Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

28 Şubat 2011 Pazartesi

Pazartesi yazısı


Yarın baharın ilk günü... cemrelerin ikisi de düştü... bundan sonrası bahar arkadaşlar ama İstanbul nasıl soğuk.... üç günde karlı olacakmış hadi bakalım... kış gider ayak mikropları temizleyip öyle gitsin.
Dün gece sabaha kadar Oscar töreni izledim. Tahmin ettiğim filmlerin ve artizlerin ödül alması bu işten anladığımı bir kez daha gösterdi . Kime mi? bana tabiki...Kişi önce kendini bilendir:))
Colin Firth adamım geyikli kazağınla seni gördüğüm günden beri izindeyim... Britney Jone'sin Günlüğünde... Hep de senin tarafını tutmuştum filmdeki adın bile aklımda- Mark-
Kadın artistlerin giydikleri elbiseler bayıldım. Nathali Portmand'ın elbisesine bayıldım. Bir hamile elbisesi bu kadar mı güzel olur.

Tbi Oscar mosskar derken sabahı ettik. Sabah saat 10 gibi yaklandım. İlmiye'mi aradım. Bu gün için dışarda program yapmıştık. Program iptal , bize gel dedim. Elmalı keki ile geldi.Ben de dondurucuda Süper Fresh'in sini böreği vardı onu fırına attım. İlmiyem gelene kadar patates haşlamıştım, brokoli haşlamıştım. İlmiyem onları bi güzel salata yaptı. Brokolileri yoğurtladı... İlmiyem gelene kada ben bi koşu pazara gitmiştim. Elimde kesilmiş limon ve hijyenik torbamla... Enginarları hemen oracıkta soydurup, limonlatıp ve gelip hemen pişiriyorum. Üstüne sadece sızma yağ gezdirip yiyorum. Bu sene ki modelim böyle. sade suya tirit:)Alercilerime iyi geldiğini test ettim onayladım. Oturduk çayımızı içtik, İlmiyemle salata neyin işini bitirince. Berfu ve Zuz'da geldiler. Masayı görünce balıklama daldılar. Kurabiyeleri Berfu^'ya teslim ettim. Bayıldılar, tek tek dizip baktılar.

Bu akşam kızların ikisi de firari... pazartesi akşamları dizim yok...kitap okuma gecem... Yazımı yazayım okumaya çekileceğim ....

Hoca güle güle gitsin... aldığımız terbiye gereği ölenlerin arkasından konuşmayız...

27 Şubat 2011 Pazar

pazar anlatısı


Bu gün pazar günü münasebetiyle yatak keyfi yapalım dedik...Zil çalınca anah dedim Naziş geldi biz hala yatıyoruz... Neslihanlarda korku filmi gecesi yapmışlardı... Dün akşam kaç film izlediler bilmiyorum ama rekorları Testerelerin dördünü de arka arkaya izlemeleri... Kahvaltı yapmadan gelmişti... E ayıp değilmi dedim kaldığın yerden böyle çıkıp gelmek- Babam , kahvaltıda evde ol , ben kahvaltı hazırlayacağım dedi, dedi... Ama bunu diyen adam henüz yatakda... Ve kahvaltıyı da ben hazırladım üstelik... kahvaltımsı öğle yemeğimsi bir şey oldu.
Kahvaltı sonrası Naziş, hadi Kadıköy'e gidelim, Alkım'a falan uğramak istiyorum dedi. Gamse ben rapor yazıcam dedi, koca ben çıkmam dedi. Biz iki cesur çıktık. Hava çok soğuktu, alnımın çatı dondu( bu söz Anneannemindir ve çok severim). Önce Alkım' a gittik... Bir saat kadar belki birbirimizi görmedik. Sonra telefonla zor buldum Naziş'i...Mitolojilerin oraya gel dedi:)) Sonra yukarı kattaki Balzac Cafe'ye yayıldık...Aşağı kattaki Kahve Dünyası daha zengin mönülü ama masalar çok sıkışık ve çay yok... Balzac Cafe'de demleme çay var ince belli bardakta ve oturma düzeni daha rahat koltuklu kanepeli ev gibi yayıl yayılabildiğin kadar.Düşünsenize her yanınız kitaplarla çevrili penceren caddede koşturanları izleyerek çayınızı yudumlamak, kitaplarınızı karıştırmak...istediklerinizi rahatça oturduğunuz yerden incelemek, hatta bir kaç sayfa okuyabilmek. ..İşte benim mekanım diyebileceğim yerlerden biri burası.
Kitapçıdan çıkınca acıkmıştık. Nazlı gel, İskender İskenderoğlunda yiyelim dedi. Bursada ki tarihi İskendercinin şubesi. Duvarlarda gelen ünlülerin yazıları var , gazetelerdeki haklarında çıkan yazılar var... Biri dikaktimi çekti. Üstelik çerçevelemişler. Tam da benim yanımdaki duvarda...yazı şöyle- Bursa İskender Kebapçısı ; İstanbula geldi havalandı. Beş dakikada verdikleri hizmete dünyanın parasını alıyorlar ...aynen yazı böyleydi. Güldük, bi de bunu buraya asmışlar mı dedik. . Hesabı istediğimizde doğru olduğunu gördük. İkimiz için ödediğimiz hesaba biz, bizim maallenin kebapçısı ki bakmayın onun da bi sürü yerde şubesi vardır, orada beş kişi hem iskenderimizi yerdik en şahanesinden, kebaplarımız gelene kadar salatamız, fındık lahmacunlarımız, güveçte erimiş peynirimiz gelirdi... Kebaplarımızı yedikten sonra üstüne tatlı ve de çay ikram ederlerdi ve de sadece kebabın parasını alırlardı. Zuz'u ilk götürdüğümüzde şaka herhalde demişti. Et fiyatları fırlayınca birazcık zam yaptılar ama hizmet aynı...Yalnız haklarını yemeyelim , garson koştu ısrarla paltomu tuttu... et lezzetliydi ve tereyağı servisi ayrıca yapıldı üstüne...Annem derdi ki, ekmeği fırıncıdan al bir ekmek noksan al....e biz de öyle yaptık) ama bir daha yaparmıyız bilinmez...Üstelik Naziş beğenmedi de:)

Eveet yemek işini de hallettikten sonra Natiliusa geçtik. Bizim bütün tanıdıklar oradaydı:)) adım başı bir tanıdığa rastladık. Biraz alışveriş yapıp evimize nail olduk.

Piekurabiyecim bizi affet güzelim eserlerini bu gece yedik... Gamse meleği kaptı, Naziş gelinlik ve ayakkabısını:) Çok lezzetliydiler... güzele bakmak sevapsa güzeli yemenin sevabı on kat daha fazla olmalı...

Yeni kitabım Yusuf Atılgan'ın kült kitabı''Aylak Adam''. Bir tembelliğe övgü kitabı, aşık olmak yeterince ciddi ve zor bir iş diyen , bir anti kahramanın romanı...Benim doğduğum yıl yazılmış...Anayurt Otelini okumuştum ama bu kitabı okumamıştım...Enis Batur O her yerin yabancısıydı, hiç acelesi yoktu yazmış...Ömründe neden iki roman yazmakla yetinenlere benim asıl eserim günlük yaşamımdır diye cevap vermiş.Kitabı okuyayım hakkında konuşuruz yine...

Artık kitabıma döneyim...

26 Şubat 2011 Cumartesi

Kurabiye Kraliçesi

Piekurabiye nam-ı diger kurabiye kraliçesi... Çok ilginç bir şekilde tanıştık. Leylak Dalının yazdığı bir yazının yorum altında)).Hikaye burada...Kurabiye Kraliçesi adını O'na yazar Ilgın Olut takmış. Bir anlamda tanışmamızın müsebbiplerinden( severim bu kelimeyi ben) biri de O'dur.
Gelelim bu yazının nedenine; Bizim Cancan çok yakında abi oluyor. Bizim içimiz pır pır bekliyoruz. Bakalım Cancan nasıl bir abi olacak.
Ben piekurabiyenin kurabiyelerine ayılıp bayılmakta ve bir fırsat kollamaktaydım zaten sipariş etmek için... Uras bebeğin gelişi de vesile oldu. Kurabiyeler bu gün geldiler. İçinde bin sürprizle...

Piekurabiyecim ne Cancan'ı ihmal etmiş ne bizi...Cancana en sevdiği şey olan palyaçolar bize benim en beğendiğim kurabiyeler...Benim en favori kurabiyem melek kurabiyeyi görünce çocuk gibi sevindim valla... Ayrıca hemen yememiz için kahvelik kurabiyelerde ayrı. Kurabiye paketini açar açmaz kahvelerimiz yanında ikişer tane yedik yuttuk hemen...lezzeti tarifsiz.

