Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

21 Haziran 2016 Salı

Sıcak sımsıcak


Senenin en uzun ve çook sıcak bir gününden merhbalar olsun ey okuyucu  :) Ne de olsa Cumhurbaşkanımız her konuşmasına eeey diye başlıyor ya bi özendim :)
 Yazmadığım günlerde bir yaşıma daha girdim.Belki de hayatımın en törensiz doğum gününü yaşadım. Her türlü öneriyi yok dedim bu sene böyle olsun, hatta pasta bile aldırtmadım ama Ecemkuşum tee Antalyalardan gönderdiği hediyemin içine öyle güzel bir mum koymuştu ki buzluktaki yarısı daha önce yemiş olduğumuz mozaik pasta doğum günü pastası oluverdi. 

Doğum günümde belki de en hoşuma giden olay, Türkiye'nin en eski blogları arasında adımın yayınlanıp Marketing Türkiye yani Türkiye' nin bilgi bankasına kaydolmasıydı. "Evren'in Günlüğü"nün bir yıllık çalışması sonrasında oluşturlmuş bir listeydi.
Yalnız ben blog yazmaya 2005 de blogcu da başlayıp 2007 de de blogspot' a geçtiğim için ve de blogcu.com'un 2007 öncesi arşivleri sildiği için ben o yıldan itibaren girdim listeye...  Bu yıla kadar sizlerle birlikte geldik, siz yorumlarınızla  beni yüreklendirmeseydiniz belki de bunca yıl sürmezdi bu macera..

Sıcakların bastrmasıyla yürüyüşlerimize  ara ara devam edebiliyoruz. Geçen günlerde yaptığımız yürüyüşten, alttaki fotoğraf. Bizim semtin en sevdiğim özelliği dikine indiğiniz tüm sokakların sonunda deniz vardır mutlaka.Şu mis gibi sokaktan karşıya bakmak bile yetiyor insana.
Onun dışında akşamları iftardan sonra ya DSİ sosyal tesislerinde ya da mahallenin kahvesindeyiz.Dün akşam çok güzel bir dolunay vardı, dolunayın altında mahalle kahvemizde geç saatlere kadar oturduk.
 Haydi kitaplara gelelim.
Middelesex ve Topal Victor'un anıları  ikisi de birbirinden çok farklıydı. Middlesex den sonra Victor iyi geldi. Middlesex Bursa'da başlayan, İzmir'e o zaman ki Smyrna'da devam eden (kitabın karakterleri Yunanlı) Amerika'ya uzanan bir hikaye... Yüzyıllarca kuşaktan kuşağa aktarılan, saklanan, bir yerde ortaya çıkan arızalı bir genin hikayesi.  Çok ilginç başladı. Birbirine aşık olan iki kardeş çaresiz kalıp köylerinden kaçıp gemiyle Amerika'ya giderken yolda yeni tanışmış da birbirine aşık olmuş gibi yapıp kendilerini kaptanın evlendirmesini sağlıyorlar. Kitap böyle bir şokla başlıyor hızlı gidiyor ama ortalara doğru biraz yavaşlıyor ve zor bir okuma oluyor, sona doğru ise yeniden başlangıçta ki gibi tempo hızlanıyor. Pulitzer ödülü almış romanın çevirisini Solmaz Kamuran yapmış.
Topal Victor'un Anıları/ Yiğit Okur... Bir köpeğin gözünden anlatılan çok keyifli bir hikaye aslında siyasi bir hiciv.  Fotoğraftaki üçüncü kitabı henüz okumadım


Film Anlatıcısı Kız/ Herman  Riveria Letelier...Yazar Şilili ve ilk kez bir kitabını okuyorum. Ama okurken karar verdim ki Latin Amerikalılarla çok benzeşiyoruz.
Maria Margarita Şili'de yaşayan küçük bir kız. Dört erkek kardeşi ve babasıyla yaşıyor. Ailenin en büyük zevki sinemaya gitmek.Fakat hepsinin birlikte sinemaya gitmesine yetecek bir paraları yoktur.O yüzden Margarita sinemaya gider ve gelip evde anlatır. Zamanla işler o kadar ilerler ki artık tüm kasabaya ücreti karşılığında film anlatmaya başlar. 93 sayfalık minik çok güzel bir kitap.



