Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

17 Ocak 2019 Perşembe

Lale'nin Bahçesi 13 yaşinda








Bu fotoğrafın altına; Onca sarı lale içinde kendini gösteren "Kırmızı  Lale benim işte, farklılıklarımız değil midir bizi cazip kılan" diyerek başladığım blog serüveni tam 13 yıldır  devam ediyor.
Dünyanın hemen her tarafından arkadaşım oldu. İki gün yazmasam ne oldu, nasılsınız diyerek mail atanlar oldu. Hayatımda artık olmazssa olmazlarım olan gerçek arkadaşlıklar kazandım bu sayede. Blog arkadaşlarım yanında sessiz takipcilerimin olduğunu bilmek de gizli bir haz verdi bana.
Türkiye'nin ilk blog yazarlarından olmanın verdiği bir gurur da var içimde ne yalan söyleyeyim.
Sayısını unuttuğum kitaplar,filmler, yemek tarifleri, sayısız mekanlar paylaştık birlikte. Gittiğim yere gidip memnun kalan. tavsiye ettiğim kitabı okuyup seven, izlediğim filmden hoşlananlarla, yayınladığım tarifi ailesine pişirenlerle ortak bir keyfi yaşamanın inanılmaz hoşluğunu yaşadım bu 13 yılda.
Sosyal medya araçlarının çoğalmasıyla,zahmetsiz ulaşımıyla  biraz ihmal ettim buraları, aylarca yazmadığım oldu. Hatta tam kapatmayı düşündüğüm anda, sizi çok merak ediyorum, her şey yolundadır umarım şeklinde aldığım bir yorumla bundan vaz geçtim.
Blog yazmak da blog okumak da biraz özveri istiyor. Bir fotoğrafa bakıp hemen like butonuna dokunmakla, blog okumak farklı şeyler elbette ama bloglar inanılmaz arşivler. Artık ben kendi hakkımda olan  bir şeyi bile blogumda arayıp,buluyorum.
Artık zamanında yedi sekiz binlere ulaşan okunma sayım 80 li yüzlü rakamlara düşmüş. Ama 2019'un ilk günlerinden itibaren yeniden düzenli yazmaya başladım. Umarım ben yazmaya siz okumaya devam edersiniz.
Ben bir de acaba blog arkadaşlarımın yanında kimler sessizce okumaya, burada olmaya devam etti onu merak ediyorum.13 yıl insan hayatı için çok uzun bir dönem çünkü...
Hepinize sevgiler gönderiyorum. Umarım bir yerlerde karşılaşmaya devam ederiz, siz bana Lale'nin Bahçesi diye seslenmeyi  hiç bırakmazsınız.




11 Ocak 2019 Cuma

çoook faideli yazı))))

Eski en eski blog okuyucularımın alışık olduğu yazılarımdan biriyle karşınızdayım. Yani daldan dala atlamaca:)
Yemek tarifleri, filmler, kitaplar, nereye gidelim, ne yiyelimler başlıyo anacım)))

Hadi önce tarifler.Bizim evde  son zamanların en gözde yiyeceği, fırında, kış sebzeleri ile yaptığım mücver. İster yanına yoğurtla isterseniz çay yanında. Hatta kızlar okula götürüyorlar.

Malzeme: 1adet havuç,kabak, kereviz ve yine bir adet büyük  ama önceden haşlanmış patates,kerevizin yeşil kısımlarını incecik kıyın sakın atmayın.yarım demet maydonoz, dereotu, taze yeşil soğan, iki çorba kaşığı un, 2 adet yumurta, tuz, karabiber,2 çorba kaşığı zeytinyağ ve aklınıza gelen tüm sevdiğiniz baharatları da ilave edin malzeme listenize...Mesela zerdeçal,kimyon gibi.
Tüm sebzeleri rendeleyin,patatesi iyice ezin. Un, yumurta ve baharatlarla iyice karıştırın ve pişirme kağıdı serdiğiniz tepsiye kaşık kaşık döküp 200 derecede pişirin.Bazen patates yerine bir küçük karnabaharı haşlayıp iyice eziyorum. Öyle de çok güzel oluyor.