Bu gün evdeydim. Gamse geldi Naziş çıktı evden...Öyle bir sirkülasyon oldu. Ben bir film izledim kurabiyelerim ve kahvemin eşliğinde...Bu filmi izlemenizi öneriyorum.
Filmin adı-Kittredge;Bir Amerikan Kız...10 yaşında bir kız çocuğun gözünden Amerika ekonomik buhran anlatılmış. Yer yer komik...hüzünlü... heyecanlı.Ekonomik buhran başlayınca bu küçük kızın evi pansiyon haline getiriliyor. Kiracılar; bir dans hocası( Saba Tümer'e benziyor), bir sihirbaz,arabasının frenleri hiç tutmayan bir gezici kütüphaneci ve oğluyla birlikte gelen eski komşuları. Oğlan aynı zamanda bu küçük kızla aynı sınıfta.Kız yazı yazmaya çok meraklı her gün bir yazıyla , kasabanın gazetesinin yazı işeri müdürünün kapısına dayanıyor... Kasaba yakınında fakir düşenlerin yaşadığı ki artık onlara serseri deniyor, serseriler ormanı var. Bu filmi izlerken serserice öğrenmek garanti. Filmin cümlesi' hayat senin için ne hazırlarsa hazırlasın hazırmısın' Küçük kız filmin sonunda hazırım diyor. Ben bu soruya sanırım cevap veremezdim.
Dışarda kar yağmakla yağmamak arası gidip geliyor. Sabah dışarı çıkan Gamsegamse hemen telefonundan bu yüzümde ordan oraya zıplayan şeyler kar mı? diye yazınca ben de facebook da okuyunca pencereye koştum ki gerçekten de kar. Yalnız bu arada ne kadar teknolocik bir aile olduğumuzu, teknolocinin etinden sütünden yumurtasından ne kadar faydalandığımızı anlamanızı isterim. Biz de kocam önce bir direnir nedense.... Cep telefonları çıktığında - beni tuvallette bile bulsunlar istemiyorum gibi egzantrik bir söylem sunmuştu. Ama bir tatilde beş dakikalığına diye gittiği yerden iki saatte dönmeyince ve de bizi hiç bilmediğimiz hiç bir tanıdığımız olmayan bir yerde çaresizlik içinde meraktan ölmüş bulunca o dakka aldı koydu cebine... Şimdi cep telefonsuz evden çıkmaz...

Bu gün sanırım evdeyim. Naziş akşama kadar dinleneceğini akşamda Neslihan'la Neslihanlarda korku filmi gecesi yapacaklarını söyledi. Gamse dışarda ama dönüp evde dinleneceğini söyledi O da... Dün akşam , vakıf toplantıları vardı , toplantı çıkışıda hep birlikte sinemaya gittiler geç döndüler. Eve geldiklerinde turşu gibilerdi.Kendileri gezerler ama onlar evdeyken benim de evde olmamı isterler. Buna fırsat eşitsizliği diyoruz biz:)

E işte böle cumartesi sabahı , bu kadar
bi de şarkı vereyim gideyim buradan

25 Şubat 2011 Cuma

Hafta Sonu Kıyağı





Yağışlı ve soğuk geçecek hafta sonu için size bazı kıyaklarım olacak... Önce iki film önerisi
İlki Aşka Fırsat Ver...Sophie Marceu...2010 Fransız yapımı...çok beğendim...Filmin cümlesi...Rüyalarınız o kadar büyük olsun ki hiç gözden kaybolmasınlar. İnsanı zaman zaman çocukluğunu döndüren, hayatını yeniden gözden geçirten bir film.Cesaretin Varmı Aşka? nin yönetmeninden. Bu arada Cesaretin Var mı Aşka'yı izlemediyseniz onu da listenize alın.

İkinci film ise inanılmaz bir kadro ile yapılmış. Ben filmi çok beğendim. Yalnız insan bu kadroyla bir sinema şöleni beklemiyor değil..Her filmin bir rengi var demişti bir keresinde bir sinemacı- kim olduğunu hatırlamıyorum,bin özür kendisinden-Eğer öyleyse bu filmin rengi pembe... fonda sürekli kiraz ağaçları var. Pembe çiçeklerinden sakuralara benzettim.Bu arada filmin adı Pippa Lee...Rahip baba, sürekli uyarıcılar alan anne, lezbiyen hala ile geçen bir çocukluk. Sonrasında çılgın oradan oraya savrulan bir gençkızlık dönemi ve artık 50 yaşında çoluk çocuk sahibi, bunamanın eşiğinde hasta bir kocası, savaş fotoğrafçısı kızı , avukat oğlu , yakışıklı ve sorunlu komşusu olan bir Pippa Lee'nin özel yaşamının hikayesi var filmde.Üstelik de Pippa uyurgezer:) Film tam bir kadın hikayesi. Filmde Pippa'nın bir sözü var- Bir dilek hahkım olsaydı ; bir öğleden sonramı daha annemle geçirmek isterdim diyor. Bunu ben de düşündüm, öyle bir dilek hakkım olsaydı acaba annem benimle ne yapmak istedi. Ben sanırım Kumburgazdaki yazlığın balkonunda bir çay saati isterdim ondan... Ya da kumsalda yanyana güneşlenmek...
Filmin oyuncuları
Robin Wright Penn (Pippa Lee) , Alan Arkin (Herb Lee) , Maria Bello (Suky Sarkissian) , Monica Bellucci (Gigi Lee) , Blake Lively (Young Pippa) , Julianne Moore (Kat) , Keanu Reeves (Chris Nadeau) , Winona Ryder (Sandra Dulles)

Hafta sonu için önereceğim kitap ise okumayanlar için İsabel Allende'nin Ruhlar Evi veya sizi gerçeklikle gerçek üstülük arası oradan oraya savuracak olan Haruki Murakami'nin Sahilde Kafka ya da Zemberek Kuşunun Güncesi

Bir de hafta sonu kurabiyesi... evinizi misler gibi kokutacak tarçın kokusu ile... Tarçınlı cevizli ve kuş üzümlü kurabiye... 125 gr tereyağ, iki yumurta, vanilya, bir tatlı kaşığı tarçın, yarım su bardağı dövülmüş ceviz ve yarım çay bardağı kuş üzümü ve de tabi ki kabartma tozu, iki kaşık da yoğurt ekleyin yoğurun. Köfte gibi şekillendirin, üstüne yumurta sarısı sürün..
Sıcak çorba yapmayı unutmayın. Ben koca bir tencere ezo gelin pişirdim mesela. Dolapta temizlenmiş hamsimiz var tava olmayı bekleyen... Tavuk pirzolaları karabiber, kırmız biber, kekeik , tuz ve sıvıyağ ile marine ettim dolaba attım, yemek saatine bir saat kala yağlı kağıt
üzerine dizilip , elma dilim patatesle fırına girecekler. Havuçlar rendelendi soslanıp salataya , ya da sarımsaklı yoğurtlanıp ufaktan bir mezeye dönüşecekler.


İçecek önerisi ise HA RE 'den mocalı likör , sıcak içecek olursa güllü ve ya yaseminli çay... Doğadan'ın Büyülü bohça serisinden...


Valla yeter bu kıyakları bana babam bile yapmadı...


Gökyüzü Üzerinde Üç Metre

Haftanın son çalışma günü sabahı...tabi bizim ev için:))cumartesi çalışanlarına sözüm yok. Ben hiç cumartesi çalışmadım ama cumartesi günleri okula giden gruptanım. Ortaokul bitene kadar biz cumartesileri yarım gün okula giderdik. Sonra kalktı bu....Hatırlayanlar var mı? yani benim gibi fi tarihinden kalanlar diyecektim. Cumartesi yarım gün giderdik bir de çarşamba günü yarım gündü.

Dün, gündüz saatlerini kuaförde geçirdim... Saçlarıma renk oturtması yaptık. Bu patates oturtmaya benzemiyor. Bu saçlar ömründe yıkanmadığı kadar yıkandı dün. Bi sene yıkamasam yeridir:) tam o iş bitmişti ki hadi bi kaç da pırıltı atalım dedik . Geçen seferkinden çok daha memnun döndüm eve. Geldiğimde aç kurtlar gibiydim yalnız. Bi de orada çaydı kahveydi derken iyice acıkmışım. Kızlar eve geldiklerinde yorgunlukta ölüyolardı. Dün okulda Faşing vardı. Okul Alman ekolü olduğu için iki yıldır da Alamanların kültürünü öğreniyos..Üç yıl Musevilerin ıcığını cıcığını öğrendik şükürler olsun. İki yılda İngilizlerle haşır neşir olmuştuk. Dünya vatandaşı olmamıza ramak kaldı ...

