok ama çok açtır. Hep ama hep hayalinde başka yemek vardır ve de benim yaptığım yemek o gün okulda çıkmıştır. O yüzden okulun yemek listesi nal kadar çıktısı alınıp duvara yapıştırılmıştır. Yemek saati için çok erken çayla bir şeyler vereyim desem ama okulda ikindi kahvaltısında kek ve poğaça çıkmıştır. Ama akşam yemeği saat beş buçukda yenirse karınlar yatana kadar on kez acıkmaktadır.

Bu gün a önlemlerimi çifte aldım... Ne isterlerse onu yesinler diye... hem yemek yaptım hem atıştırmalıklar... Önce köfteli çorba... adını bilemem biz buna Cancan'la kısca küfteli çooba deriz. Sonra patates haşladım kavurdum... isteyen yumurta kırsın, isteyen öylece alsın yesin... Ispanak kavurdum... börek içi için... havuçlu , portakallı cevizli keke yaptım... Kekin havucu fazla gelmişti, patatesde fazla haşlanmıştı , onları tornistan ettim, birazda kaşar peyniri koydum içine ıspanaklı böreklerin yanına arkadaş ettim. Dünya kadar bulaşık çıktı... makine iki kez çalıştı. benimde pilim bitti. Pekiii sonra ne oldu dersiniz.... Gamsegamse telefon açtı okuldan direk Kadıköy'e gitti arkadaşlarıyla, Naziş de gelip canım tost istedi dedi, yedi kursa gitti.Yani Annemin dediği oldu... Oğlan yedi oyuna gitti, çoban yedi koyuna gitti... ev yine bana kaldı:)

Küfteli Çoba: Dövülmüş ya da çekilmiş buğday haşlanır, aynen yayla çorbası yapar gibi pişirilir. 100-150 gr kadar kıymanın içine azcık soğan rendelenir, tuz ve karabiber ilave dip yoprulup minik minik yuvarlak köfteler yapılır, tereyağda tavada sallaya sallaya pişirilir, nane ve iki domates rendesi ilave edilip biraz da domatesle pişitkten sonra çorbanın içine dökülür afiyetle yenilir. Ha bir haşlanmış nohut koyun çorbaya...


Hafta Sonunda , izlenmedikfilmkalmasın etkinliğim için:) filmler hazırlamıştım. Bu sabah izlediğim film kötü ötesiydi. Filmde Haluk Bilginer ve Özgü Namal'ın oynuyor olması yeterli değildi. Ya da ben absürd film sevmiyorum sebebi odur.Filmin adı Güneşin Oğlu... Konusu; güneş tutulması sonucu insanların hayatında oluşan gariplikler silsilesi.

Bir kaç gündür, yağmur geceleri yağıyor, sabah hiç bir şey olmamış gibi... Bir garip sonbahar yaşıyoruz. Geçen yılki sapsarı, kıpkızıl sonbarı arıyorum. Yaprakların üstünde yürürken çıkan hışır hışır sesleri... Yürüken önüme aniden düşen at kestanesini alıp çantama koymayı...çantada at kestanesi taşımak bereket uğur getirirmiş. Siz her ihtimale karşı bir at kestanesi atın çantanıza, belli mi olur, en azından hiç bir zararı yok:)Eczacılıkta da çok kullanılan bir bitki aynı zamanda.geçen gün Zuz, Aylin'le konuşurken Aylin- at kestanesinden peeling hazırladığını söylemişti. Sorup öğreneyim nasıl yaptığını yazarım size... Siz bu arada at kestanesi toplamaya başlayın:)


Julia Roberts'in oynadığı Ye Sev Dua Et filmini izlemek istiyorum ama önce iki yıldır baş ucumda sıra bekleyen kitabı öne almam gerek. Aslında be O kitaba başlamıştım ama nedendir bırakıp başka kitaba geçmiştim. Yeni basımlarda kapağa Julia Roberts'in resmini de koymuşlar

Bir de ,bu günün şarkısı

Bunlarda sabahın notlarıydı...

Arif Damar'ı Türk Şiirinin sessiz emekçisini uğurladık ...

