Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

6 Şubat 2017 Pazartesi

Yunanistan 2 çelınç ve hafta sonu

 Yunanistan seyatimizin  ikinci bölümünde  Kavala, Gümilcine, İskeçe ve Dedeağaç vardı.
 Kavala en beğendiğimiz yer oldu. Daha denizle içiçeydi sokakları ve evleri Safranbolu havasındaydı.


 Kavalalı Mehmet Paşa sayesinde burayı hiç kan dökmeden aldıkları için heykelini dikmişler ve onun yaptırdığı eserleri korumuşlar.

 Şehre bir su kemerinin altından giriliyor. Kemer Osmanlıdan kalma... Bizim Unkapanı'ndaki Valens Su Kemerlerine benziyor.
Otobüsten inince, ilk önce Kavalalı Mehmet Paşa'nın atının  üstünde tüm Kavala'ya denizden baktığı heykelinin olduğu tepeye çıktık. 
Yokuş boyunca sağlı sollu Safranbolu evlerine benzeyen evler vardı. 
Şehrin eski şehir kısmına Panagia adını veriyorlar. Eski şehire çıkacağınız yolun başında hemen bir cami var Kanuni Sultan Süleyman'ın İbrahim Paşa için yaptırdığı cami minaresi yıkılıp,çan eklenerek sonradan kiliseye çevrilmiş.

Yunanistan'da Kavalalı Mehmet Paşa çok seviliyor ve kendisinden Mısır Valisi olarak söz ediliyor. Evinde Mısır bayrağı çekili ve orası Mısır toprağı sayılıyor.


Kavala'da çok güzel kapılar gördük.
Rehberimiz hemen aşağıdaki okulun bahçesinden içeri geçerek Yeni Kavala'yı kuş bakışı görebileceğimiz ve deniz feneri olan yeri kaçırmamızı söyledi. Burada manzara gerçekten de çok güzeldi.


 Aşağı doğru inişe geçtiğimizde artık acıkmaya başlamıştık ve hemen limanın karşısındaki tavernada yemek yedik. Yunanistan'da tüm balık lokantalarına taverna deniyor bunu da söyleyeyim :) Lokanta kalabalıktı çünkü; pazar ayininden çıkan Kavalalılar da aileleri ve arkadaşlarıyla yemeğe gelmişlerdi. Jumbo karides, ızgara kalamar ve midyeli pilav sipariş ettik. Hepsi muhteşem ve çok tazeydi. Eğer yolunuz düşerse özellikle midyeli pilavı kesinlikle atlamayın.




Kavala'ya gidip de  Kavala kurabiyesi almadan dönülür mü? Ama kurabiyeyi Kavala'dan değil, şehire 40 km mesafede olan bir köydeki işletmeden aldık. Asıl Kavala kurabiyesinin çıkış yeriymiş.ilk yapan babaanne mübadele zamanında Niğde'den göç etmiş. Tarif Niğde'den çıkma yani... Geldikten iki gün sonra Ayhan Sicimoğlu'nun aynı yerde  çektiği programı izledik. O da aynı şeyleri anlattı. Kurabiyeci bize  içebildiğimiz kadar semaverde demleme çay ve yine yiyebildiğimiz kadar kurabiye ikram etti.

Kavala'dan sonra Türklerin yoğun olarak yaşadığı Gümilcine'ye geçtik.Gümilcine' de her yer kapalıydı ve sokaklar bomboştu. Hadi pazardı diyelim ama halk hiç yoktu ortada... Rastladığımız bir iki kişi Türkçe hoşgeldiniz Gümilcine'ye dediler. Tüm sokaklar ağaç tünelleri şeklindeydi çok hoşumuza gitti. Rehberimiz bizi Çukur Kahve'ye götürdü. Hem kahve içtik hem satın aldık. İçimi çok güzel bir kahvesi var. Üç ayrı cins çekirdekten yapılıyormuş. Köpüğü için kafeini için, lezzeti için farklı çekirdekler kullanılıyormuş. Paket paket aldım, çok beğendim çünkü. Gümilcine sokaklarında dolaştık. 


Gümilcine'nin simgesi kılıçmış, Kılıç Anıtını gördük. 14 mt boyunda büyük bir metal kılıcın işlendiği dikey bir anıt.Kimilerinin askeri cunta için kimilerinin ise Türklere düşmanlığı simgelediğini söylediği anıt. Tüm törenler burada yapılıyormuş.