Akşam tam bir dizimania yaşadım. Önce 19.45 de başlayan Mazi Kalbimde Yaradır'ı izledik. O bitti ...hiç reklam girmiyor...biter bitmez Fatmagül'ün özeti bitmişti ona devam ettik... ben üstüne bir Türkan çaktım ...aniii bir kahveyle kafam yerine zor geldi. Sonra okunacak kitaplar arasından hafif bir şey seçtim. Yeni kitabım'' GÖKYÜZÜNÜN ÜZERİNDE ÜÇ METRE''...112.sayfaya kadar anladığım bir İtalyan ailenin günlük yaşamı gibi....çocuklar okullar, okuldaki ilişkiler...ebeveynler...onlarla ilişkileri. Kolay okunan, kalın olmasına karşılık elimde fazla sürünmeyecek bir kitap gibi. Grace müzikali gibi...Dirty Dancing gibi...romantik İtalya sokaklarında dolaşmak gibi bir kitap bu...yer yer komik yer yer hüzünlü.
Bu kitabı alış nedenim, bu kitabın yayınlanma süreci
Yıl 1992. Federico Moccia bir hikâye anlatmaya karar veriyor. Gençlik, eğlence, umut, aşk, arkadaşlık ve hayalkırıklıkları ile dolu günlerinin içinden geçen bir hikâye bu. Eserini birçok yayınevine gönderiyor. Çoğu cevap vermiyor, diğerleri ise 'yayın tarzlarına uymadığını' söylüyor. Ama yazar romanına inanmaktan vazgeçmiyor.

Hikâyesini seviyor ve paylaşmak istiyor. Kişisel imkânlarını zorlayarak, Ventaglio adlı yayınevine kitabın 3.000 kopyasını bastırıyor ve bu kopyalar çok kısa bir sürede tükeniyor. Basılı kopyalar bitince Gökyüzünün Üzerinde Üç Metre senelerce Romalı gençler arasında fotokopisi çekilip yayılarak, gerçek bir kült haline geliyor. Sadece gençler değil, ebeveyn ve öğretmenler de çocukları ve öğrencileri tarafından kutsal bir obje gibi saklanan bu kitabı merak edip okuyorlar

.

Bu gün yemeğimiz var, evimizde iyi kötü idare eder işte... Karşıya geçecektim hava çok kötü. Ya böyle havalar beni durduramazdı biliyosunuz da bu yıl dizim biraz arıza çıkarttığı için , kendimi frenliyorum.Yakın çevre programı yaparım belki. Belki de en iyisi ev de yatıp, yuvarlanma...çay , kahve kitap filim etkinliği yapmak en iyisidir.


.

24 Şubat 2011 Perşembe

Güllü çaylı filmli sabah


Bu sabah yeşil çayımı güllü içtim...Doğadanın çıkardığı büyülü bohça serisinden...Kağıt poşet içinde değil tül torbacıklarda...içindeki yeşil çayı ve gül yapraklarını görebiliyosunuz... Ben genelde klasik yeşil çay demlesem de arada bir içine yasemin çiçekleri, bargamutlar, Bodrum mandalinaları atardım... Bunları mevsiminde alıp küçük küçük doğrayıp dondurucuya atıyorum. Bodrum mandalinaları iki yıl kokularını ve renklerini muhafaza ettiler hatta...Neyse işte çayımı içtim. Sonra bir film izleyeyim dedim , Tostumu yaptım, çayımı aldım ve güzel bir film izledim.Evimi bi güzel topladım...şimdi kahve eşliğinde yazımı yazıp pırrrr.Önce bi kuaför işim var. Bu saçlarla başım dertte...her sabah yataktan anjinsan gibi kalkıyorum. Hepsi ayakta.

İzlediğim film ...Then She Found Me...Kadrodaki tüm oyuncular çok beğendiğim oyunculardı... Colin Firth , Helen Hunt , Matthew Broderick , Bette Midler , Ben Shenkman ...Bette Midler 'a zaten bayılırım...Filmin bir kaç afişi var ama sizin için ; filmin en sevdiğim sahnesinin olduğu afişi buldum.. Colin Firth'i de zaten Britney Jone'sun Günlüğünden beri tutarım... Galiba o geyikli kazağı bunun nedeni olabilir:
New York’ta öğretmenlik yapan April Epner, orta yaş krizine düşmek üzeredir. April’in hayatı bir anda ters istikamette ilerlemeye başlamıştır: Kocası tarafından terk edilmiştir, üvey annesini kaybetmiştir ve biyolojik annesi tuhaf bir talk şov sunucusu olmuştur. April’in hayatı öğrencilerinden birinin babası ile girdiği ilişkiden dolayı daha da karışacaktır.

Dün gece diziden sonra Büyük İnsanlık'ı okudum. Çoktandır şiir okumadığım için, patır kütür okudum. Benim ilk okuduğum şiir kitabı Pablo Neruda'nın Kara Ada Defteridir. Niye derseniz ve eve o gelmişti desem yeterince bir açıklama olur sanırım. Neyseki Neruda 'da aynı Nazım Hikmet tarzı düz yazıya yakın yazar da şiirden uzaklaşmamıştım hemen... şiir okuma öyle oluyo sanmıştım zaar.Sonra Divan Ed. aşığı bir hocam oldu da şiire uzak kalmadım.

İstanbul yağmurlu bir kaç gündür...bi kar yağmadı, artık yağmaz da...korkarım kar bizim için bir efsane olacak artık...

23 Şubat 2011 Çarşamba

Sevdadandır

Muhteşem Yüzyılın başlamasını beklerken bir iki satır attırayım dedim. Türk Halkı Hürrem'i yeniden keşfede dursun ben Daye Hatun ile Sümbül Ağa^ya bayılıyorum... Survivor Merve'de role yakışmış neme lazım.Survivor da İzlediğimiz, o dayanıklı erkekleri al şağı eden acı kuvvetli Merve gitmiş, tarihi elbiseler içinde salınan dekolteli Merve gelmiş.Babamla izlemek de ayrı macera... durmadan şıunu da öldürtecek bunu da öldürtecek... Padişah yemek yiyecek Pargalıyla afiyet olsun deyip masadan kalkacak, Pargalı odasına gittiğinde O'nu cellat karşılayacak... Bazı yerleri kabul etmez , böyle değil der... Asıl filim biziz zaten.

Kızlar evde yok , Naziş'in genel kurul toplantısı var... Gamsegamse benim hayalimdeki şeyi yapıyor... Perküsyon kursuna gidiyor. İyice öğrensin düğünlerde birlikte def dümbelek çalacağız. Modern düğün isterseniz bongo neyin çalarız. Hayatda bir şeye yeteneğim var abi o da çok gürültülü bir şey, ne yaparsın.

Bu gün de evdeydim ey blogger halkı unutma bunu... Ispanaklı börek yaptım. Geçen günkü ıspanaklı yumurta versiyonundan sonra bu kez ıspanaklı börekle çıktım sahneye... Mönü yeni olabilir ama ıspanak aynı ıspanak... Yedirirmiyim hepsini, beş saat ıspanak yıkamışım, doğramışım... Etinden sütünden yumurtasından her şeyinden faydalanırım. Suyuyla da çiçekleri suladım, vitamin olsun diye:) Tamamdır bizim evde ıspanak meselesi bir daha ki seneye kadar açılmamak üzere kapanmıştır.Artık makarna haşla yanına iki şinitzel çiziktir, pilav yap yanına iki üç köfte attırıver ... arada ton balıklısını yap makarnanın:)

Size bir akşam müziği de yapıp öyle gideyim .. .Tüm zamanların en güzel şarkısı benim için... Kızlar hadi Anne , bi şarkı söyle çalalım deseler ya Mihriban derim ya da bunu. Ruhuma iyi gelir... yaram varsa iyileştirir...Yazı başlığını da açıklar böylece

kapuska da vaar kitap da vaar ne ararsan var

İngiliz metrosunun her durağında başka bir hikayeye beni tanıklık eden kitabımı, dün gece bitirdim. Adı da zaten ''Her Durakda Aşk''dı. Adı böyle olabilir ama hikayelerin hepsi aşk hikayesi değildi. En beğendiğim hikaye, kendisini aldatan kocasına ; eğer beni seçersen, burayı sana şahane bir yuva yaparım diyen kadının hikayesi. Sonra başlıyor hırsızlık yapmaya... Diyelim kocası reklamını gördüğü bir şeye ne güzel diyor. ---aaa ben sana alırım dediğinde , kocanın çok pahalı olmaz cevabına , bi yerde gördüm çok ucuzdu diyor ve çalıyor tabiki...Oğluna çok pahalı bir kaşmir kazağı, doğum günü hediyesi olarak gönderince ; nasıl aldığını açıklamak için akla karayı seçmesine çok güldüm...Bu hikayeler bana eskiden okuduğumuz , Resimli Roman adlı derginin son sayfasında bu tür hikayeler olurdu, bayılırdım okumaya onları hatırlattı... o tadı aldım. Teşekkürler Asiscim.
Kitap bitmeden yeni okuyacağım kitabımı seçmiştim bile...Belki biraz daha bekleyecekti ama dün okuduğum kitap ekinde, hakkında yazılmış bir yazıyı okumam ,öne almama neden oldu.Bu kitabı öyle iki arada bir derede okumamak için erteliyordum.
Yapı Kredi ve İşbankası'nın ortak çalışmasıyla oluştu bu kitap. İçinde Nazım Hikmet'in kendi sesinden 57 şiirinin de olduğu bir cd ile birlikte. Kitabın adı; Nazım Hikmet Büyük İnsanlık. İçinde ayrıca hiç yayınlanmamaış iki şiiri ve uzun bir söyleşi var.Bir makara banttan cd ye aktarılmış şiirler. Bedri Rahmi Eyüboğlu arşivinden çıkarıldı. Vasiyetiyle yasak kalkana kadar tam 50 yıl saklanmış.Nazım Hikmet iyi saklayın demiş. Çünkü ben ancak sesimle barışacağım ülkemle, ölümümden sonra...Bedri Rahmi, makara bantı kamufle etmek için başına kendi sesinden Mor şiirini okumuş. Bant saklanmak için ordan oraya o kadar gezdirilmişki, ortaya çıkmasına karar verildiğinde bir haftada ancak bulunmuş.