Şimdi sıra yapa yapa evdekileri neredeyse bıktıracağım elmalı  pastada...Tarifi instagramda o kadar çok sayfada gördüm ki sonunda dayanamadım yaptım:)



Malzeme:  3 büyük elma,3 adet yumurta, 1 tatlı kaşıgı tarçın, yarım çay bardağı kuş üzümü,1 su bardağı yogurt,1 su bardağı şeker, bir su bardağı sıvı yağ, iki su bardağı un, kabartma tozu, vanilya...
ilk yapacağınız  ve bu tarifin en önemli noktası olan şey yoğurt,şeker ve yağı birlikte çırpın ve içinden bir su bardağı kadarını alıp,ayırın.
Geri kalan malzemeyi kalan, karışımla birlikte çırpın kare bir fırın kabına koyun, elmaları dilim dilim kekin üzerine dizin, kuş üzümlerini ve tarçını da üstüne serpip 180 derecede pişirin.(kuş üzümlerini önceden ılık suda ıslatın)
Fırından çıkan kekinizin üstüne  daha önce ayırdığınız karışımı bir fırça  ile ya da bir kaşık yardımı ile yayın. Bu işte altın vuruş oluyor. Lezzet tarifsiz. 

Bu ara televizyonlardaki tüm programlar tatile girip de tekrar programlarına başlayınca  ne kadar güzel oldu. Hem daha çok kitap okudum hem de Netflix de şahane filmler,diziler izledim.
Las Chicas Del Cable,bunlardan biri. Bir telefon şirketinde çalışan dört kadının hikayesi. Askları, hırsları, yaşam mücadeleleri... Ben beğendim.


 Oscar adayı alan ve bu senenin Altın Küre ödüllerinde de bir sürü ödülü kaldıran Green Book ise kesinlikle kaçırmamanız gereken bir film. Yani benim izlemezseniz küserim kategorime girenlerden.

 Ünlü bir  siyahi müzisyen, kendisine konserleri boyunca şoförlük  yapabilecek olan bir beyazı Tony'i işe alır. Yol boyunca onlara Amerika'daki siyahilerin konaklayabilecekleri,yemek yiyebilecekleri yerleri gösteren yeşil rehber adlı kitapçık yol gösterecektir. Rehberin ilk sayfasında ''Gücenmeden yolculuk et'' yazıyordu.  Muhteşem salonlarında dinleyip, ayakta alkışladıkları müzisyene aynı salonda bile yemek yedirmez, tuvaleti kullanmasına izin vermez, soyunma odası olarak temizlik malzemelerinin deposunu kullandırırlar.Yolculuk sonunda hem şoför hem müzisyen inanılmaz değişirler. Yer yer çok güldüm, yer yer çok kızdım ama sonunda da ağladım.





Roma filmi içinse ne desem az. Bir hikaye bu kadar mı naif anlatılır.
Meksiko'nun Roma mahallesinde bir malikanede hizmetçilik yapan Cleo'nun  evdeki dört çocuk, ev sahibesi ve kendi özel yaşamının hikayesi. Ekonomik şartları farklı olsa da  evin sahibesi kadınla aynı dertleri yaşarlar ve bu onları  çok iyi dost yapar, ama aralarındaki çizgi de hep durur.   




Altta gördüğünüz fotoğraf ise Edebiyat Haber  de yayınlanan kitap tavsiyelerimin haber fotosu:)



Bugünlerde İstanbul çok soğuk ve yağışlı ve yapılacak en iyi programlarda evde yapılanlar. Film izlemek, kitap okumak, DigiTürk 452 de  eski Fransızca şarkılar dinlemek.
Benim elimde de valla çok şahane bir kitap var. İnstagramda da aynı kelimelerle tarif etmişim:)
Hikaye de daha yazın gittiğimiz Gürcistan'da geçiyor. Ballı lokma tatlısı gibi,ekmek kadayifınin üstündeki kaymak,pastanın üstündeki çilek,fırından gelen taze ekmek kokusu gibi bir şey.
Ayının kırk türküsü varmiş,kırkı da ahlat üzerine...
Benim de tüm güzellemelerim de yiyecekler üstüne tövbe estağfurullah.

Kitabım yıllardır devam eden, yeni yılın ilk kitabını birbirimize hediye etme etkinliğinde Leylak Dalı'nın hediyesi.
Hadi bir de mekan tavsiyesi verip gideyim. Hem İstanbul'da yaşayanlar hem de yolu İstanbul'a düşecekler için olsun.
Şerefiye Sarnıcı,bir mücehver gibi...Kendinizi bundan esirgemeyin. Giriş ücretsiz.


