Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

25 Eylül 2009 Cuma

Dünkü gün

Biz dün karı- koca hadi hava ne kaa güzel, Üsküdar'a yürüyelim dedik, yürüdük de , ama sonra hadi karşıya geçelim dedik. Vapura bindik. Ben vapur beklemeye hep üşenip motora bindiğim için; yeni vapurlarla henüz tanışmamıştım. Çok güzeller, çok rahatlar. Pencereleri çok geniş ve büyük olduğu için deniz seviyesinde gibi gidiyorsunuz. Duvarlarda büyük ekran tv ler var. Bir de sanki hiç hareket halinde olduğunuzu hissetmiyorsunuz. Sessiiz sessiz gidiyor. Motorun pata kütesine , dalgalara bata çıka gitmesine alışık olan bana biraz garip geldi bu durum tabi:))

Eminönüne geçtik. . Kocam gel , ben sana bir güzergah çizeyim dedi. Hadi çiz bakem dedim. Sirkeci'den Babamların eski yazıhanesinin olduğu , bizim de tanışmamıza vesile olan Kayseri Han önünden yürüyüp Bahçekapıya geçtik. Kapalı olan Birinci Abdülhamitin türbesinin açık olduğunu ve kalabalığı görünce biz de girdik. Tarihçesini okudum. Önce cami olarak tasarlanmış ama sonra hemen yanıbaşında olan görkemli Yeni Cami yanında sönük kalacağı düşünelerek imarethaneye çevrilmiş. İçerde 40 kadar da sultan ve şehzadenin de sandukası vardı. İçim bir garip oldu. Küçücük sandukaları görünce. Kocam onların saltanat korkusuyla boğdurulan şehzadeler olduğunu söyleyince bi acaip oldum, hemen çıktım. İçeride Hz Muhammedin ayak izlerinin olduğu bir taşın sergilendiği bir bölüm de var.


Oradan da Mısır çarşısına yürüdük. Eski aktarlar yol artık, gidenler bilir. Dikkatimi değişik çaylar çekti. Gül çayı alacaktım , o ara nar ve balla ve de Şam fıstıkla yapılmış nugatların tadına baktırıken satıcı, dalgaya düştüm. Her tür meyve ile yapmışlar, portakalından kivsine kadar. Çok da farklı bir şey gibi gelmedi. Görüntü muhteşem, çeşitli renklerde minik tepecikler, içlerinde türlü kuru yemiş. İncecik makasıyla kesip tatırıyor. Meraklısı için her çeşitten rulo gibi sarıp , paketlemişler. Tadı müsli barlara benziyor. Merak eden marketlerden alıp yesin. Turist taifesi çok meraklı bunlara, kapış kapış alıyorlar, tadına bakıyorlar. Zaten dün gökyüzünden turist yağmıştı. İstanbullularda hadi bu gün hep beraber Mısır Çarşı Kapalı Çarşı yapalım demişlerdi. İnanılmaz kalabalıktı. Mesela Hasırcılar Çarşısına giremedik bile. Caddenin başından baktım, beni hiç bir kuvvet buraya sokamaz dedim.


Bir ara oturup bir yemek yedik, tam o sırada Cancan' dan hareketli görüntüler geldi, telefonuma hem yedik, hem onlara baktık. . Sonra Vurduk Mahmut Paşa yokuşuna . Gamsegamse'nin istediği ıvır zıvırları aldık. Silikon tabancası, silikon, makas ve kare motif yapma aleti aldık. Geçen yıl yuvarlak olanıyla yaptıklarımızı hatırlarsınız. Sonra Kocam bir iç çamaşır ve çorap toptancısına soktu beni. Adamın malları süper, hepsi bilindik markalar ama, gelgelelim adam , tok satıcı. Alsan da hoooş almasan sanki daha da hoş. Ben seçerken yenge ihtiyacın olmayanları alma diyor hatta. Almayacam da , senin kadar iyi mal satan yoktu diyecem adama töbe töbe . Neyse ailenin iç giyim ihtiyacını aldık. Malum kış geldi artık elbiselerin altına çorap neyin giyiyoruz, bir iki kutu da çorap aldık çıktık. Ne tok satıcıydı adam dedim, kocam da o yüzden oradan alış veriş yapalım dedim zaten dedi, yılış yılış satmak için yapmadıkları kalmayanlardan alış verişi sevmiyorum dedi. Anam yok mu ??dur bunun bir orta yeri.


