Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

6 Nisan 2009 Pazartesi

Ben, bu hafta sonu( zambak reçeli yüzünden yeniden düzenlendi)))))

Fena bir hafta sonu sayılmazdı. Bir tek Eniştemi ziyaret edince hüzünlendim. O ele avuca sığmaz insanın yatağa bağlı , konuşamadan sadece gözlerimizin içine bakması beni çok yaralıyor. Cumartesi bir Beyoğlu seferi düzenledim. Hava nasıl pırıl pırıldı. Giyindim kuşandım , güneş gözlüklerimi taktım fırladım evden . Ama o da ne, sahtekarrrrr. Meğer pırıl pırıl görüntüsünün altında buz gibiymiş. Üsküdar'a yürüyecektim vaz geçtim. Hemen bir arabaya atladım , sonra da motora bindim ver elini Kabataş. Ama heyhattt sayın okuyucu , kader ağlarını örmüştü bir kez. Finüküler çalışmıyordu. Zavallı turistler, tabi obnlara Kabataş'dan finüküler yoluyla Taksim'e ulaşacakları öğretilmiş. Şaşkın ördek gibi Taksim Taksim diyerek dolanıyorlardı. Ben de tünelin başında , bekleyip çalışmıyor diyen görevliye höykürdüm, ne yani bu mu dur. Çalışmıyor dedin bitti, insanlar da habire çoğalmakta. Telefon açtı , zırt diye Taksime servis yapacak otobüsler geldi. Ondan sonrası bilindik, Beyoğlu ekibiyle bağırış çağırış sohbet, çay kahve yeme içme. Eve biraz geç döndüm. Kızlar evdeydi, Gamsenin arkadaşı gelmişti. Naziş de yorgunluktan pes düşmüştü. Pesah dolayısıyla çok yoğun bir hafta geçirdi. Sınıf gezileri de eklenince çok yoruldu. Üstelik de pazar günü Pesah yemeğine katıldı. Neyseki salıdan sonra pazartesiye kadar bayram tatili. Tatmamız için Matsa ekmeği getirmişti, bir kaç gündür kahvaltımı onunla yapıyorum. Bizim yufkalara benziyor biraz. Pesah ve matsayı burada anlatmak uzun süreceğinden link verdim , üzerlerine tıklayabilirsiniz. Pazar günü yine erkenden uyandım saat 11 e kadar yatakta kitap okudum. Oyun okuduğum kitabın adı yazarı A.S Byatt. kitabın arka kapağında kitap hakkında şunları yazıyor.

Birçok okurun Booker ödülüne layık görülen Possession adlı romanıyla tanıdığı A.S. Byatt'ın bu romanında olaylar iki kız kardeş arasında geçer: Julia ve Cassandra, çocukluklarında kurmaca bir ortaçağ dünyasında geçen bir "oyun" geliştirmişlerdir aralarında. Oysa yetişkin yaşa geldiklerinde yalnızca kurdukları bu düşsel dünyayı geride bırakmak zorunda kalmamış, aynı zamanda birbirlerinden de kopmuşlardır. Bu kopmayı yaratan ise geçmişlerinden çıkıp gelen, ikisinin de bir zamanlar aşık oldukları bir erkektir. Her ikisini de kendi amaçları için yönlendiren bir erkek.

Her iki kardeş de, bir yandan zeki ve yetenekli, öte yandan kinci, kıskanç ve bencildir. Güzel ve hayat dolu Julia romantik romanlar kaleme alırken, akıllı ve ciddi olan ablası Cassandra Oxford'da öğretim görevlisi olan bir ortaçağ uzmanıdır.

Byatt'ın bütün yapıtlarında olduğu gibi, bu roman da simgelerle ve örtülü anlamlarla yüklüdür. Aslında asıl öykü Julia ile Cassandra'nın birbirleriyle ilişkilerinden çok, her birinin kendi kendisiyle olan ilişkisidir. Yazar belki de bizden düşlerde yaşamak ve yaşamdan fazla şey beklemek yerine, yaşamı bir oyundan farklı kılmamızı istemektedi
,

Kitabımı okurken ben çay ve tostla halletim işimi, çünkü kocam ve Nazlı gitmişlerdi. Gamse de kalkınca -Anne ben de bilgisayar da kahvaltı edeyim , bakacağım bir şeyler var dedi. O da harıl harıl plan , sunum hazırlamakta. Ekmekleri kızarttım birine krem peynir sürüp üstüne minik domatesler koydum, diğerine hafif tereyağ sürdüm , üstüne de bir kaşık zambak reçeli koydum. Açmayın gözlerini öle zambak reçelini anlatıcam yazının sonunda.Eniştemi ziyarete giderken , teyzemlere götürmek için mercimek köftesi ve irmikli pasta yapmıştım. Tabi eve de yapmıştım))). Onlardan da iki mercimek köftesi ve bir dilimde pastadan koyunca bizim kız bayıldı tabağa. Hepsini bir çırpıda yuttu da peynirliden bi tane daha istedi.



