Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Kasım 2011 Çarşamba

Sinek Isırıklarının Müellifi


Yazı başlığım, Barış Bıçakçı'nın son kitabı yani yedinci kitabının adı... Sinek Isırıklarının Müellifine önce Müellif ne demektir ondan başlayalım ki, bilmeyenler için yazı havada kalmasın ayaklarını yere bassın:)) TDK ya göre müellif; Kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse, yazar demekmiş.

Barış Bıçakçı bize bu kez Ankara'nın toplu konutlarından ses vermiş. Kitap kahramanı Cemil ile az kala kanki oluyorduk ki kitap bitti neyse ki:)Cemil ile bi sürü ortak yanımız çıktı.Bi kere ona hayatı şölen gibi hissettiren şeylerin hepsi bende de aynı duyguları uyandırıyor.
mesela Melehat Gürses'in kapıldım gidiyorum şarkısı benim bulaşık makinası yerleştirme şarkımdır. Onun karısının adı Nazlı, benim kızımın adı ve iki Nazlı'da balonla uçmayı seviyor. Kim Novak ve William Holden'in oynadıkları Piknik filmi hala ilk 10 filmim arasına girer. Sonra Burt Lanchester'in oynadığı yüzücü filmini , komşularının havuzlarına bata çıka denize ulaşmaya çalışması sahnesi favori sahnem... Bence Virgina Woolf'un Mrs .Dalloway romanı en iyi romanı...Benin babam da, öyle bir sıkar ki muslukları açmanız gerektiğin de, İngiliz anahtarı ile açmanız gerekebilir...Ezginin Günlüğü mü? dedim Cemil'e bayılırım ve çilek zamanı geldi mi? ben de deli gibi çilek reçeli yaparım...Ve ben de ben de hiç kol saati takmam , insanların kollarındakine sarkarım... Ben de Cemil gibi aramıştım , akşamdan ıslatılan nohuttan gelen çıt çıt sesinin nereden geldiğini... Bu bendeler böyle sürüp gider...Bir roman kahramanı ile hiç bu kadar ortak zevkim olmamıştı bu gidişat iyi mi ? Kötü mü? bilemedim:))Cemil adamım, öyle dişlek ve çirkin olsaydın da yine de severdim ben seni...

Barış Bıçakçı, çilek reçelinin üstünde biriken beyaz köpüğe, parkta ayak altında dolaşan kirpilere, alt kattaki yaşlı kadına, banyonun damlayan tavanına , aynı rüyayı görüp , sırf aynı rüyayı gördükleri için birbirlerine aşık olanlara, inşaatlarda çalışan insanlara ve de ruhlarımızda ki söküklere kadar her şeyin farkına vardırıyor bizi. Yaşam denen şölende sinek ısırkları kadar acı versin bize hayat ve de Barış Bıçakçı yazssın hep yazssın...

Barış Bıçakçı'nın yazılarında ki şu özelliği de belirtmeden geçemeyeceğim doğrusu, çevreyi o kadar iyi betimliyor ki, insanın gözünde söylediği , koltuk kanepe, park gözünde canlanıveriyor hemen. ben Bizim Büyük Çaresizliğimizin filme alındığını bilmiyordum. tesadüfen internette gezinirken bir resim gördüm, aa ne kadar kitaptaki sahneye benziyor dedim tıkladım baktım , filme alınıyormuş, filmden bir karenin resmiymiş. Bir piknik sahnesiydi valla yere serilen örtüden bile anlardınız kitaptan bir sahne olduğunu... Öle işte

Çoğu okuyucu bu kitaptan ne kadar övgü ile bahsetse de en sevdiklerinin yine de Bizim Büyük Çaresizliğimiz olduğunu yazmışlar. Evet bence de öyle ama bu kitap insana umut etmeyi de tevsiye ediyor.

Sinek Isırıklarının Müellifini ; Lalenin Bahçesinin tavsiye kitapları arasına rahatlıkla koyabilirsiniz.

28 Kasım 2011 Pazartesi

sürprizler hep güzel olmaz

Güzel başlayan, şahane biten hafta sonunun ardından haftaya kötü bir başlangıç yaptık. Sabah kahvaltı yaparken yeni bir istemik atak, yine ambulans yine hastane koridorları...
Bu kez sadece akşama kadar gözlem odasında kaldı babam. Ve akşam saatlerinde bir kaç günlük evde yapılacak bir ek tedavi sonunda kontrol edilmek üzere taburcu edildi.

Sağlık Bakanlığı yardımcı personel olayını kaldırmış. Koca koca sedyeleri hasta yakınları ite kaka götürmek , indirmek bindirmek zorunda. Ya da Özal'ın dediğini yapmak zorunda. Çaresiz kalınca onu yapıyorsunuz zaten, ister istemez.

Ataletim canım benim yine yanımda hep yanımda....

Akşam eve gelince normal seyrimize döndük ama bu atakların tekrarlayabileceği endişesi hep bizimle...

Ben yarın inşallah bugünü yaşamamış sayarak kalkmak ,istiyorum yatağımdan. Sinek Isırıklarının Müellifinden söz etmek istiyorum, bu günlerde iki gün dahi olsa yapmak istediğimiz kaçamak artık kaçamamak olmasın istiyorum. Tam yerine gelmekte olan ağzımızın tadı kaçmasın istiyorum.

27 Kasım 2011 Pazar

Aşureye gel

Ben hiç aşure yapmazmışım, bunu söyleyen bizim kızlar... Unutkanlığın da bu derecesi işte şu yazımda hem yedi mahalleye yetecek kadar aşure pişirdiğimi yazmış hem de bunları dağıtmak için yer aramışım...Hem de kendi usulüm olan saray usulü aşureyi tarif etmişim. Hemi de pişirirsem saray usulu pişiririm dercesine...

Bu günde kalktım aynı usulde pişirdim ve Leylak Dalıcım'ın ev alma komşu al tavsiyesine uyarak komşularıma da dağıttım.


Resmi de budur, biraz modernize oldu, üstünde kurutulmuş meyvalar var. Allah eksikliğini göstermesin artık muz kurusu bile satılıyor memleketimde, cranberry bile var...Valla Kanuni yaşasaydı bu aşureye çift dalardı. Neyse işte aşure ayında aşuremi de yapıp , ayvası var narı var, kırk tarakta bezi var ağızlara layık aşuresi var diye kendime bir mani düzer, gider elime bir tas aşure alırım. O SES başlayana kadar kitabıma gömülürüm. Koca da maçdan döner o sırada,çayımızı neyin içer hafta sonunu böylece bitiririz.

Günün bilançosu


Gün Çağan Irmak'ın bu filmiyle noktalandı...Dedemin İnsanları'nın fragmanını izlemiş ve o günden bu yana sabırsızlıkla beklemiştim. Bu gün vizyona girdi nihayet ve hemen bu akşam gidip izledik. Çağan Irmak bir hikayem var anlatacağım bitecek demişti. İlk Çemberimde Gül Oya^ya başlarken,ve 13 bölümde anlatıp bitirmişti. İlk o diziyle tanıdım zaten. Hala tadı damağımda kalan dizilerden biridir. Dedemin İnsanlarının ,Babam ve Oğlum'da ulaşılan gişeyi yakalasın isterim. Aynı tatda aynı dokuda bir film. Filmi izlemenizi tavsiye ediyorum, küçük oyunculara doyamayacksınız, bu filmde büyüğü küçüğü herkes başrolde. Hümeyra'dan bir metafor dersi almalısınız, kefen bohçasını; çeyiz bohçası gibi özenle hazırlatan o yaşlı kadını tanımalısınız.Matematiğinin pekiyi olmasına aldırış etmeyen ama arkadaşlarıyla uyumu orta olan torununa kızıp, seneye bunu pekiyi yapmazsan gözüme görünme diyen dedeyi görmelisiniz ve Yiğit Özşener adamımsın ya yine harikaydın...