Bu gün için henüz programım yok , Gamse artık çarşamba günleri erken çıkacak, belki onunla bir program yaparız. Saçlarımı bir ton koyultmak istiyorum , belki kuaföre giderim.Yemek yaparım. Dün akşam yemekte ne var diye telefon açmıştı- ben de kapuska demiştim... o da nası yani demişti....öle yani demiş ve lahanın faydalarını anlatmıştım:)) Ne zor bir yemektir... Lahanayı yıka , doğra incecik incecik ...senede bir kez yaparım ve şahane yaparım ... o bilindik kapuska işte denilen yemeği benim nasıl bu leziz hale getirdiğime kocam bile şaşar. Salçalı, acılı, bol soğanlı ve kıymalı. Yanına sarımsaklı yoğurt da hazırlarım. A, olmaz demeyin ... deneyin. Ben bu kapuskayı Semsa'dan öğrenmiştim...o önermişti. Nasılsa kızlarımın ben pişirmedikten sonra oturuup kapuska pişirecek halleri yok. İşte kaybolacak bu lezzetler böyle böyle... Ah Nazım Hikmet kapuskayla aynı yazıda olmak hiç aklına gelmezdi ben de bilirim olmaz ben de bilirim de buraya söz nası gelir onu bilemem... de bu sayfa böyle işte... Şamdan kavaktan, dereden tepeden .

Hadi gittim ben sabah şerifleriniz hayr olsun... gününüz keyifli olsun...

22 Şubat 2011 Salı

Leyla Halid'i hatırlamak

Sıkıcı bir gündü, teyzeme gidecektim , hava hoşuma gitmedi...Öyle dolandım evde ... Bir ara Vatan Kitapdan yeni çıkan yayınları inceledim. Uzandım yatağa elime defterimi kalemimi aldım notlar alayım diye... Benim geçen ay aldığım bir çok kitabın tanıtım yazıları vardı. Haruki Murakami'nin şu anda okuduğum kitabı için bu kitabın okuyucusu olmak zor demiş. Haklı olduğumu görmek hoşuma gitti ama kitabın sonunun yazılması da bir hayli tuhaftı. Neyseki Murakami kitaplarının sonunu bilmek hiç bir şeyi değiştirmez . Önemli olan o sona gelebilmek ve arada söylenenlerdir.

Bu akşam ailece diziciyiz... kızların biri Usmanım Usmanım diye biri Mete Mete diye gelir . Benim favorim Leyla Halid rolüne büründürülen Amina... Çocukluğumun ilk kahramanı ilk kadın hava korsanı Leyla Halid. Tüm dergilere kapak olmuştu o zeytin gözleriyle. Şimdilerde çoluk çocuk sahibi bir anne...daha dört yaşındayken annesinin portakal kopartmasına izin vermeyişini, meyvelerin onlara değil lübnan'a ait olduğunu söylediğinde anlıyor mülksüzlüğün ne demek olduğunu...Hayatını Filistin davasına adayıp, alyansında taş yerine mermi çekirdeği taşıyor.Yüzü tüm duvarları , tüm dergileri kaplayınca defalarca estetik ameliyat olmuştur tanınmamak için. Ben bi insanı pazara kadar sevmem gördüğünüz gibi. Arada bakarım ne oldu ne yapıyo diye:)) İşte böyle bu sayfanın kaderi budur . Hiç ummadığın bir şey çıkıverir torbadan ve bunu sayfanın yazarının kendisi bile bilmez yazıya başlarken. Bu gün Leyla Halid çıktı, Belki bilip yeniden hatırlayanlar belki adını hiç duymamışlar için...

İyi akşamlar olsun... yarın daha keyifli bir gün olsun

21 Şubat 2011 Pazartesi

Gerçek Dedikodu

Pazartesi akşamlarını kendime ayırdım,bir yıldır. Ya okuyorum ya da bir film izliyorum.Bu akşam 2005 yapımı bir film izledim.Türkçe adı"Gerçek Dedikodu"...film seçiminde ki en büyük etken
:Jennifer Aniston, Kevin Costner, Shirley MacLaine üçlüsüdür...
Jennifer Aniston ailesinin, Dustin Hoffman’In meşhur filmi The Graduate-Mezuniyet Filminin, esin kaynağı olduğunu ögrenmesi etrafında gelişen olayları konu alan keyifli bir romantik komedi.

Bu günün kahramanı ise bir kilo ıspanakdı...Ben, istediği kadar temiz olsun tam bir paronayak olurum...Bu gün ıspanaklar benden ben de onlardan nefret ettim.Ama pek güzel olmuştu yumurtalısı,çay da yaptık yanına...çay dedim de Naziş,şimdi sinemadan geldi,çay istiyor...film zevkimiz kitap zevkimiz uymuyor ne yazık ki...

İncir Reçeli ve Kibritçi Kız( yeniden düzenlendi)

İncir reçelini çok severim hatta en sevdiğim reçeldir. O yüzden filmini de severim demiştim:)
Ben bu filmin çekileceğini duyar duymaz peşine düştüm. Film vizyona girene kadar trailleri izledim, müzikleri dinledim...Bir filmin adı bu kadar mı? güzel olur. Belki de Ordu'da incir reçeli zamanı geldiğinde yaşanan ritüellerden, ya da anneannemim biz harmanda oynarken elimize verdiği sacda pişmiş, ,incecik mısır ekmeği... reçel ekmekten kayar, elime damlar, bileğimden aşağılara sızar dilimle takip ederdim o sızıntıyı. Ya da Mecbure teyzemin incir reçeli kavanozuna attığı kavrulmuş fındıklar.Bilmiyorum hangisiydi ama film adıyla bağlamıştı beni.

Dün Gamsegamse ile Capitol'e gittik, film, izlemeyi. Burası açıldığından beri sanırım 93'de açıldı, sinemaya buraya geliriz. İçinde 14 sinema salonu var. Türkiyede bu kadar çok sinema kompleksini bir arada barındıran başka bir yer yokmuş. Her neyse , dün hiç film izlemediğimiz bir salona denk geldik. Bir cep sinamasıydı. Elli kişilik falandı sanırım. Gelelim filme.
Biz filmi çok beğendik. Bu filmde entrika yok, kimse kimsenin sevgilisini elinden almıyor, kimse kimseyi aldatmıyor, kimsenin holdingi, yüzme havuzlu kocaman köşkleri yok... kan yok(var aslında ama bir damla) tabanca yok... bu filmde bir masal var...masalın sonu belli.Film bir aşk masalı gibi...masal gibi ama bir o kadar da sahici... tavada kızaran çıtır çıtır istavritlere uzanmak, rakı kadehinden bir fırt da ben çekeyim demek isteyeceğiniz kadar sahici aktarılmış filme. Beni en çok çarpan sahne, otobüs durağındaki cam bölmenin ardından birbirlerini öpmeye çalışmalarıydı. Deliler mi niye camdan birbirlerini öpmeye çalışıyorlar diyebilirsiniz ama bunun nedenini söylersem filme gitmeniz gerekemez artık. Zuz ^da beni öldürür hehehhe.

Masal deyince , dün bana Gamse bir soru sordu. Sonu kötü biten bir masal var , bi tane masalın sonu kötü bitiyor bil bakalım hangisi dedi. Hatırlayamadım , söyleyince hatırladım tabi...nasıl unutmuşum o yaktığı kibritlerin alevinde gördüğü hayallerle ısınmaya çalışıp, donarak ölen kibritçi kızı nasıl unutmuşum. Hadi yeniden hatırlayalım o zaman...

Bir yıIbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı. YoIdan geçenIer paItoIarının yakasını kaIdırmışIar, atkıIarına bürünmüşIer, hızIı hızIı yürüyorIardı. Kimi evine geç kaImış, aceIe ediyor, kimi bir eğIence yerine gidiyordu.

ÇocukIar koşuyorIar, birbirIerine kartopu atıyorIardı. Gecenin zevkini en çok onIar çıkarıyorIardı. KahkahaIarIa güIüyorIar, sevinçIe haykırıyorIardı.

YaInız bir çocuk vardı ki geIip geçenIer onun farkında değiIIerdi. Ufak bir kız çoçuğu. Başı açık, eIbisesi yama içinde, yoksuI bir kızcağız. Bir kapının önüne büzüImüş, çıpIak ayakIarını aItına aImıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu. Üzerinde oturduğu taş basamakta buz gibiydi.

Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesiImişti.

Geniş bir mukavva kutunun içine sıraIanmış kibrit kutuIarına bakarken gözIeri yaşarıyordu.

Evet, bu bir kibritçi kızdı. O gün bir tek kutu kibrit biIe satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kaIkıp evine gider, annesiyIe birIikte hiç oImazsa bir kase sıcak çorba içerdi. Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını annesine söyIemekten çekiniyordu. Soğuktan, üzüntüsünden titreyen kısık,incecik sesiyIe “Kibrit var, kibrit”diye bağırıyordu. Sokaktan geçenIerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu…

Ah hiç oImazsa ayakIarında terIikIeri oIsaydı! Biraz önce, sokak sokak doIaşırken, hızIa geçen bir arabanın önünden kaçmış, kaçarken terIikIeri ayağından fırIamıştı.

Karşı kaIdırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış hınzır bir çocuğun terIikIeri kapıp kaçtığını görmüştü. Arkasından sesIenmişti ama, çocuk aIayIı aIayIı sesIenerek koşa koşa uzakIaşmıştı.

Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış, oracığa kıvrıIıp oturmuştu.

ParmakIarı donmuş, sızIamaya başIamıştı. Kızcağız bu acıya dayanamadı, kutuIardan birini açıp bir kibrit çıkardı. ParmakIarı uyuşmuştu, kibrit çöpünü eIinde güçIükIe tutuyordu. EIi titreye titreye çöpü duvara sürttü. Kibrit birden aIev aIdı; tatIı, yumuşacık, turuncu bir aIev.

ZavaIIı kız, kibriti bir eIinden öbür eIine geçirerek, parmakIarını ısıttı. İçi de ısınmıştı. Sanki gürüI gürüI yanan bir ocağın karşısındaydı. GözIeri aIeve dikiImiş, düşIere daImıştı: GüzeI bir odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu. Arkasında kaIın bir yünIü hırka, ayakIarında kürkIü terIikIer vardı.

Isınmış, terIemeye biIe başIamıştı… Derken kibrit sönüverdi. Kibritin sönmesiyIe, o tatIı düşIerde sona ermişti. Kızcağızın parmakIarı yeniden donmaya, sızIamaya başIamıştı.

Bir kibrit daha yaktı. Bu sırada soğuk bir rüzgar esti. Kız kibrit sönmesin diye, duvardan yana döndü. Öbür eIini aIeve siper etti. AIeve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden açıIdı, içerisi göründü. İçeride geniş bir oda vardı. Kar gibi bembeyaz örtü yayıImış bir masanın üzerine tabak tabak yiyecekIer diziImişti. Sofrada gümüş şamdanIar yanıyor, odayı gündüz gibi aydınIatıyordu. Kızcağızın gözIeri sofranın ortasında, büyük bir tabağa konuImuş, nar gibi kıpkırmızı kaz kızartmasına dikiImişti. Ağzı suIandı. EIini oraya doğru uzattı. Kibrit yana yana sonuna geImişti, parmağını yakıyordu. Kızcağız çöpü yere atıverdi. AtmasıyIa birIikte, yıIbaşı sofrası siIiniverdi, gözIerinin önüne taş duvar yeniden dikiIdi.

Üçüncü kibrit daha fazIa düşIer yarattı:Bir yaz gecesi…Kibritçi Kız kırda bir ağacın aItına oturmuş, yıIdızIara bakıyor. Gece oIduğu haIde hava sıcak. AItındaki toprak, gündüz güneşten ısınmış, fırın gibi yanıyor… Küçük kız gözIerini yıIdızIardan ayıramıyordu. Uzaktan uzağa gece kuşIarı ötüyor, kurbağaIar bağrışıyordu.

Derken bir yıIdız kaydı, gökyüzüne geniş bir yay çizerek uzakIaştı, söndü. Kızcağız: işte, biri daha öIdü diye mırıIdandı. Bir gün, ninesi söyIemişti: Her yıIdız düştükçe yeryüzünden biri öIürmüş… Ninesini bir daha görebiImek için bir kibrit daha çaktı. Soğuktan kaskatı kesiImiş, beyni durmuştu. O şimdi sokak ortasında oIduğunu unutmuş, düşIer dünyasına daImıştı. Kibritin aIevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi oIuyordu. İşte ninesi geIiyordu. Lapa Iapa yağan karIarın arasından bir meIek gibi iniyordu… GeIdi, geIdi…KoIIarını açtı, torununu kucakIadı, aIdı gökIere doğru götürdü…

Ertesi sabah, yoIdan geçenIer, bir evin basamağında donmuş kaImış kızcağızın öIüsünü buIduIar. Yanı başında bir sürü boş kibrit kutusu vardı.

-ZavaIIı kız ısınmak için bütün kibritIerini yakmış dediIer… Bu kibritIerin aIevinde onun ne düşIer gördüğünü biIemezIerdi ki.


Düzenleme: Sonu kötü biten masallara iki örnek de Asmira'dan geldi...Kurşun Asker ve Deniz Kızı... Teşekkürler Asmira....Gamse'nin en sevdiği masallardı bunlar sanırım unuttu...

20 Şubat 2011 Pazar

TAKSİM...Taksim

Dünü evde geçirmeye karar vermiştik. Öyle de yaptık, Gamse ile ben yani...geri kalan zevat kirişi kırmıştı.Akşama kadar Gamse odasını düzenledi, okul ile illgili işleri varmış onları yaptı.Ben evi toparladım, bi sürü yemek yaptım. Akşam oldu yemek yedik. O sırda Candan aradı Gamse'yi ...hani yılbaşı partisinde Gamse ile çılgın resimleri olan. Hadi Taksime gidelim demiş.Naziş'de zaten Candan'ın ablası Neslihan^la Cihangirdeki mekanlarındaydı. Neyse işte sonunda dışarı çıktık .Candan'la Beşiktaşda buluştuk. Taksim'e çıktık. Ben kuzenim Gülden'le buluştum.Geçen buluşmada onu çok kızdırmıştım :))(AKARETLER)

Ben çoktandır Beşiktaş yolunu değil Kabataş yolunu kullandığım için Akaretlerden geçmiyordum. Dün akşam o güzergahtan gidince Akaretlerden geçtik. Evlerin ışıklandırılmış haline bayıldım. Burası uzunca bir süre viran haldeydi, yeniden restore edilmiş hali çok güzel oldu. Akaret, akardan geliyor. Gelir getiren anlamında. Devlete gelir getirsin diye yaptırılıp , kiraya verilen evler bunlar. Semt de adını bu evlerden alıyor zaten. Bir dip bilgi olarak İstanbul dışında yaşayan arkadaşlara verelim.

Akaretler Sıra Evleri İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde kendi adıyla anılan Akaretler semtinde Sultan Abdülaziz tarafından Dolmabahçe Sarayı Akaretleri (Lojmanları) olarak yapımına 1874 yılında mimar Sarkis Balyan tarafından başlanmış, 138 konut biriminden oluşmaktadır.

Kompleksin mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olup Net Holding tarafından yap işlet devret modeliyle kiralanmış ve Akarnet adlı şirket kurularak 1995 yılında projeye başlanmıştır. Proje kapsamında Atatürk Müzesi, Ofis, Apart Otel, Otel, Mağazalar ve Otopark kompleksinden oluşacak proje geliştirilmiştir. Projenin ilk etabı sayılan A Blok Mimar Münir Alpaslan tarafından 1998 yılında bitirilmiş dış cepheler orijinallerine sadık kalınarak sağlamlaştırılmış, iç mekanlar da taşıyıcı sistem bozulmaksızın fonksiyonuna uygun olarak yeniden düzenlenmiştir

.Gece geç saatte bütün kızlar bu kez eve dönüş için Taksim'de toplandık. Hepsi çok eğlenmişti.Bambi'de bir ıslak hamburger partisi yapıp geceyi sonlandırdık. Kıızlar köprü yolunu tercih ettiler, beni dinlemediler ama trafik korkunçtu.Gecenin bi yarısı sabahın ilk saatlerinde o trafik kimine inanılır gelmeyebilir ama konu İstanbul ve haftasonu olunca çok olağan bir durumdur tabiki...Eve gelirken dizim ağrıyor desem şimdi bana kim inanır dedim. Valla artık Kadir İnanır bile inanmaz dedi kızlar:)


Eve gelince biraz kitap okudum.Baktım göz kapaklarım bi ton bıraktım .Matkap sesiyle uyandık. Pazar günü de olur mu, bunun sonu kötüye varmasa iyidir ...

19 Şubat 2011 Cumartesi

Mazi Kalbimde Yaradır

Hiç durmadan çalışan bir matkap var ...üstkatta....kapıyı açıp avaz avaz bağırmak işten değil... Gerçi Gamse bir girişimde bulundu ama:)) . O matkabı da tutan bir kol yahu, yorulmaz mı hiç...