Sonra sonra Ben , görümcemin kızı Meral( O da benim kızlarla meslektaş) , görümcem, Canım Memo(görümcemin oğlu, küçüklüğünden beri birbirimize bayılırız. )) ve eşi Nilüfer ile Validebağındaki Adile Sultan Kasrına gittik. Sahtekarrr beni yine aldattı hava ve dondumm. Ya nası öyle pırıl pırıl olup da öyle dondurdu anlatamam. Ama inadına inadına dışarda oturduk. Zaten sonra da içerde yer kalmadı hehehehehe.İki saat falan oturmuşuzdur,Bir şeyler içtik, çok güzel kurabiyeler vardı. Yemeğe kalmayalım dedik kalktık. Görümcem yolda hadi bize gidelim , ben bişe anlamadım dedi. Ona gittik. Bize bir masa kurdu breh breh. Dondurucuda pide bile varmış , onlarıda fırına attı. Bi de sohbet patlattık , ısındık.

Şimdi gelelim zambak reçeli olayına. Biz kocayla evlenip, denizi olmayan yere gittik ya. Eski arkadaşlarım bilir, kar , boran fırtınagirmiştik kasabaya. İşte oraya giderken ailelerimiz bize çeyiz olarak sevdiğimiz yiyeceklerden de koymuşlar. Kocamın çeyizinden bu zambak reçelide çıktı. Ben bal kavanozu sandım, aynen bal renginde ve kıvamında çünkü. Ama kapağı açar açmaz o mis gibi çiçek kokusu beni çarptı, bi parmak ağzıma attım , tadı daha fena çarptı. Gül desem gül değil, bal desem içinde yapraklar var. Zambak reçeli dedi kocam. Kendi bahçelerinde açan zambaklardan yapıyormuş kayınvalidem. Ama biraz zor bir işlem, defalarca kaybnatılıp suyu değişiyormuş, yoksa acı oluyormuş. Sonra sıkılıp çıkarılıyor sudan yapraklar ve bal kıvamında kaynatılan şerbete atılıyor. Tabi bunun el ayarı falanda vardır. Ben hiç yapmaya kalkmadım. Kayınvalidemi kaybettiğimizden beri Eltim yapıyor hohooo ben bu elti lafına çok gülerim nedense. Neyse Nimet yenge bu konuda Kayınvalidemi hiç aratmadı. Ama sanırım onunla birlikte son bulur bu tat. Başka hi kimse yapmıyor çünkü. Bildiğimiz beyaz zambak merak edenler için. Uyy ne uzun yazı oldu bu , gittim ben ,iyi bir hafta sonu olsun. Yarın ve çarşamba günü programım var ondan sonra ne gele ne gele

Düzenleme-1 yorumlardan anladığım kadarıyla zambak reçeli güne damgasını vurdu. Tarifini az biraz yazdım. Aslında elimde zambak olsa ben bu tarife göre yaparım ayol. Bence deneyin korkmayın ama bizim zambakların kökü ooooo belki seksen doksan senelik , ilk olarak kim tarafından soğanları diklip , üretilip çoğaltılmış bilemiyorum. yani hiç bi kimyasal işlem gübre mübre , ilaç milaç görmemiş. O yüzeden bilemiyorum bu çiçekçilerdekinden olurmu. Hem ne kadar alacaksınız, bizimkilerin neredeyse zambak tarlası var, bi topluyolar ve reçellik yapraklarını ayırıyorlarki, kazanlar doluyor. Haşlayıp sıkınca da bir lokmacık kalıyor. Sonra da kızlara gelinlere torunlara torbalara birer kavanoz birer kavanoz dağıtılıyor. E aile de gittikçe genişliyor varın hesaplayın olayı hehehehe.İstesen de iki kavonoz düşmez ama arad bi torpil gördüğümüzü söylemezsem de ayıp olur))

Düzenleme 2. Ecenin dediği oldu, son 15 dakidır, kendiliğinden şıpır şıpır akan bir burna ve acıyan bir boğaza sahibim artık