Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

20 Şubat 2012 Pazartesi

bu pazar

Yat yuvarlan bir pazar günü geçirdik tek firemiz vardı; Naziş... Bir arkadaşa bakıp çıkıcam pardon bi kahve içip gelicem dedi, akşamın köründe dondum donduum diye diye geldi.Koca'da maça kaçınca, ben hafta içinin dolu programanı göze alarak ; Gamse'nin tüm itirazlarına rağmen biraz eve ilgi gösterdim. Yemek işini şipşak hallettim, akşamdan kalan köfteler patates; domates, sivri biber ve salçalı sos eşliğinde yalancıktan bir İzmir köfte olayına dönüştü. Nalan'a giderken yaptığım buğday salatasından artan haşlanmış buğday da yoğurtlu buğday çorbasına dönüşünce hadi bir de mercimekli bulgur pilavı attırayım dedim, portakallı kerevizimiz de vardı zaten kıvırcıklar da suya basılınca yemek işi bitti.
Kendime öğle yemeği hazırlarken, Gamse'ye tontonlu makarna mı? yoksa benim yemeğimden mi? yiyeceksin dedim, seninkinden yerim dedi. Ben adamımı bilmezmiyim, iyi ki sormuşum. Tavuk şinitzhelleri evirip çevirdim yağsız tavada, biraz kekik, kırmızı , biberle tatlandırdım, sivri biberleri ilave ettim, iki de domatesi iri parçalayıp tavaya attım , sulanmasına fırsat vermeden altını kapattım yemeğin ve daha önceden yıkayıp doğradığım rokaların üstüne aldım. Süper olmuştu.
Yemek sonrası , yedi otlu çayımı aldım ve doğru kendi odama gidip kitaplarıma yumuldum. Murat Gülsoy'un kitabından bir kaç sayfam kalmıştı onu bitirdim.

Murat Gülsoy, hikayenin bin türlü anlatış şeklini gösterdi. İstanbul için kalbinden içeri girilen başka bir şehir varmıdır? dedi rüyalarından kaçan, çerçevelerden dışarı fırlayan, hikayelerden kaçan kahramanlarıyla başka bir kitabına kadar bana veda etti.Kitabın içindeki çizgi öykü en beğendiğim öyküsüydü. Hem hüzünlü, hem çok şaşırtıcıydı.
Tanrı Beni Görüyor mu?kitaba ismini vermiş olan , kitabın son hikayesi. Bu hikaye , hepimizde olan bir duyguyu sorgulamış. Hani hiç kimse bizi görmese bile yapmaktan imtina ettiğimiz şeyler vardır. Kimse görmese bile Tanrı, yaradan görür deriz yani biraz inançlarımızla ilgili bir hikayeydi ve bence en gerçek hissettiğim hikayesiydi.

Murat Gülsoy'un kitabı bitince, yarın kütüphane teslim günü gelen; Palamut Zamanı Aşk'ı okudum.Hiç ara vermeden bir kaç saatte okuyup bitirdim. Zaten bazı yan sayfalar, şiirlere ayrılmıştı, biraz da o yüzden çabucak bitti.

Zaman palamut zamanı,
Sabır ister palamut,
Yüreğim ise aşk ister,
Seni özler ruhum,
Palamut yerine seni çeker ellerim,
Ah be deniz ver çaldığın zamanı..."

Fikret Yıldırıcı, Palamut Zamanı Aşk'ta, büyük kentin arasına sıkışmış olan bir mahalleden yola çıkarak, yaşamın uzağında hayaller kuranların baş tacı ettikleri denizin, balıkların, gökyüzünün, kısacası özgürlüğün peşinden gidiyor.
Bildiğimiz zamanların kokusuyla yazılan bu romanda, aşık olmanın bütün çekiciliği ve sancıları bir televizyon tamircisinin zihnine yansırken, değişen zamanların ve uzaklaşan hayallerin de yası tutuluyor.
(arka kapaktan)

Bu gün izlediğim iki de tv programından söz edeceğim. İlki Ayla Kutlu ve Nazlı Eray'ın TRT Türk'de yayınlanan ''Hayat Bir Masal'' adlı programları.
Nazlı Eray İstanbul'u dişi, Ankara'yı geçkin bir dişi, Sivas ve Adana'yı erkek şehirler olarak tanımladı. Açık denizler erkek ama gemiler kadındır dedi. Yıllar önce dil dersinde hocamız Fransızcada ki erkek ve dişi kelimeleri anlatırken, İngilizcede bir tane dişi kelime vardır oda ship yani gemi demişti.İki yazar arasındaki tatlı çekişme çok hoştu, Ayla Kutlu, Nazlı Eray'ı erkeklere haksızlık yapmakla suçladı:)Erkeklerin konuştuğu konuların kadınlar, maç ve arabalar yaşları ilerleyince kadınlar, politika ve arabalar üzerine olduğunu söyleyince.
Valla Bence Nazlı Eray çok haklıydı:)))

İkinci program kocamın favori programı ;Yol ve Müzik. İzlemekle kalmaz izlemeye de teşvik eder.Bu gün yol tüm dinlerin buluşma merkezi Hatay'dı... Gitarla eşliğinde çok hoş bir sohbet,çok güzel şarkılar ve insanda kalkıp Hatay'a gidesi getirten Hatay görüntüleri vardı.Bu program da her pazar Habertürk de...

Bu gece Paul Auster'in Kış Günlüğüne başladım. Benim doğduğum yılın doğduğum ayında yani haziran ayında Paul Auster belki de benim doğduğum saatlerde parkta arkadaşlarıyla oynarken kafasını yarmış.Daha doğrusu arkadaşı ile çarpşınca arkadaşının dişleri kafasına geçmiş.
Kitabın çevirmeninin Aydın Üstüntaş ödülllü olması ise benim için ayrı bir hoşluktu. Aydın üstantaş yani Aydın abi, Ordu Şehir Tiyatrosu kurucularından, tiyatroya gönül vermiş biriydi aynı zamanda da, hem komşumuz hem de dedemin fabrikasının muhasebecisiydi. Bu tür ortak noktalar, okuduğum kitabı daha bir ayrıcalıklı kılıyor benim için.Yazar kendi yaşamından söz ederken , onunla yol alıyorum sanki tuhaf bir duygu geçirdi bana. Henüz 40 sayfa okudum. Daha konuşuruz bu kitap hakkında sanırım.

Eveeet yedik içtik, kitap dedik tv dedik. Ayol daha ne olsun.

Hafta sonu biterken başlayacak olan hafta hepimiz için keyifli, kazançlı, bereketli, gezmeli tozmalı, okumalı,izlemeli en önemlisi de sağlıklı olsun...