Akşam yeni bir dizi keşfettik Gamse ile... İkimizden başkasına izletmeyi beceremedik. Naziş Sherlock Holmes izlemeyi, koca kişisi ise maç izlemeyi tercih etti. Yeni dizimiz eski bir Yeşilçam klasiğinin yeni versiyonu... Ama aynı tatda...
Ve yeni kadro ile

dizinin sonunda jenerikte akan bu şiire ise ayrıca bayıldık. Sedef Avcının sesinden dinledik.Dizi perşembe akşamları TRT 1 de oynuoyr. Saat 19.55 de başlıyor ve Fatmagül'ün özeti bitene kadar da bitiyor. Ama cuma akşamları tekrar bölümü var.

(Tıklayınca yazı okunur hale geliyor)
bi de şarkısını dinleyin buradan

Yeni kitabım ise, Butterfly'ın hediyesi.... Haşlanmış Harikalar Diyarında , karanlık dehlizlerde geze geze yorulmuştum. Bu naif hikayeler çok iyi geldi.Zeya ingilizcesini okumuş, beğendiğini ve yakında Türkçesi çıkar herhalde demişti. Ben kitabı görüp, aaa bak Zeya bundan söz etti diye anlatırken Asis çoktan çantama atmışmış çaktırmadan....
Maeve Binchy'e ben İrlandalıların Kerime Nadir'i diyorum...Ama henüz İtalyanca Aşk Başkadır'ın üstüne çıkan bir kiştap yazmadı. Eğer filmini gördüyseniz , hiç aldanmayın film kitabın yanında bir hiçdi.

Standart Her Durakta Aşk / Maeve Binchy





Yazar:Maeve Binchy
Çevirmen:Zeynep Seymen

Sayfa Sayısı: 280
Dili: Türkçe
Yayınevi: Doğan Kitap

Arka Kapak

Green Park'tan Brixton'a, Shepherd's Bush'tan Chancery Lane'e günlük hayat aslında sandığımız kadar sıkıcı değildir. Metronun koltuklarından birine gömülmüş bir sekreter sırlarını içinde taşımaktadır, kadının biri hayatının en önemli kararlarından birini orada verir ya da felaketlere yol açacak bir kavuşmanın durağıdır metro istasyonları. Maeve Binchy gülümseyen gözlerle, şefkatle ama gerçekçiliği elden bırakmadan bakıyor sıradan insanların hayatlarına.


Bu cumartesi gününü önce sinemaya gidelim falan dedikse de sonrada evde geçirmeye karar veridk. Naziş dışarı çıktı biz evci çıktık:))

17 Şubat 2011 Perşembe

İstanbul'a BUTTERFLY kondu



Dün çok güzel çok keyifli saatler yaşadık, üstte gördüğünüz güzel kadınla. Bir çocuğunuzun tanıdığı Butterflay nam-ı diger Asis'le. Yeni yaşını, doğduğu yerde kutlamaya geldi. Dün buluştuk, bir Kadıköy günü yaptık. Benim mekanlarım artık bizim mekanlarımız oldu. Hümeyra'da çaylarımızı içtik. Hamsi Pub'da hamsi tavalarımızı yedik. Alkım'da kitaplar arasında kaybolduk.Alkmın içindeki Balcac Cafede kahvelerimizi içerken kitapları seçtik. Sokaklarda soğuktan titreteyen ellerimizle sigaralar tüttürdük. En güzeli de doyumsuz sohbetler ettik.
Akşam eve dönerken elim kolum dolu döndüm. Canım Asis, tüm zerafetiyle seçtiği hediyelerle...Son dakika çantama çaktırmadan attığı kitapla, son dakika golüyle yani...O minik meleği Gamse benim olsun dedi. Evde dursun ama , sorulunca bu Gamse'nin densdin dedi:))Akşamda o nefis aromalı çaydan demledim içtik afiyetle...

Canım Asis, hayatın insana neler getireceği belli olmuyor ama iyi ki iyi ki getirdi dediklerimdensin... Yeni yaşın şimdiye kadar yaşadığın en güzel yaşın olsun ve hep böyle devam etsin.
Düne ait bir başka not, Dolmuşta giderken, yolcu indirmek için araba durdu, kimin indiğine dikakta etmedim ama bir cümle ,bir kızın söylediği bir cümle , kafamı kaldırıp kimin indiğiğne bakmama neden oldu. Galiba şoför, efendimli bir kelime kullandı ki, kız - bana efendim deme, kimse senin efendin değil dedi. Esmer , zayıf bir kızdı. Kendi , o yıllarım geldi aklıma... Her şeye , her davranışa burjuva yaftası yapıştırdığımız yıllar. Düşüncelerim, politik görüşüm hiç değişmedi ama bazı şeyleri nasıl da çocukça yapardık...Nasıl güzel şeyler isterdik insanlık için....

Bu gün okey grubumla buluştum. Kötü bir gündeydim. Bir kez bile açamadım. İlaç olsun diye bile:)

Şimdi bir taraftan da Fatmagül izliyorum , Ebe Nine bağırıyor avaz avaz Reşat Yaşaran'a...
Hadi bu yazı burada bitsin diziye devam...


Not..İstanbul'da yaşayanlar, arada kafanızı kaldırıp gökyüzüne bakın. Binlerce sığırcık kuşunun gökyüzünde yaptıkları görsel şöleni kaçırmayın...

16 Şubat 2011 Çarşamba

gün dökümü

Şablonum değiştiğinden beri, el gibi gidip geliyorum buraya. Hani El Kızı diye bir film vardı aynı onun gibi bu da elin bloğu gibi:))Ama artık dönüş yok , istemedim m?i sanıyosunuz ama uçup gitmiş. Yedeklemek o an içinmiş ya da Gamsegamse beni kekledi....

Dün Cancanla ikimiz yalnızken çok mutlu saatler yaşadık. Bir kaç gündür iştahsızmış, hatalığından dolayı ama cicianne çorba içelim dedi , bi güzel uyudu.Ben film izledim. Ama kızlar eve geldikten sonraki durum bir felaketti.Ne coştu ne coştu.
Dün o uyurken çoktandır izlemek istediğim Çogunluk filmini izledim. Binbir Gce'nin Gani'si bu filmle Altın Portakal almıştı. Sadece O' değil tüm oyuncular çok iyiydi. Ruhsuzluk bu kadar mı güzel yansıtılır.Sonunun biraz havada kaldığı söylendi ama bence hiç de öyle değil.Başka nasıl bitecekti. Oğlanla kız evlensin, anne yanağındaki yara yüzünden ölsün filan mı?. Öle işte...

Akşam Öyle Bir Geçer Zaman ki izledik aile boyu. Aslanım Mete yine gözlerimi yaşarttı, soğan çorbası sahnesinde....Mete büyüsün, örtmen büyümesin öylece kalsıni ilerde evlensinler mutlu mutlu yaşasınlar istiyom, nası ama.

Sonra Kocam Ergenekoncuları izledi ben kitabımı okudum. Bana da izlemem konusunda çok ısrar etti. Hatta nasıl izlemediğime şaştı. Kılıçdaroğlu örgüt nerede üye olacam diye tutturdu.Bi adam çıktı 250 bin kişi fişlenmi dedi. Ben sıkıldım artık. Keşke dağda yaşayan çoban ya da, ilkel Afrika kabilesine mensup birilerimi olsaydık.Ben doğum yaptığımda; itirazımı kabul etmeyip, oy kullanmadığım için bana ceza kesip, kocamın itirazının kabul edildiğini yaşadık biz. Başka bir adsl bağlantısı kullanırken, bir başka adsl bağlantısını kullanıyoruz diye,kullanmadığımız internet sağlayıcısı yüzünden borcumuz var diye icraya verildik. İki gündür de o kullanmadığımız internet bilmemnesi telefon açıp hızınızı yükseltelim mi diye soruyor.Hızlarını bir yükselteceğim görecekler. Kardeşim biz başka bir internet bağlantısı kullanıyoruzzzz, sizle bi işimz yok ki dediğimiz halde. Geçen gün ben evde yokken Gamse'ye sormuşlar- internet hızınızı yükseltelim mi diye. Gülermisin ağlarmısın. Şimdi bir örgüt var mı yok mu diye soruyorlar. Üle biz evimizdeki olmayan internet bağlantısı, neyse ya... Ben bu gün kalktım çayımım mayımı içtim, koca bir tencere pancar yani kara lahana çorbası pişirdim. Çok özel biriyle buluşmaya gidiyorum. Çoğunuzun tanıdığı Butterfly'la...Taaa Alpleri aştı geldi.. Güzel bir Kadıköy parogramı yaptık.Umarım hava çok soğuk olmaz hoş olsa da ne gam...