19 Ekim 2010 Salı

Bu akşam


Dizi...Usman'ımın dizisi, Öyle Bir Geçer Zaman ki

Kitap... İstanbul Yüzlü Kadın
Şarkı... Sarhoş-Duman söylüyor
Yemek... Pırasa Dolması
Fizki durum... salon tüllerini ütülemiş olmaktan mütevellit yorgun



Ruhsal durum... ortayan karışık yine

Kızlar... büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öper
Koca... herkese selam eder, Benim her cumartesi bir iş çıkarıp,Koru-
Kuzguncuk yürüyüşlerini yapamıyor olmaktan dolayı sitem eder:)

Bu akşamın notlarıydı...

falan filan bi de şu domates meselesi


Hayat onu nasıl algıladığın ve nasıl yaşadığındı dedi Nazlı Eray ve kitap bitti. Bu cümleden yola çıkarak bir kitap yazabilmektir işte Nazlı Eray olmak.Bu cümlenin kitabın son cümlesi olması bir şeyi değiştirmiyor, benim için kitabın çıkış cümlesi oldu.Kitabın bir yerinde , romanın kahramanlarından biri soruyor, neden okuyorum, bunca şeyi bilmek ne işime yarıyor diye...cevabı da kendi veriyor. Pencerelerim çoğalıyor, düşüncelerim derinleşiyor ben çoğalıyorum. Çevreme başka gözlerle bakıyorum. Yıllarca geçtiğim cadde, çalıştığım taksi durağı artık onlara başka gözlerle bakıyorum.Sözünü ettiğim kitap Nazlı Eray'ın Venüs'ün Son Gecesi adlı son romanıydı.

Venüs'ün Son Gecesi'ni bitirince, İstanbul Yüzlü Kadın'a başladım. Yıllar önce daha küçücükken; şimdi gidiyorum oğlum seni mutlaka almaya geleceğim diyen babasına, yıllar sonra bir tıp öğrencisi olduğunda , ilk anatomi dersinde kadavra olarak rastlayıp aklını yitiren NUMAN'ın hikayesi.Yazarının hiç bir kitabını okumadım şimdiye kadar. Hakkında söylenen, okurlarını romanla hidayete erdirmek istemesiymiş:)Benim dikkatimi kitabın adı çekmişti. Konuda ilginç geldi bir de hidayete erersem daha noolsun yav.Yazarı Ahmet Yıldız Günbay.

Bu kadar edebi sohbet yeter. Dün pazara çıktım bir tek başka da bir aksiyon yapmadım. Ha pazar demişken, akşam Naziş eve geldi- Biz nerede yaşıyoruz diyor, ne demek dedim. Pazarın içinden geçerken şaşırmış, üç tane kocaman ananas 5 lira, bir kilo domates 10 liraydı dedi. E haksız mı?. Kumburgaz komşumuz Dr Süheyla teyze, iki yana ördüğü saçlarını arkasına atar, bacak bacak üstüne atar, radyosunuda açar yatardı kumların üstüne o sıra ABD ambargosu var. -Ambargo varsa var derdi, memleketimin domatesi mısırı yeter bana, domates ekmek yerim. Hey gidi Süheyla Teyze hey, bu günler hakkındaki fikrini öğrenmek isterdim. Bak canımda domates peynir istedi şimdi. Henüz kahvaltıda yapmadım. Gidip çayımın suyunu koyayım.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Hafta sonundan hafta başına aktarma


Gece gümbür gümbür gök gürlemesine rağmen, sabah güneşli bir havaya uyandık. Cumartesi gününden ve pazar sabahından söz ediyorum. Cumartesi gecesi saat 03'den sonra yer gök inledi. Hatta kalkıp fişleri prizden çektim.Sabah kalktığımızda ise yerler kupkuruydu..

Kahvaltı sonrası Naziş'le Capitol'e gittik. Geçen hafta renk farkını son anda kasada farkettiğimiz yağmur çizmelerini almak için ama istediği model kalmadığı gibi renk farkı olan bile satılmıştı. O gün. nasılsa yakınız sonra bakalım demenin cezası. Neyse gitmişken Türkiye'de 100 Yaşını gören insanların fotoğraf sergisini gezdik. Sergi haberini Adsız yorum yazan bir arkadaştan aldım. Teşekkür ederim kendisine ama keşke bu tür yorum yazanlar, şehir adlarını ve bir de isim yazsalar, hem adsız diye hitap etmek garip oluyor. Hem de insan merak ediyor yani.

gel gelelim Sergi'ye;

Türkiye'de en uzun yaşayan insanlar Nazilli'deymiş.


100 Yaşı Devirmenin Sırları' yazı dizisinin sergisini açan gazeteci Esra Tüzün,100 yaşını deviren insanların temel özellikleri nelerdir?' diye sorusuna. Sergideki fotoğrafları gösterip cevap veriyor: "Taş devri diyeti yapıyorlar. Hayatın içindeler, yükseklerde yaşıyorlar, hırslı değiller, paylaşmayı çok seviyorlar, su ya da deniz gören yerde yaşıyorlar, alkol ve sigara kullanmıyorlar, çok inançlılar, istisnasız hepsi beş vakit namazını kılıyor. Hemen hepsi sıkıntılar içinde büyümüş, dünya savaşlarını, Cumhuriyet'in kuruluşunu, darbeleri dünya gözüyle görmüş. Öyle el bebek gül bebek yaşamamışlar. Açlık çekmişler, çocuklarını, torunlarını kaybetmişler. Altı aylık askerlik kısalmalı diye konuşulurken onlar üç yıl askerlik yapmış. Ama her şeye rağmen sağlıklı bir şekilde bugünlere gelebilmişler
.