Mahmut Paşa'dan sonra Kapalıçarşı'ya girdik. Ben yine Bedesten de nereye bakacağıma şaşırdım. Şark Kahvesinde birer çay içtik dinlendik. Hangi sokağına girsem, nereye baksam yine şaşırdım. Yine çok ama çok kalabalıktı. Buraya üç dört gün ayırmak gerek dedim. Benim daha bir yaşındayken Kapalıçarşıda kaybolma hikayem vardır. Babam gelip Bedesten de bir vitrine mayıl mayıl bakarken bulmuş beni.Tabi bir yaşındaki çocuğun eli tutulmaz mı , nasıl bilmem. Güya çok kalabalıklarmış da, herkes biri tutuyor sanmış mış mış. Yedinci kapıdan çıktık dışarı, hemen çıkışta yine bir yere oturduk, dinlendik çay içtik. Arap doluydu. Sonra O Araplarla tuvalette karşılaştım yeniden:)). Sahaflara Çarşısına geçtik oradan da. Yalnız Kapalıçarşıdan direk Sahaflara çıkmak isterseniz dokuzuncu kapıdan , yani Fesçilerden çıkarsanız tam sahafların önüne çıkıyorsunuz. Biraz da kitap alışverişi yaptık. Naziş'in çoktandır istedikleri vardı. Sahaflardaki işimiz bitince Fesçiler kapısından Kapalı Çarşıya girdik yeniden. Bu kez de terlik alış verişi yaptım. Tekrar Mısır Çarşısına indik bu kez çiçekçilere girdik oaradnda Yeni Camii önünden alt geçitten iskeleye geçtik. Yalnız bir kez daha anladım ki biz de alt geçit kültürü yok. Biz de alt geçit demek, pis koku, çöp, en kötü malların satıldığı yer demek. Nerde alt geçide girdiysen aynen böyleydi. En turustik bölgelerde bile durum bu.

Üsküdar da Gamsegamse ve arkadaşıyla buluştuk, onlar yemeğe gitti biz ev kurabiyeleri satan bir bir yerden de akşam çayı için bir şeyler alıp eve geldik.

Akşam ne kadar dizi oynuyorsa izledim bööö üç tane falan vatdı galiba. Yorgunluktan uyuyamadım valla.Voltaren içtim , kremini bacaklarıma sürdüm ağrılar biraz geçti. Gecenin ikisinde de bir papatya çayı yaptım kendime sızmışım.

Bu günü ev de geçirdim, temizlik yaptım, kitap okudum film izledim. İlginç bir film di. Üç çocukları olan karı-koca, artık çocukları olamayacağını öğrenince, bir zenci, bir Vietnamlı ve bir kızılderili çocuğu evlat edindikler. Umarım filmi anlatmamı beklemiyorsunuzdur. Sahi okudunuz mu yazdıklarımı :))))

Deeeep not:


Gördünüz mü? ya da duydunuz mu? başımıza geleni; Rahşan Ecevit parti kuruyormuş. Ah Rahşan'ım vah Rahşan'ım, biliyorum canın sıkıldı senin ama sen de biliyorsun ki, yeterince sol partimiz var. Zaten bölüne bölüne görünmez hale gelecekler neredeyse, sayende biraz da diyeceğim de, Bülent Ecevit'in hatırı var.Halbuki ev işi falan yapmayı seversin, temizliğini bile kendin yapmakla övünürsün, yemeğini falan da kendin yaparsın. Az kaldı koskoca Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanını bakımsızlıktan öldürecektin ama... neyse. Türkiyenin bir sürü sosyal projeye ihtiyacı var, böyle bir şey yap, yine ideallerinin arkasında koş ama n'olur ama n'olur parti kurma.


en dip not. Yazmayı unutmuşum. Tam Tahtakale yokuşuna doğru tırmanıyoruz, birden gidemedim , çünkü kadının birinin çantasının fermuarı, benim hava serin diye giydiğim her tarafı delik :))) hırkama takılmış. Bir türlü kurtaramıyorum. Bir taraftanda diyorum ki, hanımefendi, bu kadarda mı burnumun dibine sokuldunuz, kadın bi mahcup bi mahcup, yanında onun da kocası var. İyi de ben hırkamı koparark ayrılmak zorunda kaldım ondan, o kadarcık da bir şey söylemeyeyim mi? yani. Ev de anlattığım da , kızlar çok kızdılar bana, neden kadını utandırdın diye. Zaten bizim ev de biri hakkında konuşulsa geri kalan ahali hakkında konuşulanın tarafını tutar. Behey akılsızlar, o kadın mı, yapacak şimdi yemeğinizi, yarın arkanızdan odanızı O mu toplayacak. Üstelik ona sahip çıktığınızdan haberi bile yok. Kimbilir içinden bana neler dedi . He ne olurdu deseydiniz ki , ne diye Annemizi yolundan alıkoydun, hırkasını yırttın:)))

hey gidi gözünü sevdiğimin teknolojisi hey, burada bu yazıyı yazarken bir taraftanda , salonda oturan Naziş le msn sohbeti yapıyorum. Bu gece salonda yatıp tv izleyeceğini bildirdi. . Yani salon yine işgalde