Gün böyle bitti ama başlangıcı da bitişi kadar güzeldi. Hayat İzlerim Özlem İstanbul'a gelince, Macera Kitabım Özlem, Yaşamın Kıyısından Nur ve Baykuş Gözüyle'den Natali ile Alkım Kitap Evi içinde ki Kahve Dünyasında buluştuk. Kitaplar arasında kitap sohbetleri, film sohbetleri yaptık. Ayrılık vakti geldiğinde Maceracı Özlem ve Ben bu kez eski Balzac yeni Kafka Kafede devam ettik sohbete. Burası da Alkım'ın ikinci katında. Çaylarımız koca koca cam kupalarda gelince; bu neee diye bağırındık, adamcağız; Dün aynı oturduğunuz yerde Şener Şen oturdu ve aynısını söyledi dedi. Biz sohbetten dilimiz damağımız kuruyunca, nasıl ya, şimdi küçük bir bardak yok mu , o koca kupalardan bir tane daha nasıl içelim dedik. Yarım doldurayım dedi, peki dedik...yok yok tam doldurayım, yanında kurabiye ikram edeyim onunla içersiniz dedi:)) Valla da öyle içtik:))
(bunlar bu günkü ciciler... Sinek Isırıklarının Müellifini ben aldım. Diğerleri, bu günün anısına, hediyelerim...Çok teşekkürler arkadaşlar günümü anlamdırdınız...)

Akşam eve dönerken, sanki ağzımda çok hoşbir tat vardı... Dolmuşta öne oturdum... Haydarpaşa, Numune arasında ki ağaçlık yoldan geçerken kuru yaprakların arabanın ön camına doğru savrulması ayrı bir keyif verdi. Sonra gözüm gökyüzüne takıldı binlerce yelkovan kuşu uçtu şaka değil binlerce...Şu anda göç mevsimleri...Marmara boğazını takip ederek Karadenize uçuyorlar. Bir yelkovan günde yirmibeş bin yelkovan kuşunun İstanbul'dan geçtiği saptanmış. O yüzden İstanbul'da yaşayanlar arada gökyüzüne baksınlar ve bu şöleni kaçırmasınlar.


Akşamı biliyorsunuz Sinema ... Sinema çıkışı Capitol'de tüm mağazalar kapanmıştı tabi, o halini görmek şaşırtıcı oluyor bazen.Eve yürüyerek döndük, serin daha doğrusu soğuk hava kendimize getirdi bizi...
Bu kadar...

25 Kasım 2011 Cuma

filmli kitaplı kuzenli yazı

Dün Kuzen Yüksel ve Eşi Hürmet ile birlikteydik. Ordu-İstanbul-Bursa üçgeninde bize de bir günlerini ayırdılar.Yirmi küsur kuzeniz toplamda... Herkes birbiriyle ayrı ayrı kanka... Kız erkek ayrımı yok... Mesela bu Yüksel'le öyle komik anılarımız vardır ki,yaz tatillerinde Ordu^ya gidince bunlarda kaldığım zaman, akşam eniştem telefon açar- eve ne lazım der mesela...bu -Lale'nin canı muzlu pasta istiyor ama Buket pastenesinden der. Ya da sabah benim canım pide istermiş kahvaltıya bak bak... Eniştem herkese saat kaç da kalkacağını sorar pide de o sırayla gelirdi eve... Pideci o işe nasıl razı olurdu bilmem. Biz kocayla henüz nişanlıyken, hadi sizi Boztepe'ye götüreyim , orada yemek yeriz dedi. Meğer tesis inşaat halindeymiş daha...İşcilerin mutfağında menemen ve çay yaptırmıştı, oyle bir menemen yemedim daha...Dün erken saatlerden akşama kadar biz de şen şakrak oturduk ama hain Zuz geldi, ay hem akşam yemeğini bizde yedi hem de hadi karnımız doydu nasılsa, bize gidelim deyip, onları aldı gitti:) umarım güzel bir kahvaltı hazırlamıştır , sabaha...

Akşam Fatmagül gecesiydi...Geçen hafta kaldığı yerden başlayıp, bir sahne sonra bir hafta önce yazıp, bir hafta önce olanların anlatılması neydi , hangi akla hizmetti bilemedim. En güzel sahne Ebenine ile Mukaddes'in kucaklaşmalarına ve buna kendilerinin bile şaşması sahnesiydi.Ha bir de Kerim ve Fatmagül'ün yürüyüş yaptıkları yer Beylerbeyi Aynalı Kahve'nin sokağıydı. Hep söz ederim ya burada...

Bir İtalyan Masalı'nı okuyordum ama bir günlük ara verip Hamdi Koç'un 2006'da yayımlanan Kalpten Parçalar adlı kitabının 2011 baskısını okudum.Kitap , baştan sona bir Hamdi Koç kitabı...Beşinci kitabıymış.İlişkiler üzerine güzel yazıyor neme lazım ve de erkeği de kadını da güzel analiz ediyor. Kitap insanı hemen ele geçiriyor ve ir ilişkiye baştan sona tanık oluyorsunuz. Talat,ismini bile sıradan bulan sıradan bir adam o yüzden çekingen hep, Meltem çok güzel ve tam bir kadın ...Talat'ın bu duruşunu cool olmasına bağlıyor ve onunla olmak için olmadık manevra yapıyor.
Bir alıntı size

Meltem'e bir aşığa değide, iyi kalpli bir insana duyulan türden bir sevgiyle baktı. Onun için bütün kalbiyle üzüldü, bir ara.Sonra onun için sevindi, yanında kendisi olduğu için.Hata yapacaksa benimle yapsın dedi hüzünlü bir avuntu içinde, ben ona herkesten daha az veririm.


Son bir bilgi daha, Hamdi Koç aynı zamanda hemşehrimdir. Ordu'ludur yani:)





Bir de filmim var . Bu sabah izledim. Sinyorina Enrica ile İtalyan olmak. Son zamanlarda izlediğim en keyifli ama en keyifli filmdi diyebilirim. Nasıl naif bir hikaye... Müzikler son derece güzel. Bizim ilk gençlik çağlarımızın Cladue Cardinale'sini İsmail Hacıoğlu ile birlikte izlemek de ayrı bir keyifti.

Aslında size sözünü etmek istediğim bir film daha var. Adı Jack'in Kayık Gezintisi... Temposu düşük ama çok güzel bir film. Sakin sakin izleyin... İnsan aşkı neyi nereye kadar yapabilir onu görün. Jack astronot falan olmaya kalkmadı ama aşkını haziranda sandalla gezdirebilmek için kış aylarında yüzme öğrendi. Çünkü yüzme bilmeyene sandal kiralanmıyor ve sevdiği kadın ; hayatımda kimse benim için yemek pişirmedi, annem bile dediği için, bir şeften yemek dersi aldı.

Aaa yazı bitmiş benim haberim yok

23 Kasım 2011 Çarşamba

Öğretmenim canım benim


Benim gözümde hala bu kadarcıklar , yolda öğrencilerine ya da velilerine rastladıklarında anlıyorum büyüdüklerini , öğretmen olduklarını...