Sergiyi de gezdikten sonra Capitolden çıkıp Kadıköy'e gittik. Hava inanılmaz sıcaktı. Ama akıllık edip paltomun içine ince giyinmiştim:). Kahve dünyasının açık hava kısmında oturup Türk kahvesi eşliğinde gazete okuduk.Sonra Alkım Kitapevine girdik.Nazlı ara
dığı kitaplara baktı. Ben Ferhan Şensoy'un Karagöz ve Boşverin Beni'yi burada da bulamadım, ama neyse baktım İdefiks de varmış. Haruki Murakami'nin Sınırın Güneyinde Güneşin Batısındayı ve Ahmet Günbay Yıldız'ın İstanbul Yüzlü Kadın adlı kitaplarını aldım kendime.Daha sonrada arkadaşlarıyla Moda'da olan Gamse ile buluşup eve geldik.

Çok Güzel Hareketler Bunlar , sezona güzel başladı. Kendi annelerini canlandırdıkları skece bayıldım. Sonra kitabıma devam ettim. Erman Toroğlu ile Ahmet Çakar'ın , Arda ile ilgili konuşmalarını gözlerim pörtleye pörtleye , yanlışmı duyuyorum diye diye izledim. Türkiye'de bir spor programı izlediğimi unutacaktım neredeyse. Kocam maç yayınlamaları yasaklanınca raiting için yaptıklarını söyledi. Yayın hakları sadece lig tv de olunca bunlarada mahalle kahvesinde dedikodu programı tarzı kalmış. Acıdım valla hallerine. Erman Hocam saç renginiz bu kez tutmamıştı çok acaip olmuştunuz valla. Ümit Zileli'nin daimi konuk olduğu bir program vardı ona baktım biraz, YÖK Başkanının son yumurtladığı veciz söz tartışıldı. Başı açıklara bireysel güvence verdi ya:) Baktım izlerken neredeyse yüz felci olucam, ağzım burnum kayacak. Kapattım. Erman Toroğlunu dinlerim daha iyi dedim.

İşte böle böle

17 Ekim 2010 Pazar

Gece gece mır mır





Evet saat 01.42 ve biz evimize döndük, daha doğrusu dönebildik.Taksim -Beyoğlu kalabalığını size tarif etmemin imkanı yok. Sanırım güzel havanında etkisi var bunda. Kalabalığı size şöyle anlatayım, gece dönüş yolunda Nazlı ile birbirimizi kaybedip telefonlarla bulduk. O beni Kızılkayaların önünde aranıp duruken ben Finüküler girişine varmıştım:)) Sonra ışıklarda kavuştuk birbirimize.Düşünün Cihangir'den Taksim'e beraber yürüken oldu bu iş... Köprüyü görünce deniz yolunu tercih etmediğimize pişmanlar olduk.

Neyse şimdi güzel şeylerden bahsedelim... Naziş'le önce Karaköy'e geçtik, motorla... oradan da Tünele binip yukarı çıktık -İstanbul dışındakiler için bu tünele binmek nasıl abuk geliyordur- ama işte bu dünyanın , en eski ikinci metrosu olan araca tünel deriz biz:)) Neyse Karaköyden tünel vasıtasıyla Tünel meydanına vasıl olduk..Şimdi benim sıkça kullandığım finükülerinde esin kaynağıdır tünel...İkisi de makaralı sistemdir. Karşılıklı olarak iki araç birbirlerini makaralı sitemle çekerler.Yazının sonunda unutmazssam bir tarihçe de attırırım size. Benim için özelliği kanlı 1 Mayıs'da buralara koşturup, Karaköy'e inmek olmuştur.
Tünel meydanına geldiğimizde , cümbüş başladı... Sokak çalgıcıları çeşit çeşit. Keman çalan zarif Hanım, değişik vurmalı çalgılarla konser veren grup, Sokak ortasında oynayan gelinle damat,Bana omuz atan sumo güreşcisi kılıklı Japon, ama öyle ince bir reverans yaptı ki, az kaldı öbür omuzumu uzatacaktım... Galatasaray Lisesi önünde protesto yapan tutuklu yakınları..., Hayvan haklarına dikkat çekmek isteyen,İki köpeğine sarılmış ağlayan hayvansever..Hala parmak arası terlikle gezen turistler.