Ramazan geldiğinden beri sahura kadar oturuyoruz.Bu sayede çok dingin okuma saatlerim oldu. Dün elimdeki kitap bitince , çoktandır e-kitap okumadığımı farkettim.Aslında bu tür okumaya da alıştım.Özellikle benim gibi kitap çizmeyi sevmeyenler için ideal.Altını çiz, yanına not al, sayfayı kıvır 😀
Hatta  size bi selam çaktım bu kez  bir satır altında😇😁
Neyse daha fazla sulandırmayayım.Kitap adını Kavafis'in bir şiirinden alıyor.Güney Afrikalı yazar Coetzee, hayali bir impatorlukta aslında 1970'lerin Güney Afrika'sında çöldeki bir kadabada bir sulh yargıcının ağzından asıl barbar kim sorusuna cevap arıyor.
İnsancıl, merhametli , yüreği barış sevgisi ile dolu yargıcımızın görevi imparatorluk adına gelirleri toplamak ve impartorluğa karşı suç işleyen barbarları yargılamaktır ama her gece yatağını paylaştığı, ayaklarını yıkadığı bir barbarı vardır.
Hakim tutsaklara yapılan işkenceler karşısında suçluluk duygusu ve görevi arasında bocalar durur.
Beklenen barbarlar hiç bir zaman gelmese de barbar olarak adlandırılanlar acı çekmeye devam edecektir.. Coetzee'nin bu kitabı 20.yy lın en iyi kitabı seçilmiş.Kitap 1980 yılında basılmış, Coetze 2003 yılında  Nobel Edebiyat Ödülü almış.
Ay kitap kitap nereye kadar ayol, hadi kek yapalım hem de en çileklisinden. :)

Çilekli Pandispanya
Bu pandispanya  tarifi benim için baz bir tariftir. Bunu sade olarak pişirir, enine ikiye böler , sütle veya meyva suyuyla ıslatıp arasına istediğim gibi bir krema , meyva falan koyar ikinci katı üstüne kapatır yine krema ile kaplar, süsler püsler yaş pastaya dönüştürürüm. Ya da işte bugün çilek koydum ama yazın başka yaz meyvaları ,kışın kuru üzüm, ceviz ya da kış meyvalarından herhangi birinin ilavesiyle enfes kekler yaparım. Tarifi istediğiniz gibi büyütebilirsiniz. 4 yumurta koydunuz diyelim, diğer malzemeler de dört dört gidecek. Bir tek su oranı sabit.
Gelelim tarife...
Üç yumurta
Üç fincan un
Üç fincan şeker
Fincan Türk kahvesi fincanı...
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
Yarım fincan su
1 su bardağı dolusu kadar çilek.
Şeker ve yumurtaları kremamsı kıvama gelene kadar çırpın.
Un(eleyerek) ve kabartma tozunu ilave edip karıştırın. Kalıbınızı yağlayın. Çırpılmış kek malzemesini kalıbınıza dökün be üzerine birer parmak aralıklarla çilekleri dizin. Büyük çilekleri ikiye bölebilirsiniz.  180 derece ısıda pişirin. Soğuduktan sonra üstüne pudra şekeri serpebilirsiniz ya da fırça ile krema sürebilirsiniz.
Deneyenlerim yorumunu beklerim...
 

 Ay dilim damağım kurudu gideyim ben artık. Ferah ferah  kalın.



8 Haziran 2016 Çarşamba

Yaza yaza yaz geldi, çarşıya kiraz geldi

Blog için yazmaya başlamadan önce bir instagrama bakayım da hatırlayayım neler yapmışım dedim ve ne kadar uzun bir ara verdiğimi anladım:) Ama acısını çıkardım öyle uzn yazdım ki, sanırsın mevsim değişti yaz oldu. Çünkü başladığımda hava baya bi kapalıydı :)

Önce kitaplarla başlayalım. Bu arada iki kitap fuarı geçti. 2. Üsküdar Kitap Fuarı ve Haydar Paşa Garında düzenlenen Kadıköy Kitap Günleri.Üsküdar kitap fuarından aldığım Pedro Paramo ile başlayalım.

Kitaptan söz edeceğim de sen şimdi bu salatayı domatesli sanırsın  bacım.Ben yürüyüş üstüne bi de kitap fuarı çakınca dilim dışarda düştüm eve. Babası her bulduğundan mücver yapan kız da salatasını çilekli yapar.Valla denemezseniz küserim.Çoban salatanızı çilekli yapın.Miss
Geçen  akşam Pedro Prama/ Juan Rulfo üzerine bir yazı okudum, upuzun bir novella kadardı neredeyse.Bu yazıyı okuyunca, üleen hemen alayım şu kitabı derken paat önüme düştü fuarda.
Gabriel Garcia Marquez, " Yüzyıllık Yanlızlık" yazdığı yıllarda edebiyat çevrelerinden bir dostu bir kitap atar önüne ve -sen kitap yazdığını mı sanıyorsun der.Garcia, kitabı soluksuz okur, bitirir bir daha okur.Hatta ezbere bildiği söylenir. Macondo köyünü bu. kitaptan esinlenerek yaratır.O kitap işte bu, benim evet
 benimmm kitap sehpamda gördüğünüz Pedro Prama'dır. Hatta Yüzyılık Yalnızlık'ın bir yerinde  Juan Rulfo' ya bir selam çakar.