Başka meslek düşünmediler umarım hep de öyle düşünürler. Eğitim ve öğretimim toplumun ekmeği , suyu kadar önemli olduğunu aynı bu gün hissettikleri gibi en kızgın ,en üzgün , en çaresiz anlarda bile hiç unutmazlar. Onlar unutmasın ki yetiştirdikleri de unutmasın.Öğretmen annesi olmAK , öğrenci annesi olmak kadar zormuş meğer. Ben diliyorumki, en doğruyu, en güzeli öğretsinler , öğrenci anneleri de istiyor ki en doğruyu en güzeli öğrensin.Paydalarımız ortak yani...

Kızlarımın nezdinde tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyorum.

Dün, bugün Ben

Şu anda aynı akşamdan kalmalar gibiyim. Bunun için alkole falan ihtiyacım yok benim, gece yatarken aldığım bir alerji hapı sabaha bu şekilde kalkmamı sağlıyor. Sabahları dünyaya olan adaptasyon sürem iki katına çıkıyor.Gördüğüm rüyaların absürdlüğünü anlatsam absürd bulursunuz:)) Bir tanesini kocama anlattım sabah... seeeeen hem de seeeen diye o bile şaştı. Rüyamda ben milletvekilleri arasında meclisteyim bir taraftan da elimde ki simiti dişliyorum. Kürsüde bir ara Kılıçdaroğlu'nu gördüm, konuşması sırasında alkışlıyorum, sonra Tayyip Erdoğan çıktı anam onu da nasıl alkışladım bilemezsiniz. Dengesizmiyim neyim.Şimdi rüyada başbakan görmek ne demek ona mı? baksam yoksa muhalefet görmek ne anlama gelir ona mı? baksam bilemedim.

Sabahtan başladım ama önce dünü anlatmalıydım. Dün arkadaşlarımla buluştum. Bu arkadaşlarımla aynı mahallede oturdum, aynı okula gittim, bayramlarda bando takımı arkadaşlığı ve de basketbol takımı arkadaşlığı yapıp bi sürü bi sürü anı paylaştım.Yazın Ordu'da buluşmuştuk . Şu hepinizin ağzının suyunu akıtan pideli resimlerde ki grup ama bir fazlasıyla bu kez Nimet'de katıldı aramıza. Bu kez Kadıköy sokaklarını arşınladık. Sabah kahvemizi Fazıl Bey'de içtik. Sonra biraz dolaşıp , Hümeyra'ya konuşlandık.Yedik ,içtik çocukluklarımızı ve de çocuklarımızı, eski komik hallerimizi hatta eski aşkları bile konuşup ne güldük ne güldük. Nimet ile ben kanlı 1 Mayıs'da canını zor kurtaranlar arasındaydık. O gün annem bizi güya göndermemiş biz de güya sinemaya gitmiştik. Akşam haberlerini dinlerken Nimet'le ikimize dönüp, gördünüz mü? iyi ki de göndermemişim sizi demesine şaşkın şaşkın bakışımızı hatırlayıp acı acı gülümsedik.Saatler su gibi aktı ve ayrılık vakti geldi. Nurgül'ün bir daha ki sefer İstanbul seyehatine ya da yazın Ordu buluşmasına kadar vedalaşıldı. Ama biz arada toplanır , Nurgül'ün kulakalarını çınlatırız dimi kızlarr....

Akşam'da Görümcem geldi, Tokat'dan... Tokat işi masa örtüleri ve cevizli ekmekleriyle... Kocamın yüzünde güller açtı, yüzünde bin gülümsemeyle abla abla diye diye sohbet etti:)). Yalnız bir ara Görümcemin kızı Banu ; benim kitaplarım , yengemden daha çok demiş. Onu kıskanmış, ben sana biraz kitap alayım dedi. Ben masa örtümü incelerken duymamışım demek ki heheheheh.

Bu akşam Muhteşem Yüzyılda Nigar Kalfa muradına eriyor , kaçırmayın:))

Şimdiii bu yazı burada bitiyor. Yarın beni balkonuna yemeğe çağırıp, yan apartmandaki kına gecesi için atılan havai fişekleri; senin için havai fişek bile attırıyorum bak diye bana yutturmaya kalkan, beni yolcu etmeye garaja gelip, ben gecikince benim otobüse kendi binip İstanbul'a gelmeye kalkan kuzen Yüksel ve Eşi Hürmet gelecek.Onlar için bir iki hazırlık attırayım ortaya... Bu arada Hürmet, bir çogunuzun sayfasını yakından takip ediyor.

22 Kasım 2011 Salı

Aynalı Kahve içinde

Hafta sonunu anlatmadan ben dalmışım menekşeli alaemlere:) Şimdi hiç hatırlamıyorum desem ne yaptığımı... Cumartesi Zuz'la önce bizim evde başladık güne akşamına Kadıköy'de devam ettik. Pazar günü de akşama kadar evdeydik, Gamsegamse'nin hiçbir tuzağına düşmeden bileğimin hakkı ile evde oturdum.Naziş zaten gece Zuz'da kalmıştı.

Bu gün genel temizlik günüydü, yer yerinden oynadı desem inanın, neyseki akşama Zuz, Ebrucuk ve Zeya ile Beylerbeyi Aynalı Kahve programımız vardı da günün yorgunluğunu attım.
Yeni mekanımız Aynalı Kahve ...Çok seviyoruz ve çok rahat ediyoruz. Bu akşam yemeğini ben Zuz'un ısrarı ile akşam kahvaltısı şeklinde yaptım. Hem başka şey sipariş edip hemde sen sucuklu yumurta ye, ben yumurtasına banarım bak hem bak gidicem şantajına boyun eğdim ve sucuklu yumurta sipariş ettim, Zuz'un ısrarına tanık olan işletmeci iki yumurtalı yaptırmıştı omletimizi... Kaç tane çay içtiğimi hatırlamıyorum ama finali karanfilli çay ile yaptım. Hadi ortaya bir dilim çikolatalı pasta alıp sonlandıralım geceyi dedik. Pasta gelince , ay iyiki de bir dilim istemişiz bu dilim dört kişik deyince , getirenin gülümsemesinden anladık ki torpil yapılmış. Yemekler leziz, sohbet şahane olunca gecede bu meyanda geçti tabi ki.
Burada anlatmadan geçemeyeceğim bir şey daha var ki bu gece çok güldük buna da... Zeya çok sevdiği bir kitap olunca mutlaka okumam için bana da getirir. Ben de okuduktan sonra ilk buluşmada yanıma alır, arabanın koltuk cebine bırakırım. Bu akşam bir baktım, belki bir yıldır oraya koyduğum kitaplar hala orada... Burası bizim gezici kütüphanemiz olmuş dedim.
Zuz tabi yeni bir başlangıcın heyecanında... Biz de öyle... Değişik fikirler üretip, birazda bizi yansıtsın diye düşünüyoruz. Bu söze tikkattt bizi:))

Bu akşam yeni bir kitaba başlıyorum... Bir İtalyan Masalı...Laurie Fabiano yazarı... İlk kez okuyacağım bir yazar... Tanıtımında Sicilya'dan New York'a bir İtalyan ailesinin gerçek hikayesi ve ilk mafya diyor. Yazarın hayatından gerçek bir kesitmiş zaten.