14 Şubat 2011 Pazartesi

Ben bu gün,

Az önce cevizli ,irmikli helvamı kavurdum. Aslında bu helva çam fıstıklı olur ama...evde olmayınca bu kez de cevizli olsun be yav dedim ; yapış o yapış patladı gitti...Mevlit Kandilini eda edeceğiz birazdan... Akşam üzeride ufaktan bir sevgililer günüsü kutlaması yaptık ... Naziş bize bir arkadaşının Almanya seyahati dönüşü getirdiği çikolataları ikram etti, kutusu da kalp şeklindeydi alın size sevgililer kutlaması:))Bu kutlama Capitol'de yapıldı...Çünküüü; dün akşam Gamsegamse bu gün için kıyafet ayarlaması yaparken, yeni aldığın tacı tak dedim ben ve o an anladı ki tacın parasını ödemiş ama almamış) telefon açtı hemen Yargıcı^'ya...unutulanlar bölümünde bekletiliyormuş. Hem tacı aldık hem biraz sağa sola bakındık,bir şeyler atıştırırken Naziş'de bize çikolatasını ikram edince -aaa dedim, işte sevgililer günü kutlaması daha ne olsun...her gün böyle olsun...

Kızlar okula başladı Allahın izni peygamberin kavliyle... Ben elimde koca bir poşetle odalarına girip bir ton atılacak şey çıkardım. Sinema biletleri, fişler, ordan burdan gelmiş broşürler... Ama Gamse'nin yatağının altından su bardağı çıktı ya daha bişicikler demem. Evi bir güzel temizledim, kalayladım... Kokular sıktım mis gibin oldu. Sonra koca ile biraz pazar gezmesi yaptık. Yıllanmış bir kargo paketimiz vardı onu gönderdik.... Alışverişimizi yaptık eve geldik. Bir yorgunluk kahvesi içtim veee, zeytinyağlı pırasa ve enginar pişirdim. Kırmızı pancardan yoğurtlu salata yaptım. Dolaba attım. Artık yanına ana yemekler ilave edilip edilip masaya gelecekler.. Yarın Cancan geliyor. İki haftadır gelemedi. Cicianne izne çıktı demiştim O'na... Bu gün telefon açıp bir tek boş günümün salı günü olduğunu ve onu beklediğimi bildirdim...

Kitap okumada hala Murakami ile devam ediyoruz... Kolay değil kendileri bir tuğla kalınlığından.aşağı yazmaz pek....Bu kitap da sanırım beşyüz küsür sayfayı geçiyor... Pembe elbiseli tombul kadınla karanlıklarda geziniyoruz. Ama açıkça söylemek de yarar var, bir Sahilde Kafka bir Zemberek Kuşunun Güncesi gibi değil. Ama müzik müzik müzik alt metinde hep var...

Dün gece rüyamda 15 yaşıımdan beri görmediğim kuzenmi gördüm... Bu çook özel bir hikayedir.... Nedeni niçini yoktur. Hiç düşünmediğimde biridir. Nasıl oldu anlamadım . Bu akşam da Nevin Abla'yı kandil kutlamak için arayınca telefonu hiç ummadığım, konuşmak istemediğim biri açtı ve konuştuk, yıllar sonra hatır sorduk birbirimize, karşılıklı kutlaştık falan. Belki iyi bile oldu. Bi Hacer Çinkılıç kaldı. Bunu Ataletim hatırlar hatırlasa hatırlasa:))Hacer Çinkılıç, beninm daha ilkokuldayken küşüstüğüm biri... Onun yüzünden cezamı almıştım ne tam hatırlamıyorum. Kızcağız sonraları gitti ki bir daha ne gördüm ne duydum.... Bi gece uykumun bi yerinde gözlerim çört diye açılıınca , bi sürü abuk subuk düşümce kafama üşüştüğünde, üşüşenlerden biri de bu Hacer Çinkılıç'dı bunu yazınca Ataletim pek bi eğlenmişti. Ay kimsenin adını sanını hatırlamam bu kızın ne yüzünü unuttum ne adını.... Her neredeysen Hacer ben seni affettim sen de beni affet emi. Ama kabul et sen başlatmıştın...

Şimdi bizim ev halkı Ezel izliyor. Ben de helva servisine geçeyim...

Kandiliniz ve Sevgililer gününüz kutlu mutlu olsun

not: Şablonla oynarken, her şeyi kaybettik...Kim olacak Gamse ile ben... Naziş böle avam işlerle uğraşmaz)) Blog listem kayboldu. Yvaş yavaş kaydediyorum. Silinen arkadaşlar var, saptayıp tek tek koyuyorum aman ha yanlış anlaşılmaya gelmeyelim:))

12 Şubat 2011 Cumartesi

tatilin son demleri

Tatil bitiyor artık. Dün evden çıkarken : tatil bitse de dinlensek dememi kızlarda okeylediler. Dün Zuz'dan geldim, bir ya da bir buçuk saat sonra evden çıktık...Kadıköy'e gittik.

Çok kalabalıktı her yer...Önce Yazıcıoğlunda( Kadıköylüler burayı bilir, her türlü teknik donanımın alınıp satıldığı bir pasaj) bir teknik gezinti yaptık. Sonra Beyaz Fırının karşısındaki kilisenin önünden geçerken;Gamse , buranın içini merak ediyorum dedi....Daha sözünü bitrmeden Naziş kapısını itti içeri girdi. Burası 1800 lü yıllarda yapılmış tarihi bir kilise. Ermeni Ortodoks kilisesi. Bir görevli bize buranın tarihini anlattı...Yemek işini Mercan'da hallettik. Biz kokoreç ve ortaya midye tava sipariş ettik ama koca bir midye dolma tabağı da ikram olarak geldi. E gelmesin mi? Gamsegamse gibi bir müşteriye:)) Karnımız doydu, Kayınvalidemin dediği gibi , gözümüzün önündeki perde açıldı. Sonrası balıkçılar çarşısından yukarıya doğru tüm ara sokaklardaki, ıncıkçılara boncukçulara gire çıka Bahariye^ye çıktık. Burada da aynı işlem, o dükkan bu dükkan dreken Nazişle ben yorulduk. Gamse ben Mango ve Kotona da giricem siz bi yerde oturun dedi. Bizde Starbucks da kahve ve cheesecake molası verdik:)Gamse gelince yine ora bura baka baka aşağıya indik. Bambide akşam çayımızı içip evimize geldikk.( Bu kırmızı mayaolu tombik güzel, bize dün katıldı...Gamsegamse'nin hediyesi)

Dün akşam Çocuklar Duymasını izledik ailecek. Bu Seyyar Tayyar ve Denizlili Dünürler girdikten sonra patladı gitti. ama izleyemiyorduk( bu patladı gitti , Seyyar Tayyarın sözü, diziyi izlemeyenler için açıklayıcı bir bigi heheh). Neyse cuma günüde yayınlanmaya başlayınca izledik.
Sonra Kocam Ergenekoncuları izledi ben kitabımı okudum. Murakami'nin Haşlanmış Harikalar Diyarı...Kitabın kahramanı kadının tombul oluşu ve pek estetik bulunması çok hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim...Bir tek o pembe giyinmeyi seviyor bense hiiiç...

Günlerdir alerjimle boğuşuyorum bu arada... Geçen gün, bir taraftan yanıp, bir tarftan kaşınıp bir taraftan da diken diken olup bir de üstüne ala dana gibi bir görüntüm olunca ağladım oturdum. Kocam çok üzüldü halime , durmadan fikir yürütüyor. Şundan , bundan diye...Çünkü senelerdir nedeni bulunamadı.Ama bu sabah bombayı patlattı...Bana bilgisayar alerji yapabilirmiş. Yaydığı ışınlar filan:))Neyse, ilacım değiştirildi , iki gündür çok çok iyiyim.

Bu gün kızlar tatille vedalaşıyorlar...Naziş veda gecesini Hilton Otelde yapılan bir etkinliğe katılarak yapıyor....Gamsegamse ise kuaförün yolunu tuttu , öğrencilerine biraz daha güzelleşerek kavuşmak için bakıma girdi.

Bense temizliktir, yemektir arada çay kahve molasıdır akşam ettim...

11 Şubat 2011 Cuma

@Palmadoro

Dün gece'nin kahramanı Ebru namı diğer Ebrucuktu...Ebru şimdilerde yazmıyor ,dilerim yazar çünkü çok keyifli yaıları vardı. Zaten böyle bir yazısı sayesinde beş yıl önce, kötü geçen bir gecemin sabahının gülümsemesi olmuştu. O dur budur sürer EBRU ile maceralarımız. Dün gece O'nun doğum günüydü.
Zeya'nın yaptığı şahane bir organizasyonla Palmadoro'da bir taş plak gecesinde kutladık Ebru'nun yeni yaşını...Gece'ye Ebru'nun teyzesi ve kuzenleri de katıldı...Teyze dediysem , bu gencecik, alımlı bir teyze yani...Yaptığı danslarla geceye imzasını attı.Taş plak gecesine tesadüfen rastladık ama iyiki rastladık... Çocukluğumuzun, ilk gençlik yıllarımın o Neşe Karaböcekli, Ersan Erduralı, Ayla Dikmenli, Ajda Pekkanlı, Cici kızlarlı şarkılarını şarap eşliğinde bağıra çağıra söyledik(Zuz Aşkın Kanunu yazsam yeniden yazarken:)( ben saate bakarken, resimlerini çektiğimi sanıp, poz veren Zuz ve Zeya ikilisi):=))
iyi ki doğdun Ebru, iyi ki hayatımıza girdin, iyi ki yolun sayfalarımızdan geçti...