 İşte böle böle...













7 Ocak 2019 Pazartesi

Safranbolu-Amasra 2(Kristal Teras ve Amasra )


Turumuzun ikinci günü sabahı uyandırmadan da önce kalkıp, giyinip aşağı indiğimizi yazmıştım. Çünkü sabahları alelacele yapılan kahvaltılar bana çok keyifsiz geliyor. Henüz insanlar yeni yeni aşağı inerken  biz keyif çaylarımızı içiyorduk.
Yola çıktığımızda yine konaklar arasından süzüle süzüle Kristal Teras'a doğru yol almaya başladık. Rehberimiz Perihan hanım oraya varıncaya kadar bizi hiç bir şey atlamadan araya serpiştirdiği hoş anekdotlarla hem bilgilendirdi hem de etrafa daha ilgiyle bakmamızı sağladı.

Kristal Teras, tamamiyle turizme katkıda bulunmak amacıyla Tokatlı Kanyonu üzerine 80 metre yüksekliğe yelpaze şeklinde yapılmış bir seyir terası.75 ton ağırlığı taşıyabiliyor ve bir roketatar mermisi ile bile kırılmayacak dayanıklılıktaymış.
Burada çay kahve içilebilecek bir kafe hizmet veriyor.






başlangıçta cam üzerinde olmak, bastığın yerden aşağıyı görmek ürkütücü gelse de insana verdiği his garip bir duygu.Ben Çin'dekini görmüştüm bir belgeselde onda cam kırılma efektleri falan var, insanlar kafayı yiyor:)

Cam Teras'tan sonra çok güzel bir yolculuk güzergahı izleyerek Amasra'ya ulaştık. Yolumuz üzerindeki Bartın Asıklar Yolunu ilkbahar veya sonbaharda mutlaka görmek istiyorum. Kilometrelerce uzayan ağaç tünelleri içinden geçtik. Hareket halinde olduğumuz için fotoğraf çekemedim.
Amasra'ya bundan sekiz yıl önce yaz aylarında gitmiştik  ve bir çatı katı kiralayıp iki hafta kalmıştık. O gün bugün biz ailece Amasra'ya sevdalıyız.Canım İlknur ve Ailesinin bunda payı çok büyüktür. Bize o evi bulmuşlar ve unutulmaz bir Bartın günü yaşatmışlardı.Ay bunu demiştim ama yüz bin kere de olsa yine derim:)

Amasra yağmurluydu ama ne gam her haliyle çok güzeldi. Zaten biz meteoroloji raporumuzu alıp gitmiştik, şemsiyelerimizi açtık ve anılarımıza yolculuk ettik.














Mavi Yeşil Restoranda yiyebileceğimiz en lezzetli ve en taze balığı yedik.Müzeyi gezdik.Çekiciler çarşısından tahta kaşıklar, yöresel pazardan erişte, soğuk algınlığı ve bronşite iyi gelen hatmi çiçeği reçeli ve bizim evin bir numaralı reçel tercihi olan dağ çileği reçeli aldık hem de bir orta boy kavanoz 10 lira. Ve ben bir kavanoz aldım  nasıl pişman oldum anlatamam. Kızlar bile nasıl böyle bir hata yaparsın dediler. Kapağı açmamla kokusu mest  etti zaten.

Sonrası en sevdiğim yol; eve dönen yol.