Şimdilik bu kadar... Ben biraz okuyup , uyumak istiyorum çünkü yarın, çocukluk, mahalle, basketbol takımı ve de bando takımından arkadaşlarımla bir randevum var.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Menekşe mendilin düşe


İlkokuldayken bir oyunumuz vardı. İkiye ayrılırdık.İki ayrı grup karşı karşıya geçer,arka arkaya dizilir. En öndeki grup başkanı bağırır , menekşe , mendilin düşe...bizden size kim düşe... Karşıdaki grubun başkanı da Ahmet der, Ayşe der mesela ve böyle diye diye iki ayrı grup yeniden eşleşir ve bu kez de bir ip alınır hadi bakalım iki ucundan , onu çekmeye başlarız karşılıklı olarak.Yere düşen karşı takıma geçer. Böyle bir oyundu işte. Son okuduğum kitap olan Ah Menekşe'yi her elime alışta;içimden menekşe mendilin düşe deyip, ilkokul arkadaşlarımı andım.Sonra düşündüm de üle dedim , vay be dedim amma menekşeli anım varmış.Çam içi yaylasından söküp, evin bahçesine getirdiğim dağ menekşesi. Her bahar ilk o karşıladı beni o evde oturduğumuz sürece...Çocukluğumda fındık ağaçlarının altında açan yabani mor menekşeler. İki üç tanesi bile tüm evi günlerce mis gibi kokuturdu.Sonra ev temizliğine gelen Menekşe. Nasıl güler yüzlüydü. Nasıl dev gibiydi. Odadan odaya geçerken ev sallanıyor sanırdım. Halıları silerken halı delinecek sanırdım.Semra'nın iri yapraklı Afrika menekşelerine ,Ferhan, Semra'nın ıspanakları der,kızdırırdı onu...Sonra Menekşe'den denize girdiğimiz zamanlar.Sahi kaç kişi bilir İstanbul'da ki Menekşe semtini.Bir de menekşe gözlü halam var. Daha doğrusu uzun yıllar halamız sandığımız babamın halasının kızı. Dayım anlatırdı, Annen ile Babanın düğününde derdi, halan salona girdiğinde tüm salon ayağa kalktı Elizabeth Taylor geldi diye derdi.Sonra yıllar sonra biz kocamla nişanlıken kocamgile:) yemeğe gittiydik. İhtilal zamanı, arama tarama gırla, adım başı arabadan in, kimlik göster. O gece halam da var arabada, yemekten geri dönüyoruz,küt durdurulduk,kimlik dediler. Hepimiz verdik.Arama yapan asker,halamın kimlik resmine bakıp, kafayı içeri soktu. Amma güzelmişsin be abla dedi ya öle işte.Bir de menekşe gözler hülyalı şarkısını,Sadri Alışık, Erol Büyükburç ve Fatma Girik'in Menekşe Gözler filmini ve TRT'nin pazartesi günleri oynayan yeni dizisi Mor Menekşeleri de unutmayalım.

Biraz da kitaptan söz edelim.Kitap bu gece bitti.Ah MENEKŞE, yazarı Aysel Hacır... Bir yeşilçam senaryosu gibi..Bir dizi film çıkarır mesela bizim yapımcılar bundan. Kitapta olan yan hikayeler, çok zorlama ve çok boşlukta geldi bana. Mesela o Ahmet ve İlhan'ın kitaba katkısı neydi anlamadım.Yazarın ilk romanı. Alma nedenlerimden biri buydu zaten. Yazarların ilk kitaplarını okumayı çok severim.Kitap kapağı çok şık ve özenli.Bir başka nedende yazarın memleketi ;şarkı gibi bir dil konuşan insanların, Ordu'da ki çok renkli komşularımızın memleketi Hemşin. Hayatımda yediğim en güzel muzlu rulo pastayı yapan Buket Pastanesi ve çocukluğumdan beri aynı yerde aynı biçimde, hiç değişmeden duran Kuğu pastanesi...Bu iki pastaneyi işleten Hemşinli pastacılar sayesinde Ordulular, belki de dünyanın en güzel en leziz pastalarını yediler.Merak edenler için ;Pandoranın Kutusunda konuşulan dil Hemşince idi...Kitap bana şöyle iyi geldi, bir kitap adıyla bile bunca güzel anıyı canlandırmasıyla bendeki heddefine ulaştı.Kafam yorulmadı, zihnim dağınıkken bile rahat rahat okudum.Artık şöyle sıkı bir kitap okuyabilirim.
.

18 Kasım 2011 Cuma

dizi muhabbeti

Sabahın körü...Yedi Tepe İstanbul'u izliyorum. Bu dünyanın en kenar mahallesinde geçen hikayeyi niye bu kadar sevmişim düşünüyorum. Kahramanlarından birinin adı Lale diye mi? acaba...olabilir. Lale şimdi Olcay'a ; Benim hayatım değişiyor, sen yanımda yoksun dedi. Sanırım bu mahalle hikayelerini, arkadaşlık hikayelerini seviyorum. Şimdi daha iyi anlıyorum , siteleri falan görünce, sitelerde oturan arkadaşlarıma gidince bi dikiliyorum, bi yabancılaşıyorum. Ben sonradan yapılaşmaya değil, öncesi olan, yaşanmışlığı olan şeyleri seviyorum. O yüzden o eskicilerin önündeki resim kutularının önünde dakikalar geçirmem.Sahi siz hiç baktınız mı? onlara...Tanıdık birinin resmine rastlayacağım diye de küt küt atar yüreğim. Ödüm kopar

İlk bölüm videosu
Yedi Tepe İstanbul bitince de Yedi Numara başlardı.Hani üniversite öğrencilerinin birlikte yaşadığı evde geçen maceralarını anlatan dizi. Naziş de o zaman İzmir de Ege Üniv.de öğrenciydi. Kocam , onunda, böyle korumacı ev sahipleri olması düşünü kurardı. Naziş'e söylediğimizde nası yani, yatmadan önce ev sahibi gelip bana süt mü? içirecek derdi:)

Dün tembelliğin kitabını yazdım. Salona dahi geçmedim.Yatağımın üstüne laptopumu, Penguen ve Uykusuzu, kitabımı, defterimi kalemimi, sehpa vazifesi görecek yatak tepsimi aldım yayıldım.Bir tek çay , kahve yapmaya kalktım. Akşama doğru Ataletim canım benim aklıma acıbadem kurabiyeleri düşürdü onları sipariş verdim bi de:) yok onun söz ettiği kendi nostaljik kurabiyesiydi ama benim nostaljik kurabiyem acıbadem kurabiyesi. Sabahnur teyzemim kurabiyeleri. Tuhaftır geçen gece de Özlem'le facede uzun uzun bu kurabiyelerin muhabbetini yapmıştık.Bir de film izledim bu arada ama nasıl kötüydü anlatamam.Ruh Eşi.Bir kadını korumak için görevlendirilen koruyucu meleği ona aşık olup, kadına aşık olan insan evladı ile çatışmaya giriyor.Ne sevimli bir hikaye dimi ama nasıl sıkıcı hale getirilmiş.İzlerken gerdi beni. Sanki izlemek mecburi gibi de sonuna kadar izledim valla... Sonunda melek aradan çekildi :)Koca biçimsiz, korku filmlerine yakışacak kanatlarıyla uçtu gitti.Ama filmin geçtiği yer olan Porto Rico tüm güzelliği ile karşımızdaydı. Geçen günkü, Misafir filminin Kütahya'da geçtiğini ama filmde Kütahyanın olmadığını söylerken işte bunu kastetmiştim.Filmin geçtiği yeri vurguluyorsan ona da rol vericen. Racon bu.

Akşam , Fatmagül akşamıydı. Bu bölüm hoşuma gitti. Ama bitsin artık.Kerim'in kardeşi ne sıkıcı bir tek. Güya sarılarak sürekli Fatmagül'ü teselli etti. Teselli ederken yapış yapış, bi vıcık vıcık ııııyyy sevmedim o tiplemeyi. Sürekli bi ağlak .Amaaa sen benim kardeşimsiiiinnnn.O şimdi konuşmak istemiyorum, beni acıtıyor dedikçe amaaa bilmek istiyoruuummm.Ben artık dizilerde ki tiplere gerçek muamelesi yapıyorum,onlarla çatışmaya bile girdim baksanıza. Bu gün dışarı çıkayım, koruda moruda yürüyeyim , beynime oksijen gitsin biraz hehehh.