Gümilcine çarşısı bizim Anadolu kasabalarına benziyordu. Rehberimiz Gümilcineli olduğu için buranın sosyal yaşamı hakkında daha gerçekçi bilgiler verdi. Halk olarak hiç Türk-Yunan ayrımı yaşamadıklarını birbirlerinin evinde büyüdüklerini ama askerliğini Yunan Ordusunda yaparken çok zorlandığı  ve 24 ayda 18 ayrı yere sürüldüğünü anlattı. Buradaki  Türklerin  bütün resmi işlemlerini müftü yapıyormuş. Doğum, düğün,evlilik akdi, boşanma, ölüm her şey müftüden geçiyormuş. Türkler öyle belediye nikahı yapmazlar müftü evlendirir müftü boşar dedi.  Yakın zamana kadar Türkler mallarını satabiliyor ama mal satın alamıyorlarmış. Şimdi artık satabiliyorlar da dedi. Rehberimizin Gümilcine anıları ve askerlik anıları da gezi boyunca keyifli ve renkli anlar yaşattı bize.

İskeçe'de Türklerin yoğun  olarak  yaşadığı yerlerden. Çok güzel bir sahili var. Hatta yaz tatili için düşünmedim desem yalan. :)Bir öğrenci şehri ve o yüzden her yerde kafeler var. Yunanistan Türk Üniversitelerinin denkliğini kabul etmediği için Türk öğrenciler Türkiye'de öğrenim yapmıyormuş.Bu şehrin simgesi ise saat kulesi.



Yol boyunca bazı yerlerde küçük kilise objeleri gördük. Bunlar orada trafik kazası geçirip ölenlerin anısına koyuluyormuş. Hem sürücü için caydırıcı olup hızı engelleyip dikkatli olmasını sağlıyor hem ölen için dua ediliyor.İçinde para, şeker, ekmek ve ölenin kişisel eşyaları fotoğrafı oluyormuş. Ekmek, şeker ve para yolda kalan olursa  o anlık ihtiyacını karşılaması içinmiş.

Dedeağaç; İstanbul'a en yakın Yunan şehri. Havaalanı da var. İpsala sınır kapısından çıktıktan 40 km sonra Dedeağaç'a varıyorsunuz. 50.000 nüfuslu fakat Balkanların en büyük hastahanesine sahipmiş.Bir liman kenti.Yazın bizim Ege'deki sahil kentlerine dönüşüyormuş.


Yunanistan gezisi çok keyifliydi.  Türkiye sınırına girmeden rehberimizin sorduğu soruyu herkesten önce doğru cevaplayarak ev yapımı papaz şarabını da Gamsegamse'nin kazanmasıyla geziye keyifli bir nokta koyduk.





Bir sürü unuttuğum  şey olmuştur mutlaka... Selanik'de ki Jamaikalıları ya da ille de kahvesini bana ikram etmek isteyen Yunanlı'yı ya da her seferinde otobüse en geç Gamsegamse ile benim binip Naziş'i fıtık etmemizi ama rehberimizin de yoo geç kalmadınız daha vakit var demesini...  Son anda tura katılmaya karar verdiğimiz için arka sıralara düştüğümüz için önce hayıflandığımızı ama bizim gibi olan bir grupla arka  beşli koltuğu( orası boştu) rezidans olarak kullanıp  herkes iki kişi otururken bizlerin ikili koltuklara bire birer oturup yayıla yayıla seyahat ettiğimizi, neredeyse misafir gününde gibi birbirimizi ağırladığımızı, arka tarafın çok eğlendiğini hatta bizi o kadar iyi ağırlayan bir çift vardı ki tüm arka grup onlar nereye giderse bundan sonra onlarla gitmeye karar verdiğini,  Garsondan hesap istediğimizde garsonun acelesi yok sakin olun dediğini... bi sürü bi sürü şeyi anlatamadım. Az şey anlattım çok şey bize kaldı. :)

Sıra çelınç 12. soruda :Son 10 yılda hayatında neler değişti.
10 yaş aldım  :)  Blog yazmaya başladığım zamanlara denk  geliyor ki, blog sayesinde hayatıma çok şey katıldı. Dünyanın her tarafından arkadaşım oldu. Bir çok yazarla birebir tanışma fırsatım oldu.Kızlarım öğrencilikten çalışan kısmına geçtiler. Üç kollektif kitapta yazım yayınlandı. Bir tv yarışmasına katıldım.Kazanamadık ama çok eğlendik. Başka bir evde yaşamaya başladık. 

Gelelim hafta sonuna ...
Cumartesi günü Zuz ve Naziş ile evde oturduk ve Oscar adayı  Lion'u izledik.Çok beğendik.Hindistan'da trende uyuya kalıp evinden kilometrelerce uzağa gidip kaybolan Saru'nun  Avustralyalı bir ailenin evlat edinmesiyle değişen hayatı ve sonradan ailesini bulmaya çalışması hikaye edilmiş.

Pazar günü ise biz karı koca evden kaçtık ve Banu ve Ercü ile buluştuk. Vurduk okeyin gözüne :) Ağaçlar altında serin yürüyüşler yaptık.DSİ lokali yemekhanesi fırınından çıkma çıtır,sıcak simitlerle çay keyfi yaptık. Akşam da Beşiktaş-Fenerbahçe maçı için eve döndük.

Bugün okullar açıldı ve kızların yarıyıl  tatili bitti ve okullarına döndüler.