Akşam yemeğimizi Kallavi sokaktaki , bir Çerkes( Çerkez yazınca Naziş çok kızıyor)lokantası olan Fıccın'da yedik. Naziş hiç karıştırmadı beni, direk siparişleri verdi. Haluj (Çerkes mantısı), Çerkes tavuğu ve lokantaya da adını veren fıccın... Velibahtda aklımız kaldı ama yerimiz kalmadı... Biz yemeğimizi bitirmiş çaylarımızı içerken Neslihan geldi. O da Haluj yedi. Neslihan'ın Annesi de Çerkes zaten. Yemek olayını bitirince Taksim'e doğru yürüdük yeniden ve Cihangir'de ben onlardan ayrılıp, sürekli telefonla tacizde bulunan kuzenlerimle buluştum.Gülden Ordu'da kim var kim yok arayıp millete ayar verdi:)yine aynı bol bol sohbet... Fato ile bir olup Gülden^'i ara ara bağırtma şeklinde geçen bir Beyoğlu gecesi daha...

Taksim gezi parkında Rizeliler gecesi vardı... stantlar kurulmuş, Rizeliler horona durmuşlardı(bak, bi de horon çekmek gibi horona durmak da derler Karadenizde). Gezi parkına sığmayan çok kalablık bir grup da Taksim meydanında horon çekiyorlardı.Yer gök kemençe sesiydi.

Gece'nin sonunu en başta anlatmıştım zaten. Zuz boşunamı diyo bana, kitabı anlatırken sonunu söylüyosun diye:)

Bu yazıyı yazarken alttanda radyo açıp, Tarihin Arka Odasını dinliyorum. Konuk İlber Ortaylı... kaçıramam valla İlber Hocayı.

BİRAZ DA TÜNEL BİLGİSİ)

Tünel, tam 136 yaşına girmiş dün. Hizmete girdiği yıllarda iki uzun ahşap vagondan oluşuyordu. Vagonların birinde bir platform vardı. Orada hayvanlar taşınıyordu. Çünkü o zamanlar Taksim’den sonrası tarlaydı. Beyoğlu’nda günün her saati bir koyun sürüsüyle karşılaşma ihtimaliniz vardı.


Tünel, yeraltında kabloyla çekiliyor. Vagonlar birbirini çekiyor. Bu sistemin yer üstünde örnekleri var birçok Avrupa ülkesinde ama bizdeki gibi yer altında uygulaması dünyada ilktir. Tünel’in bir başka özelliği de devletin kasasından tek kuruş çıkmadan, yap-işlet-devret yöntemiyle yapılmış olmasıdır. Bu da Türkiye’de bir ilktir. Bir de Tünel’de kaza oranı yok denecek kadar azdır. Ayrı hatlarda giden vagonların biri yukarı çıkarken diğeri aşağı iniyor. Hiçbir zaman aynı hat üzerinde karşı karşıya gelmezler. Dolayısıyla çarpışma riski sıfırdır. Tünel’de tek kaza riski kabloların kopmasıdır. O da iyi bakım olduğu sürece sorun çıkarmaz.


Londra'dan sonra dünyanın en eski ikinci metrosu olan Tünel'in oluşum hikayesi Fransız mühendis Henri Gavand'ın girişimiyle başlıyor. Gavand, dönemin ticaret ve bankacılık merkezi olan Galata ile Pera arasında sürekli mekik dokuyan insanları gözlemler ve Yüksekkaldırım Yokuşu ile Galip Dede Caddesi'ne alternatif bir yol düşünür. Bu iki merkezi birbirine bağlayacak asansör tipinde bir demiryolu projesi için Osmanlı Padişahı Abdülaziz'in huzuruna çıkar, 10 Haziran 1869'da Tünel yapım imtiyazını alır. İşletme süresi 42 yıl olarak belirlenen Tünel, yap-işlet modeliyle inşa edilir.

16 Ekim 2010 Cumartesi

hafta sonu yazısı

Bir kaç gündür ilk kez yağmursuz bir güne uyandık... Bu gün ve yarın yağmur yokmuş.

Dünden başlayalım anlatmaya;Dün İlmiyem'le oturduk uzun uzun... sohbetler ettik... çay masasından hiç kalkmadık... çayın altını hiç kapatmadık... İkimizin çok sevdiği ama ikimizin ev halkının da pek haz etmediğielmalı pastayı yerken bir tarafta elmalı pastanın faziletleri hakkında konuştuk.

Akşam hiç tv izlemedim... kitabımı okudum... Leylak Dalıcımın gönderdiği Nazlı Eray'ın son kitabı Venüs'ün Gecesine devam ettim... Eskiden yeniye, yeniden eskiye sürekli kapılar açan bir kitap... Bir polisiye kadar da sürükleyici.