Haydar Paşa'ya gittiğimde ise hiç bir kitap almadan çıktım. Gitmeden yaptığım koca listeden bir kitap bile yoktu fuarda ilginç biçimde. Sonra Kadıköy kitapçılarına baktım anah orada da yoktular. Sonra akşam üzeri Kocamla buluştuk.Ramazandan önce son çıkış olsun dedik. Bi yemektir, bi kahvedir ne yapılabilirse işte onları yaptık. Ben tabi vıt vıt kitapları bulamadım da elim voş mu gidicem eve şimdi de diye diye söyleniyorum bu arada. Sonra, benim kocam kişi dedi ki; Çağdaş Kitapevine gittin mi? Ben sana kitap alacağım zaman oradan alıyorum. Nasıııı orası kırtasiyeci değil mi ayolll dedim.Gittik ve ne desem kitapçımız pıt pıt çıkarıp verdi raftan. Nezih kitap evinin sırasında olan bu kitapçı artık benim için candır.
Aldığım kitaplardan ilkine başladım bile.Son derece ilginç bir konusu var.Pulitzer ödüllü, çevirmeni Solmaz Kamuran,ilk paragrafını da fotoladım sizin için böyle ilginç başlıyor. Üstelik parasını da kocam verdi. Tavsiye edene de güvenim tam, eee daha ne olsun  yav insan bir kitaptan daha ne bekler.
Şimdiki kitabım ise Gamsegamse'nin hediyesi. Kolombiyalı bir yazardan. Her perşembe öğle yemeği verilen bir kilisenin papazının şehir dışına çıkması gerekmektedir ve ilk kez pazar ayinini bir paşka papaz yönetecektir. Kilisenin her şeyinden sorumlu kamburu ve üçü de aynı adı taşıyan üç kadın çalışanı oradan oraya koştururken kilisenin bütün sırları da fısıldanmaya başlar. 

E haydi şimdi gezmelere gelelim :)
Çok yürüyorum çookkk. İşte size ispatı.

Yürüyüş güzegahım tabikitleri de Üsküdar Sahili. Her an şükrederek yürüyorum. Bu güzelliği yaşayabildiğim için. Nasıl şükretmem İstanbul'u İstanbul yapan her şey karşımda. Kız Kulesi! Galata Kulesi, Topkapı Sarayı, Süleymaniye, Ayasofya ,Sultan Ahmet Camii, Çırağan Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Boğaz Köprüsü daha da sayayım mı yani. :)
Takıyorum çantamı sırtıma pıtı pıtı yürüyorum. Yanımda da Banuş ya da Kocam... Yürüyüş sonunda Salacak Balıkçılar Barınağında kahvaltımızı yapıyoruz. Sonra haydi yine yürüyüş.
O yukarda fotoğraftaki yürüyüş sayısına ulaştığım gün hakikaten de büyük bir yürüyüştü. Karı koca sabah erkenden kahvaltımızı bile yapmadan çıktık evden. Üsküdar İskeledeki büfelerden birer tost aldık, vapurda da çayla o işi öğrencilik günlerimizdeki gibi hallettik. İlk olarak Unkapanı/ Ayın Biri  kilisesine gittik. Buradan daha öncede çok söz ettim. Sadece ayın  birinde açılan, her dinden insanın ziyaret için o gün önünde uzun kuyruklar oluşturduğu içinde ayazması olan  ve Papazı Vatikan tarafından seçilen ilginç bir kilise.Önünde yine uzun kuyruklar vardı. Buraya her dinden  insan dilek dilemek için gelir, ünlülere her daim rastlama olasılığı mevcuttur. Biz dilek dilemek için gitmediğimiz için kuyruğa girmeden  içeri girdik. Ben fotoğraf çekmek için çıkıp merdivenlere oturdum. Bu arada dileği gerçekleşenler de şeker, çikolata ve ambalajlı minik kekler ikram ediyorlar ve üşenmeyip merdiveni çıkıp bana da getiriyorlardı. ve mendil satan çocuklar durur mu, onlar da su al ablaaa, mendil al ablaaa diye onlarda geliyor tabi... Ben de onlara su ya da mendile ihtiyacım yok ama al sana çikolata, al sana şeker, al sana kek diyerk birbirimizi gönülledik :)
Kiliseden çıkınca bu kez Süleymaniye Camii'nin yolunu tuttuk. Her yıl bir kez olsun gidip o ağacın altında oturmak, orada dua etmek bana sonsuz huzur veriyor. Tadilat sonrası da gidememiştik. Mimar Sinan'ın camideki örümceklenmeye karşı dört köşeye yerleştirttiği deve kuşu yumurtaları tadilat sırasında çıkarıldı ve aynen yerine geri kondu. Bu camiinin bacalarında toplanan isler tüm İstanbul'un mürekkep ihtiyacını karşılıyormuş o zamanlar.