Bu Sayfanın özelliği uyarınca biraz Palmadorodan söz edelim. yemekler dünya mutfağı olsa da genellikle İtalyan Mutfağı ağırlıklı. Dekoru biraz ağır, kristal avizeli ve kadife sandalyeli ,şömineli ama çok sıcak ve samimi...Adını bahçesindeki kocaman palmiye ağacından alıyor ve yazın bu ağacın altında oturma düzeni oluşturuluyor.Palmadoro İtalyancada Altın Palmiye anlamına geliyormuş.

Gece sona erdiğinde Zeya , ben ve Zuz caddeye kadar yürüdük. O serin ve temiz hava bana çok iyi geldi...Tabi gecenin o saatinde ben eve dönmedim. Kardiş kardiş Zuz'un evine geldik. Hiç üşenmeden Fatmagül'ü internetten izledik:)))Sonra bir uyumuşum sabah olmuş.Kahvaltıyı kendi evimde yapmak üzere koşturacağım birazdan...Anladığınız üzre bu yazı Zuz'un evinden yazıldı:)

9 Şubat 2011 Çarşamba

@Kariye


(Naziş, Kariye'de en sevdiği kompozisyonun altında...Hz İsa'nın , şeytanı ayağının altına alıp, Hz. Adem ve Hz Havva'yı kabirlerinden çıkarttğı sahne)
Gelelim günün başlangıcına

Sabah kalktığımda Naziş yatağında uyanıktı... Kapıdan öpücük attım, O da bana Kariye'ye gidelim mi dedi.Haydiii gittik bile dedim... Hemen yeşil çayımı koydum, bir taraftan onu yudumladım, bir teraftan kahvaltıyı hazırladım... Allah tarafından bana verilmiş üçünc ü elimle , dondurucudan çıkardığım haşlanmış yeşil mertcimeğin üstüne sıcak su koyup ocağa oturttum. Hemen içine bir kase kare çorbalık hamurumdan ve yarım kase kadarda haşlanmış nohut koydum. Onlar birlikte pişe dursun biz kahvaltımız ettik. Hemen tavada yağda naneli, salçalı , acı biberli bir sos hazırlayıp cosss diye ocakta pişen çorbanın üstüne döktüm. Akşamın çorbası hazırdı netekim...

Dışarı çıktığımızda , dijital gösterge hava sıcaklığını, 14 derece gösteriyordu . Yaka bağır açık yürüdük. Eminönüne oradan da Edirnekapıya Kariye Müzesine geçtik. Kariye Aşığı Naziş, hoplaya zıplaya bize mozaikleri anlatırken, içeri koca bir grup girdi. Dört üniversitenin turist rehberliği öğrencileriymişler. Başlarında hocaları, biz peşlerindebir güzel anlattı, şakacıktan bizden ücret olarak kahve istedi... Benim yanımda ki Van 1oo.yıl üniv öğrencisi genç kız, bana göremediğim, farkemediğim ayrıntıları tek tek gösterdi. Bu üçüncü gelişimdi müzeye ama meğer neler kaçırıyormuşum...Yani bi de bilerek gezdiğimi sanırken...





Çıkışda hemen müzenin karşısındaki Pembe Köşkde oturduk çay kahve molası verdik. Ben bir karanfilli sigara telledim. Zeya'nın kulaklarını çınlattım. Çünkü ; ben sigara içmem ama karanfilli olursa kahvemle bi keyif yaparım. O da buralarda bulunmaz , Zeyacım bana yurt dışı gezi dönüşlerinde getirir...Sonra müzenin arka sokaklarına daldık biraz. Nazar boncuklu kaldırım ve bir sahabi türbesi var burada gözden kaçmaması gereken...

Tabi gez gez karnımız acıktı, Yemeğimizi Fatih'de yedik. Nerede yiyelim derken, Naziş bakın burası ta 1950 de açılmış dedi. Güzel ve temiz bir yerdi. Çalışanlar bembeyaz giysili, aşçı şapkalılardı... Yemek sonrası istediğimiz künefesi ise şahaneydi. Yolunuz o tarafa düşerse adı Yıldız...
Yemekten sonra , Beşiktaş'a geçtik.Evimize geldik. geldik ama biz eve girmeden Zuz programı yaptı, kızlar ona gitti. Bari tek tek çağır, biri bize kalsım diyorum:)

Akşam Öyle Bir Geçer Zaman ki izledik.

Bu gün de böyle geçiverdi gitti işte

7 Şubat 2011 Pazartesi

Aşk Tesadüfleri Sever ve Bezelye Prenses






Bu gün Naziş'le birlikte sinemaya gittik.... Biz bu filmin gelmesini aylardır bekliyorduk zaten. Filmi çok beğendim. Bence yeni ''Love Story'' bu film... Mehmet Günsur tüm zamanların yakışıklısı, Belçim Bilgin'le çok iyi bir ikli olmuşlardı.Filmi özellikle Ankaralılara öneriyorum. On iki yıl önce küşüstüğümüz Ankara'yı özlediğimi farkettim film izlerken.Filmde bir yumurta atma savaşı var,bu Ankara Kolejinin bir geleneğiymiş. Bazn bu kadar da tesadüf olabilir mi diyorsunuz ama o kadar olabilecek şeyler ki.. Neyse işte izlemenizi tavsiye edebileceğim bir film.Filmde hepimizin çocukluğundan bir şeyler var.

Sinema çıkışı Capitol- Kete'de yemeğimizi yedik, biraz dolaştık yürüyerek eve geldik.Eve gelince şipşak pilav yaptım, yanına da gelirken aldığımız kızarmış piliçleri ve ayranı takdim edip , aç ev halkını da doyurdum . Daha ne istiyonuz dedim:))

Başlıktaki Bezelye Prenses'e gelince. Bu resmi Gamsegamse'nin masa üstünde görünce ne güzel resim dedim.Bezelye Prenses dedi. Hikayeyi unutmuşum , anlatınca aaaaynı sen dedim. O da evettt zaten o yüzden koydum ben de resmi dedi. Bu Gamse , çarşafında en ufak bir kırışıklık hissetsin gece kalkar çarşaf düzeltir. ayakkabı alırken dört döner, çocukluğundan beri; orası değdi burası değdi, galiba topuğumda bir his var, o his nedir çözülemez... Bebekken bile fanilası içerde kat yapsa, pantolonun içine attığımız bluz biraz toplansa huysuzluk ederdi. İşte size Bezelye Prenses'in hikayesi...


Bir zamanlar bir prens varmış. Bu prens evlenmek istiyormuş, ama evleneceği kişi gerçek bir prenses olmalıymış. Böyle birini bulmak için bütün dünyayı dolaşmış, ama çok büyük bir hayal kırıklığına uğramış. Çünkü, karşısına çıkan prenseslerin hakiki olup olmadığını bir türlü anlayamıyormuş. Hep eksik bir şeyler bir şeyler oluyormuş. Sonunda üzüntü ve umutsuzluk içinde yurduna dönmüş.

Bir gece korkunç bir fırtına çıkmış; şimşekler çakıyor, gök gürlüyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, kıyametler kopuyormuş. Derken sarayın kapısı çalınmış, yaşlı kral gidip kapıyı açmış. Fakat, o da ne kapıda, yağmurdan ve fırtınadan perişan olmuş bir zavallı bir kız duruyormuş. Üstelik her tarafından sular akan, tepeden tırnağa sırılsıklam olmuş bu kızgerçek bir prenses olduğunu söylüyormuş.

"Eh, anlarız bakalım!" diye düşünmüş yaşlı kraliçe, ama kimseye bir şey söylememiş. Yatak odasına gitmiş, yere bir bezelye tanesi koymuş. Bu bezelye tanesinin üzerine yirmi tane döşek, döşeklerin üzerine de yirmi tane kaz tüyü yatak koymuş.
Gece olunca prenses bu yatakta yatmış.
Sabah olunca kıza, gece nasıl uyuduğunu sormuşlar.

"Ah, korkunç bir şeydi!" demiş prenses. "Bütün gece gözümü bile kırpmadım! Allah bilir ne vardı yatakta sert bir şeyin üstünde yatmışım gibi, her yerim çürüdü, mosmor kesildi! Gerçekten berbattı!"

Böylece anlaşılmış ki, yirmi döşek ve yirmi kaz tüyü yatağın altındaki bezelye tanesini hissedecek kadar nazlı, narin olduğuna göre, bu prenses hakiki bir prensestir!

Prens onunla evlenmiş. O bezelye tanesini de müzeye koymuşlar. Eğer kimse almadıysa, bugün bile gidip görebilirsiniz onu.