Artık Eski Roma tarihi benden sorulur... Gece kitap okumayı bıraktıktan sonra Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı'nın konuğu bu konunun uzmanı oldukça da çok genç biriydi. Öyle bir derinden aldıki konuyu, Romus ve Romulusa ancak bir saatte gelebildi... Hani şu ikiz kardeşler Romus ve Romulusu emziren dişi kurt hikayesi... Roma'da İstanbul gibi yedi tepe üstüne kurulmuş, biz de de var benzer bir kurt hikayesi... Neredyse Romayı biz kurduk diyecekti Fatih Altaylı ama konuk itiraz etti:) Özür dilerim Konuk Bey adınızı unuttum... Uykulu izlememe verin... zaten sonuna kadar izleyemedim uyuya kalmışım.

Bu sabah'da Penguen Dergisinden ayrılıp Uykusuzu çıkaran altı kişinin hikayesinin , röportajlarla beslendiği bir belgesel izledim. Sonrada Düriye'nin Güğümlerinin tekrarına bakarken kahvaltı hazırladım. Kahvaltımızıda ettik şükürler olsun... Birazdan ailece hafta sonu kahvemizi içip dağılıyoruz... Gamsegamse çoktan dağıldı da, Fatma'nın börekçi dükkanında zetinyağlı dolmalara böreklere yumulmuş bile... Yolunuz Maltepe'ye düşerse Panböreğe uğrayın, Fatma'ya benden selam söyleyin... Oturun bir çay kahve için , közlenmiş patlıcanlı böreğinden mutlaka yiyin... Fatma Gamse'nin lise arkadaşı... Liseden sonra iş hayatına atıldı... Hem dükkanın sahibi hem işletmecliğni başarıyla yürütüp takdirlerimi kazanmıştır... Gece yarısı bizim eve elinde börekler çörekler ve çeşit çeşit keklerle verdiği baskınlarla ünlüdür:))

Koca'nın kendi kişisel programı var, biz de önce Naziş'le birlikte takılacağız. Haluj yiyeceğiz... Haluj Çerkez mantısı... Naziş'in arkadaşlarıyla sık sık gittiği bir yer var oaraya gideceğiz. Akşam' da kendi ayrı programlarımıza dağılacağız. O kendi arkadaşlarıyla ben kendi kuzenlerimle olacağım... Gece bir yerde buluşup eve birlikte döneceğiz yine.

keyifli bir hafta sonu olsun hepinize hepimize

15 Ekim 2010 Cuma

cuma cuma

Dün cancan'a öyle bir konsantre olmuş, O!na o kadar ayak uydurmaya çalışmışım ki, küp gibi uyumuşum gece:) Türkan'ı zor izledim.Kitap mitap hak getire.

Bu gün İlmiyem geliyor, ilk kez bu kadar uzun azamandır görüşemedik. Tamamı çay masasında geçecek bir gün bekliyor bizi:)


Bu günlük yazı valla bu kadar ama Asis yani Butterfly dün bir mail atıp bana bazı sorular sormuştu işte bilmediğiniz ben diyebilmeyi isterdim ama bildiğiniz tüm yönlerimle BEN.. İstanbul'da Bir Kırmızı Lale başlığı altında Butterfly'ın sayfasına konuk oldum, arzı endam eyledim:))

14 Ekim 2010 Perşembe

CAAAAAAAAAAN


Can , saat tam 11 de geldi... Annesine el salladı kapıdan... çoba dedi... hemen çorbasını içti...sonra...yağmur çizmelerini, yağmurlukları giydik... yağmurda yürüdük... kalp şeklinde kurabiyeler aldık...Yürürken yedik... Dalından zeytin kopardık... çok acıydı...boyama yaptık... tayuk yani tavuk yedik...çobaa içtik(yeniden)Süt içtik... uyudukk

Herşey iyi güzeldi de Caaan , niye evden çıkarken o paspası yerden alıp evin içine attın:))O yüzden geç çıktık işte sokağa, ben orayı temizlemek zorunda kaldım.

Ama şimdi Ciciannenin , İçi içinin keyf zamanı kahve zamanı... okuma zamanı

Bir kitap bir film

Dün gece Ataletin attığı fitile rağmen , Ferhan Şensoy'un kitabını bitirdim:)) Ferhan Şensoy hayatımıza tam olarak 1978 de bizim sınıf adlı tv dizisi ile girmiş... Perran Kutman'lı, Ayşen Gruda'lı bir diziydi hatırladığım
kadarıyla... Kitabı okurken şöyle düşündüm. Hani roman yazarken bir kurgu vardır. O çerçevede yan öğelerle de beslenerek ilerler kitap, ama Ferhan Şensoy okurken .. insan beyninin üretimine de tanık oluyorsunuz...Tam ifade edemedim ama böyle bir şey düşündüm işte.