Süleymaniye'nin kendisi kadar, Süleymaniye'den karşılara bakmak da güzeldir.

Süleymaniye'de dualarımızı ettik, ben ağacımın altında oturdum derken kanımız acıkmaya başladı. Oraya gidip te Ali Baba'da kuru fasulye yemeden dönülür mü hiç.Tam vaktinde gitmişiz ki bizden biraz sonra kuru fasulye bitti demeye başladılar, müşterilere.

Geçtiğimiz çarşamba akşamı kitap kulübü günümüzdü. Daha öncede yazmıştım. Her ayın son çarşambası akşamı Kazım Karabekir Kültür Merkezinde toplanıyoruz. Bu ayın kitabı olarak Hayatım/ Kazım Karabekir seçmiştik. Kazım Karabekir Paşa'nım çocukluğundan itibaren tuttuğu günlüklerden oluşan kitabı hepinize tavsiye ederim. Paşa bir yerde der ki; her zaman kendinizi mutlu edecek bir şey yapmaya çalışın ki , böylece etrafınıza daha faydalı olursunuz.. Bu motivasyon şekli kitabı okuduğumdan beri benim hayat düsturum haline gelmiştir.Ben kitabı ilk yayınlandığı sırada okumuş ve herkese tavsiye etmiştim.
Toplantı öncesi Kazım Karabekir Müzesini gezdik. Bize müzeyi gezdiren Paşanın küçük kızı Timsal Hanım, müzenin ilk kez gece bizim için açıldığını ve bu sayede gecede yaşayan bir yer haline geldiği için çok memnun olduğunu söyledi.Erenköy'de bulunan bu müze evi gezmenizi şiddetle öneririm. 


Müze gezimizden sonra yine Timsal Hanım bize muhteşem bir sunum yaptı ve Kazım Karabekir Paşa üzerinden Kurtuluş Savaşını slaytlarla fotoğraflarla anlattı. Zaman zaman göz yaşları içinde ve gururla dinledik, izledik.
 Ramazanın son etkinliğini pazar günü yaptık. Ercangillerle :) DSİ Sosyal Tesislerinde buluştuk. Yedik içtik, yürüyüş yaptık, okey oynadık eve geldik ve o gece de ilk sahura kalktık. Biz oraya gidince herkes bir yere dağılır. Örneğin şekil a :) Naiz bir ağacın altında selfie yapmaya çalışırken, Banuş şaşkın şaşkın bakınırken bana yakalanırlar. :)


Aa durun durun bir de  dut toplamaya gittim. Minem yani nam-ı diger Mine Flora, - Lale, dutlar oldu nerdesin deyince bi koşu gittim. Çocukluğumdan beri ilk kez ağaçtan dut topladım. Bir kova da eve topladım. Ama Mine, o ne kıs o kime yeter deyip elemanını gönderip iki kova daha toplatınca yiyemediklerimiz de dut şurubu oldu. İki şişe kara dut şurubum var. Artık iftarda, sahurda sular sular içeriz.Ellerim de dut topladığımın kanıtı. Evdekiler inanmaz diye belge yaptım.
Bu güzellik de dut ağacının altından çıkıp bize muziplik yaptı.


Muhammed Ali Clay 'da gitti. Çocukluğumuzdan kalan ne varsa gidiyor bir bir. Kelebek gibi uçar, arı gibi sokarım sözünü her maç öncesi rakiplerini söyler morallerini bozardı. Gece yarıları uykudan uyanır, maçlarını izlerdik. Vietnam savaşına katılmayı  Vietnamlılar bana hiç bir şey yapmadı diyerek reddettiği için ceza almıştı. Irkçılığa karşı sergilediği duruşu ile de gönlümde ayrı bir yeri vardır. Huzur içinde uyusun.

Bu fotoğrafta , sizin için anacım. Sabah sabah bulutlardan fal baktım. Memleket havası gibiydi gökyüzü ama kara bulutlar dağılacak, aydınlığa çıkacağız 
Ayyy valla gidiyorum artık, iki üç aylık yazı yazdım yeminle...

Tutanlar için hayırlı ramazanlar dilerim.