17 Kasım 2011 Perşembe

Bir tuhaf zaman


Her zaman ki sabahlar gibi, kızlar gitti çoktan.Sabahları bir hengamedir gidiyor evde...Mutlaka bir hava muhabbeti yapılıyor. Kocamın baş lafı, hava bu gün çok soğuk, ona göre giyinin.Ama bu söz mutlaka söylenir.Kızlar da hep aynı cavabı verir-okul çok sıcak oluyor.Ben hiç bir lafa söze karışmam. Önce aaa sabah mı ? olmuş diye düşünürüm sonra bura nere, siz kimsiniz dercesine etrafa bön bön bakarım. Ay bu yine transa geçti derler, ben gerçekleri algılamaya başladıktan sonra TRT1 de ki Yedi Tepe İstanbul'un bilmem kaçıncı tekrarını; ilk kez izliyormuşcasına zevkle izlerim. Ama artık sonlara yaklaştı, bakalım ne başlayacak yerine. Şaşı Felek Çıkmazını başlatın diye milyon tane sahte dilekçeler falan mı göndersem.

Şimdi , Ben , yeşil çayım ve bilgisayar üçlüsü kaldık başbaşa... Sabah hengamesini atlatan Kocam çoktan yeni bir uykuya daldı.Dışarda yağmur var. Bu gün, hiç bir iş, program falan yapmayı düşünmüyorum...Çay, film, kahve, kitap, yat yuvarlan gibi şahane bir planım var. Dün İlmiyem saat 11 de arayıp, sana geliyorum deyip saat dörtte gelince kafasında boza pişirdim ama o gelene kadar da, bir sürü yemek yaptım. O kadar çok yapmışım ki, giderken ona bile verdim:) Gelir gelmez çay masasına oturduk. Atlayı indirdik, yayayı bindirdik. Bu söz , yani o kadar derin sohbet ettik ki anlamında kullanılır. Anneannemden duyduğum veciz sözlerden biri. Arkadaşlarımla kapı önü sohbeti uzayınca derdi bize.

Akşam Muhteşem Yüzyıldan bir sıkıldım bir sıkıldım. Tamam abi bu bir kurgu da absürdlüğün sınırları bazen fazlaca zorlanmıyor mu?. Bi bilmem ne prensesinin Sülümannn demesi eksikti. Yani o şey( adını söylemem söyleyemem o heyvanın) soktuğunda ölür diye Hürrem kadar beklemediysem namerdim valla...Neyse Keşanlı Ali geliyor şimdi, Nejatım İşlerimin.

Dün akşam bir anı romana başladım. Adı Zafir Konağında Bir Tuhaf Zaman.Kendi tuhaf zamanımda okumak için aldım:)Beşiktaş, Barboros Bulvarı üzerinde terkedilmiş, harabe halde iki konak vardır. Bu konaklar Zafir ailesinin konaklarıdır. II.Abdülmecit'in Trablusgarptan getirtip adına tekke(Ertuğrul Tekkesi) inşa ettirip, konaklar yaptırttığı Şeyh Muhammed Zafir Efendi ailesinin yaşadığı konaklar. Bu aileye mensup olup, cumhuriyet sonrası anılara tanık olan yazar Güngör Tekçe bu konakta yaşanan o zamanları anlatmış. Kitabın ortalarına doğru ilerledim dün gece. Ve bu anı romanı çok sevdim. Zafir Konağında Bir Tuhaf Zaman", ailenin birkaç kuşağının beslemeler, yanaşmalar, evlatlıklar ve ahretliklerle bir arada yaşadığı bir tuhaf zamanı, düşle gerçek arasında gidip gelen şiirsel bir anlatıya dönüştürüyorrtık olmayan kişilerin, artık olmayan bir mekanda geçen hikayeleri...Yazarın aslında bir şairde olması, kitabın yazım diline şiirsel bir ifade vermiş.Kitapla ilgili yaptığım ön araştırmaya göre kitabın bir bölümünde Mustafa Kemal'e de rastlayacağız. Şimdilik bu kadar. Bir sonraki yazımda gelişmleri anlatırım.

Birazdan çayımı ve tostumu alıp bir film izleyeceğim. Seçtiğim film, filmekiminde izleme fırsatı bulamadığım Ruh Eşi. Yarın ki yazı bir film bir kitap yazısı olacak sanırım.

Bizim evden haberlere gelince, Naziş saçlarında kızıla döndü, Gamsegamse salsaya başladı büyük bomba ise Zuz'dan. Artık o bir Cunda'lı... Çoktandır kurduğu hayallerini gerçekleştirmek için kocaman bir adım attı. Artık Cunda adasında bir pansiyonumuz var. Kızlar şimdiden hafta sonları bile kaçacaklarını beyan ettiler.Ben Cunda'ya ilk gittiğimde orada bir taş eve sahip olup, kapısında aylak aylak oturmayı düşlemiştim. Benim hayallerimde mi gerçek oldu ne:))Pansiyon resimlerini bilahare paylaşırım. Zuz , içinde bazı değişiklikler yapacak.

E hadi gittim ben şimdilik.

15 Kasım 2011 Salı

Peruk Gibi Hüzünlü

Bu gün okey grubumla buluşup sezonu açtık . Övünecek halim yok, berbatın bir tık üstüydüm.Çift okeylerle bile bitemedim.

Dün akşam hiç tv ye takılmadım. Kitabımı okuyup bitirdim. Tamam havalara çıkarıp, zıplatacağım bir kitap değil belki ama Zülfü Livanelli nasıl Serenad'da bir kadın gözüyle yazmışsa , Ayşe Kulin'de bu kitabında bir erkeğin gözünden bakıyor.Kitap biraz ilerledikten sonra bambaşka bir minvalde akmaya başlıyor. Türkiye de henüz yeni yeni konuşulmaya başlanan eşcinselliğe çok yakından bakıyoruz artık bu kitapta. Öyle üstü kapalı geçilmemiş, yalancıktan değinilmemiş. İki karşı cinsin aşkı nasılsa aynen anlatılmış. Kitabın en can alıcı noktası baba ve kızın aynı kişiye aşık olması...

Yeni kitabımın adı Peruk Gibi Hüzünlü.Yazarı Yalçın Tosun'un ikinci kitabı. İlk kitabı ; Anne , Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler ile 2011 Notre Dame de Sion ödülünü almış.Peruk Gibi Hüzünlü , annesinin yatağının bir köşesinde peruk olan çocuklar için yazılmış.O peruk nasıl hüzünlüdür, nasıl görmezden gelinir.Nasıl bir kırıklıdır.Öyle kırık , hüzünlü hikayeler var bu kitapta...Son günlerin yıldızı parlayan pop müzikçilerinden Mabel Matiz'in kendisiyle aynı adı taşıyan ilk albümünün de öne çıkan şarkılarından biri olan Yalçın Tosun şiiri 'Peruk Gibi Hüzünlü', yazar tarafından hem bölüm başlarına yerleştirilmiş, hem de kitaba adını vermiş.Bunlar kitabın okumaya hazırlık aşaması bilgileri,ilerledikçe yazarım hissettiklerimi...