Sözünü edeceğim film ise Zeya'dan geldi... Gökçe Ada manzaraları, üzüm bağları falan deyince, takıldı aklıma... ara tara ara tara bulundu:)'''RİNA''. Bu film yabancı bir film olsa , görselliğini,hikayenin naifliğini yerlere göklere sığdıramayız ama yerli film olunca yine kıyıda köşede kalmış.Filmi izlerken hemen Gökçedaya gitmeliyim isteğine kapılıyorsunuz... Mesela ben:)) Havalar bi düzelsin istikamet Gökçeada sokakları... Benim için filmde Cezmi Baskın'ın oynaması bile geçerli not alma nedenidir. Bizimkiler dizisinin İbrikçisi rolünde keşfetmiştim O'nu ... Bir de komik bir hikayemiz var. O yıllarda meğer teyzemlerin evinin karşı apartmanının terasında oturuyormuş bir arkadaşıyla. Tam teyzemden çıkınca kapıda karşılaştık. Yanımda da Eniştem var- Bak Lale İbrikçi dedi.. Ben kem küm... Figüran bunlar daha dedi. Ya Enişte sus adam burnumuzun dibinde duyuyor desemde nafile gülümseştik geçtik. Aynı gün öğleden sonra bu kez kuzenim Ahmet'le dışarı çıktık. Tesadüfe bakın önümüzde İbrikçi:) yürüyor. Bizim Ahmet bağıra bağıra- Lale abla bak İbrikçi dedi... Cezmi Baskın döndü baktı, dedim ki- merak etmeyin ben ben, aynı Lale.


Bu gün Cancan günü, hava da yağmurlu ama şimdi O, yağmur çizmelerini, yağmurluğunu giyer gelir. O^nu hiç bir şey durduramaz , bir kere marketin yürüyen merdivenlerinden inip, pastaneye uğramadan , asansörle geri çıkmadan rahat edemez. Çorbasını dün akşamdan pişirdim. Tavuk haşladım. Suyuna pilav yapacağım. Biraz önce aradı çobaa dedi zaten.

Sabah yayını sona ermiştir... Lalenin Bahçesi iyi günler diler...

13 Ekim 2010 Çarşamba

günlerden dün bi de bu gün2

Dünden bir film var sözünü edeceğim... Kültür bakanlığından destek al(a)madan çekilmiş... Gereken , istenilen ilgiyi görememiş... Bana sorarsanız , ben beğendim... Film Mardin'li bir ailenin bir gününü anlatıyor.İnsan yaşamının değersizliğini , incir çekirdeği metaforu ile sorguluyor. Hah filmin adı da ''İncir Çekirdeği'' zaten.Önce filmin adı sonra Özgü Namal filmi izlememe neden oldu.Olurda bir yerlerde rastlarsanız , böyle bir film varmış demeyin benim gibi.Bu filmi biliyorum, Laleninbahçesi yazmıştı falan deyin:))



Bu resimde gördüğünüz kişi Nazlı Eray, bana kitap imzalıyor...
İmza gününün Ankara'da olması bir şeyi değiştirmiyor. Bir şeyi değiştiren Leylak dalıcımın Ankara' da olması ...Kendine kitap imzalatırken beni de unutmamış... Bi de resmi çekmiş ki tam olsun:)) Ama bitmezzz, bu Leylakdalı kendi lale kolyesini bana gönderebilen bir leylakdalı... bu kez de lale keçe broş gönderip yakama takılmayı arzu etmiş... Ben hiç Ferhan Şensoy okumadım demiştim bir keresinde. bir de Ferhan Şensoy kitabı , ve hiç ayraçsız olurmu diyerekde bir kitap ayracı eklemiş pakete. Nasıl karşılaştık nasıl yollarımız kesişti bilmiyorum , İstanbul seyehati sırasında bir yedi saat sohbetimiz var bizim evde dillere destan:))) benim arızalı ayağı uzatıp oturduğum...doyamamıştık valla... bi sürü de konuşacak şey kalmıştı:)).