6 Ocak 2019 Pazar

Safranbolu-Amasra

Yılbaşından bir hafta önce karı koca Safranbolu-Amasra turu yaptık. Aslına bakarsanız kızlarımızın bize  evlilik yıl dönümü hediyesiydi.
Turun başlangıç sabahı, tur otobüsüne bindiğimizde ben  habire yerime yerleşme çabalarında iken kocam - Lale, kafanı bi kaldırsana dedi. Baktığımda tur rehberimizin Karadeniz Turu rehberimiz olan, Perihan Hanım olduğunu görünce ne yalan söyleyeyim çoktandır görmediğim bir dostumu görmüşcesine sevindim.O kadar güzel bir gezi yapmıştık ki sayesinde , bundan sonraki tüm gezilerimizin rehberi Perihan Hanım olsa demiştim. Yine muhteşem bir gezi oldu bizim için.
Safranbolu evleri ile meşhurdur bilirdik de  neredeyse tamamı konaklardan oluşan bir kent ile karşılaşacağımızı bu derece tahmin etmemiştik. Çarşısı,konakları, alış veriş et etme yine de son derece güler yüzlü esnafı ile bizi büyüledi.Biz Bağlar Saray Otelinde kaldık. Nevresimimizde küçük bir leke izi vardı, söylediğimde odamızı değiştirmeye kalktılar.
İlk gün Safranbolu içindeki konakları, çarşısını gezdik. Öğle yemeğinde yöresel yemekler yedik. Adını Safranbolu'ya veren safran her türlü yiyecek ve içecek de var. Yalnız ben renginden başka bir lezzet farkı hissetmedim. Şehrin meydanında safran çiçeği heykeli de var doğal olarak.

 Safranbolu Konaklarının en güzel örneklerinden biri olan Kaymakamlar Konağını gezdik.İnanılmaz detaylar vardı. Tavan işlemeleri,duvarlardaki işlemeler,nakışlar...her odaya ayrı bir Safranbolu geleneğini hareketli mankenlerle canlandırmışlar anlatmayla olmaz, gitmek görmek gerekiyor.






 Daha sonra serbest zamanda turdan ayrılıp buluşma saatine kadar Safranbolu çarşısını gezdik.Kocama buranın en afilli yerini bul  orada kahve içelim dedim. Bak her yerde bana bi çınaraltı bul, buranın esnafının gittiği yeri bul derim ama sanırım onca yöresellik, otantiklik içinde canım şöle bi fiyakalı yer çekti. Vallah da tam aradığım gibi bir yer buldum.Külde pişen, nar şerbeti ve çeşit çeşit lokumlarla sunulan bir kahve içtik...



Sonra daldık Safranbolu'ya

















Serbest zaman bitince, buluşma yerimize dönüp bizim tur arkadaşlarımızla buluştuk.Herkes eli kolu dolu geldi:)

Burdan sonraki durağımız  Yörükler Köyü oldu. Burası aynı zamanda Leyla Gencer'in de köyü. Çok güzel bir köy ama ne yazıkki bomboş. Yaşayan çok az.



Leyla Gencer'in Yörükler Köyü'ndeki Evi



Yörükler Köyünde bize Sipahioğlu Konağı sahiplerinden Ali Sipahioğlu  rehberlik etti. Sipahioğlu benim de anne kızlık soyadım olduğundan ilgimi çekti. Bu konuda da biraz sohbet ettik. Yörükler köyünde evlerin çogunun çatısında geyik boynuzu asılı. Nazara karşı asılıyormuş. Aynı zamanda o evde bir avcı oturduğunun da işaretiymiş.Yörükler Köyünde kapılarında bir dili var. Kapıdan öylece sarkan ip, ev sahinin evde olduğunu, eğer bir düğüm varsa 1, iki düğüm varsa mesela evde olmadığını ama ne kadar saat sonra evde olacağını bildiriyormuş. Eger ip iki halkadan geçerek bağlanmışsa, hane sahibinin köy dışında olduğunu anlatıyormuş.
Yörükler Köyünden hayatımda yediğim en leziz tarhanaları ve bir kaç ahşap iş alıp ayrıldık.
 Geceyi Safranbolu'da otelimizde geçirdik. Akşam  yemeğinden sonra dışarı çıkarız demiştik ama ben koşa koşa odama gidip çayımı demleyip yatıp dizi izledim. Kocam da aşağıda Beşiktaş maçı izledi.
Benden gençlere tavsiye, nişanlınız olur, sevgiliniz olur ya da kocanız, birbirinize yapışmayın kardişim, azcık aralık bırakın hava girsin arada:))))))

Ertesi sabah uyandırmadan bile erken uyanıp aşagı indik. Gezinin ikinci gününde Amasra ve Kristal Teras vardı.
Ama bir şey söyleyeyim mi size, onları sonra yazayım oynayamam yerim dar diyen yeni gelinler gibi benim de yazamam uykum var. Valla kolum yoruldu. Hem kar da başlamış. Bi lavanta çayı içeyim, kara bakayım sonra da yatayım.
öle işte

3 Ocak 2019 Perşembe

Yeni yazı yeni yazı:)