Bu akşam Öyle Bir Geçer Zaman ki gecesi ama ben yerine bir şeyler koyma peşindeyim hatta bir akşam Pis yediliyi izledim ama biraz hafif geldi. Yani ille işleri şeye sardırmak şart. Ülen birinin işi de yolunda gitsin yav. Geçen bölümde Usmanım bile ne büyük hayal kırıklığı yaşadı öyle...

Esin Afşar dün gece sahneden indi ama şarkıları hep bizimle olacak. Bayan yoh yoh öyle kolay yoh olabilir mi?
Şimdilik bu kaa

düzenleme: Peruk Gibi Hüzünlü'yü dayanamadım bu gece bitirdim. Bu kırgınlık hikayelerini ben o kırgınlıkları hissede hissede okudum.

14 Kasım 2011 Pazartesi

bir film bir kitap

Çoktandır ara verdiğim bir film bir kitap etkinliği ile karşınızdayım yine:))
Önce film...
Filmin adı ;MİSAFİR
Oyuncular; Lale Mansur-Halit Ergenç

Filmi seçme ve izleme nedenim tamamiyle LALE MANSUR... Trt1 de yayınlanan Şaşı Felek Çıkmazı adlı dizisi ve Çatısız Kadınlarda oynadığı rolle gönlüme girmişti. Benim gönlüme girmekde ,çıkmak da öyle göründüğü kadar kolay değildir onu da söyleyeyim. Giriş o giriş olabildiği gibi çıkış o çıkış da olabilir bazı durumlarda...Neyse konumuz film. Film alışıldığı gibi bir büyükşehir filmi değil Kütahya'da geçiyor.Ama filmde ben Kütahya'yı göremedim tabi... Bir kez Halit Ergenç yüksekçe bir yerde oturup tepeden baktı o kadar. Hani bazı filmler vardır, filmin geçtiği şehirde ayrıca bir rol oynar filmde, öyle değil. E madem niye olayın geçtiği yerin Kütahya olduğu vurgulanmış anlamadım. Film boyunca Halit Ergenç içki ve sigara içip bana gına getirdi. Az kalsın pencereleri açacaktım, evi havalandırmak için. Paris'ten Kütahya'ya kadar arabanın konsol gözüne koyduğu rakı kadehinden rakı içe içe geldi.Adamın alkolik olduğu falanda vurgulanmıyor güya, zaten sarhoş hali de yok. Filmin en ilginç yeri Lale Mansur ve komşu kadın arasındaki gizli ilişki.Bu filmi size tavsiye edip etmeme konusunda kararsızım. Bence bi fragmanını falan izleyin ilginizi çekerse seyredin. Ben pişman değilim çünkü Lale Mansur yine süperdi.





Kitaba gelelim. Kitap; Ayşe Kulin'in Veda-Umut-Hüzün-Hayat dörtlemesindeki biyografisinden sonra yazdığı bir kurgu roman. Asla bir Adı; AYLİN değil , o başka bir şeydi. Elimden bırakamamıştım. Ama yinede, sular gibi akıp giden bir kitap. İçinden hiç ummadığım anda çıkan bir hikaye ile kitaba bağlandım, dün gece. Ve sezgilerimin güçlülüğüne de inandım. Biraz tahmin ettiğim minvalde gidiyor şimdilik. Henüz ortalarındayım ve GİZLİ ANLARIN YOLCUSU, yolculuğuna yeni başladı.Ayşe Kulin ve Sezen Aksu için hep aynı şeyleri düşündüm, Bana daima iyi bir yol arkadaşı oldular.Geçtiğimiz yaz tatilinde sözünü ettiğim dörtlü ben denizdeyken dört gözle yolumu bekledi şezlongda:) Kitabın ilk baskısı 100.000 adet olarak basılmış. Bir de kapak tasarımını hiç beğenmediğimi söyleyebilirim.Şimdilik bu kadar, kitap bitince asıl sözümü söylerim artık.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Cumartesi yazısı 2

Hiç Kadıköy gecesi yapmadıysanız, çok şey kaçırmışsınız demektir. Haftasonları özellikle doyumsuzdur. Köşe başında , tüm dünyadan soyutlanmışcasına saksafon çalan adamıyla, Kilisenin önündeki meydanı mesken tutan darbuka ekibiyle, kahvehaneleri, açık hava restoranları , mis gibi çörek, börek kokuları saçan türlü çeşit fırınları pastaneleriyle her zevke hitap eder. Aklınıza gelen her yayınevinin kitapçı dükkanı, ikinci el tezgahları, otantik takıcıları hiç bir şey almasanız bile gezin, girin çıkın.

Biz bu akşam aynen böyle yaptık. Hava biraz soğuktu ,ellerimizi ceplerimize soktuk, yağmur çiseledi kapşonlarımızı kapattık. Üşüyünce birbirimize sokulduk. YKY'nin kitap dükkanında kök saldık ,%20 indirimi görünce sürü kitap aldık, hatta Gamsegamse öğrencilerine okumak için bile çok güzel kitaplar aldı. Benim kitaplarımın adları :Peruk Gibi Hüzünlü ve Zafir Konağında Bir Tuhaf Zaman.Artık okudukça konuşuruz hakkında. Şimdi okuduğum kitap Ayşe Kulin'in son kitabı ;Gizli Anların Yolcusu..... Mercana, Baylana uğramadan edemedik. Ecemin kulaklarını çınlata çınlata fare pasta yedik.En sonda Penguen ve Uykusuz alıp eve geldik. Mizahsız dönmüyor dünya. Biz küçükken Akbaba ve Papağan dergileri vardı. Her sayısı mutlaka gelirdi eve onları Gırgır ve Fırt takip etti sonra. Peki Usturayı hatırlayan var mı?ben bayılırdım onu okumaya...

E yeter bu kadar gece gece dimi...

Cumartesi güzelleri

Dünkü postadan çıktı bu harika şeyler. Kitaplık temalı , etamin işi kitap ayracım ve bu kitap kılıfım sevgili Banu'nun hediyesi. Kitap kılıfımı özellikle Jane Austen kitaplarına çok yakıştırdım. Bir de deniz kıyısında kitap okurken süper olacak. İçeceklerimi yudumlarken rahat rahat tutacağım kitabımı...şıklığı da cabası...Hemen yeni başladığım kitabımı da koydum içine .Pek keyiflendim peek. Teşekkür ederim Banucum, ellerin dert görmesin. Yüreğine , fikrine sağlık.Üzerimde gördüğünüz hırkayı Sabahnur Teyzem , kendine örmüştü...Sanırım 40 yıllık falandır...Köydeki sandıktan söz etmiştim size hani. Köye gelen herkes o sandığa bir şeyler koyar ve köyde kalan herkes de oradan bir şeyler alıp , giyer, bahçelere giderken , harmana çıkarken,üstümüzde ki giyecekler oraya buraya takılıp yırtılmasın, kirlenmesin diye. Hem köy bu yerlere oturulur, ağaçlara çıkılır, çitlerden atlanır, böğürtlen çalısına takılınır:) İşte öyle günlerden birinde sandıkta bu hırkayı görünce düpedüz çaldım. Yakasına da kırmızı keçe gül takıp bu benimdi diye herkese yutturmalara kalktım.Ay hırka pek kıymete bindi, ne güzel diye herkes üstüne atlamaya kalktı ama yedirirmiyim hiç:)Teyzem bunun kırmızısı da vardı bulayım demişti ama unuttuk...Bu sene hatırlatayım bari

İkinci güzel haberde Altın Kitaplar Yayınevinin ekim ayı ödüllü sorusunun cevabını doğru bilerek Sultana Dokunmak adlı kitabı kazanmışım. Bu kazandığım ikinci kitap oldu. Geçen yılda, filmi de çevrilen, Çikolata'nın devamı olan Kırmızı Lolipop Pabuçları kazanmıştım.