Dün akşam yemeğinden sonra gelen bir haberle biz Karı- Koca Acıbadem Hastanesine koşturduk... Geçtiğimiz kış, çok ağır bir bypas ameliyatı geçiren görümcemin oğlu bu kez de beyne pıhtı atmış haberi ile bizi korkuttu... Ama neyse korktuğumuz gibi olmadı.. Çok hafif atlatmış... hatta Dayı Yeğen hastane odasında Türkiye- Azerbaycan maçını bile izlediler.Sonunda yenildik Gardaşa:)). Eve gelince iki dizi taktık arka arkaya... Öyle Bir Geçer ki Zaman ve Bitmeyen Şarkı... Öyle bir Geçer ki Zaman raitinglerde birinci sıradayız... Seviyos abi biz melodramları... eski yeşilçam geleneğimizde var... Bitmeyen Şarkı'da zaten eski bir Yeşilçam filminden uyarlama. Diziler bittikten sonra Ferhan Şensoy'un kitabına başladım... Nazlı Eray kitabı Venüs'ün Son Gecesine daha dingin bir kafa ile başlamak için. Ferhan Şensoy okumamıştım , demiştim adaha önce... Bilmezmiyim kelimelerle nasıl oynadığını ama benim şu ses problemimden dolayı hiç teşebbüs etmemiştim( sesini tanıdığım yazarların kitabını okuyamıyordum da, bilmeyenler için not)... Ama sanırım artık yendim bu sorunu.Tık tık nazarlar değmesin:)))))))

Yine yağmurlu bir sabaha uyandık... Bu günkü program ayakkabı bölümümüzün düzenlenmesi. Yazlıklar ve kışlıklar birbirine girdi.Yazlıklar üst raflardaki kutularına gidebilirler artık. Ah bir de artık kış geldi deyip kendileri gidebilseler.

Neyse işte böle böle

12 Ekim 2010 Salı

SABAH GEVEZELİĞİ

Sabah kızların gidişini hayal meyal hatırlıyorum... Gecenin bir yerinde uykum kaçtı, Düriyenin Güğümlerini açtım...güğümlerin sesine kocam uyandı:)

Cemre bitti dün akşam... Suya atılmadan önce bile son sözünü söyleyen...küçük harflerle konuşan... radyodan istek parça istediği için öldürülen ... öz babalardan bile daha öz baba olabilen üvey babaların...otobüslerin buharlı pencerelerine yazılan isimlerin hikayeleri var.Tek hikayenin içinde onlarca hikaye vardı. Cemre'yi de iyi ki okumuşum dediğim kitaplar arasına kattım ...Sen de iyi ki varsın Müge İplikçi.

Dünkü havaya kanıp, ben sabah erkenden kalkar Teyzeme giderim demiştim ama yağmurlu , puslu bir kış havasına uyandık yeniden...Pastırma yazı yaşamamız gerekiyor bu günlerde.

Nazarlara geldim, günlerdir filmsabahı etkinliği yapamadım... Eğer bu gün dışarı çıkmazssam filmöğleden sonrası yapmak istiyorum... Berfu ve Zuz'un tavsiye ettiği -Shine - filmi izlemek istiyorum.

Ha birde ev yapımı sıcak çikolata tarifi... Mia Postadan çıktı...çok güzel bir tarif, eğer bizim ev gibi sıcak çikolata hastaları sizde de varsa bu mutluluğun tarifi gibi gelecektir onlara:))
ev yapımı sıcak çikolata!


1 çubuk vanilya
1 çay bardağı toz şeker
1 çay bardağı kakao
1 paket sütlü çikolata

Çubuk vanilyayı boylu boyunca kes. Vanilya tohumlarını bıçağın ucuyla sıyırıp toz şekerle çırp. Kakaoyu ekle ve çırpmaya devam et. Sütlü çikolatayı minik minik parçalara böl ve karışıma ekle. Bunu da çırptıktan sonra vanilya çubuğunu içine atıver.

Şimdi karışımın hazır; bir su bardağı süte iki çorba kaşığı bu karışımdan atacaksın. Süt kaynamaya başlayana kadar çırpmayı unutma. Sütün yüzeyinde gördüğün kabarcıklar, sıcak çikolatanın hazır olduğunun göstergesi. İçine kahve likörü, üzerine çırpılmış krema eklemek ve içerken ne izleyeceğine karar vermek de sana kalmış...



Bu kadar işte başka birşey yok.

Günün notu: aynı yere iki kez yıldırım düşmez desinler... bir kemik aynı yerden iki kez kırılmaz desinler... art arda iki bardak çayı devirerek içilecek çay bırakmayan ben kapsam dışıyımdır sanırım...

Bir de beklediğim kargo gelsin artık... kedi gibi bekliyorum heheheh

Bu günkü yazımı Asis'e ithaf ettim... Blogger olduğu müddetçe bu yazı O'nundur...

11 Ekim 2010 Pazartesi

Bu Gün ve Mim Borcunu Ödeme


Bu gün, bizim evin kayıtlarına şöyle geçsin... hafta sonu evde olunmadığı halde nasıl bu kadar dağıtabildik evi... tüm gün temizlik ve yemek yapıldı.
Temizlik olduğu için hiç keyif yapılamadan film falan izlenemeden direkk güne başlandı. Kızlar gelene kadar temizlik bitsin yemek hazır olsun diye parçalanıldı...