Umarım bu yazma isteğim devam eder. Fakat ipad ve telefondan yazmaya o kadar alışmışım ki laptopda afallıyorum. Gereksiz büyük geliyor,  bir bakıyorum ki her şeyi büyük harfle yazmışım falan filan.
Hadi yazma şevkim gelmişken klasik Lale yazılarına yani daldan dala konmaya başlayalım:)

Ben 2019 a  girdiğimizi Viyana Flarmoni orkestrasının konserini dinlerken idrak ettim. Yılbaşı ağacını ve evin orasında burasında duran yeni yıl karşılama ıvır zıvırını da kaldırırsam özellikle de sehpadaki kurabiye tabağını:) tam anlayacağım. O kurabiyeler şık ve sevimli duruyor ama şeker hamurunun kalorisini düşününce uzak duruyoruz.


Beni uzun yıllardır okuyanlar güne yeşil çay ile başladığımı bilirler. Yeni değişiklik artık lavanta çayı içiyorum. güne hoş kokulu ve sakin başlamak iyi geliyor. Lavantaları bu seneki Çeşme tatilimizde İzmir'e giden Naziş İzmirden  bir kucak dolusu lavanta ve kokusundan mest olmuş şekilde dönmüştü..Ben onları bir süre görsel olarak tuttuktan sonra çiçek kısımlarını kavanoza doldurdum.  Demliğe bir çay kaşığı kadar koyup beş altı dakika demliyorum.Gece yatmadan önce içerseniz de iyi bir uykuya yardımcı oluyor.





Yılın ilk kitabını Japon Edebiyatından seçtim. Gönül/ Natsuma Soseki... Nazlı hasta olduğumda ,getirmişti.İkimiz de seviyoruz Japon Edebiyatını. Arka kapak yazısını Haruki Murakami yazmış. Bak onun son kitabı da beklemede. Halbuki Haruki Murakami kitabı yayınlandığında hemen alır ve  hemen okurdum.





Bugünü evde geçirdim, halbuki sinemaya gidip Mary Poppins izlemek istiyordum ve akşam yemeği için dün akşamdan koca bir tencere karışık dolma pişirmiştim. Neyse gitmedik ama ben yine de film izledim. Güzel bir film izledim.
 Mademe; Paris'te bir malikanede verilecek 12 kişilik bir akşam  yemeğinde, konuk sayısı beklenmedik bir biçimde 13 olunca ev sahibi hizmetçi Maria'yı 14.kişi olarak masaya oturtur. Sonrasında  konuklardan biri Maria'ya aşık olunca olaylaa olaylaa:)))




Şimdilik bu kadar ama size yazmam gereken acaip bir elmalı turta ve evdekilerin bayıldığı bir sebze mücveri tarifim var. Sırf onların tarifini yazmak için bile en kısa zamanda yazacağım söz.
Haydi Eyvallah

2 Ocak 2019 Çarşamba

Yıl Dökümü.iç dökümü

Özlem(Macera Kitabım) bu yıl blogların yılı olacak demiş.Keşke öyle olsa dedim. Yazısını okumak bile bana yazma şevki verdi. Du ya ben de yazayım 2018'mi de vedalaşayım hem de dedim:)

2018 benim için,çok seyahat ettiğim ama an az kitap okuduğum bir yıldı. Az okumama karşın sanki bunu örtmek istercesine çok kitap satın almışım. Raflar dolusu okunacak kitabım var. Neyse buna şöyle çare buldum. Kitapçıya giriyorum. Kitaplar arasında geziyorum, elime alıyorum,inceliyorum ama sonunda kendi kendime diyorum ki; bende duracağına burada dursun, okuyacağım zaman gelir,alırım:)Dayanamadığım zamanlar da olmuyor değil hani.
201 de Netfilix de bir sürü film ve dizi izlememin yanında sinemada da kaçırılmaması gereken filmleri şükürler olsun kaçırmadım ve her zamanki gibi Nuri Bilge Ceylan filmini bu kez Ahlat Ağacı oldu bu, tek başıma izledim. Çünkü doğrusu budur. Tiyatro açısından biraz fakirdim, biri Harbiye Açık Hava'da olmak üzere üç oyun anca izledim.

