Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

5 Haziran 2015 Cuma

Haziran yağmuru

Yağmur pencerelerden böyle ip gibi süzülüyor...Gök  gürültüsü,şimşek çakması ard arda  sıralanıyor...

Şimdi böyle havalara bayılırım desem hem de bir yaz çocuğu olarak şaşırır mısınız? Ama ben Ordu'dan o kadar alışığım ki  hiç bir zaman ertesi gün için deniz programı yapamamaya...Akşamdan hazırlanılmazdı o yüzden hiç...Annem sabah bakardı bi havaya hemen köftesini yoğurur,puf böreklerini kızartırdı...Bİz akşama kadar deniz kıyısında koşturduğumuz için  sürekli acıkır- anneee acıktım diye koşturduğumuzda hemen elimize vir puf böreği ya da kocaman biber dolmalarını tutuşturup arkadaşlarıyla sigarasını tellendirip, kahvesini içmaye devam ederdi... O zamanlar ne gezer öyle şimdiki gibi deniz kıyısında  tesisler falan...ama o kahve içilecek, o yüzden cezve, kahve, sepete ilk önce girerdi...

Bugün bu yağmur, şimşek, gökgürültüsü arasında benim aklıma  deniz anıları gelmesi ne garip ama...Sonraki yıllarda artık yazlık kültürü yaygınlaştığında okullar kapanır kapanmaz babam bizi Kumburgaz'a atardı...Bu, artık herkes ayrı ayrı özgürlüğünü ilan etmiş demekti... İpinden kopmuş danalar gibi hepimiz bir yere dağılırdık..üç kardeş olsak da herkesin arkadaşı ayrı, o yıllarda Kumburgaz' da gidebileceğin en fazla yer ya kumsal ya da hadi hadi Hamit'in yeri olsun... Yok başka bir yer... İnsanlar da bu kadar kendini kaybetmemişti daha... Herkesin kapısı açık, herkes evlerin önündeki verendada...eline  dİken batsa- Süheyla teyzeeee diye sitenin doktorunun kapısına dayan...
Ben öyle eski günleri özleyen, nostalji meraklısı biri değilim ama bugünlerdeki samimiyetsiz ortam,  ülkenin freni patlamış gibi, zembereğinden boşalmış gibi son hızla geleceği belli olmayan bir yere doğru gittiğini görmek ve o sandalda olduğunu bilmek çok ama çok yorucu...

Ne oldu yav, bu yazı aslında çok keyifli bir yazı olacaktı...yağmur, çocukluk, deniz anıları falan olacaktı...
Hadi neyse dağılalım biraz... Yeni başladığım e- kitaptan söz edeyim...artık geceleri yatakta e- kitap okuduğumu söylemiştim hatta baya ciddi bir e kitaplığım oluştu...Hep okumak istediğim ama bir türlü nedense okuyamadığım Kİra Kiralina/ Panait Israti' ye başladım...
"Kira Kiralina, Panait Istrati'nin ilk romanıdır. Romain Rolland'ın okur okumaz hayran kaldığı, ve bütün dünyaya 'yeni bir Gorki' diye sunduğu Istrati, bu yapıtında çocukluğunda dinlediği bir öyküyü, pazarcı Stavro'nun yaşamını, onun ağzından anlatır. Bir bölümü Romanya'da, bir bölümü ise İstibdat zamanı İstanbul'unda ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli yerlerinde geçen serüvenlerde yitirdiği anasını ve kızkardeşini bulmak için diyar diyar dolaşan ve başına türlü belalar gelen Stravro'yu, acılarını ta yürekten duyarak adım adım izleriz."(arka kapak bilgisi )



Film izleyemiyorum bu aralar nedense...Evde olduğum zaman Ver Fırına izliyorum o kadar...Dün akşam TRT de yayınlanan bir belgesel izledik...Geride Kalan- Mermanat,Karadeniz' de bir göç hikayesiydi... Bir kız çocuğunun gözünden anlatılıyordu... Geride kalan ninesi yüzünden gitmekle kalmak arasındaki duygularını anlatıyordu...Nokta Nİne de gelse keşke bizimle,onun yalnız kalmasını istemiyorum ama okula gitmeliyim ki, ne yapabilirim ki diyordu... Yaşlı nine ise kendi topraklarını bırakamıyordu... Çok hüzünlü bir belgeseldi...eğer bulursanız izlemenizi öneririm...

  E bitti...