Yeni kitap... Müge İplikçi^nin CEMRE... Daha önce Kül Ve Yeli okumuştum... Kadın hikayeleri yazıyor Müge İplikçi... galiba o yüzden seviyorum.
Şuradaki yazıyı okursanız Müge İplikçi'yi çok daha iyi tanırsınız diye düşünüyorum. Asıl başka bir kitaba başlayacaktım ama , Leylak Dalıcım beni sarmamıştı deyince ertelendi:)Geçen yıldan bir mim borcum vardı Aysema'ya... bir türlü yapamamıştım... masa üstü mimi yeniden gündeme gelince fırsattan istifade bende borcumu ödeyeyim dedim:))
Benim masa üstü resmim Gamsegamse tarafından bulunup-aaa aynı Annemi anlatıyor deyip masa üstü resmim olarak buraya konuşlanmıştır.

Ara ara değiştirsem de yine hep bu resme dönerim... Benim dünyamın farklı pencereleri gibi algılarım ben bu resmi...Sayenizde masa üstümüde temizledim böylece:)) bi sürü lüzümsuz şey duruyordu, silmeye de üşeniyordum... Bu günkü temizlik tam oldu yani..

10 Ekim 2010 Pazar

Pazar Anlatısı


Dünkü yazımda da belirttiğim gibi dün akşam Zuz'da konuşlandık... Ben elimde tazecik ekmeğim, pastaneden değil kurabiye fırınından alınmış acıbademlerim, reçelli ve fındıklı kurabiyelerimle gittiğimde mutfaktan yemek kokuları gelmeye başlamıştı ve ve masamızda hazırdı... Mönümüz Zuz'un spesyalitesi Çin tavuğu , pilav ve üstüne tereyağda kavrulmuş kıtır ekmekleri bile hazırlanmış tarhana çorbası... Akşam yemeğinde üç kişiydik... Naziş yemek sonrası Burcu ile arkadaşı İrem'de ilerleyen saatlerde katıldılar bize. Masamız pek şıktı mumlarımız yanıyordu, Gamsegamse'nin Zuz'a daha ilkokuldayken aldığı hediyelerde masanın bir köşesine konmuş, masamıza hem nostalji kattılar hem duygu kattılar...

Yemeğimizi yedik içtik, çay faslımıza geçtik... Yahşi Cazibeyi izlerkeneee Naziş geldi ... O Taksim- Beyoğlu maceralarını anlatırkenedeee Burcu ve İrem geldi... Likör şişemi köyün çeşmesinden dolduramadım ama içtim bir güzel... Zuz bu işin ilmini kaptı, artık seneye seri üretime geçeriz biz.

Gece yattığımızda saat üçü geçiyordu ama bendeniz erkenden pörtledim tabi tahmin ettiğiniz üzre... Onlar kalkana kadar yeşil çayımı aldımm Alain de Botton'un ''Havaalanında Bir Hafta'' adlı kitabını okudum. Yazarın bir sosyolog olduğuda düşünülürse iyi bir çalışma çıkmış ortaya... Ama hiç Alain de Botton okumayanlar için bu kitaptan başlamalarını tavsiye etmem... Mesela Yolculuk Güzeldir'le başlarım ben olsam.
Sabah kahvaltısına Cancan'ları da davet ettik...Bize farklı bir ortamda rastlayınca pek şaşırdı pek sevindi... Zuz'un evi onun için zaten maden kaynağı gibi, gelmeden önce biraz toparlamıştık ama O yine neler keşfetti neler... İki saat uyuyunca biz de kahve molası verdik... kalkınca da pide partisi verdik... bu pideciyi Naziş yemek sepetinden buldu incecik Bafra Pidelerine bizim kadar Cancan'da yumuldu:))

Akşam olunca evli evine köylü köyüne yaptık... Eve gelince de Sunay Akın izledik...Bu program her pazar saat yedide Türkmax da yayınlanıyor... Bu akşam CHE GUEVERA ile ilgili anlattığı bir çok anekdot kaçırılacak gibi değildi... Bu kadar bilgiyi nereden ne zaman derliyor inanılmaz... Ben de bize yeniden hatırlattığı Küçük Bolivyalı Asker şiirinin son dörtlüğü ile noktalayayım bu yazıyı ve hafta sonunu..

Şunu öğrenmen gerek
Bolivyalı küçük asker
Kardeş dediğin vurulmaz
Kardeşini vurmaz insan
Kardeşini vurmaz insan
Bolivyalı küçük asker
Kardeşini vurmaz insan.

Şiirin tamamı burada
Dün ölüm yıldönümüydü CHE'nin selam olsun O'na da bu vesileyle...