Hava iyice soğudu...Meteooroloji kar uyarısı yapmış hafta sonu için. Bu akşam Gamse ile bir Kadıköy akşamı yapacağız yine. Koca kişisi babama arkadaşlık edecek. Bir süre yalnız kalmasın istiyoruz.

Bayramımızdan hiç söz etmedim dimi size heheh aynen dediğim gibi oldu ve kendi ziyaretçi rekorumuzu kırdık. Uzn yıllar görüşemediğimiz yakınlarımızla bile görüşme fırsatımız oldu. İzmir'den Halam ve Eniştem geldi. Babam çok sevindi, durmadan resimlerini çekti, durdu.

Şimdilik durum böle böle

10 Kasım 2011 Perşembe

Polyanna Polyanna nereye kadar

Pozitif olmak eğer pozitif olursan kolaymış anacım... Bu aralar bi tepinesim var, yankı yapmayan dağlarda bağırasım var, sesim dahi dönmesin bana...Mesela bu gün yine aynen böyle hissettim . Niye mi?.Bir kitaplığa ihtiyacım vardı, çok da araştırasım yoktu, Ataletim canım benim gibi yaratıcılığım da yoktu. En iyi bizizzzz bir numarayız diyen mobilya markalarından birinden kitaplık aldım. Bu gün getirdiler, tam montaj yapacaklar bir baktım , aldığımla alakası yok. Niiii diye bir bağırmışım, adamlarla birlikte kocam bile zıpladı.Apar topar gittiler, yarına kaldı. Masanın üstü kitap yığınıyla dolu, bir köşesinde akşam yemeğimizi yedik. Akşam yemeği dedim de öf ki öf , kocam benim ya , şahane sarı kanatlar almıştı. Lüferin bir küçük kardeşi olur ,kendisi.Ondan küçüğü de çinekoptur. Greenpeacelerin yemeyin , bırakın büyüsünler dediği hani. Balıkçılarda bunlar göç balığı, burada durup büyümüyorlar ki dedi geçende, yani geçerken önlerini kesip , hepiciini yiyelim, sonra da lüferi bir şehir efsanesi olarak anlatırız çoluk çocuğa...

Şimdi kendime bir kahve alacağım ve hastane macerasından önce okuduum ve tam bitmek üzereyken kalan ve öyle bir kitap okuduğumu bile unuttuğum Venedik'te 1000 günün vedasını yapacağım, Fatmagül başlayana kadar.Sonra hangisine başlamaya karar veremediğim iki kitabım var sırada...

Bir de çok özel bir teşekkürüm var, kendisine hepinizin önünde teşekkür etmek istedim. Kendisi telefonunu benim için 24 saat açık tuttuğunu söyleyen, Ataletim canım benimdir. Hekim olarak, arkadaş, dost olarak , sadece kızkardeşlik için hep yanımda oldu. Geçen yazımda yazdığım, Babamın su içerken her seferinde boğazına kaçırıp bize yaşattığı kabusları, bana telefon açıp,önce neden bunu blogda okuyorum fırçasını atıp sonra da bir hekim olarak çözmüştür.Bin teşekkür Ataletimm canım benim...

Yazı başlığı Yeliz'in yani Günün Çorbasının bu günkü yazısından esinlenmedir. Yeliz koca bir yorum yazdım yazına ama uçtu gitti... Döncem ben sana

Şimdilik gittim ben.

Daima açtıığn yolda , gösterdiğin hedefte

7 Kasım 2011 Pazartesi

MÜZEYYEN İLE NEZAHAT

Evin bu sabah sessizliğini nasıl özlemişim, meğer en büyük lüksüm buymuş da haberim yokmuş.Herkes uyuyor umarım iki saat daha uyurlar. Yeşil çayımı içtim, sonra bir karışık tost yaptım kendime,bir film seçip sakin sakin izlemek istiyorum.Sakin...sakin...bu kelime en sevdiğim kelime bu günlerde ...Babamın yeni modası, her su içtiğinde genzine kaçırıp bizi başına toplaması. Dün iki kez yaşadık böyle bir macera...Gerçek hastalığını unutup buna daldık şimdi.Biraz önce bir blogda gördüm ,çok mutsuzum herkes ne kadar mutlu mutlu yazılar yazmış diyordu blog sahibi. Valla bu aralar ben de kendimi hiç mutlu hissedemiyorum,kendini yalnız hissetmesin.Elle gelen düğün bayrammış ya.Ne garip bir söz,sanırım başkalarında da aynı şeyleri görünce daha mı katlanılır oluyor olay demek istiyor...

Bu günlerde okumadım da sanmayın.İki ara bir derede, hastanede ,uykuya dalmadan biraz önce gibi okuma saatlerim oldu.Hastanede okumak için,okunmamış kitaplar arasından rastgele seçtiğim kitabın konusu hastanede ve de nöroloji servisinde geçiyordu ben de hastanenin nöroloji servisinde oturup ;roman kahramanı İsveç'de bir hastanede, ben Türkiye de bir hastanede mülteci bu kitabı okudum.Zülfü Livanelli'nin ''Bir adam bir kedi bir ölüm'' adlı kitabıydı bu. Yazdıktan 29 yıl sonra yeni eklemelerle yeniden basılmış.2001 Yunus Nadi ödüllü bu kitap, Serenad'dan sonra en beğendiğim Livanelli kitabı oldu diyebilirim.Kitaptaki bir sürü yan hikayenin içinde en çok Yoriko'nun hikayesini sevdim.Kayıplık, yalnızlık, mültecilik, yabancılaşma duygusunu uzun yıllar yurtdışında sürgün yaşayan Zülfü Livanelliden başka kim daha böyle güzel anlatabilirdi.Zaten kitabı yazmaya başladıktan sonra , karakterlere ve olaylarla kendini çok yakın hissedip yazmaya ara vermiş.Kitapdan çok hoşuma giden bir alıntıyla bitireyim bu kitapla ilgili yazdıklarımı.
***Çok hoş bir insandır annem. Arkadaşları gibi o da her olayı mutfak zamanlamasına göre anlatır: "Tam fasulyemi ayıklayıp, soğanımı soymayı bitirmiştim, tencereye koyacaktım ki sokaktan bir gürültü geldiğini duydum." O sırada, iki kişinin ölümüyle biten bir trafik kazasından söz etmektedir ama sizin bunu anlamanız biraz zaman alır. "Sabah kalktım. Geceden ıslattığım barbunyayı süzeyim de kara suyu çıksın diye mutfağa gidiyordum ki, tam o sırada askerler bizim sokağa daldı." Annemin arkadaşları da böyle konuşur. Eminim insanığlunun aya ilk olarak ayak bastığı saniyeyi bile, tencerede soğan öldürmeyle birleştirerek anlatır bunlar. Ve yaptıkları yemekten birinci tekil kişi mülkiyetiyle söz açarlar: Etim, fasulyem, barbunyam, soğanım, pırasam, kıymam, böreğim.... (76)

Sözünü edeceğim ikinci kitap ise İlhami Algör'ün Müzeyyen ile Nezahat adlı kitabı daha doğrusu iki kitabı. Fakat Müzeyyen Derin Bir Tutku Bu ve Albayım Beni Nezahat ile Evlendir adlı iki kitabı tek kitap olarak basılmış. Kitabın en önemli özelliği dili...Sokak dili desen değil, argo desen değil...Dile gelip nereye diye soran, eve geldiğinde nereden diye soran kapı kilidi,dile gelen ateş böceği...gerçekle gerçeküstünün karışması...Müzeyyen'in ile kahramanımızın allengirli aşkı, karısını özlemek için sokaklarda dolaşıp, hikayeler uyduran adam ...Müzeyyen ile açılan parantez Nezahat ile kapatılır ve sırf adı için bile insana okumalıyım dedirten bir kitap,bu kitap.


