Bugün günlerden ne olduğunu biliyorum çok sevgili okuyucum. O. 12 Eylül sabahında, sabahın beşinde kapıyı çalan yine sütçü değildi.
Olimpiyatlara katılamadığımız için üzgün olmadığımdan da utanmıyorum,İstanbul bir kıyımdan kurtuldu belki de, belki de sporcuların şu dopin işi artık iyice ele alınır. Homini gırtlak altınların üstüne yat dopingli oldukları ortaya çıkınca da sadece madalyayı ver kurtul...Var mı böyle bir kıyak,dünyanın hiç bir yerinde?Hem bizi bile taşıyamayan trafik nasıl taşıyacaktı onca insanı...Biz zaten tv den ancak izleyebilecektik yine tv den izleriz.Bizim gençler nasılsa her dalda yarışıyor, her akşam...
Dün, Ece ve Çiğdem ve de Çiğdemin Elif'iyle bir Kadıköy günü yaptık. Tüm sahaflara,girdik çıktık, her dükkanın önündeki tezgahı inceledik, her yorulduğumuzda kahve molası verdik ve tabiki de bira-balık yaptık, her zamanki mekanımız '''Hamsi Pub''da... Kızların okuluna uğradık,henüz öğrenciler gelmemişken bahçenin tadını önce biz çıkardık:))) Ve altın vuruşu Ecem ile birlikte zencefilli limonatayla yapıp ayrıldık.
(Dün iki kitap aldım Körlük/Jose Saramago ve Yaban Koyununun İzinde/Murakami)
Murakami'nin bu kitabını özellikle sakladım kendimden, böyle de garip huylarım vardır. Bir gün yazmassa okurum diye... Mesela keşke Fürüzan'ın böyle bir kitabını saklasaymışım,şimdi okurdum. Niye yazmaz ki...
Akşamları kızlar o kadar yorgun geliyorlar ki fazla patırtı yapamıyorlar, erkenden de sızıyorlar.
Öle işte