Sağlık açısından da hayatımın bu seneye kadar ki dönemi göz önüne alınırsa en sağlıksız yılımdı. Üç ay boyunca tansiyonumda nedensiz inişler çıkışlar oldu. Tüm sağlık incelemelerinden geçtim ve sonunda bir tansiyon ilacına kavuştum.
2018 de en sevdiğim kitaplar



 

 En sevdiğim fimler




En sevdiğim seyahat konusunda çok düşündüm.Ankara. Transilvanya, Taraklı-göynük-Abant,Yedigöller, Çeşme-Alaçatı,Amasya'dan başlayıp Batum'a kadar süren Karadeniz turu, Kuşadası, Pamukkale,Bursa, Safranbolu, Amasra gezilerim içinde ayrım yapamadım.


 Ama Kızlarım ve onların arkadaşlarından oluşan 10 kişilik bir grupla yaptığımız Romanya-Transilvanya Şatolar turumuz tadından yenmeyen bir gezi oldu. Çocukluğumdan beri korku ile merak ettiğim Dracula Şatosunu görmek, labirentlerinde kaybolmak muhteşemdi.



Karı Koca yaptığımız Karadeniz gezisinin her durağı ayrı güzeldi ama en çok Batum ve Çamlıhemşin etkiledi bizi.






 Balayı duraklarımızdan Pamukkale'ye yaptığımız seyahat çok güzeldi ama kaldığımız  otelin yerle bir olması ve otelimize ait olan Kleopatra antik havuzunun başına konan turnike hayallerimizi yıktı.




Bu yılın en güzel buluşması bloga ilk başladığım yıllardan beri tanıştığımız, Amasra'da buluştuğumuz canım İlknur ve ailesinin bizi evimizde ziyaret etmesi oldu. Öyle güzel ve heyecanlı bir buluşmaydı ki fotoğraf çekmek bile aklımıza gelmedi de hala hayıflanıyoruz.
bu yılın en güzel teklifi Banu ve Ercü'nün bizi Kuşadası'na davet etmesiydi ve deli gibi fırtına gibi bir dört gün geçirdik. Her sabah kargalardan bile erken yollara düşüp, kilometrelerce yol kat edip akıl almaz geziler yaptık. Pamukkale'ye giderken bir bahçe içinde yaptığımız köy kahvaltısını, taravertenlerden kayışımızı, o kütmek kafa bekçinin:)) bizi az kala sapa yollara salmasını son anda farketmemizi, Ercü ile benim Denizli Kebabını keşfetmemizi  hiç unutmayacağım.

Bursa'da kocamın yegeni Fatih ve ailesi ile koştur koştur yaptığımız gezi, koca Bursayı bir günde fethetmeye çalışmamız. Meral ile yaptığımız hamam sefası bizim bu sefayı uzatmamız nedeniyle bizimkilerin artık kapıya dayanması,Bursa'da saçıma fön çektirmek için gittiğim kuaförün henüz açılma aşamasında olduğunu oraya girince anlamam ama beni geri döndürmeyip, bir sandalyeye oturtup fön çekmeleri ve ödediğim paranın ilk kazançları olması nedeniyle çerçeveye konması da unutulmaz anılarımdan.

Bunlar hayatımın hoş taraflarıydı. Ama Babamın hastalığı ve onu takip eden hastane günleri, benim geceleri uykumda çıkan tansiyonum nedeniyle gece yarıları acillere koşturmalarımız...süren muayeneler, testler, tahliller ama sonuca varamamalar. Bir gece kaldığım uyku merkezinde her tarafıma 45 dakikada ancak döşenen kablolar ile uyumaya çalışmalarım sonucunun yine fos olması. Sonra her şeyin kendiliğinden yavaş yavaş geçmesi...Ülkenin bitmeyen sıkıntıları, doları olanın da olmayanın da doların inmesinin çıkmasının peşine düşmesi, kaybolan çocuklar, katledilen kadınlar, ziyan hayatların verdiği sıkıntıların getirdiği gerginliklerle dolu bir yıldı.

Çocukken Uzay 1999 dizini izlerken iki binli yıllara geldiğimizde uçan otomobiller,her işimizi yapan robotlar, ışınlanmalar falan olacağını sanırdık hani nerede anacığım nerde,iki binli yıllarda fos çıktı.
2019 da ki dileklerimi Allah biliyor. Bir tanesi hepimiz için:)