Size 25 kasımda vizyona girecek olan bir Çağan Irmak filminin haberini vermek isterim. Dedemin İnsanları...Babam ve Oğlum tadında bir film olacak sanırım. Fragmanını izledim ve bu kanıya kapıldım ve de faragmanından filme şimdiden vuruldum. Babam hastalanmadan bir gün önce izlediğim film BİR GÜN ise çok beğendiğim bir film olmuştu yine.Tavsiye ederim.Kitabını okumamak için direndim,kitabı okuyanlar ;kitap daha güzel dediler ama ben kitabı okumadığım için filme bayıldığımı söyleyebilirim.
Oooo iki kitap iki film önerisi daha ne olsun be yav...Gittim ben

5 Kasım 2011 Cumartesi

bir dakika dur hayat, binecek var

Bu akşam hayata dönüş operasyonuna start verdik... Biraz kalabalıklara karışalım, keyifli bir şeyler yapalım dedik. Kiminle mi? hehhe Gamsegamse ile tabiki...Koca evde nöbetçi kaldı
Naziş zaten gündüzden kirişi kırmıştı...Dün akşamdan etli yaprak sarmalar sarıldı,bu günde az buçuk bayram temizliği yapıldı. Bu bayram ziyaretçi rekorunu kırarız gibimize geliyor. Babama geçmiş olsun ziyaretleri ile bayram ziyareti trafiği çakışacak haliyle...

Akşam saat altı buçuk gibi evden çıkıp Kadıköy'e gittik.Gerisini resimler anlatsın ...Önce Kadıköy sokaklarında ana-kız muhabbeti sonra Alkıma uğramadan olur mu?Bayramlıklarım




Mercan'da midye tava, midye dolma ve kokoreç molası

Hepinize, hepimize iyi bayramlar. Biz son 20 günde sağlığın önceliğinin farkına bir kez daha vardık. Hayattaki en büyük zenginliğin sağlık olduğunu biliyorduk ama kafamıza don don vura vura bir kez daha öğrendik.Biz bir daha asla unutmayız o yüzden Allah hiçbirimize yeniden hatırlatmasın dileğimiz ve dualarımız bunun için.

Sağlıklı ,huzurlu ,mutlu bayramlar

3 Kasım 2011 Perşembe

hayata ambulansın penceresinden bakmak

Ambulans sesi duyduğumuzda hani bi ürperir içimiz, ya da yanımızdan acı acı siren çalarak geçerken içinde olmadığımız için şükreder ,Allah yardımcısı olsun deriz. İşte geçtiğimiz salı günü ben o ambulansın içinden baktım dünyaya... Acele acele koşturanlar, duraklarda araç bekleyenler, vitrinlere bakanlar, yanımızdan geçen araçların içindeki insanların, ambulansın içini görmeye çalışır gibi bakışları ve sanki dünyaya yeni gelmiş de ne olup bittiğini anlamaz gibi etrafına aptal aptal bakan ben...Ne hissettiğimi sorarsanız hiç birşey, hissizlik kaplamıştı her yanımı, iğne batsa hissetmezdim herhalde...Pelte gibiydim, ne yana eğilsem , oradan akıp gidecek gibi.Daha babam geldi, pideleriyle kebaplarıyla , özlediğimiz tüm tatlarla birlikte, yazısı yazamadan , aylardır beklediğim filmi nihayet izledim diye anlatamadan sizlere hastane yazısı yazmak varmış kaderde...

Tabiki zor günler geçirdik, doktorların ağzının içine baktık, iyi, her şey iyiye gidiyor sözünü duymak için, uykusuz kaldık, hep evde bir şey unuttuk,birimler arasında gidip geldik, beklenmeyen bir gece yarısı atağı ile ne oluyoruz, başa mı dönüyoruz yine dedik.Ama öyle de bir şey yaşadık ki hastanedeki herkesi, böyle de bir şey nasıl olur, tesadüfün böylesi artık tesadüf değildir harhalde, dedirttik.
Babamın servise geçiş işlemi tamamlanmış, odamıza geçmiştik, ki kapıda biri belirdi-Lale diyor, şaşkın şaşkın bakıyorum Ercan diyorum ama nasıl duydular falan diyorum içimden. Ercan'la babalarımız amca çocukları.Onlar da bizim gibi üç kardeşler. Yaşlarımızda birebir aynı. Biz Fındıkzadede otururken onlar Göztepe'de otururdu, biz çocuklar birbirimizin evlerinde üçer dörder günlük kamplar yapardık. Sabahlara kadar pis yedili oynar, lunaparklara giderdik eğlenmeye...Babamla Nail Amca aynı zamanda hastalanıp aynı servise gelmişler, giriş yapılırken aynı soyadından biri daha geldi, denilip de babamın ismini görüp onlarda şok yaşamış. Çocukluk kampını bu kez hastaneye kurduk. Yanyana odalarda kaldık. Ercan ile kocam , Zuz ile Gürcan gece ekürileri oldular. Ben gündüzcü deolarak herkesle :), ...Babam, Nail Amca'nın odasına her gidişte ya da Nail Amca , Babamı her ziyaret edişinde; Nail Amcanın hemen elini uzatıp öptürmesi,Birbirimizin buzdolaplarını ziyaret...Sevim Yengenin- Lale , yaseminli çay yaptım diye seslenmesi, gazete değiş tokuşları, kafeterya kaçamakları ile hastane karmaşasında, gönül ve beden yorgunluklarında birbirimize yoldaş olduk. Her sabah yeniden yeniden kucaklaştık, akşamları sanki evden gezmeye gidiyormuş gibi nöbetlerimizi gececilere devrettik. Gececiler akşamı evlerimizde geçirdiğimiz için bizi kıskanıp geceleri çok eğlendiklerini söylediler. Hatta Gürcan geceleri hastanede kabere olduğu kıtırını attı ama yemedik. Kardeşlerim Ercan, Gürcan,Ahmet sizler sayesinde geçmez denen saatler, bitmez denen günler bitti. Bundan sonraki kamplar artık tatil kampları olsun...O güzelim eşlerinizle, çocuklarımızla neşeli kamp ateşleri yakalım, Nail Amca sıradan hepimize el öptürsün. Biz durup durup eski anılarımızı anlatıp kafalarını şişirelim.

Dün öğleden sonra itibariyle evdeyiz artık.Dualarımız, bir daha olmaması yönünde.Babam şimdi normal yaşamına daha temkinli devam edecek. Daha yavaş hareket edecek,ilaçlarını zamanında alıp, bol bol su içecek, sıcak ortamlarda bulunmayacak ...

Peki sizlere nasıl teşekkür etsem?.Nasıl sardınız sarmaladınız bizi, o nasıl bir organize olmaydı, elden ele telefon numaralarımıza ulaşıp iyi dileklerinizi ilettiniz, o hiç çekmeyen telefon her blogcu aramasında nasıl çekti hala şaşıp, gülümsüyorum. Rüyalarında görenler, dua, enerji gönderenler, blogcu olmayıp dışardan izleyen ve mail yoluyla ulaşanlar, hastaneye koşup gelip, yanımızda olanlar, hepiniz her şeyi daha dayanılır kılıp , güç verdiniz. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.